İslam Tarihi ve Sanatları \ 1-2
Abdullah Çakmak Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs şehri, M.Ö. 4000'li yıllara kadar uzanan kadim bir tarihe sahiptir. Bu dinlere mensup devletlerin Kudüs'teki farklı dönemlere ait hâkimiyetleri, şehirde üç dine ait kutsal mekânların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
1517'de Osmanlı hâkimiyetine giren Kudüs'te devlet tarafından gerçekleştirilen çeşitli imar faaliyetleri şehrin yaşam kalitesini yükseltmiştir. 1917'ye kadar süren bu hâkimiyet süreci içerisinde Kudüs için kırılma noktalarından biri Fransızların 1798 Mısır işgaliyle başlayan ve 1841'de Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanının sonlandırılmasına dek devam eden süreçtir. Vehhabi ve Yunan isyanları gibi devletin farklı bölgelerindeki sıkıntıların bu zaman diliminde ortaya çıkması, farklı milletleri bir arada barındırmasından dolayı Kudüs’ün bu olaylardan, dolaylı yoldan etkilenmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1798-1841 yılları arasında Kudüs'te uyguladığı siyaseti konu edinen bu çalışmada; yaşanan siyasi olaylar ve idari değişiklikler, devletin Müslümanlara yaklaşımında öne çıkan faaliyetler, devletin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve halkın devletle olan irtibat yolları incelenmiştir.
Hamdi Çilingir İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, vakıf kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Özünü İslam'daki sadaka anlayışından alan ve tarihsel süreç içerisinde gerek yaygınlık gerek kurumsallık açısından diğer sadaka türlerine göre büyük bir gelişim seyri gösteren vakıf müessesesi İslam dünyasını karakte-rize eden bir kurum hâline gelmiştir. Öyle ki tarihsel süreçte İslam toplumlarının hayatından vakıf müessesesi çıkarılsa bu toplumların siyasi, sosyal, kültürel, hukuki ve iktisadi hayatlarını eksiksiz ve bütüncül bir şekilde kavramak pek mümkün olmazdı. Çok boyutlu ve etkin bir kurumu 40 soruya sığdırmak mümkün olmasa da bu çalışma vakıf müessesesinin hukuki ve iktisadi yönlerini ön plana çıkararak belli sorular etrafında okuyucuya vakıf müessesesinin kısa ve açık bir resmini vermeye çalışmaktadır.
Pınar Şahin Hz. Peygamber'in Veysel Karanî'ye hediye ettiği hırkasının muhafazası için inşa edilen Hırka-i Şerif Camisi, manevi değeri ve tasarım ilkeleri açısından Osmanlı mimarlık tarihinde özel bir yere sahiptir. Sultan I. Ahmed döneminde İstanbul'a yerleşen Üveysî Ailesi'nin himayesinde olan Hırka-i Şerif başlangıçta mütevazı bir hücrede sergilenmekteydi. Sultan Abdülmecid döneminde adına yakışır bir ziyaretgâh ve ibadet mekânına sahip olması için bulunduğu alanda; cami, Hırka-i Şerif Dairesi, Üveysî şeyhlerine ait konak ve koruma amaçlı karakoldan oluşan küçük bir külliye inşa edilir. Planları dönemin Ebniye Müdürü Seyyid Abdülhalim Efendi tarafından hazırlanan yapıda cami ile Hırka-i Şerif hücresi birleştirilerek benzersiz bir form ortaya çıkarılmıştır. Hırka-i Şerif Camisi üzerine günümüze kadar yapılan yayınlar eserin sanatsal özelliklerine odaklanmış, mimarı ve inşa süreci yeterince aydınlığa kavuşturulamamıştır. Osmanlı arşiv kayıtlarından uzun ve yorucu bir araştırma ile ortaya çıkarılan belgeler ışığında kaleme alınan bu çalışmada Hırka-i Şerif Camisi'nin bütün evreleri detaylı olarak anlatılmaktadır. İnşaat keşif defterlerinden elde edilen bilgilerle kullanılan malzeme ve işçi ücretlerine ilişkin maliyetlerin yanında mimarının kim olduğu ilk kez okuyucuya sunulmaktadır.
H. Mehmet Soysaldı Kur'ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ'nın yeryüzüne indirdiği son ilâhî kitaptır. Kendisine uyanları ebedî kurtuluşa eriştiren evrensel ilke ve değerler ihtiva etmektedir. Yüce Allah, “Şüphesiz ki Zikr'i (Kur'ân-ı Kerîm'i) biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr 15/9) buyurarak Kur'ân'ı tebdil ve tahriften/değişiklikten uzak tutacağını beyan etmektedir. Nitekim bu yüce kitap, günümüze kadar değişmeden geldiği gibi kıyamete kadar da aynı yoldan ve değiştirilmeden, orijinalliğini yitirmeden gidecektir.
Kur'ân'ın tek harfine bile dokunulmadan günümüze kadar nasıl geldiği, çoğu insanın ilgisini çeken bir husustur. İşte, elinizdeki bu mütevazı eserde Kur'ân tanıtılmakta ve nüzulünden günümüze kadarki seyri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Talat SAKALLI Çağımızda, hadis/sünnet değerlendirilip yorumlanırken genellikle indirgemeci, seçmeci tavır benimsenmektedir. Sünneti hayat geçirme noktasında da hadis veya genel anlamda naslar siyasî veya hissî düşüncelere kurban edilmektedir. Basmakalıp sathî bakış açısı ile temel delillere yaklaşılması, daha kötüsü, bu deliller zevkçi, bencil ideolojilerin dayattığı dünya görüşünün kısır ve dar çerçevesinde değerlendirilmesi, Müslümanları hakikatten uzaklaştırmaktadır. Nitekim bazı çevrelerde hadisler, –haliyle ayetler bile- kuralı kaidesi olmayan oldukça serbest yorumlara tâbi tutulmaktadır. Bazı yorumlar, İslam kültür tarihinde aşırı uç kabul edilen Şiî veya Batınî fikirleri bile aratacak kadar ilmîlikten uzak yapılmaktadır. Hele hadislerin tenkidinde kuralsız ve usulsüz davranılması, İslam ülkelerinde kabul görmemektedir. Bu açıdan, İslam'ı, çağın idrakine sunarken, önce kurallar koyup o kurallara nasları uydurmak yerine, Kur'an ve sünnetleri esas alarak prensipleri çıkarmak daha gerçekçi olacaktır.
Müslüman vicdanında kabul görecek yeni bir medeniyetin oluşmasına katkı sağlayacak çabaların başında şüphesiz Hadis ilmiyle ilgili çalışmalar gelmektedir. Hadislere anlam yüklerken, Aynî'nin Umdetü'l-Kârî isimli muazzam eserinde takip ettiği yöntem gibi klasik şerh usul veya yöntemlerinin yanı sıra, hadisin bütün bağlamlarını tespit etmeden yorum yapmamaya da dikkat etmek ve Aynî'nin de esas aldığı gibi, Usul ilimleri başta olmak üzere, İslam ilimleri ile günümüz ilimlerinin tamamından istifade etmek gerekmektedir. Bu doğru yöntem ile elde edilecek fikirlerin Müslüman gönlünde yer bulacağına inanıyoruz.
İşte Aynî gibi şerh geleneğimizin emsalsiz örneklerinin anlaşılması, tanıtılması ve tutarlı yöntemlerinin ilmî hayata aktarılarak günümüz ilimleri ile yoğrulması, çağdaş İslam dünyasının yeni bir medeniyet liderliğine soyunmasına da sebep olabilecektir. Elinizdeki şu kitabın da, bu kutlu yolda bir nebze katkısının olmasını ümit ederiz.
Ayhan Çetin, Ayşe Hilal Kalkandelen, Harun Yıldız, Hasan Telli, Mehmet Ünal, Mohamadou Aboubacar Maıga, Orhan Derman, Şabanali Ahmed, Ülkü Hilal Bilek Türk İslam tarihi ve coğrafyasının ayrılmaz parçalarından biri de Balkan tarihi ve coğrafyasıdır. Balkan coğrafyasına Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Uzlar gibi Türk asıllı unsurlar İslamiyetten önce gelip yerleşmiştir. Balkanlar'ın İslamiyet ile tanışması Osmanlı öncesinde gerçekleşmiş, ancak İslamın bu coğrafyada yayılması daha çok Osmanlı döneminde yaşanmıştır. Fetihle beraber bölgeye yoğun bir Türk iskânı başlamış ve Türk-İslâm kültür ve medeniyeti bu coğrafyaya taşınmıştır. Osmanlılar burada farklı din ve ırkta yaşayan insanlar arasında birlikte yaşama kültürüne ve politikasına önem vermiştir. Balkanlar'da böylece Osmanlı şemsiyesi altında asırlarca süren bir barış ve huzur ortamı yaşanmıştır. Günümüzde Balkanlar'daki Türk İslam medeniyetinin mirası üzerinde yapılacak çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihe bir iz bırakmak amacıyla biz de Balkanlar'da İslam konusuna farklı bakış açıları ve konularıyla katkı sağlamaya çalıştık. Bu kitapta, değerli akademisyenler/yazarlar tarafından yazılan; “Balkanlar'da İslamın Yayılışının Temel Dinamikleri”, “Balkan Coğrafyasında Alevilik-Bektaşilik: Farklı Ocak ve Sürekler”, “Selefiliğin Balkan Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel ve Dinî İmajı”, “Bulgaristan'da Vahhabilik-Selefilik”, “Makedonya'daki Türklük”, “Makedonya'da Türkçe'nin Yaşatılması”, “Arnavutluk'ta Enver Hoca Dönemi ve Sonrasında İslami Hayat”, “Balkan Kökenli Divan Sahibi Şairlerin Tarikat Bağlantıları”, “16. ve 19. Yüzyıllarda Balkanlar'da Seçilmiş İslami Şiirleri Üzerine Stilistik Bir İnceleme” ve “Erzurum'dan Bosnalı Bir Âlim Geçti” başlıklı çalışmalara yer verilmiştir.
Mizanur Rahman İslamın ilk dönemlerinden itibaren Müslümanların İslamın yayılması için göstermiş olduğu çabanın bir sonucu olarak 712 yılından itibaren Hint alt kıtasına askerî, ticari ve siyasi bazı girişimlerde bulunulmuştur. İslamlaşma hareketlerinin başlaması ile de 1203'te Bengal bölgesi fethedilmiştir. Bölge farklı Müslüman hükümranlıklara ev sahipliği yapmış ve siyasal zeminin uygunluğu bölgenin önemli bir göç merkezi hâline gelmesini sağlamıştır. Ayrıca doğal kaynakların zenginliği, ticaret olanaklarının ve iş imkânlarının fazlalığı nedenleriyle ticari bir hüviyet de kazanan bölgede böylelikle ciddi bir Müslüman nüfus oluşmuş ve İslami çalışmalar birçok yönüyle önemli ölçüde yaygınlaşmıştır. Bunların en önemlilerinin başında ise hiç şüphesiz çeviri ve özellikle de meal çalışmaları gelmektedir.
Bangladeş, Arakan ve Hindistan'ın birkaç eyaleti dâhil olmak üzere yaklaşık üç yüz milyon insan, beş bin yıllık eski bir tarihe sahip olan Bengalce konuşmaktadır. Toplam nüfusun çoğunluğunun Müslüman olması hasebiyle Kur'an-ı Kerim'in Bengalce tercümesinin geliştirilmesi zamanın bir ihtiyacı olarak görülmüştür. Bu arada Bengalce Kur'an-ı Kerim'in çeşitli tercümelerinin yanı sıra bazı tefsirler de yayınlanmıştır. Bu minvalde dünyanın en ünlü Arapça tefsirlerinin çoğu Bengalceye çevrilmiştir. Hâlihazırda Kur'an-ı Kerim'in elliden fazla Bengalce çevirisi bulunmaktadır. Bu çevirilerin bazıları kurumsal, bazıları ise şahsi olarak yapılmıştır. Neticede yaklaşık yedi yüz yıllık süre zarfında Bengalce meal çalışmaları farklı birçok özellikleriyle günümüze kadar ulaşmıştır.
Zeki Tez Bu kitapta, Orta Çağ İslam dünyasında bilim ve tekniğin durumu, her bir bilimsel ve teknik uğraş alanı ayrı ayrı ele alınarak sergilenmeye, bu konularda bütünsel bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kitaptaki konular genelde İslamiyetin doğuşundan 16. yüzyılın başlarına dek ele alınmakla birlikte, yer yer daha önceki ve sonraki dönemlerle de bağlantılar kurulmuştur. Bu döneme kısmen girebilecek olan Osmanlı bilim ve tekniğine ise yer verilmemiştir. Daha çok fen bilimleri ve teknik konular ele alınmıştır. Kitabın yazılmasında yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan yararlanılmış, çeşitli bilim insanlarının adları Arapça ya da Batı dillerindeki yazımından ziyade Türkçeye uygun olarak ifade edilmiş ve kitapta mümkün olduğunca anlaşılır bir yazım dili kullanılmaya çalışılmıştır. İlk basımı 2001 yılında yapılan kitabın genişletilmiş ve yenilenmiş ikinci baskısının alana ve tüm okurlara katkı sağlaması dileğiyle…
Tuğba GÜLER BOZKAYA Eğitimde drama; insanın kendini başkalarının yerine koyarak çok yönlü düşünmesini sağlayan, bireyin eğitim ve öğretimde aktif rol almasını, kendini ifade edebilmesini sağlayan, yaratıcı ve araştırıcı olma istek ve duygusunu geliştiren çağdaş bir eğitim yöntemidir. Bu sebeple drama yöntemi din ve ahlak eğitiminin genel amaçlarını gerçekleştirmede rahatlıkla kullanılabilecek bir yöntemdir.
Din ve ahlak öğretiminde drama yönteminin kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlamak ve bu yöntemi uygulamada zorlanan eğitimcilere yardımcı olmak amacıyla hazırlanan bu kitap, teorik ağırlıklı bir çalışmadır. Ancak din ve ahlak öğretimi konularını uygulanışı, ders planlarına benzer bir şekilde ele alınarak etkinlikler başlığı altında uygulamalı olarak gösterilmiştir.
Bu çalışma; eğitim fakültelerinin sınıf öğretmenliği, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümlerinde okuyan öğrenciler için ayrıca ilahiyat fakülteleri ve tüm din eğitimi öğretmenlerine, Kur’an kursu öğreticilerine yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.
Reşat Uğur Karacan Müslümanlar, dokuz yüz üç yıl (711-1614) boyunca İspanya Krallığı'ndaki varlıklarını sürdürerek yarımadaya önemli bir kültür mirası bırakmışlardır. Bu dönemin son yüz on yedi yılına (1492-1609) Kraliyet ve engizisyonun asimilasyon politikaları ve propaganda faaliyetleri damga vurmuştur.
Granada'nın 1492 yılında İspanyollar tarafından ele geçirilmesinden sonraki dönemde Müslümanlar, iktidar tarafından kademeli olarak zorla vaftiz edilmiş ve Moriskolar (küçük Müslümanlar) olarak adlandırılmaya başlanmışlardır. Yüz yılı (1499-1609) aşkın bir süre uygulanan asimilasyon politikalarının beklenen sonucu vermemesi üzerine Moriskolar, İspanya Krallığı'ndan Kuzey Afrika ülkelerine sürülmüşlerdir (1609-1614).
Bu kitap; Moriskoların asimilasyon süreçlerini ve toplu sürgünün nedenlerini irdelemeyi amaçlamıştır. Kitapta, İspanyol yazar Rodrigo de Zayas'ın kişisel kütüphanesinde bulunan Holland Arşivi'nin (1542-1609) ilgili belgeleri incelenmiştir. Ayrıca Valencia Krallığı'ndaki Moriskolarla ilgili engizisyon raporları ve Kraliyet mektuplarını barındıran Holland Arşivi'ne ek olarak birçok farklı kaynaktan da faydalanılmıştır.
Adem SOLAK, Enver SARI, Mahir ÖZKAN, Veysel SÖNMEZ
Mehmet Sürmeli Allah'tan almış olduğu dini tebliğ etmek, kapalılıkları açıklamak, dinî hükümlerin nasıl yaşanacağını fiilî olarak göstermek ve hüküm olmayan konularda sorunları çözmek için hüküm koymakla yetkili olan Hz. Peygamber'i “kendi öz oğullarından bile iyi tanımakla” görevli olan insanlar, O'nu İslâm'ın temel kaynaklarından öğrenmek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hissederek biz de bu çalışmamızda Hz. Muhammed'i, Kur'an-ı Kerim, hadis ve hadis ilminin rivayet usulünü / metodunu kullanan İslâm tarihi kaynaklarından tanıtmayı uygun bulduk. Amacımız bir siyer çalışmasından çok, insanın en önemli güvenlik alanı olan iman konusuyla ilgili Hz. Muhammed'in emirlerini, Hz. Peygamber'in ahlaki özelliklerini ayetler ve hadislerle ele alıp peygamberlik görevini yerine getirmedeki işlevsel alanıyla ilgili bilgiler vermektir. Resulullah'ı tanımaya çalışırken anladıklarımızı Müslümanlarla paylaşmaktır.
Abdurrahman Güneş, Elif Nur Sandilaç, Emine Nurefşan Dinç, Emrah İstek, Esra Doğan Turay, Esra Doğan Turay, Hasan Yavuz, Mohamadou Aboubacar Maiga, Nihal Şahin Utku, Nurettı̇ n Gemı̇ci, Ömer Elbeyli, Zehra Gözütok Tamdoğan Samîlerin kadim dinî sembollerinden, dünya tarihinin en önemli nüfus hareketliliği ve süreklilik arz eden yolculuklarından olan hac, tarih boyunca birçok zorluğu içinde barındırmakla birlikte hacı adayını ve dolayısıyla onun çevresini maddi ve manevi açıdan etkilemiştir Hac, Müslüman fert için dinî bir görev olmasının yanı sıra içtimai olarak bir ümmet bilinci oluşturan önemli bir ibadettir. Hz. Peygamber'in tebliğiyle birlikte hac, aslına döndürülmüştür. Bundan sonraki süreçte yönetimi elinde bulunduranlar, bu bölgeyi tüm dünya Müslümanlarının bu görevlerini rahat ve emniyetli bir şekilde icra etmeleri ve kazandıkları dinî, ilmî ve içtimai tecrübeleri kendi bölgelerine taşıyabilmeleri için gayret sarf etmişlerdir. Gerek kutsal topraklara gerekse yol boyunca inşa ve imar faaliyetleri sürekli devam etmiştir. Bu faaliyetler de başta idareciler olmak üzere halkları da teşvik etmiş, çeşitli vakıflarla kutsal topraklar canlı tutulmuştur. Kutsal topraklara yapılan bu seyahatlerde hacıların bazıları ise yaşanılan bu iletişimi, yazdığı eserlerle tarihe not düşmek istemiştir. Bu seyahatnamelerde; yol boyunca görülen şehirler, beldeler, köyler, bunların sahip olduğu maddi manevi unsurlar, karşılaşılan âlimler, devlet ricali, çeşitli inanışlar anlatılmaktadır. Menâzilü'l-hac ve menâsikü'l-haccı da ihtiva eden bu eserler müelliflerinin kendi kişisel tespit ve tasvirleriyle oldukça zengin birer külliyata dönüşmüştür. Dolayısıyla hacı adayının ve haccını eda etmiş ferdin bu yolculuğu kayıt altına alması mekânları içtimai, kültürel, iktisadi açıdan tasavvur edilir hâle getirirken Müslüman kültürde özellikle ilim rıhlelerini de içinde barındıran bir faaliyet alanı oluşturmuştur.
Bu çalışma içindeki bölümler, haccın hemen hemen tüm başlıklarını içermektedir. İlgilenenlere ve alanda çalışma yapmak isteyenlere farklı ufuklar açacağına dair inancımızla sizlere takdim etmekteyiz. Gayret ve ümit bizden, takdir ve hikmet Allah'tandır.
Adil Yavuz Ana hatlarını Kur’an ve Sünnet’in belirlediği İslâm’ın anlaşılmasında bu kaynaklara müracaat kaçınılmaz bir zorunluluk arz etmektedir. Hz. Muhammed (sas) vasıtasıyla insanlığa tebliğ edilip açıklanan dinin kavranabilmesi için ayetlerin hangi zaman ve zeminde, hangi ortamda vahyedildiklerinin, hadislerin hangi şartlar altında dile getirildiklerinin tespiti büyük bir önem taşımaktadır. Asr-ı Saadet’in Mekke ve Medine döneminde nazil olan Kur’an ayet ve sureleri önemli ölçüde tespit edilmiş ve onların yorumlanmasında bunlar dikkate alınmıştır. Ancak İslâm’ın ikinci kaynağı olan sünnet ve hadisler için böyle bir tespit yapılmamıştır. Bunun ortaya konulmaması sebebiyle, onların anlaşılıp yorumlanmasında bu önemli ayrıntı yeterince dikkate alınmamıştır. Prof. Dr. Adil Yavuz’un kaleme aldığı Hadislerde Mekkîlik ve Medenîlik isimli eser, rivayet ilimlerinin kendisine yardımcı olabilecek verilerinden de istifade etmek suretiyle hadislerin mekkîlik ve medenîliğinin belirlenmesi için bir ana çerçeve oluşturmayı ve bunun tespitini sağlayabilecek karineleri ortaya koymayı hedeflemektedir.
Ömer Aydın Miladi 11. yüzyıl, İslam dünyasında Bâtınilerin en fazla nüfuz alanı bulabildikleri zaman dilimini oluşturmuştur. Bu yüzyılda Bâtınilik Yeni Eflatunculuk başta olmak üzere Gnostik akımlardan beslenmek suretiyle Sünni çevreler üzerinde derin bir nüfuza sahip olmuştur. Bu yönüyle de din eğitimi yetersiz olan toplumun büyük halk kitlelerini günümüzde olduğu gibi eskiden de kolay bir şekilde etkilemesi açısından toplumsal nizamı tehdit eder bir yapıya sahip olmuştur. Bu yüzden de dönemin Selçuklu Devleti, Sünni İslam dünyasının hamisi ve hâkimi olarak bu tehlikeyi bertaraf edecek politikaları devreye sokmaya karar vermiştir. Nizamülmülk, bu konudaki politikaların gerek planlayıcısı gerekse uygulayıcısı durumunda olmuştur. Elbette ki bu mücadelede Selçuklular, Nizamülmülk, Gazali ve Hasan Sabbâh isimleri ön plana çıkmış, dolayısıyla da merkezî bir konuma yerleşmişlerdir. İşte sunmuş olduğumuz bu eser, Sünni-Bâtıni mücadelesine farklı bir bakış tarzı getirmek amacıyla kaleme alınmıştır.
Ayşegül Yelmer Mekke, Medine, Kâbe-i Muazzama; Müslümanlar için tartışmasız en mukaddes mekânlardır. Yüzyıllardır ehl-i iman; hacı olmayı, Ravza'ya yüz sürüp dualar edebilmeyi imanlarının ve muhabbetlerinin bir gereği olarak görmüştür. Bizler de mübarek topraklara ilk gidişimizde hem ibadetlerimizin hakkını verebilmek hem kutsal mekânları yakından tanımak gayesiyle Hicaz'la alakalı kitap arayışına girmiş ancak bilhassa hatırat anlamında fazla bir esere ulaşamamıştık. Bilahare yaptığımız hac ve umre ziyaretleri vesilesi ile her yıl yeni kitaplar almaya ve okumaya başlayınca bu alanda bir bibliyografya eksikliğinin olduğunu hayretle müşahede ettik. Öyle ki kitap arkası kaynakçalarını saymazsak Türkiye'de Hicaz ile ilgili müstakil bir kitabiyat çalışması yoktu. Böylece ilim ve irfan dünyamızı besleyen Hicaz gibi ehemmiyetli bir konudaki bu şaşkınlık verici eksikliğin giderilmesi adına, tüm noksanlıklarımıza rağmen, yola çıkmış olduk.
Elinizde bulunan eser, bu anlamda sahasında ilk çalışma olup içeriğinde Türkçe, Osmanlıca ve yabancı dilde kitaplar; süreli, sesli ve görüntülü yayınlar; dijital materyal; efemera ve objelerle alakalı bilgiler ihtiva etmektedir.
Eseri hazırlarken gerek Hicaz'a dair kitap arayışında olan okuyucuların ihtiyaçlarını karşılamak gerekse akademik çalışmalar yapacak olan araştırmacıların çalışmalarına bir nebze katkıda bulunmak gayemiz olmuştur.
Hasan ÇELİKKAYA Yayın hayatına sunduğumuz bu kitap, yediden yetmişe herkesi ilgilendiren "huzur" konusunu "huzur eğitimi" adıyla ve "toplumda huzur, ailede huzur, kişide huzur" tasnifiyle bu alanda yapılmış ilk akademik çalışma özelli­ğini taşımaktadır. Çalışmada tamamen "tabiî (doğrudan) gözlem" metodu kullanılmış olup aktarılan olayların hepsi yaşanmış olaylardır; asla hayalî bir konu yoktur. Olayların yorumları tabiatıyla yazara aittir. Konular; ilâhiyatçı ve sosyolog gözüyle değerlendirilmiş olup pratik kaynaklı ve pratiğe yönelik olarak işlenmiştir.
Keza huzur olayının basit bir olay olmadığına; kişi kadar aileleri, toplumu ve dünya toplumlarını ilgilendirdiğine; bu konuda her kesime sorumluluklar düştüğüne; huzu­run sadece para ve şöhretle değil, aynı zamanda beden sağlığı kadar ruh sağlığıyla (ruhsal doyumla) da çok yakın ilişkisinin bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Aktarılan bu tecrübeler neticesinde, kişisel huzurun baş düşmanı olan stresi yenmenin yolları da gösterilmiştir.
Kitapta aktarılan olayların; özellikle psikologlara, psikiyatristlere, psiko-terapi ve aile terapisi uygulayanlara, benzer konularda araştırma yapanlara, sağlam birer malzeme teşkil edeceğine inanmaktayız.
Yusuf İzzettin Aktaş İslam Felsefesi adlandırması, mana itibarıyla kadim bir tarihe sahip olmasına karşın isim olarak oldukça yeni bir terkiptir. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı modernleşme teşebbüslerinin önemli bir ayağı olan eğitim sahasında gerçekleşen ıslahatlar neticesinde ders programlarında kendine yer bulan İslam felsefesi dersleri, bu terkibin varlık sahasına intikal ettiği önemli bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Batılı değerlerin ve düşüncelerin, İslam dünyasında varlığını, bazen tahakkümünü her geçen gün hissettirdiği bir zaman diliminde, Müslüman Türk aydınlarının ve ilim adamlarının kendilerini var eden düşünce dünyalarını hangi argümanlarla yeniden ortaya koydukları ve savundukları, varlık sahalarına yöneltilen tenkit ve ithamları ne şekilde karşılayıp anlamaya, içine çekmeye ve/ya bertaraf etmeye çalıştıkları; İslam felsefesi/düşüncesi tarihini yaşanılan mevcut koşul ve şartlar içerisinde nasıl tanımladıkları merak uyandıran sorular arasında yerlerini korumaktadır.
Elinizdeki bu çalışma II. Meşrutiyet sonrasında eğitim sahasında gerçekleşen ıslahat hareketleri ile ders programlarında yer almaya başlayan felsefe ve İslam felsefesi derslerinin Darülfünun ve medresedeki teşekkül sürecini ve bu derslerin hocalarını, İslam felsefesi derslerinde okutulan metinleri incelemekte ve modernleşme tarihimize bir nebze ışık tutmaktadır.
Abdül Halim Varol, Cevdet Yakupoğlu, Ergin Ögcem, Erhan Ateş, Halil İbrahim Gökbörü, Kemal Taşcı, Mehmet Vural, Mustafa Hizmetli, Mustafa Uyar, Özgür Tokan, Özkan Dayı, Seyfullah Kara, Tunay Karakök İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, Orta Çağ Müslüman ve Türk devletlerinin tarihini konu edinen yeni ve özgün bir çalışmadır. Kitap, kronolojik bakımdan geniş bir tarihi dönemi kapsamaktadır. Bu süreçte İslamiyetin zuhuru, Türklerin İslam dinini kabulü, Müslüman Türk devletlerinin kuruluşu ve İslam dünyasındaki hâkimiyetleri; ayrıca bu devletlerin teşkilat, kültür ve medeniyet mevzuları işlenmiştir. Böylece bir yandan İslam tarihi içinde gelişen siyasi, sosyal ve kültürel mevzular; bir yandan da ilk Müslüman Türk devletlerinin siyaset, teşkilat, kültür ve medeniyet konuları ele alınmıştır. Kitaptaki konular, özgün bir yaklaşım ve akademik bir üslup içinde kaleme alınmıştır. Alanında uzman çok sayıda akademisyenin katkısıyla hazırlanan İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi kitabı, üniversiteler için de ders kitabı niteliğindedir.
Cevdet Kılıç Bu kitap, üniversitelerimizin Fen-Edebiyat veya Sosyal ve Beşerî Bilimler fakültelerinin Felsefe bölümü öğrencilerine yönelik kaleme alınmış bir çalışmadır. Bu bölümlerde, son zamanlarda İslâm felsefesine ilgi gittikçe artmaktadır. Günümüzde İslâm felsefesi üzerine yazılan eserler, daha ziyade İlahiyat formasyonuna sahip kitleye yönelik kaleme alınmış eserlerdir. Yani bu eserler, anlaşılabilmesi için ilâhiyat bilgisine ve kavramlarına, İslâm tarihi bilgisine ve aynı zamanda İslâm felsefesinin kavramlarına ve problemlerine vakıf kimselerin anlayacağı bir dil ve üslupla yazılmıştır. Ancak felsefe bölümü öğrencisi, bu eserleri anlamaya yönelik bilgisel, tarihsel, kavramsal ve problematik olarak bir altyapıya yeterince sahip değildir. Hem gerekli bu altyapıyı tamamlamak hem de İslâm felsefesinin daha iyi anlaşılmasına bir katkı sağlamak amacıyla böyle bir eseri kaleme almış bulunmaktayız.
Kitap, öncelikle felsefe bölümü öğrencileri hedef kitle olarak seçmiş olsa da İslâm felsefesine ilgi duyan herkes için bir el kitabı niteliğinde hazırlanmıştır.
Kitapta, aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır:
• İslâm felsefesinin anlamı ve kapsamı nedir?
• İslâm dünyasında felsefi düşüncenin ortaya çıkmasında etkili olan unsurlar nelerdir?
• İslâm felsefesi farklı kültür ve medeniyetlerden etkilenmiş midir? Etkilenmiş ise bunlar hangileridir?
• Felsefe tarihinin en önemli ayağı olan VIII-XV. yüzyılda İslâm dünyasında İslâm felsefesi ve bilimine etkisi ve katkısı olan büyük filozoflar kimlerdir?
• İslâm felsefesi Batı düşünce dünyasını etkilemiş midir? Eğer etkilemiş ise bunun yolları nasıl olmuştur?
• İslâm düşüncesinin bir parçası olan tasavvuf düşüncesi nedir? Nasıl ortaya çıkmış ve temsilcileri kimlerdir?
Ahmed el-Ashker, Rodney Wilson Günümüz İslam dünyasının hakikati ile İslam devletlerinin güçlü oldukları ve yaşanan aksaklıkların daha az zarara sebebiyet verdiği dünün başarılı İslam dünyasını mukayese etmek, edinmiş olunan bilgi ve tecrübelerin kazandırdığı avantajla, günümüze zengin ampirik bulgular ve kendilerinden faydalı sonuçlar çıkaracağımız dersler sağlamaktadır. Bununla birlikte içerisinden deliller çıkarmaya çalışırken geçmiş dönemlerdeki koşulların günümüzde farklılık göstermesinden dolayı tarih doğası gereği tahrifler içerdiğinden tarihî bulgular ihtiyatla ele alınmalıdır. Sorgulayan ve her daim mütecessis bir tutumla karşılanması şartıyla geçmiş, ibret alınacak faydalı dersler içerir. İslam iktisadı alanında yapılan tarihsel incelemeler bize içinde bulunduğu şartlar uygun olduğu müddetçe İslâmî bir sistemin, uygulanabilir kaideler ortaya koyabileceğini ve çalışabilir bir model inşa edecek kapasiteye sahip olduğunu göstermektedir. Nasıl ki günümüz, geçmiş ile sürekli bir zincir olduğu gibi benzer şekilde geleceğe de uzanan bir bağdır. Tarihsel açıdan baktığımızda bu durum, İslam iktisadı için de geçerlidir.
Elinizdeki bu kitap, ekonominin kendine özgü analitik araçlarla ayrı bir disiplin haline gelmesinden çok önce, İslam’ın ortaya çıkışından kaynaklanan Müslüman İktisadî düşüncesini kapsamaktadır. İslam’ın ortaya çıktığı antik Arabistan’daki ekonomik çevre incelenmiş, Kur’an ve sünnetteki ekonomik kavramların yanı sıra, erken dönem Müslüman hukukçuların düşüncesi ele alınmıştır. Emeviler ve Abbasi hanedanları, idari ve ekonomik reform dönemlerinin yanı sıra Osmanlılar, Safaviler ve Moğollar altındaki son gelişmelere ilişkin islami iktisat düşüncesine detaylı bir önem verilmektedir. Kitap, İslam iktisadı alanında çalışma yapan araştırmacılar ve alanın ilgilileri için İslam iktisat tarihinde kaynak eser olma niteliği taşımaktadır.
Monzer Kahf İslam İktisadının Temelleri: Kurumlar ve Kuramlar, İslam dininin kurduğu ve geliştirdiği İslam iktisadı tarafından belirlenen kurumsal yapının önemine odaklamak için bir girişimdir. İslam'ın öngördüğü/tasarladığı kurumsal yapıya dayanan bir ekonominin nasıl bir kurumsal ortam gerektirdiği sorusu üzerinden çalışmasını kaleme alan Kahf, arzu edilen ekonominin bünyesinde bulunan birim ve aktörlerin davranışlarını da şekillendirdiğini belirtmektedir. "İslam iktisadı nedir?" ve "Onu neden incelememiz gereklidir?" sorularına cevap vererek başlamakta tanım, kapsam, bilgi kaynakları ve uygunluk kavramlarını da tartışmaktadır. Kitap, farklı ekonomik birimlerin davranışlarını açıklamaya çalışan teorilerin nasıl formüle edildiğini ortaya koymaya çalışmakta, böylelikle tüketici, üretici ve pazar teorilerini de incelemektedir. Ayrıca İslam iktisadının metodolojik konuları, İslam iktisadı sistemi tarafından öngörülen ekonominin temel kurumlan (etik değerler, genel kurumsal yapı, kamu ve özel sektörün ekonomik kurumsal rolü) ve İslam i iktisat teorisine göre tüketici talebi, firma ve üretim, piyasa, piyasa düzenlemeleri ve üretim faktörlerine geri dönüşler konuları yer almaktadır.
Adem Arıkan, Ali Avcu, Aytekin Şenzeybek, Cenksu Üçer, Fatih Topaloğlu, Habib Kartaloğlu, Halide Rumeysa Küçüköner, Harun Yıldız, İbrahim Hakkı İnal, İhsan Timür, Kadir Gömbeyaz, M. Saffet Sarıkaya, Mehmet Kalaycı, Mehmet Keskin, Mehmet Saffet Sarıkaya, Mehmet Ümit, Metin Bozan, Muhammed Mücahid Dündar, Muharrem Akoğlu, Rifat Türkel, Şahin Ahmetoğlu İslâm dini, Hz. Peygamber (sas) ile tamamlanmıştır. Mezhepler ise Hz. Peygamber sonrası dönemde toplumsal, siyasi, itikadi, ekonomik vb. sebeplerle belli fikirler ve şahıslar etrafındaki gruplaşmaların zaman içinde kurumsal bir yapıya kavuşmasıyla ortaya çıkan beşerî oluşumlardır. Geçmişte olduğu gibi bundan sonra da ortaya çıkabilecek olan mezheplerin zihniyet dünyası, temel öğretileri ve yaşadıkları dönemin olaylarına karşı tutumları, araştırmaya değer görünmektedir. Özellikle içinde bulunduğumuz coğrafyanın jeopolitik konumu, yaklaşık son otuz yıldır bölgemizde yaşanan gerilimler, Müslümanların çatışmalarının arka planındaki mezhebî farklılaşmaların boyutlarını, din anlayışındaki farklılıkları ve Müslümanların birbirlerini anlama çabalarının gerekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu gereklilik, konuyla ilgili yayım faaliyetlerine de yansımaktadır. 1980'li yıllarda İran devrimi, Şiîlik ve Alevîlik hakkında başlayan yayımlar, daha sonra Selefîlik ve uzantıları, cemaat ve tarikatlar, Irak, Suriye ve Afganistan başta olmak üzere Müslüman coğrafyanın mezhebî farklılaşmalarını araştırıp inceleyen yayımlarla artarak devam etmiştir. Yeni araştırmalar ve neşredilen yeni kaynaklar hem İslâm düşüncesinin teşekkül dönemiyle ilgili daha teknik ve özel bilgilere ulaşmamıza hem de yaşayan mezhepler bağlamında inanç ve uygulamalardaki değişimi görmemize katkı sağlamaktadır. Bu durum mezhepler hakkındaki bilgilerimizin tazelenmesine, tartışmalı konuların seyrinden haberdar olmamıza, yeni dini grupların oluşum süreçlerini takip etmemize imkân sağlar. Elinizdeki kitap, bu imkânı da göz önünde bulundurarak alanın uzmanları tarafından kaleme alındı.
Ali Aktan Kitabın konusu, İslam dininin doğuş ve yayılış tarihidir. Hz. Peygamber, getirmiş olduğu dinin bütün Arap Yarımadası'na yayıldığını görme mutluluğuna erişmiştir. Onun vefatını izleyen yüz yıl içerisinde ise İslam devleti, tek merkezden idare edilen en büyük siyasi sınırlarına ulaşmıştır.
Kitabın giriş bölümünde, İslam tarihinin temel kaynakları tanıtıldıktan sonra, İslam öncesi Arap tarihi hakkında özlü bilgiler verilmiştir. Birinci ve ikinci bölümler, Hz. Peygamber'in hayatına ayrılmıştır. Bu bölümlerdeki ana başlıklar belirlenirken klasik siyer kitaplarında olduğu gibi kronoloji değil, konu bütünlüğü esas alınmıştır. Dört Halife Dönemi ve Emevîler ise ayrı birer bölüm olarak düzenlenmiştir. Türklerin kitleler hâlinde İslam'a girdikleri Abbasîler Dönemi'ne ise bu çalışmada yer verilmemiştir. Esasen tarih bölümü öğrencileri için hazırlanmış olan böyle bir eserde buna gerek görülmemiştir. Çünkü “İlk Müslüman Türk Devletleri Tarihi” gibi bazı derslerde, Türk tarihiyle ilgili olduğu ölçüde Abbasîlerden de söz edilmektedir.
Bu kitaptaki bilgiler, ilk defa burada ortaya atılmış değildir. Temel kaynakların yanı sıra, bu konuda yerli ve yabancı birçok araştırmacının yazdığı eserlerde daha fazlasını bulmak mümkündür. Bununla birlikte çok geniş bir zaman ve mekânı ilgilendiren bu bilgilerin tamamı belli bir hacim içinde sunulmuştur. Verilen bilgilerle yetinmek istemeyenler, dipnotlarda ve kaynakçada isimleri verilen eserlerden başlayarak başka kaynaklara da başvurabilirler. Bu kitap, bir ders kitabı olarak tasarlanıp hazırlanmış olmasına karşın, ele aldığı konu bakımından her kesimden okuyucuya hitap edecek mahiyettedir.
Adnan Demircan İslâm Medeniyeti insanlık tarihinin en büyük ve etkili medeniyetlerinden biridir. İnsanlığın sahip olduğu birikim ve kazanımların ortaya çıkışında İslâm Medeniyeti’nin önemli payı vardır. Bilindiği gibi bilgi ve hikmet insanlığın ortak malıdır. Müslümanlar da dünyanın en önemli medeniyetlerinden birisini kurdukları dönemde bilgi ve hikmetin korunmasına ve gelişmesine önemli katkılarda bulunmuşlardır.
Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Mekke’de Hira Mağarası’ndan başlattığı medeniyet yürüyüşü günümüze kadar devam etmekte İslâm, insanlık için önemini korumaktadır. Bu sebeple geçmişte İslâm Medeniyeti’ne mensup milletlerin ve kurdukları devletlerin tarihini öğrenmek bugünü anlamak için önem arz etmektedir.
İslâm’ın doğduğu coğrafyadan ve dönemden başlayarak Osmanlılar dönemine kadar yaklaşık yedi asırlık dönemin ele alındığı kitapta hem siyasî tarih hem de medeniyet ve kültür tarihi açısından önemli olaylar ve olgular ele alınmıştır.
Siyasî ve bölgesel durum dikkate alınarak yapılan tasnifte siyasî tarihi ele alınan her dönemin sonunda medeniyet tarihi; toplum, siyaset, yönetim, adalet, ekonomi, maliye, eğitim, ilim ve kültür, mimari ve sanat, din gibi belli başlı konular çerçevesinde değerlendirilmiştir. Böylece İslâm Tarihi’nin sadece hanedanlar tarihinden ve savaşlardan ibaret olmadığı sosyal hayat, ilim ve kültür açısından da önemli gelişmelerin yaşandığı vurgulanmıştır.
Harun Şahin Tarihte kültür ve medeniyetlere müspet yönde rehber olmuş İslâm toplumlarının ekonomik ve sosyal tarihi günümüz akademik ve entelektüel çevrelerde daha fazla ilgi odağı olmaya başladı. Bu sebeple İslâm medeniyetinin ve müesseselerinin daha iyi anlaşılabilmesi için İslâmiyet öncesi Arap toplulukların tarihi bugüne kadar birçok çalışmaya konu olmuştur. Arap toplulukların yaşadığı coğrafya, kurdukları devletler, diğer milletlerle ilişkileri, kabile gelenek ve görenekleri, kabileler arası münasebetler ve ekonomik aktivitelerin neler olduğunun yeni anlayışa uygun ortaya konulması oldukça önemlidir. Bu doğrultuda yapılan araştırmalar, Arapların ve İslâm toplumlarının umumi dünya tarihi içinde önemli bir mevkiye sahip olduklarını göstermektedir.
Bu kitapta, İslâmiyet öncesi Arap tarihi bir iktisatçı gözü ile yeniden ele alınıp incelenmiştir. Arap tarihinin klasik ve yaygın anlatımlarından uzaklaşarak İslâmiyet öncesi Arapların toplum ve ekonomi dünyaları çok sayıdaki modern kaynak yardımıyla daha açık gösterilmeye çalışılmıştır.
Muhammed Tayyip Okiç Modernizm ve Batılılaşmanın Müslüman toplumları dejenere edebilecek bir kıvamda kendisini göstermesi, modern okullarda Müslüman kadınların asli kimlikleriyle yer alıp alamayacağına dair Müslüman kamuoyunda şüpheli ve çekinceli bir durum doğurmuştur. Bunun nedeni Batılılaşma cehdindeki siyasi rejimlerin kadın öğretimi konusunda bir dizi dışlaştırıcı, dayatmacı ve ayrımcı politikaları tatbik etmesidir. Bu nedenle bilhassa 20. yüzyılın ilk üç çeyrek diliminde İslâm dünyasındaki geleneksel ve modern okullar kız öğrencilerden ve kadın hocalardan oldukça arındırılmış bir seyir izlemiştir. Örneğin Saraybosna Gazi Hüsrev Bey Medresesinin kız bölümü 1952-1977 arasında kapatılmıştır. Hıristiyan misyonerlerin ve pozitivizm başta olmak üzere Batılı ideolojilerin İslâm dünyasının yoksul kesimlerini ve bilhassa kız çocuklarını hedef olarak belirlemesiyle beraber, İslâm âlimleri de İslâmiyette kadın öğretiminin ve donanımlı kadın hocaların önemine dair, İslâm'ın klâsik dönemindeki uygulamalardan mülhem bir dizi eser telif etmiştir. Bu literatür hem Müslüman toplumlara, hem de devletlere kadın öğretiminin önündeki engelleri kaldırmayı teklif etmektedir. İslâmiyette Kadın Öğretimi bu literatürün Türkiye şartlarındaki en seçkin örneğidir. Kitap İslâm'da kadının yeri ve değeri, ailenin önemi, aile siyaseti, İslâm'ın kadın öğretimine verdiği değer gibi konuları işledikten sonra, âlim ve şair sahâbiyyelerden bir demet sunmuştur. Bilahare, İslâm düşüncesinde tefsir, fıkıh, irşâd, tasavvuf, hadis, kaligrafya vb. alanlarda âlim derecesinde mümeyyiz olmuş kadınlardan bir dizi örnek sergilemiştir. Okiç Hoca mücahide kadınlar bahsinde, zinciri Cüveyriye bint Ebi Süfyân gibi sahâbiyyelerle başlatıp Türkiye'nin İstiklâl Harbinde aktif bir şekilde yer alan kadınlarla sürdürmüş, keza Cezayir İstiklâl Harbinin kadın kahramanı Cemile Bûhired'i de bu zincirin son halkası olarak sunmuştur. Bu eseriyle Okiç Hocanın, aynı zamanda Müslüman kadınları, hangi sahada olursa olsun, modern dünyadaki hemcinslerine örnek olacak bir kıvamda özgün, asli, donanımlı ve vakur konumlarını almaya davet ettiğini söyleyebiliriz.
Selim Demirci Haçlı saldırıları ve Moğol işgalinin yaşandığı ve etkilerinin devam ettiği Hicri 7. ve 8. asırda, İslam toplumunda medreseler yaygınlaşmış, dârülhadisler ortaya çıkarak eğitim kurumlan arasında yerini almış ve bu dönem hadis tarihinin en çok eser yazılan dönemlerinden birisi olmuştur. Bundan dolayı bu yüzyıllarda yazılan hadis eserlerini etkileyen unsurları ve hadis şerhlerini genel olarak ele almak ve bu şerhlerin metot olarak diğer dönemlerle dikey ve kendi içlerinde yatay-bölgesel mukayesesi gayesiyle bu çalışma hazırlanmıştır.
Ayrıca çalışmada, bu asırlarda tarihsel olguların hadis literatürüne nasıl yansıdığının tespit edilmesi amacıyla; Türklere ilişilmemesi, Benî
Kantûrâ'nın gelişi, imamların Kureyşîliği, Hicaz’da ortaya çıkacak olan ateş, kadınlara yöneticilik tevdi edilmesi, koyunları telef edercesine insanları telef edecek olan hastalık gibi bazı nakiller ve kaynaklarda kaydedilen yorumlar ele alınmıştır.
Kubilay Kolukırık Türkler, İslam ile müşerref olduktan sonra da sosyal yaşamlarında musikiye gerekli önemi vermişler, birçok musiki formunda eserler ortaya koymuşlardır. Hz. Muhammed’in (sas.) Bilâl-i Habeşî’yi ezan okuma ile görevlendirmiş olmasının ve Kur’an-ı Kerim’in güzel sesle okunması hakkında tavsiyelerde bulunmuş olmasının dinî musiki geleneğinin oluşmasında etkili olduğunu söyleyebiliriz. Ses ve nağme şüphe yok ki Allah’ın insana bahşetmiş olduğu lütuflarındandır. Bir tedavi aracı olarak kullanılmasından tutun da duygu ve düşüncelerin ifade edildiği bir araç olmasına varıncaya kadar musiki, insan hayatında yadsınamayacak bir yere ve öneme sahip olmuştur. İyilik ve kötülüğün eşyanın doğasında olmadığını, kullanılış amacının iyiliği ya da kötülüğü belirlediğini söyleyebiliriz. İnsanın şanından olan musikinin hangi niyetle kullanıldığı önemlidir. Musikinin de sesin yaratıcısı ve gerçek sahibi adına, O’nun tefekkür edilmesi ve zikredilmesi niyetiyle kullanılmasının daha anlamlı ve doğru olduğunu düşünmekteyiz. Elinizdeki bu kitapta, akademisyen bestekâr Kubilay Kolukırık’ın bestelemiş olduğu “ilâhi” formundaki eserler yer almaktadır. Eserin, Türk Din Musikisi alanına katkı sunması dileğiyle...
Alaattin Dolu, Asiye Şahin, Hüseyin Önal, İsmail Taşpınar, Lana Kudumovic, Ömür Yazıcı Özdemir, Ruba Kasmo, Sezen Karabulut, Yasemin Avcı Kudüs tarihte çok az şehre nasip olmuş bir şahitliği barındırır. Geçtiğimiz yüzyılda Kudüs'ün işgali ve İslam Dünyası'nın problemleri birbirine paralel bir şekilde ilerlemiştir. Bu durum sadece siyasi çözüm arayışı bekleyen bir mesele olmanın ötesinde fikrî, coğrafi, sosyo-kültürel ve iktisadi bileşenleri ile birlikte çok boyutlu bir değerlendirmeyi gerekli kılar.
Kudüs araştırmaları, günden güne zenginleşmektedir. Kadim şehrin top¬lumsal ve mekânsal bakiyesini ortaya çıkarmak, Kudüs'ün ulus ideolojisine indirgenmiş müdahalelerle tahribine karşı, ilmi arşivini üretmek bu araştır¬maların vazgeçilmez bir ön şartı olarak görülmektedir.
Elinizdeki kitap, Türkiye'de genişleyen Kudüs Kütüphanesi'ne katkı sunma gayesiyle hazırlandı. Kitapta Kudüs'ü tarih, kültür, şehir ve mimari boyutları açısından değerlendiren ve Kudüs sorununu uluslararası hukuk cihetiyle ele alan özgün çalışmalar üzerinden çok yönlü bir Kudüs perspektifi sunulmaktadır.
Ali Güveloğlu, Cemil Kutlutürk, Cengiz Batuk, Cuma Ozkan, Dursun Ali Aykıt, Emine Battal, Erol Sungur, Halil İbrahim Şenavcu, Hammet Arslan, Hasan Orucu, Kemal Polat, Muhammet Yılmaz, Mustafa Alıcı, Süleyman Kandemir, Süleyman Turan, Yasin Meral, Zehra Yılmaz Bu eser, bir yandan dinlerde hayvanlara ilişkin ne tür öğretilerin bulunduğunu ve bunların dinlerin mensupları tarafından nasıl algılanıp pratiğe aktırıldığını, öte yandan modern dönemde tartışılan birtakım konular ve ortaya konulan yaklaşımları tespit etmek amacıyla hazırlanmıştır. Mensupları itibarıyla dünya nüfusunun dörtte üçünden fazlasını teşkil eden Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam, Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sihizm, Konfüçyanizm (Ruizm), Daoizm ve Şintoizm'in yanı sıra antik ve yerel birtakım dinlerin de inceleme konusu yapıldığı kitapta şu temel sorulara yanıt aranmaktadır: Dinlerin kutsal metinlerinde hangi hayvanlara ve hangi bağlam ve amaçlarla atıfta bulunulmaktadır? Hayvanlara atıfta bulunan metinlere yönelik ne tür yorum ve değerlendirmeler yapılmaktadır? Din mensupları tarafından kutsallaştırılan ya da önem atfedilen hayvanlar hangileridir? Yaratılıştan eskatolojiye mitler hayvanlar konusunda bize ne tür malzemeler sunmaktadır? Dinler, hangi hayvanların etlerinin yenilmesini ya da yenilmemesini istemektedir? Helal ya da haram kabul edilmenin temel ölçütü, hikmet ve gerekçeleri nelerdir? Hayvanların tıbbi araştırmalarda, kozmetik ürünlerde ya da giyim sektöründe kullanılmasına dinler ve din mensupları nasıl bakmaktadır? Hayvanların âdeta ailenin bir üyesi olarak kabul edildiği günümüzde bu konu etrafında ne tür tartışmalar yaşanmaktadır? Modern hukukta hayvanlara yönelik ne tür kanun ve düzenlemeler yapılmaktadır?
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler I'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş Ulûm-u İslâmiyye / Şerî İlimlere (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslâm Tarihi, Türk-İslâm Edebiyatı) dair makale ve yazıları yer almaktadır. Ulûm-u İslâmiyye, Kur'an ve Sünnet'in özünden doğmuştur. Bu nedenle Müslüman milletlerin ilmî atılımlarının temel dinamiğidir. Müslüman âlimlerin on dört asır boyunca bu sahalarda gösterdiği muhteşem maharetler, öteki düşünce ve bilim vadilerinin hayranlığını kazanmıştır. Bu ilimlerin modern ilâhiyat fakültelerinde ise oldukça dağınık ve farklı bir serüveni olmuştur. Bugün itibariyle Ulûm-u İslâmiyye ya Müslüman milletlerin bir dinamiği olarak yeniden ihya edilmeyle ya da seküler anlam arayışlarının bilinçli bir zemini olarak kullanılmasının (İslâmî bilginin olabildiğince sekülerleştirilmesinin) ıstıraplarına tâbi tutularak bir çöküşe sürüklenmeyle karşı karşı karşıyadır. Eğer Müslüman şuurunun, aynı zamanda bu ilimlere yönelik oryantalist belirlemeciliğe karşı birincisinden yana tavır koymak gibi bir arzusu varsa, aradığı cevapları ve usulü hiç kuşkusuz Okiç Hocanın manevi mirasında bulabilecektir. Çünkü Okiç Hoca “Çeşitli Dillerde Mevlitler” başlıklı makalesinde de görüleceği gibi, Müslüman milletlerin millî değerlerine ilmî değer yükleyen bir zihniyetle hareket etmektedir. Okiç Hocanın modern bir ilâhiyat fakültesinde anılan ilmî sahalara dair inşacı şahsiyeti, uzun asırlar bu ilimlerin şerefine şeref katmış Türklerin bu ilimleri yeniden bir millet ve ümmet değeri olarak yükseltmesine yönelik hayırhah teşvikini mündemiçtir. Keza, eğer bugün akli ilimlerin ihyası nakli ilimlerden geçiyorsa (veya bunun tersi söz konusuysa), bu iki alanın birbirini yücelttiği kesişme noktalarında bocalayan ilim çevrelerinin, Okiç Hocanın nakli ilimlere dair ilmî çilesini farklı bir bakışla yorumlamasını zorunlu kılmaktadır.
Muhammed Tayyip Okiç Makaleler II'de Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç'in çeşitli dergilerde neşredilmiş, büyük oranda Balkanlardaki İslâm ve Türk mirasına yönelik, uzun ve çetin faaliyetlerin mahsulü olan araştırmaları yer almaktadır. Bu makalelerde Okiç'in 20. yüzyılın önde gelen Balkanologlarından birisi olduğuna, üstelik oldukça dikkatli ve titiz bir tarihçi olduğuna şahit olmak mümkündür. Okiç'in Bogomillere ve Güney-Doğu Asya'da İslâm'ın zuhuruna dair tetkikleri, Osmanlı'nın Balkanlardan peyderpey çekilişi ile beraber ivme kazanan, Balkanlara yönelik Katolik ve Ortodoks tarih yazımına bir meydan okuma kıvamındadır. Diğer bazı çalışmalarında da olduğu gibi Okiç tezlerini, konu hakkında Osmanlı arşivlerini veya Türk defterlerini hummalı bir şekilde devreye sürerek kesinleştirmektedir. Okiç'in bu kitaptaki yazılarının ikinci ayağını Balkanlardaki Osmanlı mirasına yönelik çalışmaları oluşturmaktadır. Bu mirasın, son iki asırda, hatta oldukça yakın bir tarihte nasıl bir işkence ve vandalizme tâbi tutulduğunu nazar-ı itibara aldığımızda, Okiç'in örneğin Gazi Hüsrev Bey'e, külliyesine, camiine veya Belgrad camilerine dair makalelerinin yazıldığı döneme nazaran günümüzde kat be kat daha fazla ehemmiyet arz ettiği aşikârdır. Konu Balkanlardaki modern kül tabakalarının altındaki asli közlerdir. Bu kitaptaki makalelerin üçüncü ayağını Ömer Musiç, Mehmet Begoviç, Mustafa Said Efendi, es-Serahsî ve Hadım (Atîk) Ali Paşa gibi ilim ve irfan ocaklarının mahsulü âlimlere dair Okiç'in çok boyutlu ilgilerini yansıtan yazılar oluşturmaktadır. İstanbul'da bulunan sahabe mezarları, Boşnak edebiyatı, Tunus'taki Manastır şehri mezar kitabeleri vb. makaleleri, ayrıca bir dizi kitap tanıtımı ve önsözler Okiç Hocanın, okura gözyaşı hediye eden parıltıları olarak geri dönmektedir.
Melek Yıldız Güneş Aliye Güler 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Yusuf Turan Günaydın Sizlere Mevlânâ ve eserleri hakkında bir el kitabı sunuyoruz. Yusuf Turan Günaydın’ın hazırladığı araştırma yazıları ve konuyla ilgili biyo-bibliyografik malzemenin eşliğinde Mevlânâ Defteri, yüzyıllar boyunca oluşturulmuş Mevlevî kültüründen izdüşümler ve Türkiye’de Mevlânâ, Mesnevî ve Mevlevîlik hakkında ortaya konulmuş çalışmalar hakkında değerlendirmelerde bulunmaktadır. Kitapta Mevlevîlik üzerinden XXI. yüzyılda tasavvufun geleceğini tartışan bir makaleyle birlikte semâ, şeb-i arûs, Mesnevî’de çocuk, kardeşlik ve ölüme yaklaşım gibi ayrıntılara da giriliyor. Mevlevî mirası eserlerden Osmanlıca üç kitaptan iktibaslar ve Veled Çelebi’nin iki mektubu ise hem çeviriyazıları, hem tıpkıbasımları ile birlikte veriliyor. Bu bölümler, karşılaştırmalı Osmanlıca çalışmaları için yararlanılabilecek kaynak metinlerdir. Mevlânâ Defteri, Türkçede büyük bir birikim oluşturan Mevlevî kültürünün gerek bilgi, gerek tercüme-çeviriyazı yoluyla aktarımında hangi aşamada olduğumuzu göstermesi kadar, bundan sonra yapılacak çalışmalar için de dönüp bakılacak değerde bir başvuru kaynağı olmaya adaydır.
Muhammed Hüseyin Mercan İslami hareketler ya da daha özel manada Müslüman Kardeşler üzerine yapılan çalışmalar, genellikle ideolojik temeller ya da siyasal rejimle yaşanan gerilimler üzerine odaklanmıştır. Bu çalışmalarda hareketlerin teşkilat yapısına, örgütlenme biçimine, eğitim ve ideolojik aşılama yöntemine dair sınırlı sayıda analiz olsa da bu analizlerde kurumsallaşma faktörü daima değerlendirme dışı bırakılmıştır. Bunun temelinde yatan en önemli gerekçe ise İslami hareketlerin siyasal kurum olarak kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Siyasal kurumların mensuplarına değer ve kimlik atfeden yapılar olduğu göz önüne alındığında İslami hareketlerin de benzer özelliklere sahip olması nedeniyle siyasal kurum olarak kabul edilmesi ve kurumsallaşma süreçlerinin dikkate alınması gerekmektedir. Bu bağlamda elinizdeki kitap, İslami hareketlerin de siyasal kurum olduğu varsayımından hareketle onların kurumsallaşma süreçlerinin nasıl analiz edilmesi gerektiği sorusuna cevap aramaya çalışmaktadır. Kitapta İslami hareketlerin öncüsü sayılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı örnekliğinde Hareketin kurumsallaşma sorunsalı altı parametre üzerinden İncelenmekte ve 1928'den günümüze kadar yaşadığı iç gerilimler ve tartışmalara ek olarak Mısır rejimiyle kurduğu ilişki çerçevesinde yapının kurumsallaşma düzeyi analiz edilmektedir.
Oğuzhan Özoğlu Bu eser, İslam'ın ilk dönemlerinde gerçekleşen Arap-Fars karşılaşmasının Müslüman kelâmının doğuş/gelişim sürecindeki izlerini takip etmeyi amaçlamaktadır. Çalışma, hayli geniş bir sahaya sahip olduğu için bazı konular ile sınırlandırılmıştır. Bu konular, kelâmcıların erken -İslami- dönemdeki tartışmalarından hareket edilerek belirlenmiştir. Müslüman kelâmında önemli yer tutan ilahî sıfatlar, kader, ruh-beden düalizmi, kabir azabı, kıyamet ve alametleri, nüzul-i İsa, mucize ve ahiret gibi konuların İran kültürüyle bağlantısı/ilişkisi tartışılmıştır. Kapsam dışında tutulan konular, başka bir araştırmamıza ertelenmiştir. Çalışma; Zerdüştîlere “gerçek Zerdüştîliği” ve Müslümanlara da “gerçek İslam’ı” öğretme amacında değildir, sadece bir “kültür” araştırmasıdır ve inanmış birinin, inançlarını ispat etme düşüncesiyle yapılmamıştır. Günümüze kadar Kelâm alanında yapılan bütün araştırmalardan farklı olarak Fars kültürü hakkında bilgi veren Arapça kaynakların yerine asıl kaynak olan Pehlevice ve Farsça eserlere başvurulmuştur. Araştırmanın temel kaynağı olan Pehlevî metinlerinin bir kısmı yayımlanmak üzere tarafımızca Türkçeye tercüme edilmiştir; bir kısmının tercümesine de devam edilmektedir. Bu eserin, orijinal dile başvurularak yapılmış ilk çalışma olmasından dolayı araştırmacılara yeni bir bakış açısı kazandıracağı beklenmektedir.
Ayşe Kaya Göktepe Tarihsel geçmişimize baktığımızda çeşitli toplulukların, benliğimizin en güçlü yanı olan duyguları ifade etmek için bir sanat formu olarak müziğe başvurdu­ğunu görmekteyiz. Müziğin dinî duyguların bir ifade biçimi olarak tercih edilmesi de karşımıza çıkan bir diğer durumdur. Yahudilik, Hristiyanlık dinlerinde ve çeşitli grupların (Süryani, Rum, Ermeni, Presbiteryen) dinî geleneklerinde müzikal uygu­lamalar göze çarparken İslam dini ve Türkiye özelinde beş vakit okunan ezan, hac ve umre ibadeti esnasında melodik ton ile söylenen tesbihat, Mevlevi tarikatının sema ayinleri, müziğin ve dinin günlük yaşamda iç içe geçmiş formlarına birer örnektir. Tolstoy'a göre ”Sanat, ne keyiftir ne avuntu ne de eğlence; sanat, yüce bir iştir. Sanat insan yaşamında bilinçli bilgiyi duygulara aktaran organdır”. Gerek kolektif dinî değerlerin taşıyıcısı olarak gerekse dinî tecrübe im­kânı sunması bakımından psikoloji ile iç içe geçmiş dinî müziğin insan psikolojisi üzerinde meydana getirdiği etkiler, merak uyandırıcı niteliktedir. Bu yüzden iç içe geçmiş olan din ve psikoloji ilişkisinden hareketle dinî içerikli müziğin uzun süreli bir müzik terapi çalışmasına konu edinilme­si, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerden birisidir.
Bu çalışmada; müzik terapinin hem Avrupa'da hem de Türkiye'de gelişim tarihçesi, müzik terapide kullanılan yaklaşım ve modeller, müzik terapi yöntemleri ve uygulama prensipleri detaylı bir biçimde işlenmektedir. Literatürdeki güncel araştırma bulguları ışığında müzik terapinin etkileri ve kullanım alanları incelenmektedir. Ayrıca müzik terapi konusuna ilişkin geniş bilgiler sunmasının yanı sıra müzik terapi ve din ilişkisi ile dinî içerikli müzik terapi konusunda dünyada ve Türkiye'de yapılmış güncel araştırmalara yer verilmesi, bu çalışmayı özgün kılan niteliklerinden bir diğeridir.
İsmail Ceran Fransa'nın İslâmiyet'le tanışması VIII. yüzyılın başlarında Pireneler'i aşan İslâm ordularının Fransa'ya girmesiyle başlar. Narbonne'u alan müslümanlar Lyon, vb. şehirleri ele geçirip Rhône vadisi istikametinde ilerleyerek Loire kıyılarından Franche-Comté'ye kadar mevcut Fransa'nın yarısını fethettiler. Onların amacı Akdeniz'in kuzeyinden Şam'a ulaşmak ve Akdeniz'i İslâm gölü haline getirmekti. 732'de Abdurrahman el-Gafikî, Bordeaux'yu ele geçirdikten sonra Tours şehrine yöneldi. Müslümanlar en önemli seferlerinden sayılan bu seferde Poitiers yakınlarında Charles Martel tarafından durduruldular. Kuzeye ilerlemeleri engellenen müslümanlar fetihlerine diğer yönlerde devam ederek Fransa'daki varlıklarını iki yüzyıl daha sürdürdüler. 793'te Pireneler'i tekrar geçip Güney Fransa sahillerine yönelerek Arles bölgesindeki Camargue'da bir liman kurdular. 889'da Fraxinet'ye yerleşip 975'e kadar Marsilya ile Nice arasında meydana getirdikleri kolonileri ellerinde tuttular. Provence ve Alpler üzerine akınlar düzenleyerek Lerins adası, Provence bölgesi ve İtalya'da etkili oldular. Hatta Torino'yu tehdit ettikleri gibi Po ovasına yerleşmeyi de başardılar. Daha sonra Müslümanlar Fraxinet ve Provence bölgesinden çıkarılmalarına rağmen XI. yüzyılın başlarından itibaren bu bölgeye akınlar düzenlemekten vazgeçmediler. Netice itibariyle Canton des Sarrazins, Jabal al-Qila, Barbaresco, Batharam, Ramatuelle ve Almanar gibi Arapça yer isimleri Fransa'daki İslâm varlığının yaşayan tanıklarıdır.
İbrahim Sarıçam, Mehmet Özdemir, Seyfettin Erşahin Avrupa kamuoyunun Hz. Muhammed hakkındaki bilgi kaynaklarının Müslümanlar tarafından bilinmesi önemlidir. Tüm dünyada olduğu gibi Avrupa’da da özellikle 11 Eylül 2001’den sonra genelde İslam ve özelde Hz. Muhammed imajı çok fazla öne çıkmıştır. Bunun için her şeyden önce Hz. Muhammed’e dair çalışmaların ve söz konusu imajın kaynaklarının bilimsel bir metot ve zihniyetle ele alınması, çalışmalarda ciddi olarak neler üzerinde durulduğunun, bilinçli çarpıtmalara yer verilip verilmediğinin tespit ve tahlili gereklidir.
Ülkemizde maalesef bu güne kadar Hz. Muhammed hakkında bu perspektifle hazırlanmış yeterli sayıda çalışma ortaya konmuş değildir. TUBİTAK’ın desteklediği bu proje ile işte bu boşluğun doldurulması, daha doğru bir ifadeyle söz konusu boşluğu doldurma istikametinde akademik bir adımın atılması hedeflenmiştir. Bu çerçevede önce Hz. Muhammed hakkında İngilizce ve Almanca olarak yapılmış çalışmaların tespit, tasvir ve tahlili yapılmış; daha sonra da bu çalışmalardaki peygamber tasavvurunun Batı’ya ve Türkiye’ye yansımaları belirlenmeye çalışılmıştır.
Cihan Kılıç Müftüler, Osmanlı Devleti’nin ilmiye sınıfı içerisinde kadı ve müderrislerle birlikte görev icra etmişlerdir. Fetva görevini icra eden müftüler, merkez teşkilatında Kanuni Dönemi'nden itibaren ilmiye sınıfının reisi de olan şeyhülislamlar tarafından temsil edilmiştir. Devletin diğer yerleşim birimlerinde ise kenar-taşra müftüleri, Müslümanların fetva ihtiyacını karşılamıştır. Gerek bireysel gerekse toplumsal konularda sorulara cevap veren müftüler, devletin birer temsilcisi addedilmişler ve zamanla kurumsal yapıya kavuşarak göreve başlama, görevden ayrılma ve kendilerinden beklenenler gibi konularda belli bir standardizasyona tabi tutulmuşlardır.
Bu çalışmada söz konusu taşra müftülerinin teşkilat yapısı incelenmiştir. Bu amaç gerçekleştirilirken öncelikle temel kavramlar olan fetva ve kazâ terimleri üzerinde durulmuş, İslam hukukuna göre fetva ve müftülerin özellikleri verilmiştir. Sonrasında İslam tarihinde müftülüğün ortaya çıkışı ve tarihsel süreci işlenerek Osmanlı Devleti’ne kadarki süreç özetlenmiştir. Osmanlı Devleti’nde müftülüğün ortaya çıkışı ve ilk müftü tartışmalarının akabinde taşra müftülerinin görev süreçleri ile ilgili detaylar, arşiv malzemesi kullanılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Söz konusu müftülerin kayıtlarının tutulduğu müftü defterleri, temel dayanak noktası olarak kullanılmıştır.
Isam Salahuddin Al-Bayaty Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş coğrafi dağılımında hiç kuşkusuz en önemli kurumsal oluşumların başında vakıflar gelmektedir. Vakıf kurumu, şehir tarihi ve sosyalkültürel yapı araştırmalarında önemli bir kaynak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumun araştırılması, ilgili bölge ve şehrin kuruluşu hakkında zengin bilgiler sunmakta, ilgili şehrin yapılaşması ve müesseseleşmesi konusunda da ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu araştırmada, H 922-1112/M 1516-17000 tarihleri arasında Osmanlı hâkimiyetindeki stratejik yollar üzerinde yer alan Musul ve Kerkük bölgesindeki vakıflar incelenmiş ve takribi iki yüz yıllık süreçteki değişim ve gelişimleri tespit edilmeye çalışılmıştır.
Muhammed Emin Durmuş Mukâtaa kavramı, Osmanlı mali hukukunda olduğu gibi vakıf hukukunda da farklı hukuki sonuçlar doğuran uygulamaları ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu çalışmada ise esas olarak vakıf arsanın, üzerine karâr hakkı ve mülkiyeti şahsına ait olmak kaydıyla bina yapmak veya ağaç dikmek isteyen kimseye kiralanması anlamındaki mukâtaa uygulamasına odaklanılmıştır. Mukâtaa uygulamasının temelleri Osmanh'dan öncesine dayanmakta olup Osmanlılar tevarüs ettikleri bu uygulamayı birtakım düzenlemelerle daha da geliştirmiş ve yüzyıllar boyunca kullanmışlardır. Ancak mukâtaa uygulamasının, zamanla vakıfların istismarına sebebiyet verdiğini gören Osmanlı hukukçuları bu uygulamada ısrar etmemiş bilakis vakıflar için daha avantajlı olan icâreteyn uygulamasını geliştirmişlerdir. Bu da mukâtaanın icâreteyn uygulamasına zemin hazırladığını göstermektedir. Bu kitapta mukâtaa akdinin, 16 ve 17. yüzyıllardaki tarihi serancamı, mahiyeti, farklı uygulamaları, şartları, hukuki prensipleri ve taraflara sağladığı haklar özellikle fetva mecmuaları ve şer'iyye sicillerinden hareketle ortaya konmaya çalışılmıştır.
Şerife Eroğlu Memiş Bu kitap, hacıların çevrelerindeki insanlara aktardıkları her türlü tecrübe ve gözlemlerinin oluşum sürecini, Mekke ve Medine'de gerçekleştirdikleri dini ve dünyevi faaliyetlerini konu edinen hac eserlerini, hac literatürünün gelişmesi ve yaygınlaşması bağlamında kültürel dolaşıma önemli katkılar sağlayan araçlar olarak gündeme getirmektedir. Dini, edebi ve tarihi metinler olarak hac eserlerinin bu yönü, Osmanlı toplumunda “kitap sahipliği” olgusundan yola çıkılarak sorgulanmaktadır.
Osmanlı ulemâsı tarafından telif edilen veya intinsâh edilmek suretiyle çoğaltılan hac eserlerinin çoğunluğu haccın usulüne göre nasıl eda edileceğini anlatan menâsik-i hacc niteliğindedir. Elinizdeki kitabın konusunu oluşturan Nebzetü'l-menâsik adlı menâsik-i hacc türündeki hac el yazması, ilmî kimliği 18. yüzyılda şekillenmiş bir Osmanlı âlimi, kadısı, kazaskeri, mutasavvıfı ve kitap-severi olarak Dâmadzâde Mehmed Murad Efendi -ki eserde “en-Nakşibendî el-Murâdî” olarak zikredilmiştir- tarafından telif edilmiştir. Eserin metni Osmanlı Türkçesi, metnin izah ve kaynakları sayfa kenarlarında Arapça derkenar notları şeklinde yazılmıştır. Eseri diğer menâsik-i hacc'lardan ayıran bu derkenar notlarının niteliğidir. Diğer pek çok hac menâsikinden ayrı olarak eserde, Mekke ve Medine'nin yanı sıra ziyaretgâh olarak Kudüs ve el-Halil fezâilnâme ve tarih kitaplarına referansla etraflıca tasvir edilmiştir.
Aydın Kudat, Ayşegül Yılmaz, Bülent Çelik, Ceyhun Akyol, Ekrem Zahid Boyraz, Emine Enise Yakar, Fatiha Bozbaş, Fatma Şeyma Boydak, Hasan Telli, Mehmet Müftüoğlu, Muhammet Aydoğan, Mücahit Yüksel, Osman Ülkü, Özkan Dayı, Tanju Demir, Yakup Özsaraç, Yasin Yılmaz, Zehra Gözütok Tamdoğan Tarih boyunca dünyanın hiç bir yerinde tam manasıyla çözülemeyen sosyal adaletsizlik, yoksulluk ve gelir dağılımındaki eşitsizlik gibi toplumsal sorunlar, günümüzde de insanlığın gündeminde yer almaktadır.
Ferdin maddi ve manevi hayatının iyileşmesi ile toplumun refah düzeyinin artması anlamında sosyal kalkınma ameliyesi, sadece sosyoekonomik düzeyi değil dinî, dünyevi, maddi, manevi, ferdî, içtimai ve sosyal hayatın bütün unsurlarına yansıyan refah ve felahı içermektedir.
Modern çağın klasik iktisat anlayışı çerçevesinde yapılan tanım ve girişimler, kendine has değerleri, inançları ve dünya görüşü olan her toplum için bunu karşılayamaz.
Yoksullukla mücadele, sürdürülebilir kalkınma, gelir dağılımındaki adalet, zaruri hizmetlere ulaşım, imkân ve kaynakları kullanabilme ve entegrasyon gibi hususlar, sosyal kalkınma adına her toplumda üzerinde durulan önemli konulardır.
İslam medeniyetinde mesele, kendine özgü infak müesseseleri aracılığıyla düzenlenmeye çalışılmaktadır. Bu medeniyete ait olan vakıf kurumlarının, tarihi seyir içerisinde sosyal kalkınmada çok önemli rol oynadıklarına dair birçok örnek vardır. Bir vakıf medeniyeti kuran Osmanlı'nın para vakıfları tecrübesi, bu konuda günümüze ışık tutacak mahiyettedir.
Kalıcılığı temel vasıf edinen vakıf ameliyesinin özünde, devamlılık, sürdürülebilirlik ve üretkenlik vardır. Sadaka-i cariye olan bu ameliye, hem kendi dönemine hem de gelecek nesillere katkı sağlamaktadır.
Yoksullukla mücadele, sürdürülebilir kalkınma ve sosyal refah gibi alanlarda strateji vakıf tecrübesinin sürece katılmasında fayda vardır. Eserin bu bağlamda bir bakış açısı sağlayacağı kanaatindeyiz.
Mervenur Yılmaz İslam Ahlak Düşüncesi'nin önemli eserlerinden birisi olan, Îcî’nin Ahlâki’l-‘Adudiyye adlı ahlâk risalesi kısa olmakla birlikte, oldukça etkili olmuş ve üzerine toplamda dokuz şerh yazılmıştır. Son dönemde yapılan tasniflere göre felsefi ahlâk çizgisinde yer alan Îcî’nin eserine yazılan şerhler, bu çizginin devamlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Bu şerhlerden birisi de, Îcî’nin öğrencisi olan Kirmânî’nin şerhidir. Kirmânî’nin şerhini diğer şerhler arasında önemli yapan husus, şerhin bizzat Îcî’nin öğrencisi tarafından yazılmış olması ve aynı zamanda ilk şerh olmasıdır. Şerhin Îcî ölmeden önce tamamlanmış olması da, şerhi önemli kılmaktadır. Kirmânî şerhinin kendisinden sonra yapılan şerhlere şekil ve tartışılan konular bakımından kaynaklık yaptığı görülmektedir. Bu kitapta yer alan Kîrmânî şerhinin tahkik ve tercümesiyle, ahlâk literatürüne katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Abdulkadir Macit Türk tarihinin mihveri konumunda olan Maveraünnehir, günümüze kadar üzerinde onlarca devlete ev sahipliği yapan stratejik bir özelliğe sahip olmuştur. Bu özelliğinden hareketle bölgenin 16. asra kadarki tarihine baktığımızda, genel itibarıyla, bölge üzerinde inşa ve imar ile şöhret bulan Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Hârizmşahlar ve Timurlular; imha veistila ile şöhret bulan Karahıtaylar ve Moğollar hâkimiyet kurmuşlardır. 16. asır itibarıyla de kökeni Cengiz Han’a dayanan ve Özbekler olarak nitelenen Şeybânîler bölgede hükümran olmuştur. Şeybânîler Altın Orda Cuci (Coçi) ulusunun Özbek adını alan Türk-Moğol boylarının bir kısmının Cuci’nin beşinci oğlu Şîbân soyundan olan Ebu’l-Hayr Han liderliğinde 16. asrın sonlarında bölgeye gelerek buradaki Timurlu idaresine son verme girişimleri ile gün yüzüne çıkmış, Muhammed Şeybânî Han ile de bölgenin hâkim yeni siyasal aktörü haline gelmiştir. O kadar ki Şeybânîler, yaklaşık bir asır Maveraünnehir, Hârizm, Fergana ve çevresinde hüküm sürmüştür. Ancak Şeybânîler hüküm sürdükleri süre zarfında dünya tarihsel dönüşümlerin yoğunluğunu artırdığı kritik bir eşikte Maveraünnehir’de devraldıkları Timurlu mirasını istenilen şekilde sürdüremedikleri gibi içte Şeybânî sultanları arasında yıllar süren rekabet ve çekişmeler ve dışta Safevîler ve Bâbürlüler ile giriştikleri yoğun siyasi ve askeri mücadeleler sebebiyle bölgenin parçalanmasının önüne geçememişlerdir. Bu kitap okuyucuya Şeybânîlerin bir asırlık hâkimiyetlerinin bütünlüklü bir fotoğrafını çekmektedir.
Abdurrahman Atçıl, Mehmet Arıkan, Mustakim Arıcı Taşköprülüzâde Ahmed Efendi çok yönlü bir âlim olarak Osmanlı düşüncesine tam manasıyla damgasını vurmuştur. Bu kitapta Taşköprülüzâde’nin hayat hikâyesini ayrıntılı bir şekilde incelemenin yanında onu, dedelerinden başlamak üzere ailesi içinde konumlandırmaya, hocaları, akranları ve öğrencileri bağlamında da bir çevreye tâbi kılarak anlatmaya, eserlerini sınıflandırmaya ve tanıtmaya çalıştık. Taşköprülüzâdeler ailesinin üç neslinden isimlerin hayat hikâyelerine yer verdik ve kolektif bir hayat öyküsü yazmaya gayret ettik. Taşköprülüzâde’nin otobiyografik kayıtlar ihtiva eden ve bilinmeyen bir eserini neşrettik. Ayrıca ailenin dört neslinden üyelerin dönemin bürokrasisi ile ilişkileri müstakil bir yazı ile ele alındı. Taşköprülüzâde’nin burada anlatılan ve bir Osmanlı âliminin nasıl yetiştiğinden ne şekilde ürün verdiğine dair geniş bir çerçevede ele alınan öyküsü “ulemâ biyografisi” yazımı ve ulemâ çalışmaları için bir model ortaya koyma iddiasındadır. Çalışmamız daha genel anlamda “ulemâ ailesi monografisi” özelliğiyle Osmanlı ilmiye tarihi çalışmalarında bir köşe taşı olmaya adaydır.
Necat Yılmaz TIBBİ NEBEVİ Kuantum Tıbbına Giriş
PROF. DR. NECAT YILMAZ
Yazar; 1964 Ankara doğumlu tıp profesörü; 200’den fazla makalesine 1200’den fazla atıf alan, ayrıca 4 uluslararası tıp kitabında bölüm yazarlığı olan ve aktüel konularda yayınlanmış onlarca yazıya sahip bir bilim insanıdır. Türk kamuoyuna sağlıklı beslenme konusunda uyarıcı yazıları vardır. Örneğin ilk defa Bisfenol A’nın, biberonlarda kullanılmaması gerektiğini duyurmuştur.
Önümüzde yeni bir çağ var: Kuantum Çağı. Bu çağa hazırlanabilmek var olup olamamakla eş değerde. Hiç şüphesiz Tıbbi Nebevi çağdaş bilim insanı için eşsiz bir kaynaktır. Bu ilk ciltte yazar, temel olarak “Ya Rabbi! Bana eşyanın hakikatini göster…” Hz. Muhammed (sav) duasından ve tasavvuf kaynaklarından yararlanarak kuantum fiziğine ve böylece kuantum tıbbına giriş yapıyor. Çünkü 21. yüzyıl kuantum tıbbı ve kuantum biyoloji çağı olmaya aday. “Eşya”nın hakikatini anlamadan hastalıkları tedavi etmemiz ve hastalıkların nedenlerini tam olarak anlamamız imkânsız. Kitap içinde yer alan bazı bilgilerin bir bilim insanı olan yazarın farklı bakış açısı dışında ilk defa yayınlandığına şahit olacaksınız. Fizik bilimi ile tasavvuf ehlinin sözlerinin yakınlığı sizleri şaşırtacak. Tıbbi Nebevi bir hedef göstermektedir: öncelikle “eşya”nın yani “madde”nin hakikatini öğrenmek! Çünkü neticede evrenin tüm üyeleri, canlı/cansız bir bütünün parçalarıdır. Tüm zamanların Batılı en büyük akıllarından bazıları, bunu ispatlamak için hayatlarını harcamıştır ve şimdi, ulaştıkları sonuçlar, Şark kültürlerinin yüzyıllarca inandığının doğru olduğunu kanıtlamaktadır. Niçin hücrelerimizin kuantum fiziği ile titreştiği gerçeğini benimsemiyoruz? Tıbbi Nebevi’ye bu gözle neden hiç bakmıyoruz? Bu kitapta ölen bir yakınınıza ait bilgilerin nasıl kayıt altında tutulduğunu veya nazarın kuantum fiziğindeki yerini veya koku duyumuzun kuantum biyoloji ile nasıl çalıştığını bulacaksınız. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamalarının birçoğunun bilimsel alt yapısını öğrenebileceksiniz. Bütünleştirici tıp neden önemli? Cevabını “Zerre küllün aynasıdır.” diyen Hz. Muhammed (sav) rehberliğinde, yazarın farklı yaklaşımında ve kuantum tıbbında bulacaksınız. Bu kitapta, anlaşılması zor kuantum fiziği hakkında mümkün olan en basit bilimsel yaklaşımlardan birini görebilecek ve söz konusu yaklaşımın tasavvuf ile olan benzerliğine şaşırabileceksiniz. Sonuç olarak ilk cilt size kuantum tıbbına girişi sağlayacak ve yayınlanacak diğer ciltlere temel oluşturabilecektir ve türünün ilk örneği olarak uzun yıllar başucu kitabı olarak kullanılabilecektir.