Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler \ 13-21
Abdulgani Bozkurt, Abdullah Erboğa, Muharrem Hilmi Özev, Necmettin Acar, Özdemir Akbal, Veysel Kurt, Wissam Aldien Aloklah Orta Doğu bölgesi tarih boyunca uluslararası siyasetin öncelikli gündem maddeleri arasında kendisine yer bulmayı başarmıştır. Türk dış ve güvenlik politikasında Orta Doğu'nun öneminin arttığı son dönemde ülkemizde de bölgeye yönelik ilgi ciddi bir artış gösterdi. Orta Doğu devletlerinin dış politikalarına dair yazılan analizlerde görülen en önemli eksiklerden birisi, “Bölgesel düzenin yapılandırılmasındaki asıl faktör küresel aktörlerdir.” kabulünden hareketle devlet içi yapılanmaları önemli ölçüde dikkate almamış olmalarıdır. Bölge siyasetine yakından baktığımızda bölge ülkelerinin devlet yapılanmalarında ve ülkelerin dış politikalarının belirlenmesinde ülke içi yapıların önemli bir etken olduğunu görebilmekteyiz. Bu çalışmanın temel amacı, Orta Doğu'da ülkelerinde devlet oluşumu ve dış politika yapımı süreçlerinde elitlerin oynadığı rolü açığa çıkarmaktır. Bölgeye dönük genelleme yapabilmek için bölgenin halkı Arap olan yedi ülkesi seçilmiş ve bu ülkelerde devlet oluşum ve dış politika yapım süreçlerinde elitlerin oynadığı role ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma bu yönüyle Türkçe literatüre önemli bir katkı yaparak Orta Doğu çalışmalarına yönelik önemli bir açığı kapatacaktır.
Hasan Karaköse Avrupa devletlerinin, başta Suriye olmak üzere diğer Arap bölgelerinde eğitim ve misyonerlik faaliyetleri ile yürüttükleri gizli, yıkıcı, sinsi faaliyetleri, bu devletlerin Orta Doğu’da siyasi güçlerinin artmasına yol açtı. XIX. yüzyılda Fransızların Katolikler içinde, Amerikalıların Protestanlar arasında, Rusların Ortadokslar ile başlattıkları gizli çalışmaların yanı sıra, İngilizlerin de Hicaz Bölgesi olmak üzere Arabistan topraklarında yıkıcı faaliyetleri, Orta Doğu’nun önemli kısımlarını fitne ve fesat yuvası hâline dönüştürdü.
Birinci Dünya Savaşı, Orta Doğu’nun en güçlü devleti olan Osmanlı Devleti’nin sonunu getirmiş ve bölgede sömürgeci Batı devletlerinin istekleri doğrultusunda yeni bir düzenin kurulmasına zemin hazırlamıştır. Savaş sonrası yürürlüğe konan manda rejimi Osmanlı Devleti’nden koparılan yerlerin yönetiminde sömürgeci devletlerin isteklerini resmîleştirmiştir. Avrupa’nın bölgeye nüfuzunun artması, Hıristiyan azınlıkları himayeci sıfatı ile kendi çıkarlarına alet etmesi ve milliyetçilik düşüncesinin bölgeye yerleşmesi ile bölge, istikrarsız bir döneme girmiştir Bu istikrarsızlık kanlı bir biçimde günümüze kadar gelmiştir. Fransa, Katoliklere; Rusya, Ortodokslara; İngiltere ise Dürzîlere ve Araplara destek vererek Orta Doğu’nun geleceğini biçimlendirme siyasetini sürdürmüşlerdir. Daha sonraları Amerika ve İsrail'in buraya yerleşmesi ile boyutu daha da genişleyen güç gösterilerini ve hesaplaşmaları bugün tüm dünya sadece seyretmektedir. Bu kitapta on dokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başlarında Orta Doğu’da büyük güçlerin rekabetini, hesaplaşmalarını ve bölgeyi nasıl bölüştüklerini göreceksiniz.
Yıldırım Deniz Zengin petrol ve doğalgaz yatakları ile semavi dinlerin merkezi olması cihetiyle tarihin her döneminde bir cazibe merkezi olmuş olan Orta Doğu, bu özelliklerinin doğal bir neticesi olarak her dönemde çatışmalara ve savaşlara sahne olmuş talihsiz bir coğrafyadır. Klasik yaklaşımların ortaya koyduğu güç veya refah gibi faktörler, Orta Doğu'da uluslararası ilişkilere dair yaşanan olayların açıklanabilmesinde yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden bölgenin sahip olduğu iç dinamiklerin çok iyi bilinmesi gerekir. Bölgede yaşanan olayların açıklanabilmesinde en önemli iç dinamiklerden bir tanesi “Selef” din anlayışıdır. Bu kitap, Selefliğin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, hangi tarihsel süreçlerden geçerek günümüze ulaştığı, türlerinin neler olduğu, bölgede yaşayan insanları, olayları ve uluslararası ilişkileri nasıl etkilediği gibi soruların cevaplarını vererek Orta Doğu'da yaşanan olayların ve çatışmaların nedenlerini anlatmaktadır.
Ali Sarıhan Askerî darbeler dünyanın birçok yerinde şahit olunan antidemokratik müdahaleler olmakla beraber Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi, darbelerin en çok görüldüğü yerlerden birisidir. Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek ise bu bölgede uzun yıllar iktidarda kalmayı başararak başarılı diktatörler olarak adlandırılmayı hak etmişlerdir. Her üç liderin de demokrasi ile barışık olmadıkları ve yönetimleri sürecince antidemokratik yöntemlerle ülkelerini yönettikleri bilinirken, bu liderlerin uzun süre darbeye maruz kalmayan iktidarları, üç diktatörün başarısı olarak adlandırılmaktadır. Bu önemli nokta unutulmamalıdır ki başarı olarak görülen, liderlerin yaptıkları antidemokratik icraatlar veya kurdukları antidemokratik düzen değil MENA gibi zemini kaygan bir bölgede uzun süre diktatörlüklerini koruyabilmeleri ve iktidarda kalabilmeleridir. Bu kitap, bu üç liderin iktidarlarını nasıl kurduklarını, koruduklarını ve sürdürdüklerini inceleyerek okuyucuya karanlık üç pencerenin ardındaki bilinmeyenleri sunmaktadır.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Doğacan Başaran, Elif Günal, Emre Ozan, H. Mustafa Eravcı, Kadir Ertaç Çelik, Mehmet Seyfettin Erol, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Kayaçağlayan, Nuri Salık, Sayim Türkman, Serpil Güdül Orta Doğu, tarih boyunca stratejik konumu ve küresel güçlerin siyasi ve iktisadi beklentileri sebebiyle, cazibesini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti (1517-1917) döneminde istikrarlı bir dönem yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte önce İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmiş ve ardından da “Soğuk Savaş” Dönemi’nde SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve askerî alanlarda çekişme sahası olmuştur.
Daha önce “Orta Doğu’ya Bakış I” kitabının devamı olarak hazırlanan bu ikinci kitap, yine tarihsel süreç içerisinde Orta Doğu ülkelerinin yaşadığı siyasi, askerî ve iktisadi olayları çok sayıda akademisyenin katkıları ile geniş bir dönemi kapsayacak şekilde Orta Doğu tarihine ışık tutmaktadır.
Kemal İnat Ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşıyan Ortadoğu Yıllığı “Çekirdek Ortadoğu” diye bilinen, Türkiye, İran ve Mısır ile bunların arasında kalan Arap Yarımadası’nda yer alan ülkelerdeki bir yıllık gelişmelere ışık tutmaktadır. Bölgenin Filistin dâhil olmak üzere 16 ülkesinin incelendiği” Ortadoğu Yıllığı 2005” söz konusu ülkelerin dış ve iç politikalarında yaşanan ilgili yıla ait gelişmeleri ele alan, yorumdan çok bilgi ağırlıklı yazılardan oluşmaktadır. Kitabın son bölümünde ayrıca, Ortadoğu’nun siyasi, ekonomik ve sosyal yapısına ilişkin, ilgili yıldan bağımsız makaleler yer almaktadır. Kitap, özellikle Ortadoğu konusunda araştırma yapan öğrencilere hitap etmektedir ve bundan sonra her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması öngörülmektedir.
Kemal İnat, Muhittin Ataman

Ortadoğu Yıllığı 2006 kitabı, Ortadoğu Yıllığı 2005 adlı çalışmamızın devamı olarak ülkemizin de çok önemli bir parçasını oluşturduğu Ortadoğu konusunda araştırma yapan akademik çevreden olan ya da olmayan herkes için değerli bir kaynak olma amacı taşımaktadır. Kitapta, Çekirdek Ortadoğu, olarak adlandırdığımız bölgede yer alan 15 ülkenin ilgili yıla ait gelişmelerinin yanı sıra Türkiye’nin Ortadoğu politikasına ve 2006 yılından bağımsız bir şekilde Ortadoğu yıllığı ile ilgili makalelere yer verilmiştir. Ancak bu yıldaki bağımsız makaleler bölümünde yeni bir projenin bir parçası olarak, Büyük Güçlerin (ABD, Çin, İngiltere ve Fransa) Ortadoğu politikalarını inceleyen yazılara yer verilmiştir. Her yeni yılın başında, bir önceki yıla ait yıllığın çıkarılması şeklinde bir dizinin parçası olarak öngörülen çalışmaların 2007 yılı incelemesinde diğer büyük ülkelerin Ortadoğu politikalarının analizi amaçlanmaktadır.

Hakkı Uygur, M. Tahir Kılavuz, Mehmet Evkuran, Mehmet Toprak, Oğuzhan İrgüren, Ramazan Yıldırım, Süleyman Güder 2011 Arap ayaklanmaları sonrasında Ortadoğu'yu anlamak ve anlamlandırmak için gerekli mihenk taslarından birinin de bölgedeki siyaset-din ilişkisi olduğu kayda değer bir husus olmakla beraber konunun önemi günden güne artmaktadır. Biz de Türkiye'deki akademisyenler olarak bölgedeki gelişmeleri ve olayların arka planını ele almaya çalıştık.
İLEM İslam Siyaset Düşüncesi Projesi kapsamında "Ortadoğu'da Siyaset ve Din" üst başlığı altında bir dizi seminer gerçekleştirdik. Amacımız bölgedeki siyaset-din ilişkisini farklı dinî ve siyasi ekoller üzerinden anlamaya çalışmaktı. 2017 yılında bölgede etkin iki ana akım olan $ii ve Sünni siyaset düşüncelerinin kökenlerinden günümüz siyasi yansımalarına kadar farklı yelpazedeki meseleleri ele almaya çalıştık. Elbette ele aldığımız meseleler ne seminerler aşamasında ne de kitapta yer aldığı şekliyle sınırlıdır; çok daha kapsamlı uzanımlara sahiptir. Yine de kapsamlı ve temsil gücü yüksek bir eser ortaya koymaya çalıştık.
Isam Salahuddin Al-Bayaty Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafi dağılımında hiç kuşkusuz en önemli kurumsal oluşumların başında vakıflar gelmektedir. Vakıf kurumu, şehir tarihi ve sosyalkültürel yapı araştırmalarında önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumun araştırılması, ilgili bölge ve şehrin kuruluşu hakkında zengin bilgiler sunmakta, ilgili şehrin yapılaşması ve müesseseleşmesi konusunda da ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu araştırmada, H 922-1112/M 1516-17000 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetindeki stratejik yollar üzerinde yer alan Musul ve Kerkük bölgesindeki vakıflar incelenmiş ve takribi iki yüz yıllık süreçteki değişim ve gelişimleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Muhammed Emin Durmuş Mukâtaa kavramı, Osmanlı mali hukukunda olduğu gibi vakıf hukukunda da farklı hukuki sonuçlar doğuran uygulamaları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise esas olarak vakıf arsanın, üzerine karâr hakkı ve mülkiyeti şahsına ait olmak kaydıyla bina yapmak veya ağaç dikmek isteyen kimseye kiralanması anlamındaki mukâtaa uygulamasına odaklanılmıştır. Mukâtaa uygulamasının temelleri Osmanh'dan öncesine dayanmakta olup Osmanlılar tevarüs ettikleri bu uygulamayı birtakım düzenlemelerle daha da geliştirmiş ve yüzyıllar boyunca kullanmışlardır. Ancak mukâtaa uygulamasının, zamanla vakıfların istismarına sebebiyet verdiğini gören Osmanlı hukukçuları bu uygulamada ısrar etmemiş bilakis vakıflar için daha avantajlı olan icâreteyn uygulamasını geliştirmişlerdir. Bu da mukâtaanın icâreteyn uygulamasına zemin hazırladığını göstermektedir. Bu kitapta mukâtaa akdinin, 16 ve 17. yüzyıllardaki tarihi serancamı, mahiyeti, farklı uygulamaları, şartları, hukuki prensipleri ve taraflara sağladığı haklar özellikle fetva mecmuaları ve şer'iyye sicillerinden hareketle ortaya konmaya çalışılmıştır.
Arman Sert, Ayça Yenilmez Koyuncu, Begüm Çardak, Mehmet Kurum, Şeyda Öcal Arslan Terör tehdidi, tarihsel olarak bütün toplumlarda çeşitli şekillerde var olmuş ve yarattığı korku ile insanların davranışlarını hem düşünsel hem de davranışsal olarak etkilemiştir. Modern anlamda terörizm, 19. yüzyılda Batı devletlerinde ilk terör dalgası olarak anarşist doktrin kapsamında gelişim göstermiştir. Aynı dönemde Osmanlı Devleti'nde anarşist terör dalgasına paralel olarak Balkanlar'da etnik milliyetçi ve ayrılıkçı amaçlar ile çeşitli ayaklanma ve tedhiş hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu kitapta, Osmanlı'dan günümüze Osmanlı dönemi ile Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve sonrasında yaşanan terörizm ve terörizmle mücadele tecrübelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Günümüzde, terörizm ve terörizmle mücadele kapsamında her ne kadar yabancı literatür temel alınsa da tarihsel perspektifte neredeyse her çeşit motivasyona sahip terörizme maruz kalan Türkiye'nin bu konuya ilişkin tecrübelerinin oldukça fazla olduğu görülmektedir.
Ülkemizde terör tehdidi ve terörle mücadele çoğunlukla güvenlik boyutuyla ve Soğuk Savaş döneminden itibaren ele alınmıştır. Bu kitapta, siyasal tedhiş hareketleri kavramsal olarak geniş çerçevede ele alınarak hem tarihsel boyutta hem de teröristle mücadeleden ziyade geniş çerçevede güvenlik boyutunun ötesinde politik ve ekonomik boyutu ile incelenmiştir. Bu kapsamda ortaya çıkan bu kitap ile Türkiye'nin maruz kaldığı terörizm tehdidi ile terörizmle mücadelesinin bir taraftan tarihsel olarak ortaya konulması amaçlanırken diğer taraftan güvenlik boyutunun ötesinde farklı boyutlarına dikkat çekilmesi hedeflenmiştir.
Fatma Uygur İstanbul'da Fransız büyükelçiler ve sefaret görevlileri, Osmanlı’nın maruz kaldığı kaotik ortamlarda icra ettikleri diplomatik faaliyetlerle öne çıkmışlardır. İstanbul'da bir sadrazam kadar icrâ-yı nüfuz eden Napolyon'un casusu General Horace Sébastiani, Cezayir'de Napolyon'un Lawrence'ı Vincent-Yves Boutin veya Yanya Paşası Tepedelenli Ali'nin çıkardığı isyana destek veren Pouqueville gibileri sadece bir konsolosluk veya büyükelçilik görevini yerine getirmek için değil iç karışıklıklar çıkartmak için de faaliyet göstermişlerdir.
Fransız İhtilali’nin rüzgârıyla önce bir savrulan, sonra yeniden toparlanarak denge siyaseti gütmeye başlayan Osmanlı ise diplomasi sanatında henüz pek mahir değildir. Seyyid Ali Efendi'nin diplomat Talleyrand tarafından aldatılması bu duruma örnek bir vakadır. Yetenekli ve becerikli Fransız diplomatlar, kurdukları casusluk ağıyla her türlü bilgiye kolayca ulaşabilmişlerdir. Nitekim Sultan Mahmud'un ölümünü Paris'te bulunan Reşid Paşa'ya saraydakilerden önce Fransızlar haber vermişlerdir.
Bu çalışmaya, Fransız Diplomat Kont Émile Desages'ın kaleme aldığı Osmanlı-Fransız Diplomatik Münasebetleri (1800-1840) konu edilmiştir. Yunan ayaklanmasının getirdiği kaotik dönemden Cezayir'i işgal ederek zafer kazanan bir Fransa tablosu ve Mısır paşasının isyanlarını her daim destekleyen bir Fransız dış politikası, Osmanlı paşaları nezdinde ele alınmıştır.
Hüseyin Sürücü Soğuk Savaş sonrasında güvenlik kavramı değişikliğe uğramıştır. Değişiklik sadece iç ve dış güvenlik arasındaki sınırı belirsizleştirmemiş aynı zamanda tehdit ve risk arasındaki geçişleri de hızlandırmıştır. Bunun sonucu olarak güvenliğe yönelik üretilen stratejilerin olayın bir kısmına değil geneline ilişkin özellikler içermesi geçmişe oranla daha da zorunlu olmuştur. Çünkü bugünün dünyası geçmişe oranla daha da karmaşıklaşmıştır ve bu karmaşıklık, kendine has bir düzen içerisinde hareket etmektedir. Dolayısıyla bu durum karşısında kolluk kuvvetleri de işbirliğine gitmek durumunda kalmıştır.
Söz konusu işbirlikleri geçmişte var olsa da bunlar kısa ömürlü olmuş ve informal düzeyde kalmıştır. Bu da yeni ortamdaki değişikliklere karşı kolluk kuvvetlerinin etkinliğini olumsuz etkilemiştir. Bu kitap, bunun önüne geçmek için kolluk kuvvetleri arasında bir matris organizasyonunun gerekliliğini savunurken bunun nasıl yapılması gerektiğine yönelik bir fikir ortaya koymaktadır.
Steven L. McShane - Mary Ann Von Glinow, McGraw Hill Türkçe yazında “Örgütsel Davranış” alanında eserler olmakla birlikte; disiplinler arası anlatım ve güncel örnekler ile birlikte teori ve pratiği bütünsel bir şekilde sunan çalışmaya pek de rastlanmamaktadır. Prof. Dr. Steven L. Shane ile Prof. Dr. Mary Ann Von Glinow`un Örgütsel Davranış kitabı; bölümlerin düzenlenmesi, anlatım biçimi, klasik ve güncel kavram ve kuramlar, bunların günlük çalışma hayatına nasıl yansıdığına dair örnekler, okuyucuyu içeriğe hazırlayan soru ve kazanımlar ile birlikte Türkçe yazına önemli bir katkı sağlayacaktır. “Örgütsel Davranış” disiplinini; bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin çalışma hayatına etkileri, takım çalışması, uluslararası araştırmalar, örnek olaylar, güncel örnekler ve tartışmalar ile ele alan bu kitabın hem akademisyenlere hem lisans ve lisansüstü öğrencilere hem de merak eden herkese faydalı olması dileğiyle…
Müge Ersoy Kart 1980'lerden bu yana dünya ekonomisinde yaşanan değişim çalışma yaşamında var olan kuralları ortadan kaldırırken, iş örgütleri bu yeni düzende yeni yönetim modellerine yönelmişlerdir. Bu ortamda çalışanlar için yaşam boyu istihdam anlayışı yok olmuş, işveren/yönetici-çalışan ilişkileri sendikal destekten uzaklaşarak bireyselleşmiştir. Bu bireyselleşmenin etkisi yetenekli ve pazarlık gücü yüksek çalışanlar için avantaj olarak ortaya çıkarken, diğerleri için atipik çalışma, sık sık iş değiştirme, bireysel performansa dayalı ücret vb. uygulamalara maruz kalmak olmuştur. Yönetimin yakın ve yoğun denetiminin artması, mobbing ve işsiz kalma korkusu, çalışanlar için iş yaşamına katlanmayı zorlaştırmaktadır. İşte bu yeni çalışma ortamında çalışanlar uğradıklarını düşündükleri haksızlıklara karşı bireysel mücadele yollarına başvurmaktadır. Bu kitap da çalışanların örgütsel sinizm, bağlamsal performans ve etik ideoloji kavramları açısından çalışma davranışlarını açıklamaya çalışmaktadır. Geniş bir alanyazın taramasının eşlik ettiği kuramsal çerçevede ilgili kavramlar betimlenmiş ve araştırmanın savı bir alan çalışmasıyla test edilmiştir. Çalışanların bireysel çalışma davranışlarını nasıl kurguladıklarını gösteren bulguların ilgili alanyazına katkı yapacağı düşünülmektedir.
Ensar Küçükaltan Afrika kıtası, tarihin her döneminde kendi topraklarında kendi kahramanlarını yetiştirmiştir. Bu kahramanlar her ne kadar fazla gündeme getirilmese de Afrika uluslarının sosyal, kültürel ve hatta siyasi dokularına işlemiştir. Ahmadou Bamba da sessiz gücü ile sömürgecilere karşı direnmiş bir sufi, bir Senegal kahramanıdır. O ve onun gibi nice önemli Afrika figürlerinin Türkçe literatürde daha fazla yer bulması adına bir giriş seviyesi çalışması olan Özgürlüğün Esiri, benzer araştırmaların kapısını aralamak isteyenler için kolaylaştırıcı bir eser olması temennisiyle yazıldı.
Bamba'ya "Özgürlüğün Esiri" denmesinin sebebi, onun tam olarak yalnızca özgürlüğe esir olma isteğine esir olan biri olabileceği düşüncesi ve hissiyatından kaynaklıdır. Bamba hakikatin esiriydi. Bunun dışındaki tüm hakikat iddiaları ona göre mâsivadan ibaretti.
Bir saha çalışması ürünü olan bu kitapta; Batı Afrika'nın İslamla olan ilişkisinden, sömürgecilik döneminin acılarından, Bamba'nın hayatından ve onun takipçileri olan Mürîdiyye hareketinden bölümler bulacaksınız. Kitabın sonu ise Senegal'in Touba şehrinde Bamba'nın takipçileri ile yapılan röportajlara ayrıldı.
Zahir KIZMAZ, Nimet TEGİN Temmuz 2015 yılında müzakere sürecinin çökmesi ile birlikte PKK örgütünün ilan ettiği "devrimci halk savaşı" bölgede yıllarca süregelen Kürt ve PKK sorunun yeni bir aşamaya evrilmesi açısından son derece önem arz etmektedir. "Devrimci halk savaşı kapsamında örgütün birçok kentte özyönetim ilan ederek, yerleşim bölgelerinde hendekler kazması, barikatlar oluşturması ve yaşam alanlarını patlayıcılarla döşemesi ile birlikte Kürtler ilk kez kitlesel anlamda PKK örgütünün mağduru olmuşlardır. Bu olay Kürtlerin siyasal parti eğilimlerinde ve örgüte bakış açısında ciddi bir kırılma yaratmıştır. İlk kez Kürtlerle, PKK örgütü ve Kürtler adına siyaset yapan HDP arasında ciddi bir mesafe oluşmuştur. Kürtlerin örgütün hendek ve barikat eylemlerine destek vermemesi, tüm tehditlere rağmen hendek ve barikat eylemlerinin arkasına geçmek yerine göç etmeyi tercih etmesi, son dönemlerde HDP belediye başkanlarının ve milletvekillerinin tutuklanması sürecinde örgütün ve partinin Kürtleri sokağa inme çağrılarını dikkate almayıp protesto hareketlerine katılmamaları, işyerlerinin kepenklerini kapatmamaları gibi gelişmeler, Kürtlerde örgüt ve bileşenlerine karşı oluşan tepkinin ve açılan mesafenin en belirgin göstergelerini/kanıtlarını oluşturmaktadır.
Ahmet Oğuz Aslan, Aslı Yılmaz Uçar, Esra Dik, Kemal Olçar, Levent Demirelli, Recep Aydın Türkiye'de, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan anayasa değişikliğine dair halk oylaması sonucunda cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olarak adlandırılan hükûmet sistemi kabul edilmiş, 2018'de yapılan ilk genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında yürürlüğe girmiştir. Temelde yasama ve yürütme arasındaki işlevlerin yeniden belirlendiği hükûmet sistemi değişikliği sürecinde, yürütmenin kendi içindeki örgütlenmesinde de önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Seçimler öncesinde çıkarılan olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile başlayan ve Cumhurbaşkanının göreve başlamasının ardından yayımlanan cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile devam eden yasal düzenlemeler, kamu yönetiminin farklı yapı ve işlevleri üzerinde farklı etkiler yaratmıştır. Bu kitabın amacı, Türkiye'de hükûmet sistemi değişikliğinin kamu yönetimi üzerindeki etkisini yasal (hukuki) ve yönetsel (idari) boyutlarıyla tespit etmek ve sonrasında kamu yönetimindeki dönüşümü hükûmet sistemindeki değişiklik bağlamında anlamak ve açıklamaktır. Bu amaç doğrultusunda, hükûmet sistemi değişikliği sürecinde cumhurbaşkanlığı, bakanlık, mülki idare, askeri teşkilat ve personel yönetimindeki dönüşüm yazarlar tarafından ayrı bölümler altında çalışılmıştır.
İrfan Neziroğlu Birçok alanda Türkçe-İngilizce Teknik terimler sözlüğü olmasına rağmen yasama ve Parlamento hukuku alanında eksiklik vardı. Türkçe-İngilizce-Türkçe Parlamento terimleri sözlüğü bu boşluğu doldurarak daha etkin bir yasama iletişimine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmıştır. ALANINDA İLK ve TEK olma özelliğine sahip sözlük , başta milletvekilleri ve yasama bürokratları olmak üzere akademisyenler, hukuk ve siyaset bilim öğrencileri ve yabancı diplomatlar açısından bir başucu eser niteliğindedir.
Salih Gamsız, Ali Poyraz Gürson Ukrayna'nın işgali ile Avrupa Kıtası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en kanlı savaşı yaşarken Avrupa Güvenlik Mimarisi tehlikeye girmiştir. Putin; ABD ve Batılı ülkelerin NATO'nun genişlemeyeceği konusunda verdiği sözü tutmadığını, Ukrayna'nın NATO ve AB üyesi olması durumunda Rusya'nın ulusal güvenlik stratejisinin tehlikeye gireceğini ifade etmiştir. Rusya, tatbikat yapmak üzere 125 adet tabur (190.000 personel) kadar kuvveti Ukrayna sınırlarına konuşlandırmıştır. Putin, Ukrayna halkının Rus halkının kardeşi olduğunu, Ukrayna'nın da suni yaratılmış bir devlet olduğunu iddia etmekle birlikte 22 Şubat 2022 günü Donbas ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını kabul ederek 24 Şubat 2022 tarihinde Kiev'deki sözde Neonazi yönetimi değiştirmek ve Rus vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumak maksadıyla Ukrayna topraklarını işgal etti. Rusya'nın hedefi, kısa sürede Kiev'e el atarak kendisine müzahir yönetim kurmaktı. Rusya'nın harekâtı, planlandığı gibi olmadı ve Rus kuvvetleri beklenen başarıyı gösteremedi. ABD ve Batılı ülkelerin askerî ve ekonomik yardımları ile Rusya'ya bugüne kadar uygulanmayan yaptırımları yürürlüğe koymaları Moskova'yı zor durumda bıraktı. Rus kuvvetlerinin uygunsuz hava ve arazi koşullarındaki harekâtı, yollara bağımlı kalmış ve ağır zayiatlar vermiştir. Rus ordusunun eğitimsiz, lojistik desteğinin, komuta kontrol ve siber sistemlerinin yetersizliği ve silahlarının Batı üretimi silah sistemlerine karşı zayıf olduğu görülmüştür. Ukrayna'nın işgali ve ambargolar, global enerji ve yiyecek fiyatlarını etkilemiştir. Kitlesel göçler ve yerlerinden edilenlerin durumu insanlık dramıdır. Rusya'nın AB ülkelerine enerji sevkiyatını durdurması durumunda Avrupa ekonomisi resesyona girecek ve küresel piyasaları etkileyecektir. Ukrayna'nın işgalinin sona erdirilmesi için arabulucu girişimler sonuçsuz kalmaktadır. Bu savaş, bir dereceye kadar ABD, AB ile Rusya'nın karanlık savaşıdır ve Karadeniz'in önemini ortaya koymaktadır. Ukrayna, Batılı ülkeler adına savaşan devlettir. Ukrayna'daki savaşın ne zaman sona ereceği ise Putin'in kararına bağlıdır.
Seher Er Bilimsel çalışmaların yöntemleri giderek aynılaşmış durumda, daha doğrusu epistemoloji (bilimlerin bilimi) ve gnoseoloji (bilgilerin bilimi) ne denli geniş ancak sınırları çizilmiş yöntem ve yöntemler bütünü içerse de bilimlerin de kendi içerdikleri ve yöntemleri de beraberlerinde taşıdığı daha da ötesi yeni yöntem önerileri içerdikleri de düşünülebilir. Kuşkusuz sözünü ettiğimiz aynılaşma daha yerleşmiş bir yaklaşım içermektedir. Ancak nasıl epistemoloji ve de gnoseoloji alanları, bilim ve bilgi bütünleri için birer üst-bilim özelliği taşımaktaysa da yapılan bilimsel çalışmalar, araştırmalar için de birer üst-analiz ve üst-metin kapsar diyebiliriz ya da daha açık bir anlatımla hangi bilim, hangi araştırma alanı söz konusu olursa olsun bir üst-analiz veya bir üst-metin aracılığıyla irdelenir, doğrulanır, yanlışlanır ve de kimileyin daha geniş bir bakış açısı altında, eleştirel gözlemle çalışmalarda bir varsıllaşmaya yönlendirilmiş olur. Dr. Seher Er'in Pazarlama ve Kamuoyu Araştırma Alanları adlı yapıtı işte bu bağlamda büyük bir önem taşımakta
ve hiç kuşkusuz alanına büyük bir katkı sağlayacak niteliktedir.
The reasons for the persistence of authoritarianism in the Arab world has eluded scholars of democratization for a very long time. While many hoped that the Arab Spring might have been a break through moment in terms of democratization, authoritarian forms of political regimes proved to be resilient once again. On the basis of an array of internal and external factors, this book aims to shed some light upon the ways of how authoritarianism survived, by taking four case studies (Morocco, Tunisia, Egypt and Iraq). While many of those factors have been highlighted before, we believe what is missing is perhaps the unique interaction between them. Therefore, covering the dynamics of the relationship between the internal and external factors of authoritarianism may help us better understand why the Arab world has thus far evaded all the previous waves of democratization.
Ebru Eren, Cem Savaş Je tiens à présenter mes remerciements à mes deux collègues Dr. Öğr. Üyesi Cem SAVAŞ de l'Université Yeditepe et Doç. Dr. Ebru EREN de l'Université Galatasaray, membres du Comité éditorial du présent ouvrage. Face à des difficultés rencontrées, ils ont versé de tout cœur leurs efforts en vue de la réalisation de ce livre dont ils avaient pris l'initiative de le faire paraître.
Prof. Dr. Jale Civelek

Cet ouvrage en hommage à Jale CİVELEK et préfacé par Bruno DELVALLÉE, tire son originalité de ses perspectives interdisciplinaires sur la question de la francophonie en Turquie. Les chapitres d'ouvrage s'inscrivent dans le cadre général des relations internationales et portent sur la présence de la langue française dans divers contextes : la francophonie comme instrument de politique étrangère/économique (partie I), de politique linguistique/éducative et culturelle (partie II) et al. (partie III).
Doç. Dr. Ebru Eren & Dr. Öğr. Üyesi Cem Savaş

Préfacer un ouvrage avec des chercheurs francophones de cette qualité et sur ce sujet est un véritable honneur et une marque d'amitié particulièrement touchante. Je remercie la MCF Ebru Eren pour sa sollicitation. Cette préface est un condensé de la conférence organisée par l'Association culturelle Turquie-France lors de la semaine de la francophonie 2024.
Bruno Delvallée
Bahar Gidersoy Batı dünyası ile Türklerin ilişkileri asırlar boyu farklı biçimler altında devam etmiştir. Süregelen ilişkilerde Türkler zaman zaman Batı dünyasında merak uyandırmış zaman zaman da erdemlerinden çok kusurları irdelenmiş, doğu âdetleri eleştirilmiş ve çoğunlukla öteki olarak algılanmıştır. Öteki olan Türk imgesi üzerinden söylemler Avrupa siyasi çevrelerinin de eylemlerinin felsefi dayanağını oluşturmuştur. Bu noktada Fransız yazar Pierre Loti Batı kafasında yer alan Türk resminin dışına çıkan, Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları daha sonrasında Birinci Dünya Savaşı'nda ve Millî Mücadele döneminde Türkleri tüm dünya karşısında savunan, Batı kafasındaki boşluğa dokunan, bu boşluğun, bilgisizliğin başkalarınca sömürülmesine karşı çıkan bir isim olarak ortaya çıkmıştır. Kendisinin ifadesiyle savunuları sadece duygusal sebeplere dayanmamaktadır. Pierre Loti'nin bu duruşuna Türk dünyası ile tanıştığı 1876 yılından öldüğü 1923 yılına kadar geçen dönemde yazdığı birçoğu Türkçeye çevrilmemiş olan eserleri ve Trablusgarp Savaşı'ndan itibaren Fransız basınında yayımlanan Türkler üzerine yazdığı makaleleri ışık tutacaktır.
Begüm Çardak, Engin Avcı, Murat Koçanlı, Naci Akdemir, Nevzat Tekneci, Özge Gülver Uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşlarınca yayımlanan raporlar, her yıl on binlerce çocuğun, devlet dışı gruplar ve terörist örgütler tarafından istismar edildiğini göstermektedir. Dünyadaki silahlı çatışmalar çoğaldıkça, artan sayıda çocuk silahlı şiddete maruz kalmaktadır. Zorla veya kandırılarak silah altına alınan ve çatışmaya zorlanan bu çocuklar, hayatlarını kaybetmekte veya sakat kalmakta, hayatta kalmayı başaranlar ise ömürleri boyunca psikolojik travmalarla baş etmeye çalışmakta ya da suç ve şiddet dünyasının öznesi veya mağduru hâline gelmektedirler.
Uluslararası ve ulusal hukuki düzenlemelere rağmen, çocuklar doğrudan veya dolaylı olarak silahlı çatışmalarda kullanılmaya devam edilmektedir. Türkiye'de de terörist örgütlerin hedefinde yer alan çocuklar, birçok yasa dışı faaliyette istismar edilmişlerdir. PKK terör örgütünün teröre sürüklediği çocukları konu edinen bu kitap, nicel verilerin çok sık görülemediği güvenlik ve terörizm çalışmalarına veri temelli katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Kurumsal bilgiye ve bilimsel analize dayalı bulguların, sorunun kaynağının tespit edilmesinde, çözülmesinde ve önleyici politikaların geliştirilmesinde hayati önem taşıdığı düşünülmektedir.
Araştırmada ulaşılan sonuçlar, aile ve sosyal çevrenin çocukların teröre sürüklenmesinde önemli bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Çocuklar çoğunlukla aile içi sorunlar yaşayan, ekonomik güçlükleri olan, kalabalık ailelerde ve göç gibi nedenlerle sosyal bütünleşmede sorun yaşayan, çeşitli sorunlar nedeniyle bir çıkış yolu, yeni bir kimlik veya yeni bir hayat arayışı içinde olan, eğitim ve öğretim süreçlerini tamamlayamamış bir profil oluşturmaktadırlar. Sosyal kontrolün zayıf olduğu bu grupların, örgütün, örgüte yakın siyasi oluşumların veya daha önceden örgüte katılmış kardeş, arkadaş ve akrabaların telkin ve propagandasına karşı korumasız oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, terörist örgütlerin çocuklara yönelik propagandalarının önlenmesi ve karşı propaganda geliştirilmesi öncelikli bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır.
Habibe Öçal Bu kitap, terör örgütünün kadınlarla ilgili gerçek yüzünü ortaya koyma niyetinin bir ürünü olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda özellikle terör örgütünün kadın söylemiyle, kadın ve aile konusunda toplumu ifsat eden görüşleriyle ilgili gerçekleri araştırıp ortaya koymak istedik. Örgütün çocukları nasıl istismar ettiğini belgeleriyle ortaya koymaya çalıştık. Bu çalışmamızda şimdiye kadar yapılan diğer çalışmalardan, güvenlik ile ilgili çalışmalar yapan birimlerimizin raporlarından, mahkeme iddianamelerinden, terör örgütünün yayınlarından, medya haberlerinden istifade ettik. Dağınık olan bilgileri bir araya getirip doğru bildiğimiz bağlamlar içinde yorumlamaya çalıştık. Çalışmayı özgün kılan hususun; terör örgütü PKK’nın kadın konusundaki iki yüzlü tutumunu kendi söylemlerine bağlı olarak ortaya koymamız, Diyarbakır Anneleri ve örgütten ayrılan eski militanlarla yapmış olduğumuz görüşmeler ve bunlardan çıkardığımız sonuçlar olduğu söylenebilir.
Ramazan Cengiz Derdiman Kolluk, yetkilerinin yerine getirirken temel hak ve hürriyetle aykırı davranmamalıdır; diğer bir ifadeyle, kanunlarla verilen yetkilerinin dışına çıkılmamalıdır. Hukuka bağlı devletlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırı ile kamu düzeninin korunması gerekleri arasında makul bir denge kurulmalı ve kolluğa kanunla yetki verilirken de bu ölçütlere uygun davranılmalıdır. Bu çerçevede kolluk faaliyetleri iki yönlü faaliyetler olup yetkiyi hukuka uygun kullanması bakımından kolluk görevlisine itina görevi yüklemekte, buna karşılık kolluk hizmetlerinden yararlananlara veya kolluk müdahalesi ile muhatap olanlara da kolluk yetkilerinin kanunlara uygun kullanılmasını talep edebilme imkânı vermektedir.
Mevzuattaki en son değişikliklere göre yeniden yazılan bu kitap, polislik ve yetkileri bakımından genel bilgilere; kişi hakları karşısındaki görev ve yetkilerine ve polisi ilgilendiren mevzuata da yer vermektedir. Çalışma, yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, hem kolluk görevlilerine hem de kolluk faaliyetleri ile muhatap olabilecek herkese, kolluk görev ve yetkilerine ilişkin bilgiler vermeyi hedeflemektedir. Herkesi ilgilendiren bu kitabın okurlara yararlı olması dileğiyle.
Anton Antonov Simeonov, Arda Dilmaç, Betül Aydınyüz, Erol Göka, Esra Özsüer, F. Sevinç Göral Alkan, Funda Ersoy, Murat Beyazyüz, Murat Cingöz, Mücahit Gültekin, Sajma Ademovic, Selçuk Demirkılınç, Selin Erkul, Şenol Kantarcı, Tarık Oğuzlu, Yusuf Kenan Polat Uluslararası İlişkiler disiplini, devletlerarası ilişkilerle ilgilendiği gibi Psikoloji de doğal olarak insan/insanlar, toplum/toplumlar arasındaki ilişkilere odaklanmıştır. Bu iki disiplin arasındaki esas fark, ontolojiktir yani araştırmalarındaki “odak noktası”dır. Daha doğrusu Uluslararası İlişkiler genelde “ulus-devlet” olgusuna odaklıyken, Psikoloji'nin ilgi alanında başrolü “birey” (insan) oynamaktadır. Ancak Uluslararası İlişkiler ve Psikoloji arasındaki “ayrım çizgisi” henüz kesin bir şekilde çizilmediği için bu iki disiplin birbirlerinden ilham alabilmektedir. Bunun en büyük belirtisi bazı Uluslararası İlişkiler disiplini aydınları tarafından bir devletin dış politikası incelenirken ulusal liderlerin rollerini – gerek icraat gerekse söylem analizi bağlamında- analiz etmesi ve bazı psikologların gerek sosyal grupları gerekse onları bağlayan veya ayıran zihinsel, duygusal veya davranışsal faktörlere odaklanmasıdır. Bu bağlamda Politik Psikoloji'nin esas amacı, politika ve psikoloji alanları arasında etkileşimin incelenmesi ile birlikte psikolojinin politika olgusu üzerindeki etkisinin tahakkuk etmesi şeklinde özetlenebilir. Dolayısıyla henüz yeni gelişen ve disiplinler arası niteliği ile uluslararası ilişkilerdeki olgu ve olaylara farklı bir perspektif sunan Politik Psikoloji, Dış Politika Analizi için önemli kavramsal ve yöntemsel çerçeve oluşturma potansiyeline sahip yeni bir disiplinler arası alan olarak kendisini göstermeye başlamıştır.
Neticede insan ilişkilerinde psikolojik unsurların rolü nasıl yadsınamaz ise öznesi insan olan devletlerin de gerek birbirleriyle olan ilişkilerinde gerekse yürütmüş oldukları dış politikalarında psikolojik unsurların rolü de azımsanamaz. Kaldı ki azımsanmamalı da. Türkiye'nin dış politikasını divana yatıran “POLİTİK PSİKOLOJİ BOYUTUYLA TÜRK DIŞ POLİTİKASI” başlıklı çalışma da buna odaklanmıştır.
Bekir Parlak, Kadir Caner Doğan Postmodernizm, 1970’li yıllardan sonra kamu yönetiminde etkili olmaya başlamıştır. 1980’li yıllarla birlikte “yeni kamu işletmeciliği” paradigması ile yansıması görülen postmodernizm, daha sonrasında 1990’lı yıllarda yönetişim teorisi ile tamamen kamu yönetiminin içerisine dâhil olmuştur. Postmodern kamu yönetimi; modern kamu yönetiminin tüm ilke, yaklaşım ve teorilerini ters yüz etmektedir ve demokrasi, katılım, etik, yerelleşme ve açıklık ilkelerine odaklanmaktadır. Modern kamu yönetimi, daha fazla demokrasi ve katılımcılık esaslıdır. Bu kitapta, postmodern kamu yönetimi ile ilgili 15 bölüm yer almaktadır. Bölümler, Türkiye’nin farklı üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerce hazırlanmıştır. Bu kitap, Türk kamu yönetimi literatüründe “Postmodern Kamu Yönetimi” başlığını taşıyan tek geniş kapsamlı kitap özelliğini taşımaktadır.
Nihat Aytürk Kamusal ve kurumsal yaşamda (iş ortamında) resmî yazışma, konuşma ve görüşmeler; toplantı, tören ve törensel etkinlikler; davet, ziyaret ve ziyafetler; resmî iş, işlem ve etkinlikler biçim ve yöntem olarak protokol ve sosyal davranış kurallarına uygun biçimde yürütülür. Bu yüzden protokol ve sosyal davranış kurallarını bilmek ve bu kurallara uymak temsil ve itibar açısından önemli ve gereklidir. Çünkü protokol ve sosyal davranış kurallarını bilen, bu kurallara uyan ve bunları uygulayan kişi ve kurumlar kamusal ve sosyal yaşamda daima takdir edilir ve tercih edilirler.
Kitabın amacı; üniversitelerde okuyan tüm öğrencilere, kamu kurumlarında ve özel kuruluşlarda (işletmelerde) çalışan bütün yöneticilere, yönetici adaylarına, yönetici asistanlarına, uzmanlara, halkla temas noktasında olan ve halka hizmet sunan bütün görevlilere yönetim ve iş hayatlarında ve sosyal yaşamlarında kullanacakları protokol bilgi ve becerileri kazandırmak; bu bilgileri başarıyla uygulamalarını sağlamak; böylece bireysel, kurumsal, ulusal ve uluslararası düzeyde başarılarını, etkinlik ve saygınlıklarını artırmaktır.
Bu kitap; üniversitelerin Büro Yönetimi ve Yönetici Asistanlığı Meslek Yüksekokullarında okutulan Protokol ve Sosyal Davranış Kuralları ders programına uygun olarak hazırlanmıştır.
Nihat Aytürk Protokol, kamusal yaşamda yöntem ve biçim yönünden uyulması ve uygulanması gereken davranışsal kurallar bütünüdür. Protokol kurallarını bilmek ve bu kurallara uymak; işe girme, iş hayatında yükselme, kurumsal ve ulusal temsil, onur ve itibarı koruma açısından önemlidir.
Kamusal yaşamda uygulanan protokol ve davranış kuralları bu kitapta aşağıdaki bölümlerde uygulamaya yönelik biçimde örnekler ve örnek olaylarla ayrıntılı olarak açıklanmıştır:

• Kamusal Yaşamda Protokol ve Protokol Mevzuatı
• Protokolde Temel İlke ve Kurallar
• Protokol Türleri ve Protokol Listeleri
• Konuşma ve Davranış Protokolü
• Makam (Yönetim) Protokolü
• Ulusal ve Kurumsal Tören Protokolü
• Giyim ve Bakım Protokolü
• Davet ve Ziyafet Protokolü
• Kamusal Protokol Etkinlikleri:
o Konuk ve Ziyaret Protokolü
o Toplantı Protokolü
o Taşıt Protokolü
o Bayrak Protokolü
o Protokol Yazıları
o Resmî Yazılarda Protokol Kuralları

Hatice Demirbaş Psikopatoloji ve Suç, yasal konulara ve sorunlara genel psikolojinin bilgilerini ve ilkelerini uygulamak üzere, hukuk ile psikoloji arasında kurulan ilişkiden doğan adli psikoloji alanına katkı sağlayacak bir kitaptır. Adli psikoloji, son yıllarda hızla gelişmekte olan bir alan olmasına rağmen bu alanda yazılan kitapların sayısı sınırlıdır. Psikopatoloji ve Suç, bu sınırlılığı ortadan kaldıracak kaynaklardan biridir.
Kitapta, ruhsal bozuklukların suç ile ilişkisi; adli sistemde bilirkişiliğine başvurulan uzmanlardan olan adli psikologlara, psikiyatristlere, adli süreçlerde görev alan/alacak uzmanlara, cezaevlerinde psikososyal serviste çalışan uzmanlara ve yasa yapıcılara rehber olacak şekilde farklı boyutlarıyla aktarılmıştır. Çeşitli ruhsal bozukluklar; şizofreni, duygudurum bozuklukları, alkol kullanım bozuklukları (alkol/madde bağımlılığı), zihinsel gelişim geriliği, kişilik bozuklukları, demans, epilepsi ve yaşlılık dönemi suç bağlamında ele alınmıştır.
Bu kitap; suçlularda ruhsal bozuklukların yaygınlığı, onları tanımlayıcı özellikler, işledikleri suç türleri, cezai sorumlulukları, tedaviler, alınması gereken önlemler gibi konu başlıkları ile önerilerin bulunduğu her zaman başvurulabilecek yeni bir Türkçe kaynak olma özelliği taşımaktadır.

Yusuf Yıldırım 21. yüzyılda Putin'le beraber önemli bir çıkışa geçen Rusya, eylemleriyle ve söylemleriyle uluslararası politikada her zaman adından söz ettirmeyi başarmıştır. Rusya'nın büyük güç olma ülküsünü her fırsatta vurgulayan Putin'in 2000'li yıllarda dış politikada pragmatik eksenli politikalar izlediği gözlemlenmiştir. Uluslararası arenada eşit ve saygın bir devlet olarak görülmeye büyük önem veren Putin, bunun da ilk adımının özellikle yakın çevrede sözü geçen bir aktör olmaktan geçtiğinin farkındaydı. Bu minvalde harekete geçen Putin, Kırım'a müdahale etmiştir. Kırım'da farklı bir savaş tekniği olan ve birden fazla savaş aracının kullanıldığı “melez savaş” (hybrid warfare) kapsamında hareket eden Rusya'nın bu eyleminin Batı'nın NATO ve AB genişlemesi eylemlerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıktığı görüşleri sık sık dillendirilmiştir. Öte yandan bunun aksine, Rusya'nın Karadeniz güvenliğini sağlamlaştırma ve bu bölgede nüfuz kurarak bölgesel hegemon olma hedefiyle bu eylemi gerçekleştirdiği iddiaları da zikredilmektedir. Sonuç olarak Kırım müdahalesi sonrasında Rusya, büyük güç söylemlerini somutlaştırma fırsatı yakalamış, Ukrayna ve Batı'ya gözdağı vermiştir. Bununla beraber Ukrayna'nın güvenliği ve yıllarca çözüm bulunamayan yeni uluslararası düzen içindeki yeri, Rusya'nın Kırım'a müdahalesi ve Doğu Ukrayna'daki eylemleriyle farklı bir evreye dönüşmüş, tehlikeli ve belirsiz bir görünüme bürünmüştür. İşte bu kitapta, saldırgan realizm kuramsal bakış açısıyla ve uluslararası politikadaki müdahalecilik olgusu çerçevesinde Rusya'nın Kırım üzerindeki saiklerini anlamlandırmaya odaklanılmış ve Rusya-Ukrayna arasındaki ilişkiler de derinlemesine incelenmiştir. Kitap, bu yönüyle diğer çalışmalardan ayrılırken Rusya'nın taktiksel ve stratejik manevralarını içselleştirmede de önemli bir rehber olma rolü üstlenmiştir.
Salih Yılmaz Rusya Federasyonu, 21. yüzyılın başında “Putin Doktrini” olarak ifade edilen strateji ile tanışmıştır. Buna göre Batı artık Rusya'nın güvenilir bir ortağı değildir. Post-Sovyet ülkelerin egemenliği Rusya'nın koruması altındadır. Rus Dünyası ve Rus Ortodoksluğu güçlü hâle gelmiştir.
Günümüzde “Rusya'nın Yolu” tabiri tüm dünyada hemen hemen kabul edilebilir seviyeye gelmiştir. Bu nedenle de Rusya, “ortak aklın yolu” felsefesini kabul etmeyen veya etmek istemeyen bir toplum ve devlet olarak tanınmaya başladı. Hem iç politikada hem de dış politikada Rusya'ya 'özel' bu duruma karşı çıkabilen etkin bir güç henüz bulunmuyor. Rus şair ve diplomat Fyodor İvanoviç Tyutçev, meşhur dört mısralık bir şiirinde şöyle der:
Rusya akılla kavranmaz
Genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez
Onun kendine özgü bir hâli, gelişimi vardır
Rusya'ya sadece inanılır, itaat edilir.
Bu mısralar, Rusya'yı tanımlayan en yaygın ifadelerdir. Tyutçev'e göre Rusya'yı anlamak istiyorsak “ona inanmak” gereklidir. Rusların tarihten itibaren kendilerine biçtikleri “kurtarıcı” rolünü anlamak için tarihini, dış politikasını, uygulanan güvenlik doktrinlerini bilmek gerekmektedir.
Bu kitabı okuduğunuzda eminim bu soruların bazılarına cevap bulabilirsiniz. Kitapta, Putin Döneminde Rusya'nın değişimi ve dönüşümü ile bu politikaların genel sebepleri anlatılmıştır. Bu kitaba ek olarak “Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün mü?” adlı kitabımızı da okumanızı tavsiye ederim.
Bu kitabın, genel okuyucu dışında özellikle “Güvenlik Çalışmaları” “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” ve “Tarih” alanında çalışan uzman, diplomat ve öğrenciler için de faydalı bir eser olacağına inanıyorum.
İyi okumalar dilerim.
Ahmet Sapmaz, Aymene Hadji, Doğan Erenel, Efe Can Gürcan, Fahri Erenel, Giray Saynur Derman, Gökhan Koçer, Hanefi Yazıcı, Hüsamettin İnaç, Mesut Hakkı Caşın, Mohammed Rafiq Sada, Murat Yorulmaz, R. S. Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Tolga Bilener Uluslararası ilişkiler alanında uzman akademisyenler tarafından kaleme alınan bu çalışmada; Putin döneminde Rusya’nın bölgesel ve küresel aktörlere yönelik temel stratejileri, ekonomik politikaları, projeleri ve uygulamaları ele alınmıştır.
Ayrıca Orta Asya’daki çıkarlarını korumak için mevcut tüm araçları kullanmaya çalışan Rusya’nın bölge ülkeleriyle ilişkileri; uluslararası hukuk, enerji, bölgesel güvenlik, siyasal, sosyal ve ekonomik koşullar üzerinden incelenmiştir.
24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı; küresel düzlemde Rusya ile Avrupa-Atlantik hattındaki askerî ve diplomatik ilişkilerin ciddi şekilde gerilmesine yol açtığı gibi Soğuk Savaş’ın sona ermesinden beri ilk defa nükleer silahların kullanılma ihtimali ve Rusya ile komşu NATO üyesi ülkeler arasında daha geniş çaplı bir çatışma riskini artırmıştır.
Rusya-Ukrayna Savaşı sadece iki ülkeyi ilgilendiren bir çatışma olmaktan çıkıp uluslararası boyutları olan bir “büyük güçler” mücadelesinin yaşandığı bir bloklaşma ve kutuplaşma eğilimini arttırmıştır. Ayrıca sahadaki gelişmeler, çatışmanın bir “hibrit savaş” ve “vekâlet savaşı” olarak da tanımlanabilir hâle gelmesine yol açmıştır. Rusya’nın Ukrayna’yı uluslararası hukuka aykırı biçimde işgal etmesi, 1945’ten bu yana Avrupa’nın gördüğü en kapsamlı ve ölümcül savaşın fitilini ateşlemiştir. Uluslararası güç dengeleri ve ittifaklar açısından bakıldığında küresel düzlemde yeni bir dünya düzeni oluşmaktadır.
Bu kitap; uluslararası ilişkiler öğrencilerine olduğu kadar 21.yüzyılda Putin’le beraber uluslararası arenada önemli bir aktör olan Rusya hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyen okuyucu kitlesine de hitap etmektedir.



Samet Yüce This study mainly focuses on the regional dynamics of the Middle East and Qatar's political behaviours after the Arab Spring from a theoretical perspective. With the strategic and political decisions especially during Emir Hamad bin Khalifa, Qatar sought to extend its influence in regional and international politics. The Arab Spring opened a wider window for the Qatari leadership to leverage Qatar’s political position and achieve political ambitions. They managed to pursue an effective foreign policy towards the regional challenges in the Middle East, where the Arab Spring created a ripple effect. In other words, the Qatari leadership consolidated Qatar’s strength through alliance building and proactive and independent policies towards the post-2010 regional challenges. Consequently, Qatar emerged as an influential player in the regional and international arena after the Arab Spring.
On the other hand, the KSA-led camp perceived the Muslim Brotherhood (MB) and its affiliates and/or their increasing political weight in the region as a direct threat to the regional stability and the survival of their regimes. They backed the interferences/counterrevolutions against the MB-attached governments in the region. Likewise, they largely desired to counterbalance Qatar’s prominent rise in the region through the embargoes/blockades respectively in 2014 and 2017. Qatar stood up against the challenges through its capabilities and alliances and concurrently, preserved its position in the unfolding regional order of the Middle East.
Çağla Mavruk Cavlak After the Cold War, International Relations has seen a resurgence of interest in the study of regional powers. Scholars have been paying increasing attention to regional powers as important actors in world politics and studying their foreign policy, but few if any studies have discussed the behaviors of regional power comprehensively and comparatively. The purpose of this book is to gain a better understanding of regional power foreign policy strategies and behaviors by analyzing them comprehensively and comparatively. Unlike previous studies on cooperation and conflict within regions, this study focuses on the reasons for the strategic tendencies and motivations of regional hegemons and great powers and their effects on regional cooperation and conflict. Moreover, departing from Hegemonic Stability Theory, this book also aims to explore similarities and differences between regional and global hegemonic foreign policy strategies.
Kezban Acar Bu kitap, Osmanlı-Rus savaşı,1853–56 Kırım savaşı, 1877–78 Osmanlı Rus Savaşı ve daha sonra bütün Avrupalı devletlerin dâhil olduğu Birinci Dünya Savaşı sırasında savaş propagandasının bir aracı olan, Rus entelektüellerinin popüler resim, yaratıcılarının ise lubok adını verdikleri resimlerde, Rusluğun nasıl tanımlandığını ve “biz”i tanımlamada ve kimlik oluşturmada kurgulanmış Türk imajının oynadığı rolü incelemektedir.
Ali Samir Merdan, Cemil Hasanlı, Elnur Kelbizadeh, Elnur Paşa, Giray Saynur Derman, Hilal Akgüller, Marziye Memmedli, Nafile Rehimova, Ramid Hüseynov, Ramin Sadıgov SSCB'nin dağılması Soğuk Savaş döneminin sonunu getirmekle beraber dünyaya on beş yeni aktör kazandırmıştır. Eski SSCB'nin en büyük devleti olan Rusya Federasyonu bağımsızlık ilanından sonra dünyada tanınan işgalci imajından kurtulmak adına ilk yıllarda “büyük devlet” politikasından vazgeçmiş, post Sovyet coğrafyasındaki diğer devletlerle eşit ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ancak bir müddet sonra post Sovyet cumhuriyetlerinde iç ve dış politikadaki sorunlar onları bu problemleri çözecek devlet arayışına itince Rusya, dünyanın diğer devletlerinin kendisinin eski etken alanına girmesine izin vermemiş, bir zamanlar burada mevcut olan iktidarını bu defa Yeni Dünya düzenine göre sürdürmeye karar vermiştir. Uzun yıllar Rus İmparatorluğu, daha sonra ise SSCB’nin işgali altında kalmış olan Orta Asya ve Kafkasya da bu bölgelerdendir. Her ne kadar Rusya Federasyonu'yla bağımsız cumhuriyetler olarak uluslararası düzeyde ilişkilerini devam ettirseler de hâlâ Rusya Federasyonu bu bölgedeki maddi ve fiziki varlığını sürdürmektedir Kitapta; Rusya'nın Orta Asya ve Kafkasya'da tarih boyunca süren işgal politikası ve bu süreçte yaşanan olaylar ele alınmış, bağımsız Rusya Federasyonu'nun günümüzde bu bölgelerde yürüttüğü dış politika analiz edilmiştir.
Fatih Mehmet Eşki Birinci Dünya Savaşı Dönemi'nde Çarlık Rusya'nın birçok şehrinde faaliyet gösteren Rusça basın, 1914-1917 yılları arasında önemli görevler üstlenmiştir. Rusça basın, yoğun bir şekilde uygulanan askerî sansüre rağmen gazete ekleri ve ivedi sayılar vasıtasıyla propaganda faaliyetleri yürüterek savaş ortamını daha geniş bakış açısıyla gündemde tutmuştur. Kafkas Cephesi'nde yaşanan askerî hareketlilik ile asker ve subay mektupları, siyasi yorum ve değerlendirmeler, stratejik gelişmeler, esir askerler ve işgal edilen şehirlerin tanıtımı gibi birçok konu Rus kamuoyuna aktarılmıştır. Ayrıca en yetkili makam olan Rus Kafkas Ordusu Karargâh Merkezi tarafından son askerî gelişmeler günü gününe duyurulmuştur.
1914-1917 yıllarına ait günlük yayımlanan Rusça gazeteler; dönemin askerî, siyasi, idari, dinî, kültürel, ekonomik ve sosyal konuları gibi birçok yönünü yansıtması bakımından önemlidir. Bu kitapta, Kafkas Cephesi araştırmalarında daha önce yapılan çalışmalardan farklı olarak Rusça gazeteler ile Çarlık Rusya askerî arşiv belgeleri kullanılmıştır. Ayrıca bu alandaki Türkçe ve Rusça kaynaklar değerlendirilerek karşılaştırmalı bir yöntemle Kafkas Cephesi'ne daha geniş ve farklı bir bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır. İşgal edilen Anadolu şehirlerinin tamamı müstakil olarak ele alınmıştır. Kitap, bu yönü ile Türkiye'de ilgili alanda yapılan ilk çalışmadır.
Kafkas Cephesi hakkında diğer arşiv kaynakları ve dönemin Türkçe gazetelerinde çeşitli sebeplerle yer almayan olaylar, kişiler ve 3. Ordu askerlerine ait kahramanlık öykülerinin izi bu kitapta sürülebilmektedir. Araştırma, Kafkas Cephesi ve coğrafyasının az bilinen birçok yönünü ortaya çıkarmaktadır.
Ahmet Toprak Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Rusya Federasyonu'nun dış politikadaki önceliği, başta Avrupa'da olmak üzere tüm dünyadaki konumunu güçlendirmek olmuştur. Kurulduğu ilk dönemde Batı Avrupa ülkeleriyle olumlu ilişkiler içerisinde bulunan Rusya, beklediği desteği bulamamış; NATO ve Avrupa Birliği'nin (AB) genişleme politikalarından rahatsızlık duyarak Batı’dan bağımsız bir politika izlemeye yönelmiştir.
Soğuk Savaş sonrası dönemde AB ise, dış politikasını insan hakları, demokrasi, iyi yönetişim ve sürdürülebilir kalkınma gibi ilkelere dayanan, normatif değerler çerçevesinde oluşturmuştur. Genişleme politikası aracılığıyla bu normların üye/aday üye devletlere transferini hedeflemiştir. 2004 genişlemesi sonrası dönemde etkinliğini yitiren genişleme politikasının yerine Avrupa komşuluk politikasını geliştiren AB, tam üyelik perspektifi sunmayan yeni sistem çerçevesinde normatif dış politikasından gitgide uzaklaşmıştır.
Bu çalışmada, AB ve Rusya Federasyonu arasındaki ilişkilerin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gelişimi incelenmiş ve başlıca dönüşüm noktaları, nedenleri ile birlikte analiz edilmiştir. AB'nin, Soğuk Savaş sonrası dönemde normatif yaklaşımının -Rusya özelinde- jeopolitik değerlere doğru dönüşümü ortaya koyulmuştur. Taraflar arasındaki ekonomik ilişkilerin önemli bir parçasını oluşturan enerji konusu çerçevesinde Ukrayna Krizi’nin AB-Rusya ilişkilerine ve AB'nin dış politika yaklaşımına etkisi analiz edilmiştir.
Ahmet SAPMAZ Rusya Federasyonu, günümüzde uluslararası politikada sürekli gündemdedir. Bunun temel nedeni Rusya Federasyonu'nun izlediği askerî güvenlik politikasıdır. Ancak Moskova'nın askerî güvenlik politikası, 1990'lı yıllarda günümüzdeki görünümünden oldukça farklıydı.
SSCB'nin 1991 yılında tarihe karışması ile halefi Rusya Federasyonu büyük çöküş yaşamıştır. Her alanda ortaya çıkan ve genel olarak Yeltsin dönemi ile özdeşleştirilen bu durumdan askerî güvenlik de payına düşeni almıştır. Rusya Federasyonu, kendisine bağlı küçük bir cumhuriyet olan Çeçenistan'da yaşanan ayrılıkçı ayaklanmayı bastıramayarak oradan çekilmek zorunda kalmış, toprak bütünlüğünü tehlikeye sokmuştur. Kendi içinde yaşanan sorunları çözmekte başarılı olamayan Moskova, Bosna ve Kosova'ya yönelik NATO müdahaleleri karşısında etkin politika yürütememiştir.
Rusya Federasyonu, 2000 yılından itibaren Putin'in iktidara gelmesi ile “güçlü ekonomi, güçlü ordu ve güçlü devlet” politikalarını takip etmiştir. Yaklaşık sekiz yıl süren ve Putin'in ilk iki başkanlık dönemini kapsayan toparlanma ve restorasyon sürecinde Çeçenistan askerî açıdan kontrol altına alınmış, dikey güç sağlanarak merkezî yönetim tesis edilmiş, petrol ve doğalgaz gelirleri ile ekonomi güçlendirilmiştir.
Moskova, karşı hamle döneminde “büyük güç” yaklaşımı çerçevesinde 2008 yılından itibaren askerî gücünü uluslararası alanda kullanmaya başlamıştır. Rusya Federasyonu, 2008 yılında ilk defa yurt dışında askerî kuvvet kullanmış, Gürcistan'a yönelik düzenlediği askerî harekât sonrasında Abhazya ve Güney Osetya ayrılıkçı bölgelerinin bağımsızlıklarını tanımıştır. 2014 yılında Kırım, hibrit savaş ile Ukrayna'dan koparılarak ilhak edilmiş, Ukrayna'nın doğusunda Rus yanlısı ayaklanma desteklenmiştir. 2015 yılında ise Bağımsız Devletler Topluluğu coğrafyası dışına çıkılarak Suriye'de Esad rejimine destek olunmuş ve Suriye'deki gelişmelerin akışı değiştirilmiştir.
Bu çalışmada, Rusya Federasyonu'nun askerî güvenlik politikasındaki dönüşüm, Rusya içi faktörler ve uluslararası sistem kaynaklı nedenler açısından ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.
Salih Yılmaz Rusya’da Kırım’ın ilhakıyla “Putin Doktrini” olarak ifade edilen strateji uygulama safhasına geçmiştir. Buna göre Batı artık Rusya’nın güvenilir bir ortağı değildir. Rusya açısından uluslararası hukuk artık bir kurallar bütünü ve uluslararası koordinasyonu sağlayan norm değildir. Rusya’nın Suriye başta olmak üzere Ukrayna’da uluslararası hukuk kurallarının çoğuna riayet etmesinde Putin Doktrini’nin önemli bir etkisi vardır. Yeni stratejide Post-Sovyet ülkelerin egemenliği Rusya’nın koruması altındadır. Böylece tüm post-Sovyet ülkeler Rusya’nın müdahalesine açık hale gelmiştir. Putin Doktrinine göre herhangi bir post-Sovyet ülkeye muhalefetin çağrısı veya Rus azınlığın isteği ile müdahale edilebilecektir.
Rusya, Avrasya’da ve Suriye’de çıkarları çatışan Türkiye ile krize girmeyi göze alarak Suriye’ye müdahalede bulunmuştur. Bu müdahalenin genel tanımı özetle Putin’in tarihî Rus ideası politikasını aktifleştirmesidir. Günümüzde “Rusya’nın Yolu” tabiri, tüm dünyada hemen hemen kabul edilebilir seviyeye getirildi. Bu nedenle de Rusya, “ortak aklın yolu” felsefesini kabul etmeyen veya etmek istemeyen bir toplum ve devlet olarak tanınmaya başladı. Hem iç politika da hem de dış politikada Rusya’ya ‘özel’ bu duruma karşı çıkabilen etkin bir güç henüz bulunmuyor. Rus şair ve diplomat Fyodor İvanoviç Tyutçev dört mısralık meşhur şiirinde şöyle der:

Rusya akılla kavranmaz
Genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez
Onun kendine özgü bir hali, gelişimi vardır
Rusya’ya sadece inanılır, iman edilir.

Bu mısralarda ifade edilen fikirlerden gerçekçi biŗ Rusya tanımlaması çıkarılabilir. Tyutçev’e göre Rusya’yı anlamak istiyorsak “ona inanmak” gerekldir.
Bugünlerde, Türkiye-Rusya arasında ortaya çıkan kriz ve rekabeti anlamak için yakın dönemde olup bitenler bize bir hayli ipucu variyor. Ukrayna, Kırım ve Suriye krizlerinde Rusya’nın tavırları dolayısıyla “Rusya ne yapmaya çalışıyor?” sorusunu artık daha sık duyuyoruz ve önümüzdeki dönemde de duymaya devam edeceğimiz gerçeğini görmezden gelemeyiz.
Bu sorunun cevabını Rusların tarihten kendilerine biçtikleri “kurtarıcı” rolünü anlamadan vermek mümkün değildir. Bu kitapta bu soruların cevapları verilmeye çalışılmıştır. Kitabımızda Putin Rusya’sının oluşumu ve Suriye’deki politikalarının genel sebepleri üzerinde durulmuştur. Bu kitaba ek olarak yakında yayımlanacak “Rusya-Türkiye Avrasya Rekabeti” adlı kitabımızı da okumanız yararlı olacaktır.
Hacı Murat Terzi Rusya Federasyonu'nda farklı kökenlere ait toplulukların kimlik oluşturma çabaları Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte yeniden gündeme gelse de bu çalışmaların doğuş zamanlarını Çarlık öncesi Rusya'ya kadar götürmek mümkündür.
Rusya'da Çokkültürlülük ve Tatar Kimliği isimli bu kitabın amacı; Rusya'nın çokkültürlülüğünü sorgulamak, Rusya'da çokkütürlülüğün teoride ve pratikte nasıl yorumlandığına bir cevap aramak ve Slav kültüründen sonra Rusya çokkültürlülüğünü en belirgin şekilde etkileyen ve zaman içerisinde kendisi de etkilenen Tatar kimliğini incelemektir. Bir nevi Rusya'da çokça kullanılan “Rus'u kazısanız altından Tatar çıkar.” deyişinin toplumsal gerçekliği ile Tatar Türklerinin Rusya'nın çokkültürlülüğüne etkileri incelenmiştir.
Ayrıca Rusya gibi çok milletli bir devletin sosyolojik açıdan araştırılması hem Rusya için hem de Tatar Türkleri ile tarihsel ve kültürel yakınlığı bakımından Türkiye için önemlidir. “Rusya akılla kavranmaz, genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez.” Bu sözlerin sahibi Tyutçev'in dediği gibi sahip olduğu büyük coğrafya ve çok milletli yapısı ile Rusya gibi bir ülkenin anlaşılması çok meşakkatli bir iştir. Ancak imkânsız da değildir.
Bu eser, hem sahada hem de akademik alanda verilen sekiz yıllık bir emeğin ürünüdür. Literatürde önemli bir boşluğu dolduracağına inanılan eserin, alanda yapılacak olan araştırmalara kaynaklık etmesi ve sahayı tanımak isteyen tüm okuyucalara yol gösterici olması ümit edilmektedir.
Salih Yılmaz Değerli okuyucular!
Rusya müthiş bir ülkedir. Kültürel kimliğinde 190’dan fazla etnik topluluk bulunmaktadır. Bunların çoğu tarihten itibaren var oldukları ana vatanlarında yaşıyorlar. Rusya’da farklı dil, inanç ve etnik yapıya sahip halklar kendi dillerini, geleneklerini ve göreneklerini korumakla kalmayıp, bunları gelecek nesillere aktarabilecek bir eğitim sistemi ile ülkenin kültürel zenginliğine katkıda bulunmaktadırlar.
2019 yılı, Rusya ve Türkiye’de karşılıklı olarak kültür ve turizm yılı olarak kutlanmaktadır. 2019 yılı içerisinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları Rusya kültürü ve tarihine dair birçok etkinlik ile tanışma fırsatı bulacaklardır. Bu etkinlikler arasında konserler, sinema gösterileri, resim ve el sanatları sergileri vb. olacaktır. Tüm bu faaliyetler ile Rusya’nın kültürel zenginliğinin Türk toplumuna yansıması mümkün olabilir.
Okuyacağınız bu kitap Rusya Federasyonu etnik dünyasına rehberlik edecek ilgi çekici bir bilgi sunumuyla sizlere katkı yapacaktır. Bu kitabı okurken Rusya halklarının tarihi, dilleri, kültürleri, gelenekleri ve devlet ile olan ilişkilerini genel anlamda tanımış olacaksınız. Rusya coğrafyasını ve Rusya’yı anlamak istiyorsanız ancak o bölgede yaşayan halkların tarihini, siyasi, ekonomik ve kültürel gelişimini anlamakla ile işe başlamalısınız. Bu kitap size iyi bir rehber olacaktır.
Bu kitap Türk işadamlarına, siyasetçilere ve toplumun geneline Rusya’yı tanıma ve anlama konusunda faydalı olacaktır. Ayrıca, Rusya’nın tarihi geçmişini merak eden ve buna dair araştırmalar yapmak isteyen araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve öğrencilere de yeni bir başlangıç için ışık tutabilir.
Türkiye-Rusya işbirliğinin gelişmesine katkı yapması temennisiyle iyi okumalar dilerim.
Aleksey YERHOV - Rusya Federasyonu Türkiye Büyükelçisi
Evren M. Dinçer, Hasan Yeniçırak, Mehmet Ozan Aşık, Mustafa Üren, Remzi Bulut, Şerif Demir, Yunus Özdurğun Dünyanın en önemli küresel aktörlerinden biri olan Rusya'nın Türkiye ile hem iş birliği hem de çatışma şeklinde ilerleyen ilişkilerinin en yoğun dönemine girdiği günleri yaşamaktayız. İki ülke arasındaki tarihî ilişkilerin, savaşların, siyasi krizlerin ve ticaretin ötesinde günümüzde Suriye üzerindeki mücadele, Ukrayna'nın işgali ve Türkiye'ye yoğun Rus göçü, S-400 krizi ve Türkiye'de Rusların nükleer santral inşası gibi sadece Türkiye'yi değil uluslararası toplumu da etkileyen güncel olaylar, Rusya üzerine Türkçe akademik çalışmalara ihtiyacı artırmaktadır. Türkiye'de sosyal bilimlerden Rusya üzerine odaklanan derleme kitap çalışması yok denecek kadar azdır. Var olanlar da, daha çok askerî ve diplomatik açıdan Türk-Rus ilişkilerini ele almıştır. Bu çalışma ise Rus toplumunu farklı yönleriyle interdisipliner bir perspektiften, farklı sosyal bilim dallarının birlikte sağladığı daha bütüncül bir bakış açısıyla analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu gayeyle bu derleme kitap projesi, bir yandan Türkiye ile Rusya arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkileri hem geçmişini hem de günümüzü bütün boyutlarıyla ele alırken diğer yandan Orta Asya'daki Türkler, Rus otoriterizmi, 1917 Ekim Devrimi'nin sosyal teoriye etkisi, SSCB'de milliyetçilik ve göç politikaları gibi Rus toplumunun farklı boyutlarına da ışık tutmaktadır.
Harun Aras Hibrit savaşın temel özellikleri nelerdir ve pratikte nasıl uygulanmaktadır? Rusya, hibrit savaşı nasıl yorumlamaktadır? Rusya'nın Suriye'deki faaliyetleri hibrit savaş uygulaması mıdır? Suriye İç Savaşı sırasında savaş olgusu nasıl bir dönüşüm geçirmiştir? Bu dönüşüm gelecekteki savaşlar hakkında bize hangi ipuçlarını vermektedir?
Yukarıdaki sorular çerçevesinde bu kitapta Rusya'nın “hibrit savaş” olarak adlandırılan stratejileri ve Suriye müdahalesinin arka planı incelenmiştir. Kitapta hibrit savaş olgusu, uluslararası ilişkiler teorilerinden biri olan ofansif realizm teorisi ölçüt alınarak örnek olay olarak seçilen Suriye Krizi perspektifinde analiz edilmiştir. Özel askerî birlikler, düzensiz savaşçılar, ileri teknoloji araçları, siber-elektronik saldırılar, enformasyon harbi, propaganda ve gizli operasyonlar gibi unsurların nasıl kullanıldığını anlatan kitap, okuyuculara hibrit savaş stratejilerinin nasıl işlediğini anlamaları için kapsamlı bir bakış sunuyor.
Muhammed Mustafa Bilgili Türkiye siyasi düşüncesini ve toplumsal meselelerini şekillendiren birçok kilit isim vardır. Bu isimlerin bazıları ideolojik söylemlerini kuvvetli kalemiyle aktarabilmesi, bazıları da içerisinde bulunduğu fikri hareketlerin yönlendirilmesinde oynadığı rol nedeniyle önemlidir. Hayatı, yakın ilişki içerisinde olduğu siyasi ve entelektüel ortamları, temsil ettiğine inandığı değer ve icraatları ile Saatçi Musa adıyla anılan Musa Çağıl bu isimlerden biridir.
Çağıl, Türkiye’nin siyasi ve düşünsel hayatını etkileyen çok sayıda isimle yakın temasta bulunmuş ve iz bırakmış birçok ismin icra ettiği faaliyetlerde aktör olarak bulunmuştur. Musa Çağıl’ın biyografisine yakından bakmak; Türkiye’de dönüm noktasını oluşturan MNP, MSP, ANAP, Refah Partisi ve Diriliş Partisi gibi siyasi partilerin kuruluş serüvenini ve Türkiye’nin yakın dönem fikri yapısını anlamak için önemli bir kaynak oluşturacaktır.
“Fikir ve Hareket İncelemeleri” dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.

A. Esra Bölükbaşı Ertürk, A. Nazlı Soykan, Abdulkadir Atar, Ali Özçağlar, Çerağ Esra Çuhadar, Durmuş Gür, Emre Sakaoğlu, F. Eray Dökü, Heidemarie Doğanalp Votzi, Hür Kalyoncu, Hüseyin Karataş, İbrahim Canbulat, Kadir Şahin, Mehmet Emre, Mehmet Kütükçüoğlu, Mehmet Somuncu, Metin Asar, Muammer Aksoy, Nuray Türker, Serdar Ösen, Sevgi Aktüre, Şahin Yıldırım, Tansı Şenyapılı, Uğurol Barlas, Ünal Özdemir, Yaşar Serkal Yıldırım, Yılmaz Aksoy Kaleyi çevreleyen kanyonlara yerleşmiş Çarşı da gezinti, lunapark trenine binmeye benzer. Bir bakmışsınız tepedesiniz, bir bakmışsınız çukurda. Bu, hepi topu 1.000 m yarıçapında bir alanda, zamanda 2.900yıllık bir gezidir.
Kale, 7. yüzyılda Arap istilaları sırasında Anadolu halklarının polisleri terk edip daha güvenli bularak sığındığı kastronlardan biridir. Kalenin kuzeydoğusundaki evliya Hasandede’nin oralarda bulunan Büyük Göztepe Tümülüsü sizi yalnızca çok yükseklere çıkarmaz, MÖ 900'lere de götürür. Tarım ve hayvancılık yapan Frigyalı bir büyük adamın mezarına, elma kurtları gibi dar tünellerle defalarca girilmiş ve içi boşaltılmıştır. Bunlardan birinde tavan yıkılınca nebbaşlar takım taklavatı bırakıp kaçmışlardır. Biraz ileride nekropoliste (mezarlık) toprağı çalınmış bir tümülüs daha bulunur. Açıkta kalan mezar odasına yeniden birileri gömülmüş ve burası türbe olarak bellenmiştir. Mezarlığı gezerseniz Bizans spoliasının Müslüman mezarlarında devşirme kullanılmış olduğunu görürsünüz.

Önünüze çıkan Roma Yolunun önemli bir kısmı, kamu hizmeti babında asfaltlanmıştır. İzlerseniz sizi Kileciler'in evinin köşesine, Deve Yoluna kadar ulaştırır. Romanın en önemli hayvancılık merkezi olan Paflagonya’nın katırları bu yoldan Gemlik ve İzmit körfezlerine, oralardan da gemilerle tüm Roma toprağına dağılırlardı. Osmanlı Döneminde ise Konstantiniyye’nin et ihtiyacı için toplanan kızıl koyunlar bu yoldan geçmekteydi. Bu yollarda 1940'lara kadar kervanlar işler; Çankırı’dan kaya tuzu, şeker, kil, kuru üzüm, kuru incir, zeytinyağı ve bindallı getirirlerdi. Kileciler ailesi, 20. yüzyılda kapitalizm öncesi ekonominin önemli bir ögesiydi, hem evlere dokumaları için iplik dağıtır hem de açı, açığı gözetirdi. Çarşıya motorlu trafik girdi. Kileciler Evinin köşesini ve dübek taşını kırdı.

Deve Yolunu izleyerek daha aşağılara inerseniz tabakhaneler bölgesine ulaşırsınız. Tüccarlaşmış bir grup debbağ, fenni tabakhane için girişimde bulunmuş Safranbolu'ya önce Avusturya yapımı iki zamanlı bir dizel motor; o dağılınca bu kez bir buhar makinası getirmiş ve Yedikule kalitesinde deri çıkarmıştır ancak sermaye darlığı nedeniyle fabrikayı dağıtmışlardır. O kadar ki fabrikanın kiremitleri bile haraç mezat satılmıştır.

İbn Battuta’nın 14. yüzyıldaki yolunu izleyerek tırmandığınız Kale, Celali İsyanları sırasında Safranbolulunun da yardımıyla sahtelerce berkitilmiştir. Onlara “Asarım, keserim!", diye tehditler savuran Kethüdaya, Saraydan emredilmiştir: “Bırak yapsınlar". Tüm Osmanlı toprağı Celali İsyanlarında nüfus kaybederken Safranbolu kazanacak ve kapitalizme giden yolun taşlarını döşeyecektir.

Kale'den Batıya baktığınızda Gümüş Kanyonunun öteki tarafında eski Rum mahallesi Kıranköyu görürsünüz, bugünün Ulucami’si, Anadolu'daki en büyük kiliselerden biridir. Kıranköy'de konaklayan 19. yüzyılın seyyahları Dr. Mordtmann ve Ainsvvorth'a papaz tarafından şehrin koruyucusu Aziz Stefan'ın sağ ayağı gösterilmiştir. Tarihçi Cyril Mango, gerek kilisenin kitabelerinin gerekse onurla gösterilen kutsal emanetin sahte olduğunu ileri sürse de restorasyon sırasında Papaz Evinin çatı arasında böyle bir ayak görülmüştür (l).

Kale'den aşağı inerken kaldırımın ortasında delikli taşlar gözünüze çarpacaktır. Bu delikli taşlar; yağmur suyunu toplayıp Çarşının altında bulunan mühendislik harikası algumlara aktarır. Algumlar; Cinci Hamamı ve Cinci Hanının altından geçer, kanyona ulaşır.

Cinci Hoca kuşkusuz en meşhur Safranboluludur. Para için yapmayacağı yoktur. En önemli yatırımı, 16. yüzyılda yaptırdığı Cinci Hanı ve Cinci Hamamı, Safranbolu'nun kuzeybatı Anadolu kervan yolları üzerindeki önemini artırmıştır. Safranbolulu yüzlerce katırcı ve beygirci, kervanlarla buraya ulaşan yükü katır yollarını kullanarak bölgeye dağıtırlardı.

Safranbolu, 17. yüzyıldan başlayarak refahı yakalamış, Kastamonu Sancağının en varlıklı kazası hâline gelmiştir. Çarşıyı çevreleyen eşsiz konaklar da bu dönemin eserleridir.

Yemeniciler Arastasında artık tek bir yemenici kaldı. Bir zamanlar Müslümanlar ve karılarıyla birlikte Rum ustalar çalışırlardı. Kumlar arastadan dışlandılar ama onların yaptığı yemeniler tükenmeden Müslümanların satış yapamayacağı imtiyazını alarak...

Arasta da artık turistik oldu, güneşin tayfı renklerinde şemsiyelerle dekore edildi. Çarşı, sakinlerinin yarısını kaybetti... Şimdi "turizm” zamanı...

Hepsi ve dahası bu kitabın içinde.
Nisan Nur Çakır Temel Mevcut çalışma küreselleşmenin olumsuzluklarına yüksek yaşam kalitesi ile alternatif çözümler sunmayı amaçlayan sakin kentlerin çalışma yaşam kalitesindeki yansımasının nasıl olduğu sorusu ile doğurmuştur. Mega kentlerin hızlanması ve iş olanaklarının artması bu kentlere olan talebi arttırmış ve trafik sorunları, çevre tahribatı, iş stresi gibi hem çalışma hem de yaşam kalitesini olumsuz etkileyen sonuçlara neden olmuştur. Bu noktadan hareketle, bu ivmeye çözüm sunan ve daha yüksek bir yaşam kalitesine ulaşmayı hedefleyen Cittaslow felsefesinin çalışma hayatı kalitesine etkisini incelemek gerekmektedir. Öyle ki çalışma yaşam kalitesi bireyin genel iyilik hâlini ifade eder ve çalışanların tüm sosyal, fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlar.
Buradan hareketle çalışma, 3 ana bölüm çerçevesinde oluşturulmuştur. Birinci bölümde, yavaşlık felsefesi ve Cittaslow konularına; ikinci bölümde çalışma yaşamı kalitesine; son bölümde ise saha araştırmasına yer verilmiştir. Bu çalışmanın ana araştırma sorusu sakin şehirlerdeki çalışanların çalışma yaşamının kalitesine ilişkin görüşleridir. Bu konu literatürde daha önce incelenmediği için çalışmada, nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik yöntem ve derinlemesine görüşme tekniği kullanılmıştır. Araştırma kapsamında Marmara ve Ege Bölgelerindeki 6 Cittaslow'da (Vize, Yenipazar, Taraklı, Akyaka, Yenipazar, Seferihisar), 38 katılımcı ile görüşme yapılmıştır.
Bu çalışmanın, sonuçları itibari ile geleceğe ışık tutması; telaşlı hayatlardan sıyrılarak tatlı bir sakinlikle çalışma hayatını iyileştirmesi umudunun okurları heyecanlandırması dileğiyle...