Kamu Yönetimi ve Uluslararası İlişkiler \ 12-21
Ayşegül Özkan, Gamze Kandemir, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Muammer Kazancı, Yasemin Yaşa, Zeynep Seda Soylu Mekân değişimi anlamına gelen Dünya göç hareketleri, insanın var olmasıyla ortaya çıkmıştır. Keşfedilen gen izlerine göre bu yer değiştirme hareketliliği nefes kesicidir. İnsan, içindeki “sınırsız merak”, yeni şeyleri öğrenme arzusu ve içinde var olan hükmetme dürtüsüyle “doğanın efendisi” olmaya odaklanmıştır.
Bilimsel verilere göre 70 bin yıl önce ortaya çıkan homo sapiens ile insan kültürü oluşmaya ve böylece onun tarihi de yazılmaya başlamıştır. Avcılık ve toplayıcılık döneminden sonra tarımsal üretim tarzını benimsemeleriyle de yerleşik düzene dolayısıyla kırsal yaşam tarzına dönük kültür yapılarına geçiyorlardı.
Son iki yüzyılda ise insanlık, modern sanayiye geçmenin ve doğanın gizemli anahtarını ele geçirmenin bir sonucu olarak doğayı değiştirme görevini devraldığı karmaşık bir sürece girmiştir.
Bu “büyük” değişimle birlikte dünya göç hareketleri de sanayileşmiş ülkeler tarafından kendi istihdam piyasalarının ihtiyaçlarına göre belirlenmekte ve ulusal gerekliliklere uygun olarak düzenlenmektedir. İş gücü piyasaları, ''kapalı konteynır'' gibi hareket ederken mallar, yatırımlar, para akışı ve bilgi paylaşımı ve taşımacılık için sınırsızlaşma sürmektedir. Ulusal sınırları aşan göçler AB'nin siyasi gündemini belirlemektedir. Türkiye örneğinde görüldüğü gibi A(E)T/AB Ortaklık Antlaşması'yla bağlayıcı olarak kararlaştırılan hukuki normlar çiğnenmektedir.
Bu kitapta, bu nedenler üzerinde durularak küresel söylemlerde ulusal ekonomilerin refah düzeyinin pazara giriş engellerinin yıkılmasıyla artacağı vurgulanırken neden insan gücü için bu savın savunulmaması gerektiği irdelenmektedir.
Dilek Çiftçi Yeşiltuna Günümüz dünyası, ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, ilişki ve etkileşimin küresel boyutta yaşandığı bir dünya olmaktadır. Buna bağlı olarak, giderek ulus-devletin görev ve sorumluluk alanı da dahil olmak üzere, yaşamın her alanında küresel ve yerel ilişkiler, etkileşimler, hızlanmakta ve yoğunlaşmaktadır. Süreç giderek kırsal yerleşim yerlerinde küreselleşmenin etkilerinin derinleşmesine yol açmaktadır. Bu bağlamda, küresel dinamikler, yerel, bölgesel coğrafyalarda bir dizi değişimleri zorunlu kılmakta ve aynı zamanda mekansal hareketlilikleri hızlandırmaktadır. Sermayenin mekansal örgütlenmesi, tarihsel süreç içinde her zaman kendine özgü bir dizi belirleyicilerin sonucunda gerçekleşmektedir. Mekanlar, hem bir toplumda üretim süreçlerini belirleyen faktörlerden ya da dinamiklerden, hem de bu dinamikler üzerinde gelişen sosyal ve kültürel yapılardan etkilenmektedir.
Uzun süreli bir saha incelemesini içeren bu çalışmada, küreselleşme sürecinin yerelde yarattığı değişim, dönüşümün dinamiklerinin saptanması ve analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu çerçevede belirlenmiş araştırma temaları bağlamında, köylerin sosyal ve fizik mekan ilişkilerindeki ve örgütlenmelerindeki değişimden hareketle, yerelin küresel kapitalizme eklemlenme sürecinin yarattığı mücadele alanları ve somut yaşam stratejileri ele alınmaktadır.
Araştırma alanını oluşturan İzmir'in Germiyan ve Uzunkuyu Köyleri, çok yönlü, faktörlü ve kimlikli bir göç hareketi yaşayan, farklı sosyal grupları ve kimlikleri bünyesinde barındıran yerleşim yerleri olmaktadır.
Kitapta küresel-yerel ilişkisinin, gerek sosyal gerekse fizik mekanın düzenlenmesi ve örgütlenmesi sürecinde yarattığı, yeni uzlaşım ve gerilim alanları ortaya konmaktadır. Köylüler, mevcut ekonomik, sosyal, kültürel koşullarının içerdiği farklılıklara ve eşitsizliklere bağlı olarak, yeni yaşam alanları ve stratejileri yaratma eğilimine girerken, tüm sosyal ve fizik mekana yönelik ilişkilerini de bu yönde yeniden düzenlemektedirler. Böylelikle mekanlar, dışsal ve içsel dinamikler temelinde, yeni alanlar, açılımlar kadar yeni sınırlılıklar üretmektedir. Araştırma köylerinde de Türk, Kürt, Yerli, Yabancı, Köylü, Yeni Köylü, Kentli gibi ayrımların ve kimliklerin ürettiği sosyal ilişkilerdeki Açık, Yarı Açık ve Kapalı ilişki sistemlerini kapsayan mekanların toplumsallıkları, yerel-küresel dinamiklerin etkileşim yapısına bağlı olarak köylüleri, yeni arayışlar ve örgütlenme biçimleri yönünde baskılamaktadır.
Seiji Nishihara Bu kitap; Avrupa Birliği'nin insanlık için yeni bir deney olan etnik, ulusal ve dinî sınırları aşan yeni bir değerler topluluğu yaratma çabasına odaklanmakta ve küresel kapitalizmin neden olduğu çelişkileri ve çözüm yollarını "idealler"i ve "gerçeklik"i gerçekçi bir şekilde kavrayarak keşfetmeye çalışmakta; aynı zamanda yazımı esnasında aniden ortaya çıkan yeni korona salgınının (Aralık 2019'da Çin'in Hubei eyaleti, Wuhan kentinde nedeni bilinmeyen bir zatürre salgını) yol açtığı çeşitli sorunlara da değinmektedir.
Kitap; içerisinde incelenen konularla bugüne kadar yapılan araştırmaların sonuçlarına dayanarak bu iki sorunun çözümü için bir yön sunmayı amaçlamaktadır. Çünkü bu iki sorunun ortak noktası, küresel kapitalizmin yol açtığı sorunlar olmalarıdır.
Ahmet Çağrı Bartan, Ayselin Yıldız, Ayşen Üstübici, Dilaver Arıkan Açar, Elif Uzgören, İlkim Özdikmenli Çelikoğlu, Mete Ulaş Aksoy, Sevgi Çilingir Son on yılda yaşanılan ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlıkların yanında hakikat sonrası çağ terimiyle ifade edilen modernitenin krizinden sonra hangi bilgiye güveneceği konusunda yaşanılan belirsizlikler ile de uğraşan toplumlar, tarihin bu dönemine denk geldikleri için kendilerini şanssız hissettiklerini daha sık dillendirmeye başlamışlardır. Tarih sayfaları karıştırılarak İspanyol Gribi ve Büyük Buhran dönemlerine ve totaliter rejimlerin iktidar olduğu süreçlere bakılmıştır. İnsanlığın unuttuğu ama aslında hatırlamaya ihtiyaç duyduğu tarih dersleri bir kere daha çalışılmıştır. Özellikle 2007-2008 ekonomik krizinden sonra yaşanan gelişmeler küreselleşmenin açmazlarını gözler önüne sermiş ve küreselleşmeden geriye dönüş eğilimlerini tartışmaya açmıştır. Bu kitap, farklı konu başlıkları ve alanlarda küreselleşmenin krize girmesinin ardındaki nedenleri ve COVID-19 pandemisi sonrası olası politika süreçlerini tarihsel bir perspektiften analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu manada kitap küreselleşmenin krizi ile birlikte başlayan ve pandemi ile birlikte artarak sorgulanan uluslararası alandaki ekonomik, siyasi, toplumsal ve fikirsel dönüşümleri günümüz konjonktürünü referans alarak incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca küreselleşme sürecinde yanlış giden veya eksik kalan siyasal ve toplumsal süreçleri tartışarak önümüzdeki reform sürecine katkı yapmayı da amaçlamakta ve pandemi sürecinin ne gibi devamlılıkları ve değişimleri beraberinde getirdiğini tartışmaya açmaktadır. Türkçe yazında küreselleşme üzerine görece gelişmiş bir literatür olmasına rağmen küreselleşmenin açmazları ve krizi ile beraber pandemi sonrası uluslararası siyasetin farklı boyutlarına dair çalışmalar oldukça sınırlı kalmıştır. Bu çerçevede kitap; eşitsizlikler, küresel sağlık yönetişimi, küresel ısınma, göç, bağımlılık gibi farklı politika alanlarında ve siyaset felsefesi içindeki düşünsel tartışmalarda içinde bulunduğumuz belirsizlikleri anlamlandırma ve açıklamaya katkı sağladığı ölçüde yazarlarının, okuyucularının ve ilgilenenlerin gözünde amacına ulaşmış olacaktır.
Dilşad Türkmenoğlu Köse Türkiye'de, özellikle son yıllarda, siyasi ve akademik birçok tartışma alanında küreselleşmenin önemli ve sık değinilen bir kavram ve süreç olmasından yola çıkılarak çalışmanın temel konusu, küreselleşmenin Türkiye'deki sağ siyasi partilere etkileri olarak belirlenmiştir. Bu bağlamda, Türkiye'deki sağ siyasi partilerin 1980'lerden sonra küreselleşme ile birlikte yaşadıkları ya da tam olarak yaşayamadıkları dönüşüm süreçlerinin küresel siyasi sistemle uyumlu olup olmama durumlarının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Çalışmanın Türkiye'nin sağ siyaseti temsil eden, seçim barajını (%10) geçerek mecliste yer alan ve birçok açıdan benzer tabana sahip iki siyasi partisi olan Ak Parti ve MHP örnekleri üzerinden yapılmasıyla, bu iki partinin küresel siyasi sistemle uyum süreçlerinin ve siyasi partilerin tabanları ile olan uyum süreçlerinin birbirlerini yansıtıp yansıtmadıklarının görülmesi hedeflenmiştir. Bu minvalde küresel siyasi sisteme uyum sürecinin ve siyasi partilerin başarılarına yansıyıp yansımamasının siyasi partilerin başarısı ile ilişkisine yönelik öngörülerde bulunulması mümkün olmuştur. Bu kapsamda nitel ve nicel araştırma yöntemlerinin bir arada (karma yöntem) kullanıldığı bir çalışma yapılmıştır. Her iki partinin tabanına yönelik olarak toplam on dört ilde anket çalışması yapılırken partileri temsil noktasındaki kişiler ile de aynı doğrultuda yapılandırılmış mülakat çalışmaları gerçekleştirilmiştir. Böylece küresel siyasi sistemle uyumlu politikalar takip eden siyasi partilerin hem parti tabanları ile daha doğrusal politikalar takip ettikleri hem de genel siyasi süreç ve politikalarda daha başarılı oldukları görülmüştür.
Ahmet Sapmaz, Alptekin Molla, Ariel González Levaggi, Bilal Nergiz, Burak Şakir Şeker, Ceren Uysal Oğuz, Cihan Kazancıoğlu, Doğan Şafak Polat, E. Nur Sezek, Emine Kılıçaslan, Gabriel Enrique Sánchez Ramirez, Gökhan Alptekin, Haşim Türker, Hüseyin Çelik, Hüseyin Çoban, Kıvanç Sağır, Kübra Deren Tüdeş, María Agustina Coloma, María Fernanda Sanzón-Maya, Mesut Özel, Samet Yılmaz, Segâh Tekin, Tuba Taşlıcalı Koç Latin Amerika; 21'inci yüzyılda stratejik ilginin, ekonomik fırsatların ve jeopolitik dinamiklerin odak noktası olmaya devam etmektedir. Bu coğrafya; ticaret ve yatırım, çevre koruma, sosyal kalkınma ve teknolojik yenilik alanlarında önemli gelişim sürecindedir. Bu sebeple bölge; büyüme, dönüşüm ve küresel liderlik açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Bu açıdan bahse konu kıtanın küresel aktörler için bir rekabet alanı olduğu aşikardır. Kitabımız, Latin Amerika'nın karşı karşıya olduğu fırsatlar ve zorluklar konusunda zengin analizler içermektedir. Değişen çağın şartları çerçevesinde bölgenin geleceğini şekillendirecek iş birliği olanakları ile bunların karşısında yer alan toplumsal, politik ve ekonomik sorunlar vurgulanmaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı; bölgeyi disiplinler arası bir yaklaşımla incelemek, genel bir bakış açısı sunmak ve stratejik öngörüler oluşturmaktır. Yayının, bilim alanına ve toplumsal sorunlara yararlı olmasını dileriz.

Canan Kışlalıoğlu 21. yüzyıl sosyalizmi, Heinz Dieterich tarafından formüle edilen ve ilk olarak Venezuela’da Hugo Chavez tarafından uygulamaya konulan bir sistemdir. Venezuela’nın ardından Ekvador ve Bolivya da bu sosyalizm modelini uygulamaya koymuş; sistem, kıtada sömürgecilik döneminin, bunu takiben de neoliberal politikaların ortaya çıkardığı eşitsizliklerle mücadelenin taşıyıcısı olarak benimsenmiştir. Bu kitap, kıtada yaşanan gelişmeleri ve bunların etkilerini sömürgecilik döneminden başlayarak günümüze kadar ele almakta; Venezuela, Bolivya ve Ekvador özelinde 21. yüzyıl sosyalizminin seçenek hâline gelip gelmediğini, toplumları değiştirebilme kapasitesini ve neoliberalizm karşısında bir alternatif olma sürecini incelemektedir.
Fırat Demirkol Çağımızın genel olarak kabul gördüğü modern demokrasi ilkeleri, liberal demokrasi ilkeleri doğrultusundadır. Bu çalışmada, dünya genelinde kabul edilen liberal demokrasinin altı ilkesi ile Adalet ve Kalkınma Partisi (Ak Parti) iktidarı değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme yapılırken Türk siyasi hayatının tarihsel süreci ve Ak Partinin siyasi/felsefi geçmişini göz ardı etmek mümkün değildir. Bu nedenle tarihsel süreç göz ardı edilmeden yakın dönem incelenmiştir.
Liberal Demokrasi ve Adalet ve Kalkınma Partisi adlı eserde; yakın dönem Türk siyasi hayatının en önemli aktörlerinden olan Erdoğan ve Ak Partinin iktidar süresince ortaya koyduğu uygulamaların liberal demokrasi ilkeleri doğrultusunda değerlendirilmesi yapılmıştır. Güncel konu ve olayların da dâhil edildiği bu çalışma, akademik olarak siyaset bilimi araştırmacılarına katkı sunacağı gibi yakın dönem Türk siyasi hayatını merak edenler için de tarafsız bir inceleme ortaya koymaktadır.
İhsan Konak Kültürel çoğulculuk ve çeşitlilik günümüz toplumlarında âdeta bir norm hâline gelirken kültürel aidiyetler ön plana çıkmakta ve buna ilişkin hak talepleri yaygın bir sorun olarak gözlemlenmektedir. Kültürel farkındalığın ve kimlik arayışlarının arttığı bu süreç, sadece Batılı devletleri değil tüm dünya ülkelerini, yoğunluğu farklı olsa bile etkilemektedir. Her geçen gün daha fazla çokkültürlü hâle gelen çağdaş toplumlar, kültürel hak talepleri ile karşılaşmaktadır. Kültürel çeşitlilik tarihsel süreç içerisinde sürekli var olmuşsa da çokkültürlülüğe ilişkin hak talepleri yeni bir durumu işaret etmektedir. Farklı kültürel, etnik, dinî ve cinsel kimliklere sahip birey ve gruplar farklılıklarının tanınmasını, farklılıklarına saygı gösterilmesini ve kamusal destek talep etmektedirler. Bu bağlamda çokkültürlülük, kültürel farklılıkların tanınması ve farklılıklardan kaynaklı sorunların çözümü iddiası taşır. İşte bu kitapta, çokkültürlülüğün teorik arka planı ortaya konularak çokkültürlülük şemsiyesi altında yürütülen tartışmalar ele alınmıştır. Bu çerçevede çokkültürlülüğün nasıl bir siyasi yansıması olabileceği üzerine önemli eserler veren ve sırasıyla liberal ve komüniteryan çokkültürlülüğün temsilcileri sayılan Will Kymlicka ve Charles Taylor'ın çokkültürlülük üzerine görüşleri tek tek ele alınıp incelenmiştir. Uygulama açısından da çokkültürcü politikalar bağlamında liberal ve cemaatçi modeller ABD ve Kanada örnekleri özelinde ayrıntılı bir incelemeye tabi tutulmuştur. Farklılıkların ve çokkültürlülüğe ilişkin taleplerin yoğun olarak yaşandığı Kuzey Amerika coğrafyasından bu iki örnek, Kymlicka ve Taylor'ın çokkültürcü görüşleri çerçevesinde değerlendirilmiştir.
Cemal Öztürk Yönetim Bilimi, zamanla, “İşletme Yönetimi” ve “Kamu Yönetimi” diye ayrılmışsa da son dönemde bu iki bilimin bazı açılardan yeniden birbirlerine yaklaştıkları gözlemlenmektedir. Bu bağlamda her iki yönetim için de elzem bir konu ve varılması hedeflenen bir olgu olarak “liderlik” Kamu Yönetiminde kendisini “Lider Yönetici” olarak açığa vurmaktadır.
Liderlik; son yıllarda içeride ve dışarıda, işletme yönetiminin yanında kamu yönetiminde, okullarda/okul dışında, merkezi ve yerel yöneticiler/önderler/liderler arasında, küreselleşen ve hızlı değişim ve gelişim içerisinde olan başta yönetim, çalışanlar, öğrenci ve akademisyenler, kendini kişisel olarak geliştirmek isteyenler olmak üzere hemen hemen herkeste ilgi ve merak uyandırmaktadır. Kitabımızın bu kişilere bilgi ve vizyon katkısında bulunacağı değerlendirilmektedir.
Kamu Yönetiminde lider yöneticiye ulaşma gayesine bir basamak olma hedefinde olan çalışmamızda: Örgüt ve Yönetim; Yetki, Güç, Otorite, Hiyerarşi ve Emir; Liderlik, Yönetici, Lider Yönetici, Kamuda Liderlik Önündeki Engeller başlıklı ana bölümler yer almaktadır.
M. Oktay Alnıak Güvenli, hızlı, dakik, ucuz ve dengeli bir ulaştırma sisteminin oluşturulması ve sürdürülmesi ulaştırma politikalarının önceliğidir. Ulaştırma ve lojistik politikaları bu ihtiyaçlara göre şekillenmektedir. Ayrıca, serbestleştirme (liberalization), uyumlaştırma (harmonization), yasal-kurumsal serbestleştirme (deregulation) ve özelleştirme (privatization) kavramlarıyla özetlenebilecek birbiriyle ilişkili uygulamalar yeni politikaların kapsamındadır. Bu konularda dünyada uyum birliğine gidildiği görülmektedir.
Lojistik hizmetlerde taktik, teknik, idari konularda çağın gereği tedbirlerin alınması; Cumhuriyetin sağladığı güven ile alt yapı ve sinyalizasyon hizmetlerinin esaslı bir şekilde geliştirilmesi, karayolu, demir yolu, deniz yolu, hava yolu ulaştırma hizmetlerinin, filolarının ve ulaşım ağlarının hız, kalite ve güvenlik bağlamında modernizasyonu önem kazanmıştır. Bu konularda yazılım, donanım ve yetişmiş insan gücü ile başarı sağlanabilir.
Lojistik uygulamaların yasal çerçevesini belirleyen ulusal ve uluslararası sözleşmelerin (konvansiyon), kanunların, yönetmeliklerin, örnek olayların ve makalelerin yer aldığı bu kitabın; lojistik sektöründe çalışanlara, akademisyenlere ve öğrencilere faydalı olacağı değerlendirilmektedir. Bu kitabın hazırlanmasına katkı sağlayanların, ülkemizin lojistik sektöründe başarılı bir ekip oluşturduğu düşünülmektedir. Bu duygularımızla kitabın hazırlanmasına emeği geçenlere ve kitaba ilgi gösteren okurlarımıza teşekkür ederiz.
Ahmet Yusuf Yüksek, Alev Erkilet, Elif Merve Gürer, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Meryem Küçük, Ömür Nihal Karaarslan, Özlemnur Ataol-Akpınar, Rumeysa Çavuş, Yunus Çolak Kent, yalnızca mimarinin ya da planlama yaklaşımlarının ko­nusu olan bir gerçeklik değildir. Kentlere dönük her üretimi ya da mimar/plancı müdahalesini çeşitli toplumsal nedenler çerçevesinde anlamak ve toplumsal etki ve maliyetleri çerçe­vesinde değerlendirmek de gerekir. Bu açıdan bakıldığında, değerlerin analize katılması ayrı bir önem taşımaktadır. Ki­taptaki yazıların ana fikri, kentsel yaşamın kalitesinin yük­seltilmesi, toplumsal adalet, eşitlik ve katılımın artırılması, yoksulluğun azaltılması gibi pek çok konunun aynı zamanda insanca yaşamanın asgari gerekleri olduğu ve kentsel sorun­lara dair analizlerin eylemsel sonuçları bulunması gerektiği kabulüne yaslanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kitapta yer alan makaleler hem toplumsal politika yapıcıların hem de kentin sakinleri olarak bizlerin bu konularda ne yapma­mız gerektiğine dair ipuçlarını da içinde barındırmaktadır.
Katkıda Bulunanlar
Alev Erkilet, Ahmet Yusuf Yüksek, Ömür Nihal Karaarslan, Faruk Karaarslan, Gökçen Kılınç Ürkmez, Yunus Çolak, Meryem Kü­çük, Rumeysa Çavuş, Elif Merve Gürer, Özlemnur Ataol-Akpınar
Araf Öykü Türken, Arzu Maltaş Erol, Ayşenur Aydın, Batu Kepekçioğlu, Beyza Takta, Çiğdem Akman, Damla Erenler, Dinemis Aman, Emre Söylemez, Eren Kürkçüoğlu, Gizem Parlak, Hakan Ömer Tunca, Hatice Ayataç, Hülya Küçük Bayraktar, Hüseyin Gül, İnci Parlaktuna, İrem Ece Akpınar, Kaan Özgün, Kadriye Burcu Yavuz, Levent Memiş, M. Kemal Öktem, Mahmut Hüdayi Özgül, Marika Fior, Nihan Balkan, Parla Güneş, Selin Karsan Ayanoğlu, Selin Turan, Sezen Savran Penbecioğlu, Tayfun Salihoğlu, Toygun Atasoy, Yasemin Çakırer Özservet, Yeşim Tanrıvermiş Kentsel alanlarda yerelin en küçük nüvesi olan mahalle, her daim güncel bir meseledir. Mahalleyi odağına alan ilk çalışmamızın ardından bu sefer pandeminin etkisiyle değişen yerel anlayışımızı sorgulamak ve gittikçe daha fazla dijitalleşen yaşamımıza ışık tutmak hedefiyle bu çalışma karşınızdadır.
Küresel bir salgına dönüşen Covid 19, yerelde kendisini özellikle kentlerde yoğun şekilde göstermiştir. Kentlerdeki çılgın kalabalık, salgın tehlikesiyle apaçık bir tehlikeye dönüşmüş ve kalabalıktan uzak, daha sessiz, daha doğal ortamlara duyulan hasret daha da artmıştır. Pandemi ve eve kapanma sürecinin ardından mahallelerde neler yaşandı, kaçış mı, sağlıklı bir duruş çabaları mı gibi bir çok etkiye yönelik irdelemeleri bu çalışmada bulabileceksiniz. Bununla birlikte kentsel alanların sağlık perspektifinden yeniden ele alınması ve daha demokratik kentsel yönetimlere mahalle ölçeğinden pandemi sonrası nasıl ulaşılabileceği tartışmaya açılmaktadır. Dijitalleşme üzerinden katılımcı mekanizmaları mahalle odağında tartışmaya açan yazılara da burada rastlayabileceksiniz.
Böylece kitapta, iki senedir hayatımızın her noktasına sirayet etmiş olan pandemi ve sonrası gelişmeler ışığında, değişen normalimize bakan yeni ve öncü çalışmaları okuyabileceksiniz.
Hikmet Kavruk Osmanlı'da kentsel yerleşimler, her biri sosyal ve idari bir bütün olarak gelişen mahallelerden oluşmaktaydı. Osmanlı mahallesi herkesin birbirini tanıyabileceği ve komşuluk hukukunu yaşayabileceği bir büyüklükte idi. Mahalle yerleşimi ve yönetimi, müteselsil kefalet sistemi ve müşterek sorumluluk esası üzerine kuruluydu. Bir mahalleye yerleşmek için iyi ahlak sahibi olmak yanında, o mahallede yerleşik bir ailenin kefilliği gerekmekteydi. Her bir mahalle kendi hizmetini kendisi görmek durumundaydı. Yönetsel olarak 1829 yılına kadar mahallenin dinî liderleri yetki sahibiyken, 1829 yılından itibaren yetki kurulan muhtarlık birimlerine geçmeye başlamıştır.
Cumhuriyet dönemi boyunca mahalle, kimlik sorunu yaşamaktaydı. Mahalle, yerel düzeyde bir yönetsel birim olsa da, bir yerel yönetim birimi değildir ve dolayısıyla tüzel kişiliği de yoktur. Muhtarlık, yetki ve statü olarak mahalleyi temsil etmekten uzaktır ve mahallenin hizmetinden ziyade, mahallede devletin işlerini görmektedir. Son dönemlerde mahalle yönetiminin zayıf bağlarla da olsa belediye ile ilişkilendirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Büyükşehirlerde mahalleler aşırı büyümüştür. Mahalle içinde sosyal dayanışmayı, komşuluğu teşvik edecek mekanizmalar oldukça azalmıştır. Kiracılık ve sık taşınma yaygınlaşmıştır. Sayıları hızla artmakta olan ve sakinlerince yeterince sahiplenilemeyen mahallenin, muhtarlıklarınca da temsili ve yönetimi yetersiz kalmaktadır.
Bu kitapta, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde mahalle yerleşimi ve yönetiminin gelişimi işlenmekte, iki binli yıllarda mahallenin sorunları ve bu sorunlara karşı çözüm önerileri araştırılmaktadır.
Nuri TORTOP - Burhan AYKAÇ - Hüseyin YAYMAN - Akif ÖZER Son dönemde yaşanan küreselleşme, yerelleşme, bölgeselleşme, hizmette halka yakınlık, yönetişim gibi teorik tartışmalar ülke yönetimlerini etkilemekte ve devletleri topyekûn yeniden yapılanmaya zorlamaktadır. Kamu ve özel sektör örgütleri arasındaki farklar azalırken, bu örgütlerin amaçlarına ulaşmaları, etkili, verimli ve başarılı sonuç almaları, örgütlerin görev ve yetki paylaşımı dengesinin yeniden düzenlenmesi ve insan unsurunun doğru ve rasyonel bir biçimde kullanabilmesi ile mümkün olabilmektedir. Sayılan bu gerçekler, hepimizi yaşanan hızlı değişime uyum sağlamaya zorlamaktadır. Bu kapsamda, kısa sürede tükenen Mahalli İdareler kitabımızın ikinci baskısının yenilenmesi bir zorunluluk oldu. Çünkü dünyada yaşanan hızlı değişimden ülkemiz de büyük oranda etkilenmekte ve kitabın omurgasını oluşturan mevzuat sürekli olarak yenilenmektedir. Bu sürece uyum sağlayabilmek için kitabımızın bu yeni baskısında oldukça yeni sayılabilecek düzenlemeler yaptık. Her bölüm sonuna; bölüm kaynakçası, okuma parçaları ve değişen mevzuata yönelik ekler koyduk. Bu yeni şekliyle oldukça kapsamlı sayılabilecek çalışma Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde okutulan Mahalli İdareler dersinin içeriğine bağlı kalınarak hazırlanmıştır. Çalışmanın öğrencilerimize ve konu ile ilgilenen herkese yararlı olmasını diliyoruz.
Mustafa SAKAL, Ahmet KESİK, Tekin AKDEMİR Son 30 yılda demokratikleşme ve ekonomik etkinliği sağlama çabaları çerçevesinde kamu mali yönetiminde reforma yönelik uygulamalar hayata geçirilmiştir. Gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülke, bir taraftan yüksek kamu kesimi açıkları ve borç stoğunun neden olduğu sorunları gidermek için kamu harcamalarını kısmak ve bütçe açıklarını azaltmaya yönelik önlemleri hayata geçirirken, diğer taraftan kamu yönetiminde etkinliği ve etkililiği artırarak kamu hizmetlerinin kalitesini yükseltmeye çalışmıştır. Kamu hizmetleri talebindeki artışı geçmişe kıyasla daha sınırlı kaynaklarla gerçekleştirme zorunluluğu, kamu yönetiminin fonksiyonlarının daha etkin gerçekleştirilmesini zorunlu kılmıştır. Bu kapsamda yerinden yönetimi hedefleyen reformlar uygulamaya konulmuştur.

Yerinden yönetime yönelik reformlarla, kamu kesiminin zayıf performansı, etkinsizliği ve tüketici tercihlerini yeterince dikkate almayan hizmet arzı yapısından kaynaklanan sorunlar, kamu yönetiminde daha fazla katılımcılık, saydamlık ve hesap verebilirlik sağlanarak giderilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla bir çok ülkede yerel yönetimlerin görev ve gelirleri artırılırken, kamu görev ve gelirlerinin yönetimlerarası tahsisinde optimum bölüşümü sağlamaya yönelik arayışlara girişilmiştir.

Mali yerinden yönetim kavramının teorik boyutlarının yanı sıra, uygulamadan örneklerle ele alındığı bu çalışmada; yerinden yönetimin kavramsal boyutu ortaya konularak, yönetimlerarası ilişkilerin dört ayağını oluşturan gelir paylaşımı, görev paylaşımı, yönetimlerarası transferler ve borçlanma konuları alanında önde gelen akademisyen ve bürokratların katkılarıyla detaylı bir analize tabi tutulmuştur. Mali yerinden yönetimin teorik altyapısını ülke uygulamaları ile ilişkilendiren bu açıklamaların yanı sıra, bütçeleme, saydamlık, hesap verebilirlik, performans ölçümü ve mali denetim konuları ağırlıklı olarak Türkiye’deki mevcut yerel yönetim uygulamaları ışığında ele alınmıştır. Mali yerinden yönetimle ilgili teorik çalışmalar ve uygulamalara önemli ölçüde rehberlik etmesi beklenen bu çalışmanın yerel yönetimler maliyesi literatürüne önemli ölçüde katkı yapması beklenmektedir.
Hakan Tuna, Zafer Akbaş Sağlık turizmi kapsamında ele alınan medikal turizm, 21. yüzyılda önemini artırmaya devam etmektedir. Türkiye, medikal turizm açısından önemli avantajlara sahip bir ülkedir. Bu kapsamda Türkiye'nin uygulamış olduğu dış politikanın, medikal turizm faaliyetleri üzerinde olumlu etki yaptığı görülmektedir.
Sekiz bölümden oluşan bu kitapta, öncelikle gelişmekte olan bir sektör olarak sağlık turizmi ve türleri hakkında bilgiler verilmiştir. Daha sonra sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm, medikal turizmin ekonomik etkileri, nedenleri, tarihsel gelişimi, medikal turizmde akreditasyonun önemi ve dünyada medikal turizm yapan ülkeler konuları kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır. Bir sonraki bölümde Türkiye'de medikal turizmin gelişimi ve potansiyeli, medikal turizmin SWOT analizi ve Türkiye'nin medikal turizm stratejileri hakkında detaylı bilgi verilmiştir. Literatürün son bölümünde ise 21. yüzyılda Türk dış politikası başlığı altında Türk dış politikasının oluşumuna etki eden faktörler ele alındıktan sonra Türk dış politikasına yön veren kavramsal ilkeler konusuna yer verilmiştir. Ardından 2000 yılı sonrası dönemde Türk dış politikası ile Türk dış politikasında yaşanan değişimler ve konuları incelenmiştir. Kitabın altıncı bölümü olan yöntem kısmında; araştırmanın yaklaşımı, araştırma yönteminin seçimi, araştırmada kullanılan veri toplama araçları ve veri toplama teknikleri ifade edilmiştir. Daha sonra elde edilen verilerin nasıl analiz edileceğine ilişkin bilgilere değinilmiştir. Kitabın yedinci bölümünde araştırma verilerinin analizi sonucunda elde edilen bulgulara ilişkin istatistik verilerine yer verilmiştir. Sonuç bölümünde ise araştırmaya özgü sonuçlar ortaya konulmuştur.
Bu kitap, sağlık turizminin bir çeşidi olarak medikal turizm hakkında kapsamlı bir içerik analizini sunmaktadır. Ayrıca yirmi birinci yüzyıldaki Türk dış politikasının durumu hakkında önemli bilgiler vermektedir. Lisans ve yüksek lisans düzeyinde eğitim gören öğrenciler başta olmak üzere, akademisyenlere ve sağlık turizmi alanında araştırmalar yapan herkese faydalı bir kaynak olacağı düşünülmektedir.
Yalçın YILMAZ Ülkemizde, gazete ve dolayısıyla da gazetecilik kavramı 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Gazeteciliğin meslek olarak görülmeye başlaması ise, Batı'ya oranla çok daha geç olmuştur. Yine de günümüzde, görsel-işitsel ve yazılı basın tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, toplumsallaşma sürecinde önemli rol üstlenmiştir.
Türkiye'de medyanın kendi demokratikleşmesini sağlayamadığı bir ortamda, toplumun modernleşmesi ve demokratikleşmesine olası katkıları hep tartışılmaktadır. Richard Sennett'in “Ucuz adamlar pahalı makinelere ihtiyaç duyar” sözünü haklı çıkartacak derecede, Türk medyası teknolojiye yatırım yapmış ve gazetecilere yapılacak yatırım göz ardı edilmiştir. Bunun sonucu; okuyucusuna satamayan, ancak yeni sermayeye satılan yayın kuruluşları olmuştur.
Siyasal alandaki gelişmelerin iletişim düzenine etkileri büyük önem kazanmaktadır. Mesleki açıdan bir kimlik arayışını sürdüren gazetecilik alanı da içinde bulunduğu siyasal sistem ve ideolojik yapıyla doğrudan ilişkilidir. Dünyada ve Türkiye'de gazetecilerin meslek tarihini ve gazeteciliğin geçirdiği süreçleri inceleyen bu kitap, farklılık gösteren siyasi düşünce yapıları ve hukuk sistemlerinin gazetecilik mesleği üzerine etkilerini de ele almaktadır.
Osmanlı dönemini kapsayacak şekilde Tanzimat öncesinden başlanarak, Cumhuriyet ve askeri darbeler üzerinden günümüze kadar geçen süreçte basın ve gazetecilik alanında yaşanan değişim ve gelişmeler;siyasi yapı ve normatif medya kuramları ile ilişkisi çerçevesinde açıklanmıştır. Gazetecilik, düşünce özgürlüğü temelinde, kuramlara dayanan yaklaşımlar açısından ele alınmaktadır. Gazetecilik çalışma alanlarının bazı mesleklerle sınırları giderek silinmekte olduğundan, gazeteciliğin temel ya da yan bir meslek olmasına ilişkin tartışmalar açıklığa kavuşturulmalıdır. Bu doğrultuda gazetecilerin günlük mesleki çalışmalarında konumları, rolleri, görevleri, etkinlikleri ve yetkinlikleri, diğer mesleklerin üyeleri ile etkileşimleri, haber kaynakları ve okuyucu-izleyici-dinleyici kitlesi ile ilişkileri irdelenmektedir.
Sevil Yıldız Toplumsal ve bireysel amaçlara ulaşmak için kitle iletişim faaliyetlerinin hukuk sınırları içinde gerçekleştirilmesi hayati önem taşımaktadır. Bu nedenle iletişim faaliyetlerinin sağlıklı yürütülmesi, bu faaliyetlerin düzenlenmesi, sınırlarının ve uyulması gereken kuralların ve yasakların belirlenmesi gerekmektedir.
Hukuk sistemimizdeki düzenlemeler incelendiğinde kitle iletişim araçlarının çeşitlerine göre ayrı ayrı düzenlemeler yapma yolunun seçildiği görülebilmektedir. Anayasal düzenlemelerin yanı sıra kanunlardaki düzenlemelerin tek tek incelenmesi ve her bir kitle iletişim aracının bağlı olduğu kuralların ortaya çıkarılması gerekmektedir.
Suat Begeç Soğuk Savaş Dönemi ile başlayan, 11 Eylül saldırıları ile devam eden ve 2019 yılının sonunda ortaya çıkan Covid-19 küresel salgınının etkisiyle yön değiştiren dünyamız, karmaşık, muğlak ve belirsiz bir yapıya dönüşmüştür. Bu durum birçok kavramın yeniden sorgulanmasını ve tanımlanmasını gerektirmiştir. Dünya orduları ve savaşlar da bu durumdan nasibini almıştır.
Yakın geçmişe bakıldığında, tahrip etkisi çok olan İkinci Dünya Savaşı'nda, Avrupa kıtasındaki askerî çatışmaların büyük bölümü meskûn mahallerde meydana gelmiştir. Günümüzün küresel gücü ABD Deniz Kuvvetleri'nin denizaşırı askerî müdahalelerinin büyük çoğunluğunun şehirlerde gerçekleştiği bilinmektedir. 2025 yılında 5 milyar insanın şehirlerde yaşayacağı, nüfusun %75'inin sahil bölgelerine 200 km. uzaklıktaki alanlar içerisine yerleşeceği varsayılmaktadır. 2030'lu yıllarda ise şehirlerin, çoklu yetki alanlarına sahip devasa yönetim bölgelerine dönüşeceği ve birkaç ulusun birleşmesinden meydana gelen büyük anakent bölgelerinin oluşacağı tahmin edilmektedir. Dolayısıyla gelecekte sahil bölgelerinin ve şehirlerin savaş alanları olarak kullanılacağı değerlendirilmektedir.
Bu gelişmelere bağlı olarak NATO tarafından meskûn mahallerde gerçekleştirilmesi planlanan harekâtlar için NATO Şehirleşme/Kentleşme 2035 Projesi gündeme alınmış ve İttifak'ın gelecekteki yeteneklerinin gelişimine köprü olabileceği düşünülen “Capstone Konsepti"nin geliştirildiği belirtilmiştir.
TSK; Cumhuriyet döneminden günümüze kadar olan süreçte özellikle NATO çatısı altında almış olduğu “Barışı Tesis” ve “Barışı Koruma” görevlerinin büyük bölümü ile 1984 yılından beri terörizmle mücadele kapsamında sürdürdüğü iç güvenlik ve sınır ötesi operasyonlarının bir kısmını meskûn mahallerde gerçekleştirmiş ve gerçekleştirmeye devam etmektedir.
Bu kitabı; geleceğin savaşlarında çokça yer alacağı değerlendirilen “Meskûn Mahallerde Savaş” ile ilgili harekâtlara yönelik teknik alan bilgilerini görev yaptığı yıllarda edinmiş olduğu bilgi ve deneyimleriyle, stratejik ve teorik bilgileri ise akademik bakış açısıyla harmanlayarak okuyucuların anlayabileceği dilde aktaran, akademisyen ve mavi bereli komando subayının gözünden okuyacaksınız.
Kitap sayesinde konu ile ilgisi olan okuyucuların bilgi dağarcığı tazelenecek, yeni ilgilenen okuyucular ise gelecekteki savaş alanları olarak değerlendirilen meskûn mahalleri ve bu meskûn mahallerdeki savaş stratejisini farklı bakış açısıyla değerlendireceklerdir.
Furkan Torlak Bu çalışma, 2011 yılında tüm Arap coğrafyasını etkisi altına alan halk isyanlarının Mısır ayağını, devrim teorileri ve sivil-asker ilişkileri bağlamında açıklamaktadır. Bu çerçevede Mısır ordusunun siyasal sistem içerisinde sahip olduğu kritik rol incelenirken, 25 Ocak Tahrir devrimine giden devrimci koşullar ile 3 Temmuz askeri darbesine giden karşı devrim konjonktürü ele alınmıştır.
Çalışmanın kavramsal çerçevesi, devrim olgusunun tarihsel olarak nasıl geliştiğini incelemiş; farklı devrim örneklerini karşılaştıran düşünürlerin ulaştığı bulguları aktarmış, devrim ve karşı devrim için gerekli koşulları ele almıştır. Yapılan analiz çerçevesinde Mısır'daki 25 Ocak devrimiyle diktatörlüğün yıkıldığı; siyasal ve toplumsal ilişkilerin yeni anayasa çerçevesinde geniş kesimlerinin lehine formatlandığı gözlemlenmiştir.
Buna karşılık devrimle birlikte çıkarları zedelenen eski rejimin uzantılarının karşı devrim sürecini başlattığı; devrimci güçler, Seküler ve İslamcı şeklinde kutuplaşırken, seküler kesimlerin karşı devrimci güçlerle ittifakının 3 Temmuz darbesini doğurduğu tespit edilmiştir.
Neticede Mısır’da gerçekleşen askeri darbe sonrası eski rejim unsurları siyasal sistemin merkezine otururken, eski devrimci liberal-seküler kanadın dışlandığı; özgürlüklerin kısıtlandığı 2014 anayasası ile de ülkede askeri diktatörlüğün kurumsallaştığı meçhul bir geleceğe doğru ilerlediği görülmüştür.
Sempozyum MİLLÎ ANAYASA ŞÛRASI
‘ ‘Bürokratik Anayasadan Demokratik ve Adil Anayasaya ”
Tebliğler ve Teklifler
21 -22 Ekim 2011 / Ankara
Hüseyin Arslan Milli Görüş Hareketi: Siyasal ve Toplumsal Dönüşümler kitabı Türkiye siyasal tarihine damga vurmuş ve toplumsal dönüşümün katalizörü olmuş bir hareketin incelemesidir. 1969 yılında Necmettin Erbakan’ın siyasete girişiyle başlayan Milli Görüş hareketi Türkiye siyasal hayatı ve İslamcı düşünce için bir dönüm noktasını işaret eder.
Bugün hâlâ Türkiye siyasetini etkileyen birçok toplumsal yapı, kurum ve siyasi partinin nüvesi konumunda olan Milli Görüş hareketi göz önünde bulundurulmadan Türkiye tarihi sarih şekilde incelenemez.
“Fikir ve Hareket İncelemeleri” dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Muhammed Maruf, Yusuf Yalanız Milli Görüş Hareketi, insanlığın tarihin en buhranlı dönemlerine şahit olduğu 20. asırda “Yeni Bir Dünya” kurma ideali ile ortaya çıkmıştır. Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve bir grup, arkadaşı ilk adımın atıldığı 1969 yılından bugüne kadar Türkiye’de meşru zeminde siyasi mücadele ile iktidara gelme ve İslam dünyasına önderlik edebilecek Yeniden Büyük Türkiye’yi kurabilmenin mücadelesini vermişlerdir. Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrosu olarak ifade edebileceğimiz Prof. Dr. Necmettin Erbakan ve yol arkadaşları, siyasi mücadeleleri boyunca engellemelere, tehditlere, kendilerine yapılan cazip tekliflere rağmen inandıkları yoldan ve ideallerinden asla vazgeçmemişlerdir. Bu kitap; her biri Türkiye siyasi hayatında 50 yıllık bir sürece damga vurmuş, siyasete kazandırmış oldukları duruş ve ilkeleri ile taraflı tarafsız ekseriyetin takdirini toplamış olan Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrolarının biyografilerini konu edinmiştir. Bu çalışma ile okuyucuların, her biri farklı niteliklere sahip olan Milli Görüş Hareketi’nin öncü kadrolarının hayatlarını ve mücadelelerini derli toplu bir şekilde bulabilecekleri bir eser ortaya konulması hedeflenmiştir. Bu çalışma; Milli Görüş lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Süleyman Arif Emre, Rıza Ulucak, Mehmet Recai Kutan, Lütfü Doğan, Fehim Adak, Ahmet Tekdal, Şevket Kazan, Oğuzhan Asiltürk, Yasin Hatipoğlu, Cevat Ayhan, Temel Karamollaoğlu ve Bahri Zengin olmak üzere öncü kadrodan 13 ismin hayatlarına ilişkin bölümlerden oluşmaktadır.
Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Aykanat, Murat Yıldız, Mustafa Burak Çelebi, Umut Turgut Yıldırım, Yusuf Yalanız Siyasal sistemin şekillendiği değişim ve dönüşümler üzerinden değerlendirildiğinde Türkiye siyaset tarihi, 1946 yılında çok partili hayata geçişle başlayan süreçle birlikte yeni bir döneme girmiştir. Bu ahvalde alternatif siyasal düşüncelerin ve partilerin belirmesiyle Türkiye’de siyaset, renkli ama bir o kadar da kutuplaşmış ve çatışmacı bir hâl almıştır. Milli Görüş Hareketi’nin doğuşu ve ilk partisi olan Milli Nizam Partisinin kurulması 1969 yılını takip eden zorlu bir dönemde olmuştur. Sağ ve sol siyasal kutup ve fraksiyonların belirgin olarak siyaseti kuşattığı bir süreçte Milli Görüş düşüncesi ve partileri; siyasal toplumsal ve entelektüel zeminde kendilerine alan açmayı başarmışlardır. Kendine has üslubu, seçmenle kurduğu ilişki ve ülke ve dünya meselelerine hâkimiyetiyle dikkatleri çeken Hareketin kurucusu Prof. Dr. Necmettin Erbakan, kısa bir sürede Türkiye siyasi hayatının özgün bir ismi hâline gelmiş ve literatüre “Milli Görüş” kavramını kazandırmıştır. Türkiye siyasal yaşamına ilişkin siyaset bilimi literatürü incelendiğinde Milli Görüş partileri ile ilgili muhtelif akademik yayınların son yıllarda ağırlık kazandığı görülmektedir. Ancak akademik anlamda Milli Görüş partilerinin aynı ölçüde sıhhatli bilgi ve doğru yorumlama biçimleri ile ele alınmadığı dikkat çekmektedir. Bu kitap, literatürde yer alan boşluğa nitelikli bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu kapsamda alanında uzman akademisyenler tarafından her bir Milli Görüş partisi ayrı ayrı ele alınmıştır. Ayrıca bu kitapta “Milli Görüş Partileri Kronolojisi”ne yer verilerek temel veriler ve tarihî müktesebat bağlamında literatüre önemli bir katkı sağlanmıştır.
Metin Karadağ Siyasal hayatta Millî Görüş fikri ve akımı; Saadet ve Yeniden Refah partilerinde sahiplenilmeye ve tartışılmaya devam etmektedir. Son bağlamda Saadet Partisi, Millet İttifakı'nı; Yeniden Refah Partisi ise, Cumhur İttifakı'nı kurmuşlardır.
AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan şahsında Millî Görüş yaklaşımının siyasal yorumlanma ve hayata geçirilme pratiği, Türk siyasal hayatının dünü, bugünü ve geleceği açısından temel belirleyici unsurlardan biri olmaya devam edecektir.
Mehmet Çimen Hafız Esad liderliği döneminde Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen en önemli olguların başında küreselleşme gelmektedir. Küreselleşmenin bu etkisi millî güvenlik stretejilerini sürekli olarak şekillendirmiştir. Ortadoğu bölgesi uzun yıllar Osmanlı Devleti yönetiminde kaldıktan sonra batılı ülkelerin sömürgesi durumuna düşmüş ve daha sonra bu sömürgeci devletlerin çizmiş olduğu sınırlar sonucunda yeni devletler türemiştir. Bu yeni devletlerden birisi de Suriye'dir. Suriye ile Türkiye arasında en önemli ve temel uyuşmazlık noktaları strateji açısından ve sınır güvenliği bakımından Hatay sorunu, su sorunu, Suriye'deki Türk nüfusunun varlığı ve terör sorunudur. Bu çalışma, Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilere ışık tutmayı amaçlamaktadır.
Didem Uçan, Ergenekon Savrun, Funda Çitil Canbay, Halil Emre Deniş, Halil Kanadıkırık, Hasan Acar, Hüseyin Cesurhan Taş, İhsan Burak Birecikli, İhsan Ömer Atagenç, Nurullah Çetin, Rabia Aslıhan Türkmen, Recep Recebov, Şaduman Halıcı Millet ve milliyetçilik kavramları, siyaset bilimi ile toplumsal ilişkilerde, son birkaç yüzyıldır üzerinde derinlemesine tartışılan konulardan biri hâline gelmiştir. Milliyetçilik kavramına olan ilgi, özellikle son yıllarda Avrupa'da ortaya çıkan milliyetçi toplumsal hareketlerle birlikte artış göstermiştir. Milliyetçiliğin ne olduğu ve ne zaman ortaya çıktığı üzerine yapılan tartışmalar, günümüz toplumsal hayatında önemli bir yer tutacak hâle gelmiştir.
Millet ve milliyetçilik üzerine yürütülen tartışmaların çokluğu ve karmaşıklığı, bu kavramları anlamlandırmanın ne denli zor olduğunu göstermektedir. Milliyetçilik fikrinin taşıdığı anlam itibarıyla farklı coğrafyalarda ortaya çıkardığı farklı yüzleri, bu fikrin tek bir düşünce sistematiği altında ifade edilmesini zorlaştırmaktadır. Milliyetçilik, tarihsel ve sosyolojik olarak her milletin kendine özgü ortaya çıkma koşulları ekseninde ifade edilebilecek bir kavramdır. Milliyetçilik kavramının taşıdığı bu özgünlük, onun farklı milliyetçilik tipolojileri ile ifade edilebilmesini sağlamıştır.
Milliyetçilik Tipolojileri, milliyetçiliğin farklı cephelerdeki yüzlerini ifade etmek ve milliyetçilik literatürüne kapsamlı bir çalışma kazandırmak çabasıyla ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, sahip olduğu eklektik yapısıyla farklı ideolojilerle temas etmektedir. Bu kitap, söz konusu temas alanlarının sınırlarını ortaya koyacaktır.
Milliyetçilik kavramını farklı yüzleriyle ifade etme çabasıyla ortaya konulan buna benzer bütüncül çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu nedenle bu kitap, milliyetçilik üzerine çalışan akademisyen ve araştırmacılar için bir başucu kitabı olma niteliğindedir.
Yusuf Turan Çetiner Hiçbir savaşın; toplumların ve ülkelerin birdenbire silaha sarılmaya karar vermelerinin sonucu olamayacağını anlamak güç olmasa gerek. Buna rağmen, geçmişin araştırılmasında siyasi ve askerî tarihe odaklanmaktan fazlasına ilgi gösterilmemesinin nedeni ne olabilir?
1914 yılına kadar Avrupa toplumsal ortamını şekillendiren sanat, bilim ve edebiyat içinde “değersizleştirilen bir şeyler” olduğu, ilginçtir ki hâlen fark edilmeyi bekler gibi. Avrupa imparatorlukları, toplumlarına karşı duygusal bağ taşımayan, hatta çoğu zaman aynı milletten dahi olmayan, evliliklerle akrabalık bağı kuran aristokratlar tarafından yönetiliyor; kilise, güç yarışından eksik olmuyor; seferberlik için düğmeye basıldığında her ülke yekdiğerinden geride ve eksik kalma korkusu ile milyonları bir çırpıda askere alıp cephelere sürebiliyordu. Öyleyse en başta değersizleştirilen “insan”dı.
Kültürel emperyalizm, hakikat tasasını önemsizleştirdiği kitleleri önce düşünmeyi sevmez sonra da düşünemez hâle getirirken kendini olduğundan farklı gösteriyor. Ana akımın kalemleri ise tarihi açıklamaktan çok örtük anlatımın rahatı içinde gözüküyor. Geçmiş, gerçekte sadece kalabalıklaştırılmış sayfalar içinde, âdeta insani olan ne varsa ondan arındırılmış, sonuçta çoğu kişinin “zaten olan olmuş” diyerek bir süre sonra bir benzeri içinde kendini bulduğu bir masala dönüştüğünde payımıza kanıksamalardan daha fazlası düşmeli. Mitler; putlar gibi…insanlığın ilerleyişi önünde, kırılmayı bekliyor.
Memet Yetişgin Bu kitap, modern Avrupa'nın bir tarihi olup siyasi gelişmelerden ziyade modern Avrupa'yı modern yapan belli başlı tarihî gelişmeleri konu edinmektedir. Modern Avrupa'nın oluşumunda son derece etkili olan Rönesans, coğrafi keşifler, reform hareketleri, bilim devrimi, Aydınlanma, Fransız Devrimi, Endüstri Devrimi ve emperyalizm, kitabın ana konularını meydana getirmektedir. Rönesans ile başlayan “akıl çağı”; edebiyatta, sanatta, bilimde ve kültürel sahada köklü değişimler meydana getirirken coğrafi keşifler, Avrupa'yı geleceğin dünya hâkimiyetine götüren coğrafyalara taşımıştır. Reformasyon, modernleşme için gerekli dinî ve kültürel ortamı oluştururken; ilim devrimi, Avrupa'yı skolastik öğretiden ve kilise dogmalarından uzaklaştırarak gelişimin bilimsel temelini oluşturmuştur. Aydınlanma; siyasi, politik, idari ve toplumsal sahada modern fikirleri, bireysel hakları ve temel insan haklarını formüle ederken Fransız Devrimi, modern Avrupa'nın siyasi şekillenmesine katkı sağlamıştır. Endüstri Devrimi, Avrupa'nın fabrikalaşmasını ve ekonomik zenginleşmesini sağlarken emperyalizm, gelişen ve modernleşen Avrupa'nın dünya sömürüsünü ifade etmiştir. Modernleşen Avrupa yeni sorunlar doğurmuş; bu sorunlar, sosyal hareketlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Kitap, bu gelişmelerin nedenleri, gelişimleri ve sonuçları üzerinde durmakta, gelişmelerde rol alan önemli kimseler hakkında bilgiler vermekte ve Modern Avrupa'nın önemli tarihî gelişimlerini bilimsel bir üslupla kaleme almaktadır.
Ali Asker, Barış Demir, Baybarshan Ali Kazancı, Bedri Özçelik, Berat Lüy, Demet Şefika Mangır, Fatih Saydam, İlteriş Kaan, İrfan Sancak, Mete Çapar, Mustafa Çağrı Peker, Müzeyyen Özhavzalı, Naime Yaprak, Selin Dinçer, Sinan Sodan, Tuncay Erduran, Bu kitap, yüzlercesi gibi özgürlük ve bağımsızlık arayışının başladığı dönemden itibaren meydana gelen sosyoekonomik ve sosyopolitik değişimin yeni bir hikâyesini anlatma çabasının adıdır. Timur Devleti'nin merkezini oluşturan Özbekistan'ın dış politikasındaki değişim rüzgârlarının, Kırgızistan'daki ekonomik dinamiklerin, Türk Cumhuriyetlerinin genel ihracat potansiyellerinin, Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri arasındaki etkileşimin, Atatürk döneminde Gagavuzlarla (Gökoğuzlar) ilişkilerin, Türkiye'nin Türk Cumhuriyetlerine yönelik kalkınma yardımlarının, Türk destanlarındaki devlet anlayışının, Türk Cumhuriyetlerindeki göç hareketlerinin içerik analizlerinin, aynı ülkelerin piyasa ekonomisine adaptasyon süreçlerinin, Türk Cumhuriyetleri arasındaki enerji(k) iş birliği çabalarının sağlık sektörünün yapısal analizinin ve dil politikalarının eksene alındığı ve ayrıntılı incelendiği bu kitabın; alanyazına katkı sağlaması ve tüm okurlarına faydalı olması dileğiyle...
Hakan Karakehya, Hande Özger Toplumda çok uzun yıllardır süregelen uygulamalar herhangi bir soruna neden olmadığı sürece -ve hatta bazen birtakım sorunlara neden olsa bile daha iyi bir seçeneğin olmaması gibi gerekçelerle- uygulanmaya devam etmektedir. Uzun yıllardır süregelmeleri dolayısıyla toplumda ve yöneticilerde bu uygulamalara karşı bir aşinalık oluşmakta ve bunlar gündelik bir mesele olarak irdelenmemektedir. Fakat bu uygulama en başında nasıl ortaya çıkmıştır? Söz konusu uygulama, toplumsal bir gerçeklik olarak hayatımızda yer etmiyor olsaydı onunla karşılaştığımızda onu nasıl algılayacaktık? Hürriyeti bağlayıcı cezaların tarihi iki yüz yılı aşmıştır. Bu demektir ki hâlihazırda dünya üzerinde yaşamını sürdürmekte olan her birey hapis cezalarının olduğu bir dünyaya gözlerini açmıştır. Bu nedenle hapis cezasına aşina olmayan bir bakış ile konuya yaklaşmamız neredeyse imkânsızdır. Bu çalışmada, hapis cezalarının ortaya çıkışını hazırlayan koşullar, ortaya çıkış sürecinde yaşanan değişim ve bu cezalandırma türünün handikapları ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
Erdem Usta 2018 yılına kadar Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal hadiseler; Orta Asya, Türk-İslam Devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu ile erken Cumhuriyet devrinin genetiğine dayalı faktöriyel sonuçların eklentileri şeklinde birleşerek, anatomi içerisinde zaman zaman tahrip edici tepkisel kıyamlara neden oldu. Bu özelliğin, laik devlet sistemini zayıflattığı iddia edilse de -belki bu çıkarım siyasal açıdan haklı olabilir- bireysel ve toplumsal anlamda seküler yaşam, kodlandığı erken Cumhuriyet devri ile kıyaslandığında, günümüzde daha fazla bir oranla içselleştirilmiş durumdadır.
Bununla beraber iktidarda, Anadolu muhafazakârlığının egemen varlığını; köklerini 1927 topluluğundan alan radikal entelijansiya grupların ve bu oluşuma bağlı militar yapıların, toplumun istekleri ve evrimini görmezden gelmeleri sebebiyle; kuvvetlendirmiş oldukları sonucuna varılmaktadır…

Atatürk ve Cumhuriyet,
Modern Türkiye,
Osmanlı ve İslam,
Orta Asya ve Genetik Miras
Ve Dünya…
Tarih, siyaset, sosyoloji üçgeninde teorilerle dolu çarpıcı bir kitap…
Cemile Aktuğ, Ersin Diker, Ertuğrul Hatipoğlu, Ezgi Atalay, Fatih Işık, Gülin Yazıcı Çelebi, Halil İbrahim Zeybek, Hikmet Akyol, Huri İlyasoğlu, İbrahim Yücel, İlter Kutlu Hatipoğlu, Kaan Gez, Kenan Bülbül, Merve Karaer, Murat Semerci, Müge Yılmaz, Nilgün Ulutaşdemir, Nurçin Küçük Kent, Nurşen Kulakaç, Onur Doğan, Öznur Çınar, Pınar Kurt, Selim Eraslan, Sevil Cengiz, Sunay Güngör, Süleyman Şüküroğlu, Tuba Eda Arpa Zemzemoğlu, Tuğba Türkkan Afetler, tarih boyunca insanlığı etkileyen ve önemli sorunlara yol açan olaylardır. "Multidisipliner Açıdan Afetler" kitabı, bu karmaşık fenomeni ele alarak afetlerin çeşitli yönlerini disiplinler arası bir perspektifle incelemektedir. Kitap; coğrafya, sosyal hizmet, sağlık yönetimi, psikoloji, sosyoloji ve ekonomi gibi farklı disiplinlerden gelen uzmanların katkılarıyla zenginleşmiştir.
Bu kitap, afetlerin sonuçlarının yalnızca fiziksel yıkımlarla sınırlı olmadığını, aynı zamanda psikososyal, çevresel ve ekonomik sonuçları da içeren geniş bir yelpazede etkide bulunduğunu ortaya koymaktadır. Kitap, afetlere hazırlıklı olmanın ve bu durumlarla başa çıkmanın multidisipliner bir yaklaşım gerektirdiğini vurgulayarak okuyuculara geniş bir bakış açısı sağlamaktadır. Ayrıca afet sürecinin etkin şekilde yönetimi açısından çok disiplinli bir yaklaşımın önemine dikkat çekmektedir. "Multidisipliner Açıdan Afetler" hem akademisyenlere hem de afet yönetimi profesyonellerine, bu karmaşık sorunu daha iyi anlamak ve yönetebilmek üzere kullanışlı bir kaynak sunmaktadır.
“Multidisipliner Açıdan Afetler", afet yönetimi uzmanları, araştırmacılar ve ilgili alanlarda çalışan profesyoneller için değerli bir kaynak olup aynı zamanda genel okuyuculara da afetlerin karmaşıklığını anlama ve önleme konularında bilgi sağlamaktadır. Kitap, okuyuculara bu küresel sorunla başa çıkma konusunda bilinçli ve etkili bir şekilde hareket etme yetisi kazandırmayı hedeflemektedir.
Celil Batur Soğuk Savaş öncesi dönemde yer alan aşırı sağ partiler, ultra milliyetçi ve hiyerarşik bir biçimde lider kültü etrafında organize edilmiş, şiddet ve paramiliter eylemler ile herhangi bir sınırlama olmaksızın düşmanları yenmeyi hedefleyen siyasal bir ideolojiye sahip olmuş ve İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkmasına yol açmıştır. 1980'lerden itibaren konjonktürel gelişmelerin de etkisiyle, ideolojik olarak bir değişim sürecine giren aşırı sağ partiler, geleneksel faşizm ve Nazizm ile bağlantıları reddederek, yabancı düşmanlığı, çokkültürlülük ve göçmen karşıtlığı, küreselleşme, AB karşıtlığı ve İslam düşmanlığını parti programlarının odak noktası haline getirmişlerdir.
Elinizdeki kitap, günümüz aşırı sağ partilerin ideolojik tutumlarını, seçmen kitlelerinin niteliklerini ve bu partilerin başarı elde etmesine yardımcı olan etkenleri Avrupa’nın göç deneyimine bağlı olarak irdelemektedir. Bununla birlikte, kitabın odak noktasını oluşturan mülteci krizinin Avrupa’ya etkisi, Avrupa devletlerinin mülteci krizine yaklaşımları ve mülteci krizinin Avrupa’da aşırı sağın yükselmesine olan yansımaları sosyal inşacı perspektiften incelenmektedir. Bu çerçevede, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağ partiler ideolojik olarak nasıl bir dönüşüm geçirmişlerdir? Bu çerçevede, “İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağ partiler ideolojik olarak nasıl bir dönüşüm geçirmişlerdir?”, “Aşırı sağ partilerin yükselişini etkileyen ve Avrupa’da göçmenlere/mültecilere karşı hoşgörüsüzlüğün altında yatan etkenler nelerdir?”, “Tarihsel süreçte AB’nin karşı karşıya kaldığı kriz dönemleri, aşırı sağ partiler açısından nasıl bir hareket alanı yaratmıştır?” ve “Aşırı sağ partilerin, başta mülteci krizine yönelik olmak üzere, temel politika hedefleri nelerdir?” sorularına cevap aranmıştır.
Şenol Korkut This book subjects the basic dynamics of the Muslims of Bosnia and Herzegovina to a new reading through the memories of Alija Izetbegović (1925-2003), one of the most important Muslim intellectuals of the twentieth century. Izetbegović's pursuit of truth in his childhood and youth and his attitude towards the ideologies around him are taken in terms of the way a Muslim intellectual was brought up in the modern world. In the second part of the study, the importance of the Islamic Declaration for the current Islamic world, how to keep the Muslim identity alive under all conditions and the Islamic method to be developed for the policies of a dimming the Muslim identity are examined. In the third part of the study, the importance of a Muslim party on the basis of the SDA and the principles to be derived from the struggle for existence during the Bosnia-Herzegovina war were examined. In the last part of the study, the current situation in Bosnia and Herzegovina after Dayton is discussed. The book seeks to construct a modern Siyāsatnāmeh based on the memories of Izetbegović.
Arif Bağbaşlıoğlu Bu kitap, NATO'nun Soğuk Savaş sonrası stratejisinin ilk uygulama örneklerinin yaşandığı Balkanlar ile İttifak'ın ilişkisine odaklanmaktadır. Bu çerçevede NATO'nun dönüşüm sürecinin değerlendirilmesi, Barış İçin Ortaklık Programı'nın NATO'nun genişlemesine ve Balkan ülkelerine olan etkisinin incelenmesi, Yugoslavya'nın dağılma sürecinde NATO'nun gerçekleştirdiği faaliyetlerin Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik kurumlarına yönelmelerini nasıl etkilediğinin açıklanması ve güncel gelişmeler ışığında Türkiye'nin İttifak içerisindeki mevcut konumunun değerlendirilmesi çalışmanın alt amaçlarını oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş sırasında NATO'nun pasifliğini vurgulamak için kullanılan No Action Talk Only (NATO, Eylemde Bulunmaz Sadece Konuşur) ya da Not After Two O'clok (NATO, Öğleden Sonra 2'den Sonra Çalışmaz) gibi alaycı ifadeler Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO'yu tarif etme açısından yetersiz kalmışlardır. Bu dönemde, NATO'nun güvenlik algılamasında, askerî unsurların yanında siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların da bulunması, İttifak'ın mücadele ve müdahale alanını giderek genişletmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) dış politikasındaki hedef ve eğilimlerin NATO'nun hedef ve eğilimlerine dönüşebilme potansiyelinin yüksek olduğu genel olarak gözlemlenen ve büyük ölçüde kabul gören bir değerlendirmedir. Bu çalışmada da, özellikle Soğuk Savaş sırasında ve 1990 ile ABD'nin Irak müdahalesini gerçekleştirdiği 2003 yılına kadar olan dönemde, ABD dış politikası ile NATO'nun ilgi, faaliyet ve söylemlerindeki değişim arasında doğru bir orantı olduğu kabul edilmektedir. Ancak son zamanlarda, ABD ile Avrupa Devletleri, özellikle de Almanya arasında NATO'nun rolü ve hedefleri açısından farklı tutumların varlığı ve Türkiye-ABD arasındaki müttefiklik ilişkilerinin sorgulanmasına sebep olan gelişmelerin yaşanmakta olduğu da unutulmamalıdır. Bu hususlar dikkate alındığında, bu çalışmanın temel iddialarından biri de mevcut konjonktür dâhilinde söz konusu doğru orantının ve Soğuk Savaş sonrasında “ortak tehdit”in yokluğunda İttifak'ı ayakta tutan “birlikte çalışabilirlilik (interoperability)”in azalma eğilimi gösterdiği tespitidir.
Ali Kuzudişli, Emine Zeytinli, Gitit Holzman, M. Mustafa Kulu, Ramit Das, Sadık Kirazlı, Semih Gökatalay, Sweta Singh As far as Jewish and Israeli studies in the East, outside of Israel, is concerned, it began to develop as an academic discipline from the 20th century onwards and gained momentum after the establishment of the State of Israel, but it is still not so well-developed as in the West.
From the perspective of history and sociology of knowledge, Muslim East has more advantages in comparison with non-Muslim East, as far as Jewish and Israeli studies are concerned, because Muslim scholars paid serious attention to accumulate knowledge about Judaic knowledge, which they called Israiliyyat. There is the possibility of the emergence of new approaches in the field of Israiliyyat by applying the scientific method to its subject matter. So far the traditional method has been used to study the Israiliyyat. The usage of a new approach and new method will help to transform Jewish and Israeli studies (also called new or modern Israiliyyat) in the Muslim East. In addition, new information about Israel and Judaism should be internalized from the West and the non-Muslim East and incorporated into what the subject already knows.
While the traditional method has been used so far in Israiliyyat, a systematic review of the traditional Israiliyyat approach has not been performed. The sources and methods of knowledge acquisition in the field of Israiliyyat should be subjected to a critical approach to reveal the strengths and weaknesses of old knowledge.
Şenol Korkut Şenol Korkut, Nizâmülmülk'ün Siyaset Felsefesi'nde Büyük Selçuklu Devleti'ne yaklaşık yarım asır hizmet etmiş Nizâmümülk'ün gerek uygulamaları gerekse Siyâsetnâme adlı eserindeki görüşleri bakımından siyaset felsefesini incelemektedir. Nizâmülmülk kalem ve kılıç erbabı arasında inşa edilen denge, Bâtınî/Fâtımî/Nizârî kaynaklı meşhur haberlerle sürekli tacizlere maruz kalan Selçuklu sultanlığı ile Abbâsî hilafetinin işbirliği içinde çalışması, diplomasinin incelikleri, Bâtınî takıyyeciliğe, rüşvete, yolsuzluğa karşı güvenilir habercilik mekanizmalarının merkezden devletin en uç birimlerine değin yapılandırılması, imâr ve iskân faaliyetleri, devlet kademelerinin âdil ve ahlâkî bir zeminde inşa edilmesi, Türkmenlerin İran platolarında iskân edilmesi, 1071 sonrası Anadolu fütuhatının her bölgede nevi şahsına münhasır bir şekilde organize edilmesinin bir parçası olması gibi birçok önemli konuda, tarih boyunca uygulamaları, engin görüşleri, bazı siyasi ve toplumsal sorunlara sıra dışı yaklaşımı itibariyle, ilm-i siyaset sahasında ikinci adamlığın muktedirliği bâbında akla ilk gelen isim olma özelliğini hâlihazırda korumaktadır. Kitapta fitne dönemi ve nizâm-ı âlem düzeni, Bâtınîlikle mücadele, adalet mekanizması ve bürokrasi, istişare kurumu, adil savaş ve barış, medrese atılımı gibi konular Nizâmülmülk başta olmak üzere dönemin İslâm âlimleri Cüveynî ve Gazzâlî'nin görüşlerine de başvurularak tetkik edilmiştir.
Mesut Hakkı Caşın Türk-Rus ilişkileri tarih boyunca, Avrasya bölgesinin genel görünümü ve bu coğrafyadaki güç dengesinin temel ögelerinden birisi, muhtemelen de en önemlisi olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu ile Rus Çarlığı arasındaki ilişkiler ile başlayan bu önemli rekabet, Sovyetler Birliği'nin kuruluşunun ardından ilk başlarda bir işbirliği görünümü kazanmaya yönelmişken, II. Dünya Savaşı ile birlikte, bu defa ideolojik bir ayrılığın etkisiyle de pekişerek kendisini göstermiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Türkiye ile Rusya Federasyonu arasında doğrudan kara sınırı kalmamakla beraber taraflar arasındaki ilişki yoğunluğu azalmamış; aksine Türkiye'nin Kafkasya ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile olan ilişkisi nedeniyle, daha da önem kazanmıştır.
Çoğu zaman çatışma/rekabet, zaman zaman da ortak anlayış/işbirliği olarak ortaya çıkan bu yeni ilişki zemininin iyi anlaşılabilmesi için ülkemizde Rusya'nın daha iyi tanınmasına ihtiyaç vardır. İşte elinizdeki bu akademik çalışma da Rusya'ya bakış açısından bu ikilem içerisinde yerini alan, Rusya'nın bugününü ve geleceğini anlamamıza ışık tutan niteliktedir. Yazar Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın çalışmasında, özel­likle Rusya Federasyonu'nun Vladimir Putin'in Devlet Başkanı olmasının ardından ortaya çıkan durumunu analiz etmeye yönelirken, bu dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için gerekli olan tarihsel arka planı ve kısa geri dönüşleri de kullanmaktadır. Çalışma bu özellikleriyle, Rusya konusunda eksikliğini duyduğumuz çabalara yararlı bir katkı niteliği taşımaktadır.
Ahmet Tülek, Aslı Atasoy, Beril Anılanmert, Derya Berikten, Fatma Çavuş Yonar, Meliha Koldemir Gündüz, Melike Aydoğdu, Murat Kuloğlu, Mustafa Furkan, Nebile Dağlıoğlu, Nurdan Sezgin, Özge Ünlütürk, Rukiye Aslan, Serap Annette Akgür, Soydan Toklu, Yakup Gülekçi Olay Yeri İncelemede Spesifik Alanlar isimli bu eser; adli bir olayda insan, mekân ve zaman ilişkisini çok yönlü açıklayan delillendirme dinamiklerini, bilimsel tabanlı güncel bilgiler ışığında, suçun doğasını anlama ve olay yerinin yeniden yapılandırılmasına odaklanan adli bilimlerin farklı alanları ile çok yönlü açıklamayı hedeflemiştir.
Adli olaylara müdahale eden uzmanların görüşleri alınarak oluşturulan bu kitap; geçmişin kalıntılarını barındıran, karmaşık ve dinamik bir yapıya sahip olan olay yeri incelemenin çözümüne ilişkin nasıl bir bakış açısı sunulacağına odaklanır.
Adli bilimlerin sahadaki uygulamalarına farklı bir bakış açısı sunan, sade bir dil kullanılan ve görsellerle desteklenen bu kitap; aynı zamanda adli bilimler ve hukuk alanlarında eğitimlerine başlayanlar başta olmak üzere üniversite, polis ile jandarma olay yeri inceleme ve kriminal laboratuvarları ile hâkim ve savcılara kaynak kitap olarak kullanılabilecek niteliktedir.
Ayşegül Erdoğan, Beril Anılanmert, Fatma Çavuş Yonar, Halide Nihal Açıkgöz, Harun Şener, Kenan Kaya, Mustafa Furkan, Soydan Toklu, Şengül Doğan, Toygün Anıl Özesen, Türker Tuncer, Yakup Gülekçi Olay Yeri İncelemede Spesifik Alanlar isimli bu eser; adli bir olayda insan, mekân ve zaman ilişkisini çok yönlü açıklayan delillendirme dinamiklerini, bilimsel tabanlı güncel bilgiler ışığında, suçun doğasını anlama ve olay yerinin yeniden yapılandırılmasına odaklanan adli bilimlerin farklı alanları ile çok yönlü açıklamayı hedeflemiştir.
Adli olaylara müdahale eden uzmanların görüşleri alınarak oluşturulan bu kitap; geçmişin kalıntılarını barındıran, karmaşık ve dinamik bir yapıya sahip olan olay yeri incelemenin çözümüne ilişkin nasıl bir bakış açısı sunulacağına odaklanır.
Adli bilimlerin sahadaki uygulamalarına farklı bir bakış açısı sunan, sade bir dil kullanılan ve görsellerle desteklenen bu kitap; aynı zamanda adli bilimler ve hukuk alanlarında eğitimlerine başlayanlar başta olmak üzere üniversite, polis ile jandarma olay yeri inceleme ve kriminal laboratuvarları ile hâkim ve savcılara kaynak kitap olarak kullanılabilecek niteliktedir.
Şadiye Sucu, Ahmet Keser Ülkelerin kamu yönetim sistemleri sıklıkla şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda kamuoyunun eleştirilerine maruz kalmaktadır. Bu eleştiriler bazen küçük çaplı ve sınırlı alanda kalırken bazen de kamuoyunu geniş ölçekte etkisi altına alabilmektedir. Eleştirilere karşı kimi zaman ivedilikle alınan birtakım tedbirlerle tatmin edici cevaplar üretilmiş olsa da çoğu zaman kamuoyunun soruları yanıtsız kalabilmektedir. Bu durum hem kamu yönetim sisteminin temel aktörleri olan bürokratların hem de politikacıların aldıkları karar ve uygulamalarının sorgulanmasına ve bu sorgulamanın şiddetine bağlı olarak da meşruiyet krizlerine neden olabilmektedir. Benzer durumlarda benzer sorunlara çözüm olarak geliştirilmiş; başka ülke, yer ve zamandaki iyi sonuç vermiş uygulamalar, karar alıcı aktörler için ders çıkarılabilecek örnekler sunabilmektedir. Türkiye'de “Kamu Denetçiliği Kurumu” adıyla oluşturulan Ombudsman Kurumu da bu uygulamalardan sadece biridir. Ancak Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'nun, ombudsman kurumlarının uluslararası standartlarında öne çıkan bağımsızlık ve tarafsızlık ilkesini karşılayamaması, akademik camiada Kurumun işlevselliğinin sorgulanmasına neden olmaktadır. Bu çalışmanın bulguları da Kamu Denetçiliği Kurumunun işlevselliğinin, beklentilerin uzağında olduğunu, uluslararası standartların altında kaldığını ve Türkiye'de işlevsellik düzeyi yüksek bir kamu denetçiliği mekanizmasından söz etmenin mümkün olmadığını ortaya koymuştur.
Ali Fuat Gökçe, Alper Aslan, Bayram Coşkun, Burçin Demirbilek, Cenay Babaoğlu, Ceray Aldemir, Çağlar Ezikoğlu, Çiğdem Akman, Çiğdem Pank Yıldırım, Elvettin Akman, Emine Çeliksoy, Eyüp Şen, Fatma Dağlı Erdoğan, Handan Boyalı, Harun Kırılmaz, Metin Özkaral, Murat Okcu, Pelin Babaoğlu, S. Mustafa Önen, Seda Kulu, Selin Engin, Sema Sarı, Serkan Gündoğdu, Tekin Avaner, Uzman Nurullah Güngör, Onur Kulaç, Adnan Kalkan 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kamu yönetiminin dünyadaki değişme ve gelişmelere uygun olarak yeniden yapılandırılması ihtiyacı kapsamında devlet aygıtı karşısında bireyin kötü yönetime karşı korunması ve bireyin hak ve özgürlüklerinin savunulması amacıyla kamu hizmetlerinin sunumunun her aşamasıyla değerlendirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Bu doğrultuda halkın idareden kaynaklı şikâyetlerini en aza indirecek bir yönetim anlayışının yerleştirilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmış ve bugün 200’den fazla ülkede ombudsmanlık kurumları kurulmuştur. Gelişen süreçte vatandaşların beklentileri ve ihtiyaçları da dikkate alınarak genel ombudsmanlık kurumlarının yanında “Basın Ombudsmanlığı, Tüketici Ombudsmanlığı, Askeri Ombudsmanlık, Üniversite Ombudsmanlığı, Sağlık Ombudsmanlığı, Yatırım Ombudsmanlığı, Engelli Ombudsmanlığı, Kadın, Çocuk ve Aile Ombudsmanlığı, Yerel Yönetimler Ombudsmanlığı, Çevre Ombudsmanlığı, Konut Ombudsmanlığı, Kentsel Dönüşüm Ombudsmanlığı, Enerji ve Maden Ombudsmanlığı, Tüketici Ombudsmanlığı ve İş Ombudsmanlığı” gibi pek çok özel amaçlı ombudsmanlık kurumları ihdas edilmiştir.
Ombudsmanların temelde özel amaçlara uygun bir şekilde yetkilendirilmesi ve bu spesifik alanlarda uzmanlaşmaları beklenmektedir. Bu tür ombudsmanlardan beklenen yalnızca kendi görev alanına giren konuları incelemek, araştırmak ve o konulardaki uyuşmazlıkları çözmeye çalışmaktır. Özel amaçlı ombudsmanlar ile genel amaçlı ombudsmanlar arasında yetkileri ve görev alanları bakımından farklar vardır. Özel amaçlı ombudsmanlar ya belli bir alanda meydana gelen uyuşmazlıkları (örneğin, askeri konular) ya da belirli kişilerden gelen şikâyetleri çözmekle görevlendirilmiştir. Ülkelerde yalnızca genel amaçlı ombudsmanlar olabildiği gibi özel amaçlı ombudsmanlar ya da hem genel amaçlı ombudsman hem de özel amaçlı ombudsmanlar bir arada bulunabilmektedir.
Bu kitapta; dağınık ve kısıtlı olduğu ifade edilen özel amaçlı ombudsmanlık türlerinin uygulanmasına katkı sağlamak amaçlanmaktadır. İlk ve son bölüm hariç her bir bölümde farklı özel amaçlı ombudsmanlık tür ve uygulamalarının derinlemesine incelenmesi yapılmış, farklı bağlantı modelleri ile uluslararası örnekler ortaya konularak karşılaştırma yapılmış, Türkiye’deki durum ve uygulanabilirlikleri değerlendirilmiştir. Ayrıca sorun alanları ve çözüm önerileri de ilgili bölümlerde işlenmiştir.
Ali Açikgöz, Aliyev Adalat, Aliyev Goshgar Jalal, Aliyeva Ruhengiz, Anıl Çağlar Erkan, Aziza Syzdykova, Bimendiyeva L. A., Botokanova Gulnara, Elnur Allahverdiyev, Emiliya Uzun, Fərahilə Fazil, Filiz Değer, Gökay Karaduman, Gökhan Dönmez, Gulnara Murzakhmedova, Gulshan Sadyralieva, Hakan Kaya, Ibrahimli Lale, Merve Suna Özel Özcan, Nurzhan Shabieva, Osman Ercan, Ruzmanova Rokhila Usmanovna, Samir Humbatov, Saparbayev Abdizhapar, Serdar Yilmaz, Sina Kisacik, Sultanov Tulkin Irgashevich, Temerbulatova Zh.S., Tulegenova M., Yerkebulan Sapiyev, Yılmaz Ulvi Uzun, Yücel Özden, Zeynep Deniz Altinsoy, Zoltán Egeresi The Organization of Turkic States, which is based on the reflection of a common historical and cultural disposition, has been taking firm steps towards becoming a global power as well as developing cooperation between member countries since its establishment. The increasing interaction of the Turkish States, which gained their independence after the dissolution of the Soviet Union, contributed to their gathering under a common roof today and finally to be mentioned as stakeholders in various fields, especially in economic, political and cultural cooperation. Based on the interaction of the member states of the Organization of Turkic States in different fields, this book has processed the Organization of Turkic States from the perspective of economic, political, and cultural influences. This book, which emerged because of a collective work, aims to contribute to the development process of the Organization of Turkic States, as well as to present current developments with theoretical and empirical applications to researchers who are interested in this field, and to contribute to the literature.
Mehmet Ünal Orman Hukuku’nun üç temel konusu bulunmaktadır. Bunlar inceleme konularıyla beraber; Ormanlar üzerindeki yetki ve bunu hukuki niteliği (Maddi Orman Hukuku), Orman sınırlarının belirlenmesi; Kadastro (Şekli Orman Hukuku), Orman varlığına karşı işlenen suçlar (Orman Ceza Hukuku)dır. Konular parantez içerisindeki başlıkları ve açıklayıcı içerikleriyle üç bölüm altında işlenmiştir. Bu biçimiyle eser bir taraftan öğrencilerin, diğer taraftan uygulayıcıların yararlanabileceği bir çalışma haline getirilmiştir.
Abdulgani Bozkurt, Behice Canatan, Betül Yasemin Keskin, Birkan Kemal Ertan, Canan Özge Eğri, Erhan Akkaş, Furkan Yıldız, Güldenur Çetin, Hakan Ünay, Halil Kürşat Aslan, Haris Ubeyde Dündar, İsmail Köse, M. Tahir Kılavuz, Mesut Özcan, Murat Aslan, Murat Çemrek Arap ayaklanmaları ülke içi siyasal sistemleri sarstığı kadar bölgedeki tüm devletleri de
etkilemiştir. Arap dünyasında yaşanan bu değişimler Ortadoğu bölgesine olan ilgiyi de artırmıştır. Ayaklanmalarının ortaya çıkış sebepleri ve sonrasında yaşanan gelişmelerin nedenleri merak konusudur. Ortadoğu devletlerinin iktisadi ve siyasal yapılarını anlamak bu noktada önemli hale gelmiştir. Yaşanan olaylar ve tarihsel bağlam içerisinde ekonomik ve siyasal konjonktürün bağlamın birlikte analiz edilme ihtiyacı, elinizdeki çalışmanın ortaya çıkışında temel motivasyon kaynağıdır. Bu kitapla, Orta Doğu'nun siyasal ve ekonomik gerçekliğine dair tekil örneklikler yerine daha geniş bir perspektif sunulması hedeflenmiştir. Tarihi tecrübeler ışığında bölgenin siyasal ve ekonomik fotoğrafı birlikte çekilmektedir. Bu kapsamda, ekonomi politik perspektiften kapsamlı bir çalışma olarak bu kitap, son yıllarda bölgedeki gelişmelere dair artan ilgiye cevap vererek, okuyucuya
katkı sunacaktır.
Ahmet Sapmaz, Burak Şakir Şeker, Canan Orhan Gönül, Cihat Yaycı, Doğan Şafak Polat, Emine Kılıçaslan, Emirhan Kaya, Fahri Erenel, Ferda Özer, Ferdi Güçyetmez, Gülden Gül, Hasret Çomak, Hatice Yaprak Civelek, Hulusi Ekber Kaya, Huriye Yıldırım Çinar, Hüseyin Çelik, İdris Turan, İrem Nart, Mesut Şöhret, Muhammet Fatih Özkan, Murat Koray, Murat Yorulmaz, Oğuz Taner Hacıfazlıoğlu, Özkan Gönül, Selen Akan, Serdal İlbaş, Sibel Kavuncu, Sina Kısacık Orta Doğu sadece bugün değil tarihin her döneminde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından insanlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir kavşak noktası olan Orta Doğu, sadece doğal kaynakların ve ticari malların aktarıldığı bir yer değil aynı zamanda inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin birbiriyle kavuştuğu ve aktarıldığı bir geçiş noktası olmuştur.
Orta Doğu'nun jeopolitik yapısı ve özellikleri, bölgenin dünya politikasındaki yerini ve önemini korumakta ve güçlendirmektedir. Orta Doğu; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği merkezî noktada bulunmaktadır. Soğuk Savaş Dönemi'nde Orta Doğu bölgesinin jeopolitik ve jeoekonomik önemi uluslararası rekabetin ve çatışmanın dinamiğini oluşturmuştur.
Soğuk Savaş sonrasında Orta Doğu'nun jeopolitik önemi, uluslararası enerji kaynaklarının ve enerji intikal yollarının kontrolünü yeniden gündeme getirmiştir.
Küresel aktörlerin; 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde Orta Doğu'daki ilgisi askerî, ekonomik, siyasal açıdan en yüksek noktaya ulaşmıştır.
Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına girdiğimiz bu dönemde Orta Doğu ile ilgili belirleyici ve yönlendirici politikalar izlemesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu kapsamda mevcut politikalar yeniden gözden geçirilmeli, güncelleştirilmeli ve geliştirilmelidir.
Fatma Kurt Sarıaslan Ana merkezi dış politika olan bu çalışmada, Orta Doğu ülkelerinden İran, Suriye, Irak, İsrail, Lübnan, Mısır, Yemen, Filistin ve Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkiler tarihsel bir perspektifle ve bölgede geçmişten günümüze dek yaşanan krizler ekseninde incelenmektedir. Okuyucu bu kitapta, bölge ülkeleri ile Türkiye arasındaki siyasi ilişkilerin geçmişten günümüze kadar gelişiminin izini sürerken, aynı zamanda tarihten günümüze bölgede yaşanan önemli krizlerin de öyküsünü Türk Dış Politikası bağlamında okuma fırsatı bulacaktır. Bu bağlamda kitapta, Süveyş Krizi’nden Filistin meselesine, İran-Irak Savaşı’ndan su sorununa, Lübnan ve Yemen iç savaşlarından Körfez savaşlarına, Arap isyanlarından Mavi Marmara Saldırısı’na, Tahrir Devrimi’nden Kaşıkçı Cinayeti’ne, Suriye Krizi’nden Barış Pınarı Harekâtı’na kadar bölgedeki tarihsel ve güncel muhtelif konular Türk Dış Politikası ve ikili siyasi ilişkiler çerçevesinde okuyucuya sunulmaktadır.