Sosyal Bilimler \ 2-39
M. Umer Chapra Adil Bir Para Sistemine Doğru, İslamî para sisteminin hedefleri, doğası ve işlevlerinin ele alındığı kapsamlı ve bütünleyici bir eserdir. Müslümanlar da dahil olmak üzere çoğu insan için, faizsiz ekonomi bir sırdır. Bu nedenle bir dizi soru sorulur. İslam'da faiz gerçekten yasaklandı mı, eğer öyleyse, bunun ardında yatan amaç nedir? Bir ekonomi faizsiz çalışabilir mi? Kaynak tahsisi, tasarruf ve sermaye oluşumunun, ekonomik istikrar ve büyüme üzerinde ne gibi etkiler vardır? Chapra, konuyla ilgili gizemleri ve bu konudaki bazı soruları kapsamlı bir ekonomik analiz yoluyla cevaplandırmaktadır. Faiz yasağının ardındaki mantığı ve tamamıyla adalet temelli bir İslam iktisadının güçlü yanlarını göstererek sorunları ortaya koymakta ve bunları çözmek için gerçekçi bir teklif vermektedir. Chapra ayrıca, ticari ve merkez bankalarının doğası ve faaliyetlerinde yapılması gereken değişiklikleri de ortaya koymaktadır. Kurulacak olan yardımcı kurumlar ve İslamî para ve bankacılık sistemini mümkün kılmak için geliştirilmesi gereken yeni para politikası araçlarını etkili bir şekilde sunmaktadır. Ancak, faizin kaldırılmasının islam'ın tek değeri olmadığını ve Müslüman ülkelerin siyasi kurumları olmadıkça ekonomilerinin dönüştürülemeyeceği ve sosyo-ekonomik adalet ile İslam'ın diğer önemli hedeflerinin tamamının gerçekleştirilemeyeceği uyarısında bulunmaktadır.
Tuna Kaan Taştan Portekizliler, Hindistan'a ilk defa ayak bastıktan çok kısa bir süre sonra bir Türk devleti olan Adilşahlar Devleti ile karşılaştılar. Bu devlet ile ilişkileri, Hindistan maceralarının sonuna kadar Portekizlilerin bu topraklardaki politikaları için belirleyici unsur olacaktı. Adilşahlar Devleti’nin kurucusu Yusuf Adil Han, Hindistan İslam kaynaklarında Osmanlı sultanı II. Murat'ın oğlu, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet'in de kardeşi olarak geçmektedir. Yusuf Adil Han’ın Edirne Sarayı’ndan İran'a, oradan da Hindistan'a gidişi, destansı bir hikâye ile anlatılmaktadır. Osmanlı kaynakları ise bu konuda net bir açıklama içermemektedir. Yalnızca A. de Lamartine'in, Osmanlı tarihi kitabında yer alan II. Murat'ın ölümünden sonra II. Mehmet'in tahta geçişinin ardından kardeşlerinden birini boğdurması olayı, Hindistan İslam kaynaklarında verilen bilgiler ile örtüşmektedir. Firişte tarafından Yusuf Adil Han'ın 1510 yılında öldüğünde 70'li yaşlarda olduğunun ifade edilmesi de kronolojik olarak boğdurulan bu şehzadenin yaşını Yusuf Adil Han ile yakın kılmaktadır. Dönemin ve sonraki yüzyılların Portekizli tarihçileri de Yusuf Adil Han'ın Osmanlı soyundan olduğu iddiasını ya desteklemiş ya da en azından bu iddiadan bahsetmişlerdir. Bu kitapta, Hindistan'da kurulan bir Türk devletinin kurucusunun hayatı ve bu devletin ilk yüzyılı irdelenirken aynı zamanda modern sömürgeciliği başlattığı kabul edilen Portekizlilerin Hindistan’da bir denizaşırı imparatorluk kurma süreci anlatılmıştır.
Mehmet Görgülü Adli Antropoloji ,son yıllarda önemi gittikçe artan ve gelişen bir bilim dalıdır. Başta Adli Bilimler, Hukuk ve Arkeoloji bilimleri olmak üzere çeşitli bilim dallarına önemli katkılar sağlamaktadır. Ağırlıklı olarak arkeolojik alanlarda insan, hayvan ve bitkilere ait biyolojik materyallerin, adli bilimlerde ise ceset ve iskelet kimliklendirmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Arkeolojide elde edilen biyolojik materyallerden Antik DNA, adli ve hukuk bilimlerinde ceset ve iskeletlerden genetik çalışmaları da son yıllarda oldukça gelişmiş ve Adli Antropolojinin çalışma alanları arasına girmiştir.
M. Burak Gönültaş Adli Sosyal Bilimler, ceza adalet sistemi içerisinde, ceza adaletine konu olan bireylerin (suçlu, mağdur, suça sürüklenen çocuk gibi) haklarını korumak, eşit, insancıl ve ayrımcılığa uğramayacak şekilde muamele görmelerini temin etmek; bireylerin ceza adaleti süreçlerine aktif katılımlarını sağlamak adına güçlendirmek ve desteklemek, ceza adaleti unsurlarının alacakları kararlarda ve yapacakları uygulamalarda (tedavi, rehabilitasyon, ıslah, topluma kazandırma vb.) yardımcı olmak (uygulamak, takip etmek, raporlamak) ve suçluluğun/mağduriyetin önlenmesini sağlamak adına psikososyal değerlendirmeler ve uygulamaları içeren yaklaşımlar olarak tanımlanmıştır.
“Adli sosyal bilimler” basitçe “adli bilimler ve sosyal bilimler birlikteliği” olarak görülmemelidir. Tabi ki adli sosyal bilimler, adli bilimler ve sosyal bilimler ilişkisi üzerinedir ancak adli alan içerisindeki sosyal bilim uygulamaları bu birliktelikten daha geniş bir anlamı, yaklaşımı ve uygulamayı ifade etmektedir. İşte bu çalışmanın ortaya çıkış noktalarından biri budur.
Bu çalışma, adli sosyal bilimlerin, ceza adalet sistemi içerisindeki yerini belirleme ihtiyacı bağlamında ilgili konuları ele almış ve bir konsept oluşturmayı hedeflemiştir. Böylece adli sosyal bilimlerin hem teorik hem de pratik anlamda gelişmesi için bir adım olabileceği düşünülerek elinizdeki kitaba Adli Sosyal Bilimler Serisinin birinci kitabı hüviyeti verilmiştir.
Bu kitabın, başta hukuk ve kolluk eğitimlerinin yanı sıra ceza adalet sisteminin işleyişine katkıda bulunabilecek sosyal hizmet, psikoloji, çocuk gelişimi, adli bilimler ve psikolojik danışmanlık ve rehberlik gibi disiplinlerin formasyonlarına ve ilgili kurumların hizmet içi eğitimlerine katkı sunması beklenmektedir.
Nevzat Kalay İletişim ve ulaşım teknolojilerinin insanları hem mekânsal hem de kültürel olarak birbirine yaklaştırdığı günümüzde ortak bir iletişim platformu eğiliminde olan İngiliz dilinde iletişim kurabilmek önemli bir bireysel beceri hâline gelmiştir. Bilim ve teknolojiyi yakalayarak ve üreterek refah düzeyine ulaşmaya çalışan ülkemizde bu beceri daha da önemli hâle gelmektedir.
Bir dilden başka bir dile çeviri yapmak zaman zaman zor olabilmektedir. Ancak doğru rehber ve yönlendirme ile bu süreç daha kolay ve anlaşılır hâle gelebilir.
İnsanların düşüncelerini İngilizce olarak yazılı ve sözlü bir şekilde ifade edebilmesini ya da İngilizce olarak yazılanları ve konuşulanları Türkçeye çevirebilmesini kolaylaştırmaya yönelik olarak hazırlanan bu kitap, konuya ilgi duyan herkese faydalı olacaktır.
A. Murat Köseoğlu Afetler dünyada her yıl binlerce insan hayatının sonlanmasına, ciddi şekilde yaralanmalarına ve önemli oranlarda ekonomik hasarlara yol açmaktadır. İnsanoğlu elindeki teknolojik gelişmelere rağmen afetler konusunda hala çaresiz ve zor durumlarda kalabilmektedir. Bu nedenle afetler önemli oranda fiziki ve psikolojik zararlara yol açmaya devam etmektedir. Afetlerin kayıpsız veya en az seviyede kayıpla atlatılması için afete hazırlık, afet yönetimi ve afete müdahale çok büyük önem taşımaktadır. Afetler ister doğal isterse insan kaynaklı olsun, ulusal veya uluslararası yardım faaliyetlerinin hedefi felaketler yüzünden oluşan acıları dindirmek, kayıpları azaltmak ve her felaketzedeye insani değerlere uygun bir yaşam düzeyi sağlamaktır.
Bu kitabın öncelikle afet yönetimi ve insani yardıma ilgi duyan her kesimden okuyucunun, kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarında çalışan planlamacı, uygulayıcı ve yöneticilerin, bu alanlarda topluma yardımcı olmak isteyen gönüllülerin ve söz konusu alanlara ilgi duyan araştırmacı ile öğrencilerin başvuru kaynağı olarak ilgisini çekeceği değerlendirilmektedir. Ayrıca jeolojik yapısı, topografyası ve iklim özellikleri nedeniyle doğal afetlerle, siyasi coğrafyası nedeniyle de uluslararası siyasi krizlerle sık sık karşılaşan ülkemizin afet yönetimi ve insani yardım faaliyetleri gelişimine katkıda bulunacağını düşünülmektedir.
Abdullahi Mohamed Dhiblawe, Ali Tekke, Begüm Gün, Berkay Necati Tanrısever, Enver Arpa, Gökhan Kavak, Kamile Ünlüsoy, Mustafa Yasir Kurt, Mürsel Bayram, Osman Kağan Yücel, Selman Yurteri, Şule Yılmaz, Yusuf Yavuzkan Toplumsal yapıların anlaşılmasında dinî ve siyasi durum analizi önem arz etmektedir. Dinî inanışların kazandırdığı motivasyon, toplumsal etkileşimlerde önemli bir rol üstlenmektedir. Afrika kıtasının modern tarihi incelendiğinde Afrikalı toplumların etnik ve kabilevi nedenlerle sürüklendiği çatışma ortamının aksine dinî anlamda dikkat çekici bir hoşgörü anlayışına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Kolonyal Dönem’le birlikte bu anlayış nispeten bozulmuş olsa da bu durumun son yıllara kadar devam ettiği söylenebilir. Ancak son yıllarda çeşitli dinî kimlikler altında ortaya çıkan siyasi grupların siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için başvurdukları şiddet ve terör olayları, Kıta'nın güvenliğine büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Kuzey Afrika ülkeleri; Mali, Nijerya Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Uganda gibi ülkeler bu türden hareketlerin yarattığı istikrarsızlıktan aşırı şekilde etkilenmektedir.
Bu çalışmada Kıta'nın istikrarına tehdit oluşturmaya başlayan dinî-siyasi hareketler incelenmiştir. “Dinî-siyasi hareket” kavramıyla “toplumu, kendi dinî yorumları çerçevesinde dönüştürmeyi, iktidarı kendi anlayışları doğrultusunda şekillendirmeyi hedefleyen hareketler” kastedilmiştir. Geleneksel dinî yapılar, cemaatler, tasavvufi hareketler bu kapsamın dışında tutulmuştur. Bu çerçevede yapılan değerlendirmede Kıta'da faaliyette bulunan ve bu özelliklere sahip olan hareketlerin; İhvan-ı Müslimin, Selefi, Şiî ve Hristiyan eksenli hareketler olmak üzere dört ana eksen etrafında odaklandığı görülmüştür. Dolayısıyla incelenen hareketler, bu yönde yapılan bir tasnifle ele alınmıştır. İncelemede ele alınan hareketlerin ortaya çıkış sebepleri, liderleri, örgütsel yapılanmaları, başlıca referansları, mücadele yöntemleri vb. hususlar objektif bir yaklaşımla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Fikri Özçelikçi “Baba ahh!” cümlesi çünkü babası uzakta olduğu sürece yarası daha az kanıyordu çünkü bu yarayı açan, üzerine tuz basarak dağlamaya çalıştığı bu yarayı durmadan kanatan da yine oydu. Çocukluk çağlarında, evlerinde her şey bazen yeşil gibi sakin, bazen de kırmızı gibi yakıcıydı ama her şey çok güzeldi sonuçta… bahar geldiğinde bahçeye çıkıp oyuncaklarıyla oynar, dalları önce çiçeklensin, sonra da çiçekler meyveye dursun diye gözünü erik ağacına diker, minicik meyveye dönüşen erikler olgunlaşsın diye bekler ve erikler yenecek kıvama geldiğinde de yanına bir tuzluk alarak erik ağacının göklere uzanan dallarına tırmanırdı. Kaygan zemini üzerinde tuz durmayan erikten önce küçük bir ısırık alır, sonra ısırdığı yere tuz basardı. Sanki yarasına tuz basardı. Zaman, erik ağacının yeşiliydi o zaman.”
Fikri Özçelikçi, okuyunca şaşkınlık yaşamayacağımız öyküler yazıyor. Kurgusu sağlam, bir örüntü etrafında ufku genişleyen, imgelere yaslanmasını bilen sahici öyküler. Yazarın sıradan hayatlara dokunuşları var öykülerinde. Kitapta öne çıkan, imrenilesi bir şey var ki o da şu; yazar öyküsünü bir yandan gözleme dayandırıyor (bunu yaparken tedaiye açık hatta davetkâr cümleler kullanarak) ama bir yandan da arka planında sürgit, daha bir kül rengi, daha bungun bir çevrimiçi yaşamın da ipuçlarını vererek, bilinç akışı öyküsüne yakınlaşmaktan da kendini alamıyor. Görünen, yani şahit olunanlar ile kendine özgü imajiner dünya arasındaki dengeyi kurabilen yazar, öyküleri sonlandığında mutlaka okuyucunun da yazabileceği bir alan bırakarak başarıyor bunu…
Selim Erdoğan
Ramazan KAZAN Her şeyden önce ahde vefâ, toplumun sulh ve selâmet içinde yaşamasının evrensel değerlerinden biridir. Hatta dünya barışının devamını birinci derecede ilgilendiren, en önemli esaslardandır. Zira toplum açısından bakıldığında çıkan bunalım ve sürtüşmelerin pek çoğunun temelinde ahde vefâsızlık yatmaktadır. Bu nedenle sebepsiz yere antlaşmalara uymamak veya antlaşmaları bozmak açık bir ihanet kabul edilmektedir.
Şüphesiz ki, hem Allah Teâlâ hem de Hz. Peygamber ahde vefâlı olmayı istemiş ve teşviklerde bulunmuşlardır. Birçok ayette ahde vefâlı olmanın peygamberlerin ve müminlerin vasfı, İslâm kimliğinin en önemli unsurlarından olduğu vurgulanmaktadır.
Allah (cc) vefâsızlığı yasaklarken bu vasfı üzerinde bulunduranları nasipsizlik, fesatlık, bozgunculuk ve döneklikle nitelemiş, gadrin/vefâsızlığın çirkinliğine dikkat çekmiştir.
Hz. Peygamber de çocuklara dahi verilen sözlerin tutulmasını istemiştir. Vefâsız için kıyamette bayrak dikileceğini ifade eden hadislerden hareketle vatana, millete ve devlete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin teşhiri/ilanının sosyal-psikoloji açısından caydırıcı bir tedbir olacağını söyleyebiliriz.
Ahmet Doğan, Ahmet Gökbel, Fazıl Yozgat, Hüseyin Kurt, Hüseyin Öztürk, Rıfat İlhan Çelik Özü ve esası ahlak ve fazilet olan Ahilik, bu dünyada insanı “yaratılmışların en şereflisi” olarak görmek istemekte ve onun eğitiminde de bunu esas almaktadır. Sanat, gündüz iş yerlerinde usta-çırak ilişkisi ve kardeşlik ruhuna dayalı olarak ele alınmakta; ahlak eğitimi de akşamları Ahi zaviyelerinde verilmektedir. Ahilerin uyması gereken kuralları belirleyen eserlere Fütüvvetname denir. Arapça “fetâ” kelimesinden türetilen bir sıfat olan fütüvvet; yiğitlik, delikanlılık, cömertlik, fedakârlık ve diğerkâmlık (altruizm) gibi anlamlar taşıyan İslami bir kavramdır. Bu özelliklere sahip; Ahilik teşkilatı mensupları aklın ve bilimin ışığında dürüst, misafirperver, iyiliksever ve alçak gönüllü olmalıdırlar. Bugün insanlığın aradığı ve özlediği insan tipi de bu değil midir?
Recep Kılıç Ahlak ve felsefeye ilgi duyan okuyucuyu ahlak felsefesi (etik) ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitapta, standart etik konular üzerinde durulmuş; konuların açıklanmasında geleneksel ve çağdaş görüşler bir arada değerlendirilmeye özen gösterilmiştir. Amaç, etik sorunları ve bu sorunlar karşısındaki felsefi tutumları genel olarak tanıtmak olmakla birlikte, temel sorunlarla ilgili kendi değerlendirmelerimize de yer verilmiştir. Bununla birlikte kitabın amacı, etik doğruların nihai açıklamasını sunmak değil; birbiriyle çatışan düşünce, teori ve argümanlar karşısında okuyucunun kendi görüşünü oluşturmasına katkıda bulunmaktır.
Altı ana bölüm hâlinde kurgulanmış olan kitabın ilk bölümü, bir felsefe disiplini olarak ahlak felsefesinin anahtar kavramlarına, etik yapma biçimlerine ve tarihsel serüvenine ayrılmış; ikinci ve üçüncü bölümlerde normatif etik ile metaetiğin öne çıkan teorileri üzerinde durulmuştur. Dördüncü ve beşinci bölümler, ahlaki yükümlülük, sorumluluk, yaptırım gibi bazı kavramlar ile ahlaki görecilik ve ahlaki gerçekçilik vb temel problemlere ayrılmıştır. Uygulamalı etiğe ayrılmış olan altıncı bölümde sosyal hayatta karşılaşılmakta olan çeşitli güncel konular ele alınmıştır. Bu bölümde, kürtaj, taşıyıcı annelik, intihar, ötenazi, beyin ölümü gibi biyoetik sorunlar diğerlerine göre daha etraflı tartışılmış; sonra iş etiği, meslek etiği, sosyal etik ve hayvan etiği üzerinde durulmuştur.
Bu kitapta, ahlak felsefesinin temel soru ve sorunları, ağırlıklı olarak Batı felsefesinin klasik ve güncel eserlerinden hareketle ele alınmıştır. Müslüman filozofların ahlak alanında üretmiş oldukları zengin birikimin, günümüzde İslam ahlak felsefesi başlığı altında değerlendirilmesi konusunda genel bir uzlaşı var gibidir. Bu nedenle bu eserin, İslam ahlak felsefesi konularının daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Recep Batu Günör Günümüzde toplumsal yaşama baktığımızda, özgeciliğin hep arzulanan ancak buna rağmen göz ardı edilen bir düşünce olduğu görülmektedir. Bireysel ilgi ve çıkarın olabildiğince yaygınlaşmasına karşın çoğu kişinin bunu itiraftan kaçınması, hatta reddetmesi ilginç bir olaydır. Neredeyse herkes, günümüzde insanların sadece kendilerini düşündüklerini söylemekte, bundan şikâyet etmektedir. Oysa kimse bunu düzeltmek için harekete geçmemekte, egoizmin âdeta insanlığın "kaderi" olduğu iddia edilmektedir. Başka bir deyişle, egoizmden şikâyet edilmesine karşın egoizmden kurtulmanın imkânsızlığı ifade edilmektedir. Özgecilik, ideal bir düşünce olarak dile getirilmektedir. Recep Batu Günör'ün yazdığı Ahlak Felsefesinde Özgecilik kitabı egoizmden kurtulmanın imkânsızlığına karşı çıkıyor.
Hümeyra Özturan Ahlak felsefesine dair kaleme alınmış eserleri yedi temel mesele üzerinden okuma girişimi olan bu çalışma, ahlak felsefesini problematik olarak gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Problemleri ana hatlarıyla anlaşılır biçimde ortaya koymayı amaçlayan giriş yazılarının peşinden, konuya ilişkin farklı filozofların can alıcı pasajları seçilmiş ve tercüme edilmiştir. Çalışmada, Antik Yunan filozoflarından Batılı Orta Çağ düşünürlerine, İslam filozoflarından
çağdaş filozoflara kadar çok farklı düşünürlerin eserlerinden seçme metinler yer aldığı için; Aristoles’in, David Hume’un, İbn Miskeveyh’in ve hatta İbn Arabi’nin aynı probleme dair yazdıklarını beraberce okuyabilme imkânı sunulmuş olmaktadır. Dönemleri değil ahlak felsefesi problemlerini esas alan ve felsefe tarihini bir bütün olarak bu problemler ışığında süzen bu kaynak, okuyucuları sadece bilgilendirmeyi değil, aynı zamanda ahlak felsefesi problemleri üzerinde düşündürmeyi hedeflemektedir.
Ahmet Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar, Kasim Küçükalp, Özkan Gözel, Selami Varlık, Lütfi Sunar, Ömer Türker, Cafer Sadık Yaran Bu kitap başkalığın dışlanmış ötekiliğe dönüşme biçimlerini ele almak ve bunu ahlâk düşüncesi içinde tartışmak üzere hazırlanmıştır. Zira başkasının varlığı ile ahlâki bir ilişki kurulmazsa ötekinin yabancılığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde kürenin her tarafında başkalıklardan kaynaklanan sorunlar gün-demi meşgul ediyor. Yabancı düşmanlığı, etnosantirzm, ırkçılık, dini fanatizm, İslamofobi ve milliyetçilik çağımızın yükselen tehditleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ulus devletler bir taraftan içine düştükleri meşruiyet krizlerini aşmak üze-re abartılmış güvenlik söylemleri ile kimlik pekiştirici siyasetlere başvururken
öte yandan yüzleşilen sosyo-kültürel krizler de kitleleri ötekileştirici dile doğru itiyor. Artan küresel çatışmalar ve neticesinde ortaya çıkan göç dalgaları başkası ile travmatik karşılaşmaları gündeme getiriyor. Bu bağlamda ahlâk ve başkasına yeni bir bakışa ihtiyaç duyuluyor. Eğer insani yaşamın temeline, özünde bir ahlâk fikri barındıran başkasının varlığı alınırsa, ötekileştirmeksizin bir tanıma gerçek-leşebilir ve bu tanıma bir ahlâki yükümlülüğü meydana çıkarabilir.
Kitapta bu perspektif çerçevesinde konuyu modern felsefede ve İslam düşünce-sinde başkası/öteki ile ilgili kavram ve tartışmaları ele alan yazılar yer almakta-
dır. Böylece genel ve karşılaştırmalı bir perspektifin yanı sıra, yeni bir yaklaşımın oluşturulması da hedeflenmektedir.
Katkıda Bulunanlar
Ahmet Ayhan Çitil • Burhanettin Tatar • Cafer Sadık Yaran • Kasım Küçükalp Lütfi Sunar • Ömer Türker • Özkan Gözel • Selami Varlık
Ömer Demir İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, ahlâk konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Ahlâk tüm insan topluluklarında var olan en temel konulardan biridir. Bütün ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler bu temelin üzerine kurulur. Çünkü ahlâk, bireyin içgüdüsel isteklerini Uygun ve meşru sosyal kanallara sevk eden, toplum ile bir arada, karşılıklı dayanışma ve güven içinde yaşamayı mümkün kilon temel değer ve kurallar kümesidir. Elinizdeki eser, çok boyutlu ve çok yönlü biçimde ele alınabilecek olan ahlâkın insan hayatındaki yeri ve rolü, günümüz dünyasında insanı kuşatan en önemli ilişki ağlarının başında gelen ekonomi bağlamında ele almaktadır. Bu bakımdan eserin ilk bölümünde ahlâkın birlikte yaşam tecrübesindeki rolü, hukuk ve dinle ilişkisi, iş hayatına dair konularda ortaya çıkan farklılaşmaların gerekçeleri ele alınmakta, ikinci bölümde ise ekonomik hayatın yürütülmesinde ahlâkın rolü tartışılmakla, son olarak üçüncü bölümde de ekonominin piyasalaşması ve küreselleşmesinin ahlâk üzerindeki etkilerine değinilmektedir.
Ömer Türker Klasik dünyada üretilmiş insan tasavvurlarının modern dönemdeki dönüşümünün en önemli sonuçlarından biri, insanın kendisine ilişkin beklenti ve umutlarını değiştirmesidir. Bu durum pek çok alanda olduğu gibi ahlâk alanında hem soru hiyerarşisini etkilemiş hem de yeni bir takım soruların sorulmasını gerektirmiştir. Bu bağlamda bilhassa son yarım yüzyılda insanın ahlâklı olmasının gerekçesi sorgulanır hâle gelmiş ve bir kısım akımlar, ahlâkı tamamen vicdanî bir durum olarak değerlendirmeye başlamıştır.
Ahlâk tamamıyla bireyin vicdanıyla alakalı bir olgu olarak anlaşıldığı sürece bireyler arasındaki ilişki veya ahlâkın dışa bakan yönü, ahlâktan ziyade siyasetin bir sorunu olarak ele alınmak durumundadır. Bu takdirde ahlâksızlık kapsamında değerlendirilecek durumlar, hukukun alanına girdiği sürece bir müeyyideden bahsedilebilir. Fakat bu sonuç, esas itibariyle belirli bir insan ve toplum tasavvurunun uzantısı veya kaçınılmaz neticesi olduğundan farklı insan ve toplum tasavvurları açısından ele alınmayı gerektirir. Elinizdeki kitapta ahlâk ve müeyyide ilişkisini sorgulamak amacıyla 2015 yılı içerisinde İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi içerisinde gerçekleştirilen “Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinde yapılan konferansların metinlerini bulacaksınız.
Tahsin Görgün, İhsan Fazlıoğlu, Hakan Poyraz, Cafer Sadık Yaran, Zeynep Direk, Hümeyra Özturan, Ömer Türker, Ahmet Ayhan Çitil Günlük hayattaki birçok eylemimizde ahlaki karar verme anlarıyla karşı karşıya kalırız. Böyle durumlar ahlakı insan açısından kolaylıkla anlaşılır ve konuşulabilir hale getirir. Bunun daha ötesinde yapılacak olan şey, ahlaki eylemin altında yatan anlamın ve ilkenin araştırılmasıdır. Söz konusu eylem ise ancak ahlakı, felsefi olarak soruşturan bir çabanın sonucunda ortaya çıkabilir. Ahlaki tercihlerin kaynağını oluşturan ilkeleri, iyinin doğasını, değerlerin anlamını sorgulamak ise ahlakın temeline dair yapılacak bir felsefi soruşturmayı zorunlu kılar. İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesindeki "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi" içerisinde gerçekleştirilen "Ahlakın Temeli Üzerine Konuşmalar" dizisi de böyle bir amaca yönelik olarak ortaya çıktı. Bu kitapta "Ahlakın temeli nedir?" sorusuna cevap aramaya
çalışılmıştır.

Mustafa Şengün İnsanlar, ahlaki düşünce ve yargıları toplumsallaşma süreci içinde kazanırlar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişiminin daha etkin ve yaygın hâle gelmesi hem insanları ve toplumları değiştiriyor hem de çözülmesi gereken yeni ahlaki sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, zaman içinde insanların ahlaki düşünce ve yargıları da değişiyor. Değişimi takip edebilmek, ortaya çıkan yeni sorunları çözebilmek ve yeni toplumsal şartlara uyum sağlayabilmek, ahlak alanındaki araştırmaların devamlılığını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu kitapta, ahlaki düşünce ve yargı gelişim süreci ve bu süreci etkileyen faktörler incelenmiştir. “Ahlaki Düşünce ve Yargı” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
Ahmet Kılıç Milletlerin medeniyet tasavvurları kendi yaşam biçimine, kendi ruh dünyasına özgü kavramlardan oluşan sözlükle mümkündür. Çünkü “medeniyet”in temeli, milletlere özgü kavramlarla atılır. Bir milletin “medeniyet”i temsilinde ise o milletin aydınları önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmaya konu edinilen Nurettin Topçu ve Erol Güngör isimleri de bu aydınlardan bazılarıdır. Onların nevi şahsına münhasır üslûpları ve kavramlara yükledikleri özgün manalar sözlük çalışmasına vesile olan nedenlerdendir. Türkçe sözlük çalışmalarında yer alan kavramların genel bir izahından ziyade Topçu ve Güngör'ün alışılmışın dışında kavramları ifade biçimleri ele alınmıştır. Söz konusu yazarların eserlerinde geçen tanım ifadeleri bir araya getirilerek sözlük çalışması meydana gelmiştir. Böylece okurlar tarafından hem bu şahısların düşünce dünyası daha iyi tanınmış olacak hem de başka aydınların sözlük çalışmasına örnek teşkil edecektir.
Ahmet Kılıç Her insan yaratılış gereği sevdiği kişiye benzemek ister lakin sevme duygusu her zaman iyiye, güzele ve faydalı olana meyletmeyebilir. Bazen bireyler kişilerin olumsuz davranışlarından, yıkıcı fikirlerinden ya da dış görünüşünden etkilenip onlar gibi olmayı arzu edebilir bazen de tam tersi durumlar meydana gelebilir. Bu durumların meydana gelmesinde bireyin liderlik özelliği önemlidir. Herhangi bir topluluk üzerinde etkisi olmayan bir kişinin liderliğinden söz edilmesi mümkün değildir. Liderlerin sosyal hayatta etkili oldukları farklı alanlar vardır. Bu alanlardan biri de çalışma konumuz olan eğitim alanındaki liderliktir.
Eğitimde lider olarak konumlandırılan kişiler öğretmenlerdir. Gerek devletin gerek toplumun öğretmenlik mesleğine yüklemiş olduğu sorumluluk duygusu diğer mesleklere göre daha fazladır. Çünkü öğretmenlik bir milletin geleceği olan çocuklar ve gençler üzerindeki en etkili mesleklerden biridir. Öğretmenlerin öğrencilere rol model olması bir milletin geleceğinin şekillenmesi açısından önemlidir. Aynı zamanda öğretmenlerin kendilerine uygun rol model olabilecek liderleri örnek alması da onların önemini arttırmıştır. Öğretmen ve öğrencilere rol model olabilecek eğitimci Nurettin Topçu ve Erol Güngör isimleri bundan dolayı çalışmada ahlâki lider olarak ele alınmıştır. Hem onların yaşayışlarından hem de eserlerinden hareketle ahlâki liderlik özelliği taşıyan öğretmen nitelikleri tespit edilip eserde incelenmiştir.
Mustafa Şengün Günümüz küresel dünyasının bilim ve teknoloji alanlarında yaşanan hızlı gelişmeler, internet ve kitle iletişim araçlarının yaygın hâle gelmesi beraberinde ahlaki değerleri ve bireylerin sahip olduğu ahlaki nitelikleri de değiştirmektedir. Ayrıca, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin beraberinde getirdiği nükleer silah, ekolojik bozulma, genetik kopyalama, internet suçları, küresel savaş tehdidi gibi riskler, toplumların barış, huzur ve güvenliğini tehdit etmektedir. Ahlak ise, toplumdaki bireylerin barış, güven, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarına yardımcı olmaktadır. Bu durum, ahlak konusunda araştırmalar yapmayı önemli ve bu alanda yapılan araştırmaların sürekliliğini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla elinizdeki bu kitapta, ahlaki olgunluk konusu teorik ve uygulamalı olarak incelenmiştir. “Ahlaki Olgunluk” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
2017 yılında, yurt dışında Lap Lambert Academic Publishing tarafından “Ahlaki Olgunluk” ismiyle yayınlanan bu kitap, ders kitabı formatında düzenlenerek elinizdeki hâliyle yurt içinde Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
İbrahim Demirci Ahmet Hâşim’in Nesirleri
İBRAHİM DEMİRCİ

Türk Şiirinin büyük şairlerinden Ahmet Hâşim hakkında en kapsamlı kitaplardan birini sunuyoruz: Ahmet Hâşim'in Nesirleri. O Belde'nin, Merdiven'in, Karanfil'in, Piyale'nin, Bülbül'ün, Bahçe'nin, Süvari'nin güçlü, ince ve yabanıl şairi Ahmet Hâşim, nesirleriyle de dilimizi ve edebiyatımızı zenginleştirmiştir. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımladığı ve ancak üçte birini kitaplaştırdığı fıkra, söyleşi ve gezi yazılarının hemen hepsine “deneme” derinliği ve lezzeti katmış olan Ahmet Hâşim, kişiliğini ve mizacını edebi akımların ve siyasi ideolojilerin oyuncağı olmaktan sakınmış; dünyaya özgür, meraklı, zaman zaman çocuksu ve muzip gözlerle bakabilmiş; bütün insanlığın kültür birikiminden olabildiğince yararlanmış; estetiği gözeten bir yaklaşımla derinlikli metinler üretmiştir. İbrahim Demirci bir kuyumcu titizliğiyle bu çalışmada onun kitaplaşan ve kitaplaşmamış bütün nesirlerini ele almış; hem içerik, hem biçim bakımından değerlendirmiştir. Hâşim'in nesirleri bağlamında temel kaynak niteliğindeki bu çalışma, böylesi çalışmaları çoktan haketmiş Hâşim'e bir övgü değil, bir ödevdir.
“Fakat doğru düşünmüş olmak için neden filân veya falan gibi düşünmek elzem olmalı?” “Beni anlamanız için bir ruhunuz olmalıydı ve o ruh, hemşehrimiz Loti'nin ruhu gibi şifâ bulmayacak tarzda zehirlenmiş olmalıydı.” “Cami ve insan, cübbe ve sarık, mangal ve nargile şark denilen şey değildir; şark bunları görüp duymakta ve görürken benimsemektedir. / Edebiyat, hayatın havasında ve sinirlerin ağlarındadır. Ressamlarımız atölyelerinin terebentin kokan havasından çıkmağa râzı oldukları gün bunu bileceklerdir.” “Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.” “Hiçbir çehre hayâlde göründüğü kadar hakikatte güzel değildir.” “İstanbul'da hayatında ancak bir iki defa, o da haberi olmaksızın, kolunu siyasî bir mevzuun elektrik tellerine çarpmış bir şaire mukabil, Ankara'da bal çanağına düşen arılar gibi kanatlarını artık kullanmaktan âciz, ayaklarıyla tıpış tıpış yürüyen nice şair var.” “Hiçbir san'atkâr eserini yaratmadan evvel, ondan başkalarına bahsetmek istemez. Zira sırrı fâş olmuş bir eser, doğmadan ölmeğe mahkûmdur.” “Her devirde başka türlü tarif edilen sanatın son tariflerinden biri de şudur: 'Hakiki hayatın bizden esirgediği tahassüsatı telâfi etmek vasıtası.'” “Almanya pembe ve büyük bir elmadır. Fakat içi kurtludur.” “Seviliyor muyum, sevilmiyor muyum, diye mütemâdiyen endişe içinde olan bir millet beğenilmekten ümidini kesmiş olan bir millettir.”
Mehmet Zeki AYDIN Sevgili Öğretmenler;
Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamız, öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli uygulamalara sahiptir.
Bu set, eğitimcilerimize ilgi ve yeteneklerine göre etkinlik seçme imkânı sağlamaktadır. Ayrıca sette, eğitimcilerimizin, öğrencilerine fotokobi vererek uygulayabileceği birçok etkinlik yer almaktadır. Bu etkinlikleri; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Klüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye / Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster / Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana'dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Bu seri çalışma ile farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını öğrencilerinize, size sunduğumuz materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, onların farkındalıklarını arttıracak problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler hâline gelmelerine yardımcı olacaksınız.
Çalışmamızda, öğrencilerin değer bilincini test etmelerine yardımcı olacak Ölçme Değerlendirme testleri yer almakta ayrıca eğitimde önemli bir payı olan ailelerin, eğitimin içine çekilmesini böylece öğrencilerin öğrendiği bilgileri evde de uygulayabilmesini amaçlayan Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de bulunmaktadır.
Ayda Yörükân Aile ve Konut Konusunda Fransız Mimarlarının Bugünkü Eğilimleri
Esra Cizmeci Ümit Hemen her toplumda bireyin sosyal ve psikolojik yaşamı üzerinde en büyük etkiye sahip olan kurum, ailedir. Aile kurumu geçmişten bugüne, gerek dünyada gerekse de Türkiye'de oluşan dönemsel koşullara paralel değişimler geçirmiştir ve geçirmeye de devam etmektedir. Bireyin neredeyse tüm serbest zamanını kuşatan medya teknolojileri, aile serbest zamanlarında da kendine önemli bir yer edinerek hem evleri hem de aile bireylerinin birbirleriyle olan iletişimlerini önemli ölçüde biçimlendirmektedir. Bugünün oturma odası, aile üyelerinin hep birlikte oturduğu ancak kiminin televizyondaki diziler içerisinde kaybolduğu, kiminin akıllı telefonu ile dış dünyaya bağlandığı, kiminin ise bilgisayarı aracılığı ile yapılması gereken işlerini yerine getirdiği bir ortama sahne olmaktadır.

Gerek eşler arasındaki gerekse de ebeveynler ile çocukları arasındaki ilişkiler de bu durumdan doğal olarak etkilenmekte; sonuç olarak modernleşmeden itibaren sosyal ve psikolojik anlamda ayakta kalma mücadelesi veren her bireyin, bu konuda en büyük desteği alabileceği aile kurumu zarar görmektedir. Günümüzde neredeyse tüm dünyada görülen bu sorun ile ilgili geniş kapsamlı bir eleştirel literatüre yer verilen bu kitapta, aynı zamanda ev içi aile serbest zamanlarında medya kullanımı ile ilgili Türkiye’den ailelerle yapılan ve konu ile ilgili birçok çarpıcı detaya dikkat çeken görüşmeler yer almaktadır.
Güney Nair Genel olarak failleri ve mağdurları gençler olan şiddet eylemleri; hem olayların içinde yer alan gençleri hem de onların ailelerini, akrabalarını, öğretmenlerini, akranlarını kapsayan geniş bir kitleyi doğrudan etkilemekte, travmalara neden olmakta, toplumlarda ağır sosyo-ekonomik maliyetler yaratmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization)'ne göre gençlik şiddeti, en çok göze çarpan şiddet türlerinden birisidir.
Gençlerin aile, okul ve sosyal çevre üçgeninde oluşturdukları ilişkiler ve bu ilişkilerin seyri, ortaya çıkacak davranış kalıplarının da habercisidir. Gençlik döneminin en az sorunla atlatılması, sağlıklı yetişkinliğe olanak sağlayacaktır.
Elinizdeki çalışma, toplumların en önemli sosyal sorunları arasında yer alan gençlik şiddeti konusuna ışık tutarken, gençlere, anne-babalarına, öğretmenlerine, kendilerini ve sosyal ilişkilerini akademik boyutta anlama ve yorumlama olanağı sunmayı amaçlamaktadır.
Çağlar Özbek, Ferhat Değer, Gülçin Karadeniz, Güncel Önkal, H. Nermin Çelen, Halime Ünal Reşitoğlu, Mehmet Bozok, Nesteren Gazioğlu, Nihan Bozok, Nurgün Oktik, Nurşen Adak, Özgür Sarı, Petek Akman Özdemir, Serap Özen, Uğur Can Köşk, Zeynep Ekşi Aile, sevgi, saygı, şefkat, nezaket gibi olumlu; gerilim ve çatışma üretmesi, baskıcı yapısı, nefret ve şiddeti barındırabilmesi nedeniyle de olumsuz tüm özelliklerimizi içinde barındırır. Aile, hem birey hem de toplum bakımından vazgeçilmez öneme sahip evrensel bir olgudur. Bir toplumun yakından tanınmasında aile ilişkilerinin bilinmesi özel bir önem taşımaktadır. Bu kitap,sosyolojik, felsefi ve psikolojik olarak aileyi anlamaya yönelik çabayı bulacaksınız. Türkiye’de aile yapısı ve sorunları ne boyuttadır? Aile toplumsal cinsiyet eşitsizliğin yaratıldığı bir yer midir yoksa kadın ve erkekler uyum içinde mi bu birlikteliği sürdürmektedir? Düğün iki bireyin birlikteliğinin sembolü ve kutsanması iken nasıl olur da büyük bir tüketim endüstrisine dönüşebilir? Aşk için evlenenler niçin boşanır? Sosyal medyanın yaygınlaşması ile aldatan insanların artık aynı mekânı paylaşmalarına gerek kalmaz iken bu yeni aldatma biçimleri aile yapısını ve ilişkilerini nasıl etkilemektedir? Ebeveynler için çocuğun anlam ve değeri nedir? İş yaşamında aile üyelerinin yaşadığı sorunlar aile yaşantısını nasıl etkilemektedir? Aile üyelerinin yaşadığı evdeki sorunlar iş gücü pazarına nasıl yansımaktadır? Aile yapısı, üyelerinin sağlığını nasıl etkiler? Kamusal politikalar yetersiz kaldığında aile, sağlık sorunlarını çözmek için ne gibi stratejiler geliştirir? Koruyucu aile gibi biyolojik bağın dışındaki bağlarla oluşan aileler, aile yapısındaki dönüşümünün bir göstergesi midir? Heteroseksüel aile yapısı dışında bir hayat var mıdır? Eşcinsel birliktelikler, evlenmeden beraber yaşama, tek ebeveynli aileler baskın aile yapısının zayıfladığının bir göstergesi midir yoksa çoğulculuğa doğru dönüşüme mi işaret etmektedir?
Ailenin varlığını sorgulamak yerine ailenin birey için ve toplum için önemine yoğunlaşmak düşüncesinden yola çıkan bu kitap çalışması, disiplinler arası ortak bir çaba ve çok yönlü bakış açısının zorunluluğunun sonucudur. Bu kitabın içeriğinin ülkemizdeki aile yapısı ve sorunlarını anlayabilmek açısından yararlı olacağını ümit ediyoruz.
Ali Rıza Erdem, Aycan Çiçek Sağlam, Aykut Ekiyor, Aziz Gökhan Özkoç, Bekir Tuncer, Berfin Kart, Berna Tarı Kasnakoğlu, Besim Karakadılar, Burcu Seher Çalıkoğlu, Bülent Balkan, Doğan Göçmen, Esen Gürbüz, Fahri Apaydın, Filiz Angay Kutluk, Gül Erkol Bayram, Gülten Dinç, Harun Tepe, İlter Turan, İpek Kıskacı, Mehmet Emir Köksal, Nurhayat Çalışkan Akçetin, Ruhdan Uzun, Semiyha Tuncel, Sezer Bozkuş Kahyaoğlu, Sibel Oktar Thomas, Sinan Kadir Çelik, Volkan özbek, Yusuf Bayraktutan “Kayırma, baskı, dışlama ve tasfiye… Türkiye Cumhuriyeti üniversitelerinin ve akademik hayatının tarihi, bu üç hastalıkla sistematik olarak lekelenmiştir. Akademide Etik İhlalleri: Yaşanmış Vakalar kitabının, bu hastalıkların teşhirine anlamlı, güncel katkılar getirdiğini düşünüyorum.”
Prof. Dr. Korkut Boratav

"Hakikatin konu edinilip tartışılarak arandığı bir ortam olması gereken akademik hayatta yer alabilmek, hakikat saygısı kadar insan saygısı gerektirir. Hakikat ahlakı, hakikati arayan insanların ahlakıdır. Bu ahlakı var eden değerlerin olmadığı bir yapıda insan yoktur. İşte bu kitap, değişik açılardan akademik ahlak hayatında olması gereken değerleri, bu değerlerin yaşanmasındaki sorunları ortaya koyan çalışmalardan oluşuyor. Derleyenlerin ve yazarların emeklerini saygıyla karşılıyor, saygın bir kurum olması gereken üniversitenin böylesi çalışmalarla adım adım yetkinliğe doğru yürümesini diliyorum."
Prof. Dr. Ahmet İnam, ODTÜ

“AKETDER tarafından yayımlanan bu kitap, akademinin en önemli sorunlarından olan etik ihlaller konusunu gündeme taşıyan cesur bir adımı simgelemektedir. Akademideki varlığı ve yaygınlığı bilinen etik ihlal konusunda kitapta yer alan örnekler, bu sorunun üstesinden nasıl gelinebileceği konusunda da bir yol gösterici olacaktır. Derneği ve editörleri bu yönde gösterdikleri çaba ve cesur davranışları nedeni ile kutlarım.”
Prof. Dr. Gülten DİNÇ, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa

“Prof. Dr. Fahri Apaydın ve Doç. Dr. Sinan Kadir Çelik'in yayıma hazırladığı "Akademide Etik İhlalleri" adlı bu biricik eser, akademinin içinde bulunduğu etik duruma dair bir ayna tutuyor. Akademi deyince akla ilk gelen mobbingdir. Mobbing; kişilerde ruh sağlığı bozuklukları, öz güven, öz saygı kaybı, intihar gibi durumlara sebep olmaktadır. Bu konudaki farkındalıkların acilen oluşması ve yasal düzenlemelerin yapılması çok önemlidir. Türkiye'de özellikle üniversitelerde mobbing olaylarının sıkça yaşandığını ve bunları yöneticilerin örtbas etme eğiliminde olduğunu biliyoruz. Bu bakımdan elimizdeki eser, örtbas edilenin bizzat akademisyenler tarafından yazılıp açık edilmesidir.”
Prof. Dr. Kemal Kocabaş, Dokuz Eylül Üniversitesi

Ülkemizde bilimsel özgürlük ortamını ve akademik yaşamı ciddi biçimde olumsuz etkileyen bir dizi sorunu, yaşanmış tarihsel örnekleri ile gündeme getiren bu değerli çalışmanın, özellikle genç bilim insanları açısından bu sorunların farkındalığını artırdığı ölçüde, üstesinden gelinmesinde etkili olacağı umuduyla, tüm katkı yapanları kutlamak gerekir.
Prof. Dr. Galip Yalman, ODTÜ Siyaset Bilimi, emekli öğretim üyesi

Bu kitap, ülkemiz bilim insanlarına akademisyen olmanın ahlaki yükümlülüklerini hatırlatarak oldukça önemli bir işe ve bir ilke imza atmıştır. Devamının gelmesini dilediğim bu kitabın yaygın bir biçimde yaşanan etik ihlallerle, yanlışlarımızla yüzleşmeye bir vesile olmasını umuyor, tüm bilim insanlarına, üniversite öğrencilerine bu kitabı edinmelerini ve titiz bir biçimde okumalarını tavsiye ediyor; bu kitabı derleyenleri, yazılarıyla katkıda bulunanları kutluyorum.
Prof. Dr. Doğan Özlem, Yeditepe Üniversitesi
Abdulhamit Kurupınar, Abdurrahman Yıldırım, Anmar Efendioğlu, Çelebi Uluyol, Ayşe Arpalık, Çelebi Uluyol, Gülşah Babacan, Güzide Dadlı, İrem Akçayır, Mehmet Başaran, Rana Coşkun Turan, Tuğçe Güleşir, Ufuk Özkubat, Zaineb Alsaati Akademik araştırma yapan kişiler teknolojinin sunduğu imkânlardan farklı biçimlerde yararlanırlar: indeks, atıf ve kaynak tarama, işbirlikli platformlardan yararlanma, veri toplarken çevrim içi formlar kullanma, akademik sosyal ağlardan yararlanma, çalışmaları blog sayfalarından paylaşma, veriyi analiz etme, çeşitli bibliyografya (referans) yazılımlarından yararlanma, çalışma raporunu intihal kontrolünden geçirme ve web araçları ile sınıf içi etkileşimli uygulamalar kullanma...
Bu kitap, akademik araştırmalarda teknolojiden yararlanmak isteyen her bir araştırmacının yararlanabileceği biçimde basit bir yaklaşımla ele alınmıştır. Hep adı duyulan, hiç kullanılmamış ya da nasıl kullanılacağı bilinmeyen kavramlar kitap içerisinde sade bir anlatımla uygulamalı olarak sunulmuştur. Fakültesi, bölümü ya da ana bilim dalı farkı olmadan lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin tümü akademik araştırma yaparken ya da tez çalışmasında bu kitapta anlatılan konulardan rahatlıkla yararlanabilir.
Akademik hayatın içinde olan ve teknolojik becerilerini ilerletip kendisini geliştirmek isteyen her araştırmacıya yararlı olması temennisiyle...
Çiğdem Gürsoy, Efe Can Gürcan, Esra Bayhantopçu, Fahri Erenel, Işık Ateş Kıral, İlayda Fidan, Okan Yaşar, Orhan Sezgin, Osama Dawoud, Pınar Gökçin Özuyar, Pınar Yurdakul Mesutoğlu, Rana Öztürk, Selen Yanmaz Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılında, ülkenin sürdürülebilir ilerleme ve kalkınmasında yapılan araştırma faaliyetlerinde önderlik etmek görevinin yanında, gençliği çağdaş bir anlayışla donatmak ülküsünü de yüklenen üniversitelerin tüm akademik disiplinlerinde sürdürülebilirliğin öneminin vurgulanması amacı ile yola çıktık.

Bu eser, farklı disiplinleri temsil eden akademisyenlerin konuyu kendi disiplinleri kapsamında üniversitelerin üç ana sorumluluğu olan eğitim-öğretim, araştırma ve topluma katkı faaliyetleri açısından değerlendirmeleri yolu ile üniversitelerin ilgili dönüşümüne katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Bu hedef doğrultusunda üniversitelerin itibar ve sorumlulukları anlamında hak ettikleri yere gelmelerini dileyerek, alanlarında değerli akademisyenlerimizin katkılarıyla hazırladığımız kitabımızın bu alan için referans olmasını umut ediyor, gerek küresel gerekse Türkiye'nin sürdürülebilirlik amaçlarına ulaşabilmesi için bu toplu katkıyı, bir ilk çalışma olarak akademik dünyaya sunuyoruz.
Stephen Bailey Bu kitap; makale, ödev, tez, rapor gibi bilimsel bir çalışma yapmak isteyenlerin yazma konusunda faydalanabileceği temel bir kaynaktır. Kitapta; akademik yazmanın altyapısından başlayarak referans gösterme sistemleri, intihale neden olan hatalar, alıntılanan metinlerin kullanım biçimleri, paragrafları düzenleme yöntemleri, söz varlığı gibi birçok hususa değinilmiştir. Ayrıca temel yazım kuralları İngilizce ve Türkçe için karşılaştırmalı olarak verilerek farklılıklar gösterilmiş, farklı türdeki akademik çalışmaların kendine özgü ayrıntıları açıklanmıştır. Akademik yazma için sunulan bilgilere paralel olarak her bölümde, ilgili konuda okuyucunun kendisini geliştirmesine yardımcı olacak testlere yer verilmiştir. Bu sayede, adım adım ilerleyen bir gelişim süreci hedeflenmiştir.
Akademik Yazma, tüm bilim dallarında okuyan öğrencilerin yararlanabileceği bir içeriğe sahiptir.
Okuyucuları için faydalı olması dileğiyle…
Nail GÜNEY, Talat AYTAN Dil bilgisi, dilin mantık ve anlam dünyasını kurallar yoluyla öğreten bilim dalıdır. Ana dilinin inceliklerini, düşünce ve duygu evrenini, toplumun değerlerini öğretir. Öğrenme alanları arasındaki bütünlüğü ve işleyişi sağlar. Bu hedeflere ulaşılabilmesi, dil bilgisi öğretiminin yetkinliğine bağlıdır. Dil bilgisi öğretimi, çocuğun doğru olarak kullandığı ana dili kurallarına ad verme ve onları tanımlama süreci olarak düşünülebilir. O halde dil bilgisi öğretimi, çocuğun dünyası göz önünde tutularak yapılmalıdır. Aktif öğrenme bu konuda önemli bir yardımcıdır.
Bu kitapta, ilköğretim ikinci kademe müfredatında yer alan isim, sıfat, fiil, zarf, isim-fiil, sıfat-fîil ve zarf-fiil konuları aktif öğrenme yöntemiyle ele alınmıştır. Önerilen yöntem, bütün dil bilgisi konularının öğretiminde uygulanabilir. Bu şekilde gerçekleştirilen dil bilgisi öğretimi, ezberin ötesinde daha kalıcı ve eğlenceli olacaktır. Kitabın fakültelerin Türkçe öğretmenliği bölümü öğrencileri ile Türkçe öğretmenlerine faydalı olacağını ümit ediyor
Batuhan Buğra Akartepe İnsanoğlu girişmiş olduğu ticari ilişkilerde salın aldığı ürünlerin bedelini peşin olarak ödeyebildiği gibi borçlanma yoluyla vadeli olarak da ödeyebilmekledir. Günümüzde ticari ilişkilerin çoğunluğunun borçlanma yöntemiyle yapılması ve söz konusu borçların vadesinin uzun olması, alacaklı konumundaki kişi ya da kuramların nakit sorunu yaşamasına sebep olmaktadır. Alacaklı olan taraf, nakit ihtiyacını gidermek ve borçluların ödeme güçlüğü yaşaması sebebiyle maruz kaldığı zararı en iyi şekilde bertaraf etmek için borçludan tahsil edilmesini beklememizin söz konusu alacakları satmaktadır. Kitap, güncel ve toplumun büyük kesimini ilgilendiren bir mesele olması sebebiyle yaygın hâle gelmiş bu uygulamayı İslam hukuku açısından değerlendirmektedir. Ticari boyatır peşin ödemelere dayalı olmadan çıkıp büyük oranda borçlanma sureliyle yürütülmesinin sonucu olarak ekonomilerdeki borç miktarları artış göstermiştir. Ekonomik krizlerin ve diğer faktörlerin etkisiyle borçların geri ödenmesi konusunda sıkıntılar yaşanmış ve alacaklı tarafın zararı gündeme gelmiştir. Söz konusu bu zararı ortadan kaldırmak için çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Bu bağlamda faaliyet gösteren kuramlardan biri de alacağın temliki uygulamalarıyla ön plana
çıkan varlık yönetim şirketleridir. Varlık yönelim şirketlerinin icra ettiği alacağın temliki uygulamalarını konu edinen bu kitabın amacı, alacağın temliki konusundan ortaya konulan İslam hukuku ilkelerinin ve hükümlerin tespit edilmesi, uygulama alanında varlık yönelim şirketi faaliyetlerinin analiz edilmesi ve nihayet mevcut uygulamanın İslam hukuku ilkelerine göre değerlendirilmesidir.
Kitapta; Hanefî mezhebinin görüşleri esas atamakla birlikte alacak satımı işlemleriyle ilgili ortaya konulan görüşlerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için Şafiî, Hanteli, Mâliki ve Zâhirî mezheplerine ait kaynaklar da incelenmiştir.
Yusuf Bahri Gündoğdu Harfleri “tuhaf” bulan, sözlü geleneğin hüküm sürdüğü ümmi bir toplumda, kırk yaşına kadar okumamış ve yazmamış ümmi bir insana verilebilecek onlarca, yüzlerce emir ifadeleri arasından “Oku!” demek, “kalem”i zikretmek enteresan olsa gerek. Neden “Oku!”? Şaşırtıcı değil mi? “Ne okuyayım?” “Ben okuma bilmem ki, biz okuma bilmeyiz.” Sanki Allah bütün insanlığa, uçsuz bucaksız bir çöl yurdunda insani yanlarını hatırlatıyor ve “Oku!” diyor.
Kur'an'ın ilk ayetleri insanlık tarihini ikiye böler gibidir. Artık sözün yerine sözü de yaşatan ve kuşatan yazı, kuruntuların yerine de bilgi ikame ediliyor. Alak suresinin eğitim-yoğun ilk beş ayeti, içindeki tüm unsurlarla maddi ve manevi ilerlemenin yolu olarak ilmi ve eğitimi işaret ediyor.
Bu kitap, Alak suresinin ilk beş ayetinin 14. asrın sonuna kadar 45 tefsir üzerinden geç kalmış bir iz sürümüdür.
Mehmet Akif Ocak Bu kitabın amacı, akademik çalışmaların başlangıç noktası olan alanyazın incelemesinin sistematik olarak ve etkili şekilde nasıl yapılacağını okuyucuya detaylı olarak anlatmaktır. Kitap, çalışılan alanda (sosyal, fen, sağlık) araştırmaların nasıl analiz edileceğini, ortaya nasıl bir sentez konulacağını, araştırma odağını, kapsam belirlemeyi, açıklayıcı bibliyografiyi ve alanyazın incelemesinin yazımını örnek olaylarla okuyucuya sunmakta, bu alanda önemli bir eksiği kapatmaktadır.
Kitapta, “Araştırma için yapılması gerekli ilk iş, geniş kapsamlı bir alanyazın incelemesi mi olacaktır?” sorusuna ayrıntılı şekilde cevap verilmiştir. Bundan dolayı, lisansüstü tez yazımı, makale yazımı, kitap ve kitap bölümü yazımı, bilimsel proje yazımı gibi alanyazın incelemesinin yapılması zorunlu olduğu durumlarda, kitabın son yıllarda oynadığı rol kendini daha çok göstermiştir.
Abdullah Bağdemir Arap kökenli alfabeden Latin kökenli alfabeye geçmek üzere Maarif Vekilliğinde dokuz kişiden oluşan bir heyet meydana getirilmiş ve bu heyet 26 Haziran 1928’de eski Millî Eğitim Bakanlığı binasında, Talim ve Terbiye odasında toplanarak çalışmalarına başlamış ve ilk iş olarak alfabe ve gramer raporlarını hazırlamıştır. 41 sayfalık Elifbe Raporu’nun “layiha muharriri” İbrahim (Grantay), daha sonra çıkan 69 sayfalık Gramer Hakkında Rapor’un “layiha muharriri” Ahmed Cevad (Emre) olmuştur. Elifbe Raporu’na imza atan üye listesinde Dil Heyeti adı, Gramer Raporu’na imza atan aynı kişilerin oluşturduğu üye listesinde ise Dil Encümeni adı görülmektedir. Dil Heyeti, 12 Temmuz günü yaptığı toplantıda, alfabe projesine son biçimini vererek yeni Türk alfabesi projesinin tamamlandığını Anadolu Ajansı ve basın aracılığıyla duyurmuştur. Dil Heyeti’nin Alfabe Raporu’nun yeni harflerle ilgili bölümü 31 Temmuz günü Vakit gazetesinde yayımlanmıştır. Raporun tümü de 1928 Ağustos başında kitap olarak İstanbul’da basılmıştır.
Rapora göre Latin harflerinin Türk diline uygulanması için bugünkü ortak, edebî dilin dayandığı ince, gelişmiş İstanbul konuşma dili esas alınarak kuramsal ve uygulamalı yönlerden en uygun ve elverişli bir alfabe oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu amaçla ilk olarak Latin harflerinin asli değerleri ve kullanıldıkları Avrupa ulusları katında uğradığı değişiklikler incelenerek bugün söz konusu harfleri Türkçeye ne şekilde uygulamanın yerinde olacağı büyük bir dikkat ve özenle düşünülmüş, ikinci olarak bazı ilkeler saptanarak bunların mümkün olduğu kadar belirli bir yöntem kullanılarak uygulanmasıyla istenilen harfler düzenine ulaşılmıştır.
Arap kökenli alfabe fonetik değildi. Latin kökenli Türk alfabesinde tek ses için harf birleşmeleri olmadığı gibi, okunmayan harf de yoktur ve her sese bir harf esasına dayandığından Türkçenin fonetik yapısına uygun bir alfabedir. Latin kökenli alfabe 29 harften oluşmuş ve Türkçeye özgü sesler için Latin alfabesinde bulunmayan ç, ş, ğ, ı, ö, ü gibi harfler eklenmiştir. Türkçe bunu yaparken diğer diller gibi Avrupa’daki eski ve yeni dillerden aldığı birtakım harflere yeni değerler yükleyerek, bazılarına ayırıcı işaretler (diacritical marks) koyup biçimini değiştirerek alfabesini düzenlemiştir.
Kitap olarak basılan ancak Latin harflerine aktarılmayan Elifbe Raporu’nun metni, çeviri yazıya aktarıldı. Alfabe değişikliğinin nedenleri ve bu değişikliğine giden yolda neler yapıldığı anlatılarak raporun içeriği özetlenip değerlendirildi. Sonuna açıklanması gerekli görülen sözcük ve terimleri içeren bir de sözlük eklendi. Böylece Latin harfleri esas alınarak 1.XI.1928 gün ve 1353 sayılı “Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” ile kabul edilen metin, 90. yılında, Latin harfleriyle yayımlanarak yeniden ele alınıp değerlendirilmiş oldu.
İbrahim Efe - Müzeyyen Pandır - Alaaddin F. Paksoy Suriyeli sığınmacı kimdir? Sığınmacı denilince aklımızda ne gibi anlamlar ve nasıl bir imge beliriyor? Bu imgenin ne kadarı medyada gördüklerimizden, okuduklarımızdan oluşuyor? Medyanın oluşturduğu "Suriyeli sığınmacı" kimliği bu insanları nasıl temsil ediyor? Onlar hakkında ne gibi anlamlar üretiyor? Suriyeli sığınmacı kimliği etrafında üretilen bu anlamlar toplumsal tartışmaları nasıl besliyor ve temsil edilen insanlar için ne gibi sonuçlar doğuruyor? Bu kitap, Suriyeli sığınmacıların Türkiye basınındaki temsillerini inceleyerek bu sorulara cevap vermeyi amaçlamaktadır.
Kitap; haber metinlerini ve fotoğraflarını, derlem analizi, eleştirel söylem analizi ve görsel semiyotik analiz gibi farklı yöntem ve yaklaşımlarla inceleyerek, metinsel ve görsel temsillerin farklı yaklaşımlarla araştırılmasına örnekler sunmaktadır. Kimlik ve anlam üretimini haberler ve fotoğraflar üzerinden irdeleyen kitap, medya ve iletişim çalışmaları ve kültürel çalışmalar alanlarında ve kimlik, farklılık ve temsil konularında çalışanlar için kaynak niteliğindedir.
Necla Mora Yabancı düşmanlığı, kendinden olmayan, dili, dini, kültürü ve bazen de görüntüsü ile farklı olana gösterilen düşmanlıktır. Yabancı düşmanı, ait olduğu grubun daha iyi, daha üstün olduğunu göstermek için diğer grubu aşağılayarak, dışlayarak, biz ve onlar ayrımını yapar. Bu durum, özellikle biz grubunun kendini zayıf hissettiği dönemlerde artar.
Alman kültüründe düşman imgesi dönemsel olarak farklılık göstermiştir. I. Dünya Şavaşı sonrası yaşanan ekonomik bunalımla Yahudileri hedef almış ve II. Dünya Şavaşı sonuna kadar altı milyon Yahudi Naziler tarafından yok edilmişlerdir. 1970'li yıllarda başlayan ekonomik bunalım Federal Almanya'da yeniden yabancı düşmanlığının ortaya çıkmasına neden olmuş ve bu düşmanlık 1980'li yıllardan itibaren özellikle Türk düşmanlığına dönüşmüştür.
Yabancı düşmanlığının başlamasında, yayılmasında; medyanın etkisi büyük kitlelere ulaşması açısından çok önemlidir.
“Kültürel Kimlik”, “Kolektif Bellek”, “Düşman İmgesi” kavramlarını içeren bu kitap; üniversitelerde, Türkiye AB İlişkileri ve Medya, Uluslararası İletişim, Kültürlerarası İletişim dersleri için ders kitabı olarak hazırlanmıştır.
Uğur Baran Hanağası Almanlar kimdir? Dünya tarihinde nasıl bir rol oynamışlardır? Bugün Almanya hangi meseleleri tartışmaktadır?
Almanlar, Roma İmparatorluğu’ndan bugüne, tarihin birçok önemli anında sahne almış kadim bir millettir. Orta Çağ’ın irili ufaklı Alman prenslikleri ve krallıklarının kimi zaman bir imparatorluk ve nihayetinde bir ulus devlet olarak birleşebilmelerinin hikâyesi uzun, ilginç ve öğreticidir. Hiç şüphesiz Almanya, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan günümüz dünyasının en önemli aktörlerinden biridir. Din savaşları, işgaller, trajedi ve zaferler Alman tarihinin renkleridir ve bu renklerin manasını anlayabilmek dünya tarihini analiz edebilmek için önemlidir. Uzun bir araştırmanın neticesinde kaleme alınmış Alman Milliyetçiliğinin Dünü ve Bugünü adlı bu eser, Alman milletinin ortaya çıktığı zamandan bugüne kadar olan sürece ışık tutabilmeyi ve günümüz Almanyasının yüzleştiği aşırı sağ, popülizm gibi olguları bilimsel açıdan anlayabilmeyi amaç edinmektedir.
Özcan TAŞCI 18. ve 19. yüzyılda oryantalizm konusunda en fazla etkin olan ülkenin Almanya olduğu tespit edilmiştir. Ancak son dönemlerde Alman oryantalizm geleneğinin, özellikle de inanç ve düşünce (Kelam-İslam Felsefesi) bağlamında bilinmesinin zorunluluğu konusu daha da önemli hâle gelmiştir. Zira bu alanda detaylı çalışmalar mevcut değildir. Bunun için çalışmamız bu hususta bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Almanya’nın kendi Müslüman din dersi öğretmenlerini ve din görevlilerini yetiştirmek üzere açmaya başladığı İslam İlahiyat Merkezlerinin (Zentrum für Islamische Theologie) varlığı, konunun önemini açıkça gözler önüne sermektedir. Şöyle ki, bilindiği üzere, büyük çoğunluğunu Almanya’da yaşayan Türklerin oluşturduğu Müslümanlara, şu anda Türkiye’den giden din dersi öğretmenleri ve din görevlileri hizmet vermektedirler. Ancak yakın gelecekte zikrettiğimiz İslam İlahiyat Merkezlerinden mezun olan ve Almanya’da doğup büyüyen, dolayısıyla da Türkiye’yle bağları çok sıkı olmayan Müslüman-Türk öğretmen ve din görevlileri Türklere hizmet vermeye başlayacaktır. Bu durum bu merkezlerde verilen eğitim-öğretimin niteliğine bağlı olarak gerek Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkilemesinin yanı sıra Almanya’da yaşayan Türklerin ana vatanlarıyla olan bağlarını özellikle dini gelenek alanında oldukça etkileyecektir. Bu merkezlerde yetiştirilecek Din dersi öğretmenleri ve din görevlilerine verilecek ilahiyat eğitim-öğretiminde Kelam ve İslam Felsefesi oldukça belirleyici anahtar konumundadırlar. Zira bu iki alan, özellikle de Kelam, İslam'ın inanç ilkeleri ve düşüncesiyle, yani usul ile ilgilenmektedirler. Bundan dolayı da sunduğumuz araştırmanın amacı ve kapsamı, Alman müsteşriklerin Kelam ilmi ve İslam felsefesi konusunda tarihsel süreç içerisinde yaptıkları araştırmalar ve bu ilimlerin Alman üniversitelerinde geçirdiği evreler hakkında birtakım veriler elde etmektir.
Sadettin Kılıç Bir toplum düşünün!
Dilini, dinini, kültürünü bilmediği, kimliğine yabancı, etnik yapısı farklı bir ülkeye, ekonomik motivasyonlu, en fazla 2-3 yıl kalma koşuluyla, ailesini bile yanına almadan “misafir işçi” olarak bir valizle gidiyorlar. Kendi ülkesinde şehir kültürü yaşamadığı hâlde, eğitim ve meslek tecrübesi sınırlı olmasına rağmen, sanayi alanında dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birinin teknolojisine katkı sağlamak için metropol şehirlerde çalışmaya başlıyorlar ve kısa zamanda sistem entegrasyonunu gerçekleştirerek, uyum ve iş adaptasyonuyla geniş çevrelerin takdirini görerek, şehir hayatına geçiyorlar.
Günümüzde “Göçmen Türk” olarak adlandırılan ve işçi olarak Almanya'ya giden Türkler, artık işveren ve eğitimli bir Türk-Alman toplumunu oluşturmaya başlamıştır. Bu araştırma, bunların başarısını analiz etmek için hazırlanmıştır. Çokkültürlü Almanya'da en büyük göçmen yoğunluğunu oluşturan Türkler ile ev sahibi toplum arasındaki sosyokültürel temaslar, entegrasyonun gerçekleşmesi esnasında ve sonrasında olumlu ya da olumsuz ana ve destekleyici nedenler incelenmiştir.
İnsanlar öyküleriyle göç ederler!
Almanya'da geçici işçilikten kalıcı vatandaşlığa geçiş sürecinde Türk göçmenler, bir tarafta geldikleri ülke ile olan bağlarını koparmamak ve kimliklerini korumak; diğer taraftan bulundukları ülkenin kültürünü benimsemek ve birlikte uyum içerisinde yaşamanın ideal yöntemi olarak entegre olmaya yönlendirilmişlerdir. Bu kitapta Almanya'daki Türklerin göç sürecinde yaşadıkları olaylar ve günümüz Almanya'sına uyum sürecinde çokkültürlülük, örnekleriyle ele alınmıştır.
İyi okumalar dileriz.
Sezen Ceceli Köse Eski göçmenlerin yeni göçmenlere bakışını etkileyen faktörler nelerdir? Bu kitap, geniş bir yazın içinde ihmal edilmiş bu soruya yanıt aramaktadır. 2015 yılında Avrupa'da Suriyelilere kapılarını açan Federal Almanya bu çalışmanın odağıdır. Almanya'da 60 yıldan fazla birbirinden farklı göç deneyimine sahip Türkiye kökenlilerin yeni göçmenlere bakış açılarında farklılıklar ve benzerlikler irdelenmektedir. Grup kimlikleri ve aidiyetleri, maddi rekabet alanlarına göre rasyonel tercihleri, görece yoksunluklara bağlı siyasi hoşnutsuzlukları gibi farklı kuramsal yaklaşımlar Suriyelilere yönelik bakışı açıklamaya yardımcı olmaktadır. Elinizdeki kitap, nitel bir araştırmaya dayalı mukayeseli bir açıklama çerçevesi ortaya koymaktadır. Bu hâliyle Almanya'daki Türkiye kökenlilerin yeni göç hareketine ve göçmenlere dair seslerini duyurmak, onların muhakemelerine yer vermek bağlamında bilgi üretiminde bir değişim, dönüşüm ve eklemleme çabasını bünyesinde barındırmaktadır.
Yusuf Erdem Gezgin İnsanlık, tarihte ve günümüzde altını kıymetli bir maden olarak başta para ve ziynet eşyası olmak üzere farklı şekillerde kullanmıştır. Geçmişte altın, güç ve iktidarın sembolü olarak görülmüş, yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Günümüzde de altına verilen değerde herhangi bir değişiklik olmamıştır.
İslam ise altının bu değerini olduğu gibi kabul etmiş fakat mübadelesini belli kurallara bağlamıştır.
Bu kapsamda klasik fıkıh literatüründe altın mübadelesiyle ilgili hükümler, ribâ yasağının konu edildiği sarf akdiyle açıklanmıştır. Altın Mübadele İşlemleri: İslam Hukuku Açısından Bir Değerlendirme adıyla elinizde bulunan bu kitap, günümüz tezgâhüstü piyasalarında gerçekleştirilen altın değişimlerini, klasik fıkıh doktrininde beyan edilen kurallar çerçevesinde etraflıca ele almıştır. Altının bir cevher olarak madenden çıkarıldığı andan itibaren kuyumcu vitrinine gelen süreç içerisinde gerçekleştirilen mübadelelerinin tamamının ele alındığı bu çalışma, konuyla ilgili önemli açılımlar sağlamaktadır. Çalışma, altın sektöründe gerçekleştirilen işlemlerin fıkhî hükmünü açıklamakla sınırlı kalmamış, ilgili işlemleri detaylı şekilde açıklayarak sektörün tanınmasını sağlamıştır. Bu manada kitap, teori ve pratiğin buluştuğu bir çalışma olmuştur.
Musa Aybek “İşte zafer geldi. Savaşın yol açtığı yıkımı ortadan kaldırmak ve memleketi eski hâline getirmek için büyük bir çalışma gerekiyordu. Savaştan yeni çıkmış olan kişiler büyük bir şevkle çalışmaya başladılar. Böylesine büyük işlere şahit olan yazarın bundan bahsetmemesi mümkün mü? Altın Vadiden Esintiler romanımı böyle duygularla yazdım. Savaştan kolektif çiftliklere dönen girişimci kahramanlarımı­zı (…) göstermek istedim.” (Özbekis­tan Medeniyeti Gazetesi 1965, 9 Ocak).
“Özbekistan Halk Yazarı” ödüllü Musa Aybek'in, 1949 yılında yayımlanan bu romanında, 2. Dünya Savaşı sonrası Özbekistan'da sosyal ve ekonomik alanda yaşanan sorunları ve değişimi, gerçekçi bir üslupla okuyacaksınız.
Alpay Özalan Kristof Kolomb, bir kâşif miydi yoksa gözünü altın ve hazine hırsı bürümüş bir korsan mıydı?
Bartolomé de Las Casas; Kolomb'un seyir defterlerine yazmadığı, sakladığı hangi sırları açıklamıştı?
Kızılderililer, 1492 yılından önce nasıl bir hayat yaşıyorlardı? Gerçekten “vahşi” miydiler?
Aztek İmparatoru II. Montezuma, İnka İmparatoru Atahualpa ve diğer başka bazı Kızılderili liderler neden hep aynı davranışları sergilemişti? Bu bir tesadüf mü yoksa tarih kitaplarında bir yanıltma mı var?
“Codex Mendoza”nın üstünde hiç durulmayan gerçek neydi?
“Medeni” kolonyalizm niçin gerekliydi?
Kurucu atalar arasında yer alan Amerikan başkanları, Kızılderililer hakkında ne düşünüyorlardı? Hangi başkanlar katliam emri vermişti?
Kızılderilileri kimler nasıl katlettiler? Nasıl soykırımlar yaptılar? Topraklarını nasıl istila ettiler? Kendilerine nasıl köle yaptılar? Onları bize nasıl tanıttılar? Günümüzde, Kızılderililerin çileleri bitti mi?
Ayşenur Ulusoy Ünlü, Banu Uslu, Bengü Türkoğlu, Beyza Çalık, Büşra Ergin, Derya Yıldız, Elif Erkan, Emine Arslan Kılıçoğlu, Emre Demirtaş, Esra Ergin, Esra Şahin, Fatoş Yıldırım, Hatice Yalçın, Merve Duymaz, Mesout Kalın Salı, Murat Demirekin, Seda Sur, Sümeyye Karaçayır, Şuheda Betül Nur Özlevent, Uğur Birkandan Ana dili ve ikinci dil ediniminde çocukların fiziksel, sosyal ve bilişsel gelişimi süreçlerini ele alan bu kitapta, çocukların eğitim ve öğretiminde rol alan öğretmenler, anne babalar ve bu alanda çalışmalar yapan akademisyenler için pek çok önemli başlık yer almaktadır. Kitapta; psikoloji, pedagoji ve sosyokültürel çalışmalar alanlarının derinliklerine inerek dil edinim süreçlerine dair kapsamlı bir keşfe çıkacaksınız. Birinci ve ikinci dil gelişiminin incelikleri, çocukların dilsel yolculuklarında karşılaştıkları engeller ve bu engelleri aşmak için etkili yaklaşım, yöntem ve stratejiler gibi önemli konular, alanında uzman akademisyen, eğitimci ve uzmanların bilgi birikimleri ve deneyimlerini yansıtmaktadır. Ayrıca farklı yaş gruplarına ve öğrenme tercihlerine göre uyarlanmış çok sayıda etkinlik önerisiyle pratik el kitabı formatında, oyunlardan konuşma terapilerine kadar çok yönlü ve çok boyutlu içerikler yer almaktadır.
Ahmet Vatan, Alper Kurnaz, Altan Çelik, Ayşen Acun Köksalanlar, Canan Tanrısever, Caner Ünal, Esra Çam, Ezgi Kırıcı Tekeli, Funda Ön, Gökçe Emeç, Gökhan Köksal, Gözde Oğuzbalaban, Gül Nihan Güven Yeşildağ, Hande Akyurt Kurnaz, Hüseyin Aksoy, Kaplan Uğurlu, Lale Yılmaz, Medet Yolal, Mustafa Duman, Nagihan Baysal, Nermin Ayaz, Nilgün Demirel, Nuray Tetik Dinç, Özge Güdü Demirbulat, Özlem Güzel, Seda Yetimoğlu, Sevgül Çilingir Cesur, Sinan Gökdemir, Sinan Kurt, Sonay Kaygalak Çelebi, Tolga Fahri Çakmak, Yağmur Alkır, Zeynep Çokal Anadolu toprakları, jeopolitik konumu gereği birçok medeniyete ev sahipliği yaparken mit, efsane, kutlama, gelenek görenek, örf ve âdetlerin bir araya geldiği kültürel zenginliğe sahip bir coğrafya hâline gelmiştir. Nesilden nesile aktarılan bu ögeler, halk kültürünü oluştururken aynı coğrafyada yaşayan toplumları da bir araya getiren bir güç olmuştur. Geçmişten geleceğe aktarılan bir özelliği olması bağlamında kültür, uluslararası platformda ayrıştırıcı ve farklılaştırıcı bir unsur olarak tanımlanırken ülkelerin sahip olduğu inanışlar ve ritüeller, halk kültürünün örüntülerini oluşturmuş ve somut olmayan kültürel miras alanları olarak tanımlanmıştır. UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras (SOKÜM) kapsamında ele alınan alanlarda “toplumsal uygulamalar” kapsamında ele alınan inanışlar ve ritüellerin bir araya getirilmesini amaçlayan “Anadolu Halk Kültüründe İnanış ve Ritüeller: Teoriden Pratiğe Kökenleri ve Yansımaları” isimli bu kitap ile geçmişten geleceğe köprü gibi uzanacak olan Anadolu halk kültürü mirasına bir iz bırakılmak istenmiştir. Nereden geldiğini ve neden yaptığımızı bilmediğimiz bazı ritüellerin ve kökeninde yatan inanışların toplandığı bu kitap, Anadolu’nun halk kültüründe yatan inanışları ve ritüellerini kültür meraklılarına sunuyor.
Hep var ol Anadolu…
Tamara Talbot Rice Türkiye'de de Mehmet Fuat Köprülü ve öğrencileri DTCF'de 1940'lı yıllarda başlattıkları lisansüstü çalışmalarıyla Anadolu'daki Türk varlığı ve Selçuklu tarihi üzerine ciddi yayınlar yapmışlardır. Türk tarih tezini ilk olarak Selçuklu tarihi üzerinden savunmuşlardır. Onlara göre Türk tarihçiliğinin anahtarı Selçuklulardır. Bu yönden başlangıçtan günümüze kadarki büyük süreci Selçukluları bir mihenk taşı olarak görmek gerektiğini savundular ve başarılı da oldular. Osman Turan, Mehmet Altay Köymen gibi tarihçiler uluslararası düzeyde kabul edilen bir başarı yakaladılar. Bu pencereden bakıldığında Tamara Talbot Rice'ın bu eseri, Selçuklu tarihine yönelik yeni bir ivme noktasıdır. Eser Batı tarihçiliği geleneği ve metodolojisi çerçevesinde iyi bir hazırlık neticesinde ve konuya hâkim bir noktadan hazırlanmıştır. Öncelikle Selçukluların kim olduğu, nereden geldikleri, tarihsel süreçleri, Anadolu'da niçin bulundukları ve mücadeleleri nesnel bir gözle ele alınıp değerlendirilmiştir. Bunların dışında Talbot Rice, birçok Batılı araştırmacıda görülen temel ön yargılardan uzak, komplekssiz bir biçimde Selçukluları bir uygarlık projesi olarak ele almıştır. Bu uygarlığı oluşturan parçaları sanat, edebiyat günlük hayat, kurumsal hayat, mimari, endüstri ve eğitim anlayışını dönemine göre oldukça ileri bir teknik ve yaklaşım ile değerlendirmiş ve bana göre müthiş bir başarı yakalamıştır. Bu açıdan baktığımızda eser gerçekten okumaya değerdir.
Nuri Yavuz Anadolu beyliklerinin, beylik ettikleri bölgelerde nasıl ortaya çıkmış olduklarını ve ne gibi faaliyetlerde bulunduklarını bu eserde görebileceksiniz.
Selçukluların Anadolu'yu fethettikleri sırada ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında ve Cengiz Han'ın istilasını müteakip Anadolu'ya çeşitli tarihlerde yerleşen Oğuz yani Türkmen boylarının bir kısmı görülen lüzum üzerine Bizans ve Çukurova sınırlarına yerleştirilmişlerdir. Bu boylar uçlarda muhafız olarak Anadolu Selçuklularının batı ve Çukurova sınırlarını emniyet altına almışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin 1243 Kösedağ mağlubiyetinden sonra, Anadolu Selçuklu Devleti ani bir zaafa uğramış ve İlhanlılara vergi vermeye mecbur kalmıştır. Anadolu Selçuklu Devleti'nin bağımsızlığını kaybetmesi, uçta bulunan ve özellikle sınırlara yerleştirilmiş olan bazı Türkmen beyleri Anadolu idaresinin gerçekte Moğolların Anadolu valilerine geçtiğini ve Selçuklu sultanlarının gözden düştüklerini görmeleri üzerine yavaş yavaş devletleriyle münasebetlerini kesmeye başladılar.
Bu beylikler Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Hamidoğulları ve Menteşeoğulları beylikleridir. Çukurova'daki (Kilikya) küçük Ermeni Krallığı sınırına iskân edilen Karamanoğulları da buraları Ermenilere karşı savunmuştur. Kuzey Anadolu'da isimleri beyliklerine alem olan Süleyman Pervane ve Şemseddin Yaman Candar'ın beylikleri hizmetlerine karşılık Selçuklular ve İlhanlılar tarafından malikane tarzında kendilerine verilen yerlerde yani Sinop ve Kastamonu çevresinde kurulmuş ve faaliyet göstermişlerdir.
İlk zamanlarda Germiyan Beyliği'ne bağlı iken sonradan bağımsız olan ve Bizanslılardan Batı Anadolu'yu alarak beylik kuran Aydınoğulları, Saruhanoğulları ve Karesioğulları küçük fakat mevki ve durumları siyasetteki rolleri itibariyle önemli olan beyliklerdir.
Orta Anadolu'daki Eretna Beyliği ise İlhanlıların Anadolu'daki valiliğinin İlhanlılardan sonra bir devlet şeklinde ortaya çıkmasıdır. Doğu Anadolu'da XIV. yüzyıl sonlarında varlıklarını hissettiren Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletleri de Timurluların istilasını müteakip, İran, Horasan, Irak-ı Arap, Irak-ı Acem ile Azerbaycan ve Anadolu'da birbiri ardına muazzam iki imparatorluk kuran Oğuz boylarıdır. Güneydoğu Anadolu'da XIV. yüzyıl ortalarında meydana çıkan Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları beylik kurmak suretiyle Kuzey Suriye'ye hâkim olan ve faaliyet gösteren iki Türk beyliğidir.