Temel İslam Bilimleri \ 1-4
Ahmet Karakaya, Ahmet Köroğlu, Alev Erkilet, Alperen Gem Ennçosmanoğlu, Asım Öz, Ayşen Baylak, Ertuğrul Zengin, Fatih Kucur, İbrahies Aksu, İlhan Sadıkoğlu, Kâmil Yeşil, Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Erken, Mustafa Aydın, Mustafa Oğuzhan Çolak,Necdet Subaşı, Nurettin Ürün, Serkan Yorgancılar, Şerife Nihal Zeybek, Tuba Aydın, Vahdettin Işık, Yunus Emre Özsaray, Yunus Emre Tapan Ulus devlet serüveninin çeperinde şekillenen içe kapanma dönemi¬nin düşünce dünyasında da ciddi bir sınır oluşturduğunu her ge¬çen gün daha iyi anlıyoruz. Gündemler, kavramlar ve meseleleri ele alıştaki öncelikler takip edildiğinde bu durum açıkça gözlemlene¬bilir. Bu sınırlılığı aşma işaretlerinin en somut şekilde görüldüğü dönemin, çok partili hayatın nispeten süreklileştiği 1960-1980 ara¬sı yıllar olduğunu söylemek mümkündür. Bir ölçüde, halkın farklı katmanlarının doğrudan sürece dâhil olduğu bu dönem, gerek Tür¬kiye’nin yakın tarihindeki özgül ağırlığı, gerekse de İslamcı düşünce ve yayıncılık tarihindeki yeni arayışlar, mecra tutuşlar, kurumlaş¬malar, çeşitlenmeler ve söylem farklılaşmaları bakımından günü¬müzde de canlı bir şekilde etkisini devam ettirmektedir.
Ayrıca dönemin faaliyetlerinde etkin rol üstlenmiş şahısların önemli bir kısmının hâlen hayatta bulunması bugünden yapılacak bir okumanın sınanmış bir gözle de murakabesine imkân vermek¬tedir. Bugünün Türkiyesini siyasette, bürokraside, sivil kurumlarda ve entelektüel alanda taşıyan kadroların çok önemli bir kısmının 1960-1980 döneminde yetişen kuşaklar olduğu dikkate alındığın¬da, o yılların önemi daha iyi anlaşılacaktır. Sonuç olarak, günümüzü daha iyi anlamak için, adeta bugünün ana rahmi olan 1960-80 yıl¬larını yakından incelemenin gerekliliği oldukça açıktır. Dolayısıyla gerek tanık olduğumuz sürecin anlaşılmasına katkıda bulunması gerek yaşayan bu tarihî tanıklarla yeni kuşaklar arasında bir köprü oluşturma imkânı vermesi bu çalışmanın hem niyetini hem de kıy¬metini ortaya koymaktadır.
Abdullah Kahraman İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin sekizinci kitabı olan bu eserde faiz konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. Allah'ın (c.c.) insanlığa gönderdiği evrensel mesajın temel konularından biri faiz/ribâ yasağıdır. Zira faiz, dinî, ahlâki, toplumsal, ekonomik açılardan pek çok zararı, mefsedeti ve kötülüğü beraberinde getiren bir uygulamadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Mücahit Özdemir İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin beşinci kitabı olan bu eserde İslam iktisadında korz-ı hasen konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir şekilde verilmiştir. Günümüzde yapılan her iktisadi işlemin İslam'a göre bir hükmü bulunmaktadır. Ancak çoğunlukla bu işlemlerin hükmünden yüzeysel şekilde haberdar olunmakta ve maalesef bazen bilmeden İs-
lam'a göre uygun olmayan şekilde de davranılabilmektedir. Son yıllarda İslam'ın iktisadi prensiplerine yönelik ilgi artmış ve bu noktada çabalar yaygınlaşmıştır. Bu kitap da İslam'ın borç verme ile ilgili temel araçlarından biri olan ve Kur'an-ı Kerim'de güzel borç olarak ifade bulan karz-ı haseni daha yakından ele almaya çalışmaktadır. Dışarıdan bakıldığında "kişinin herhangi bir menfaat beklemeden, aynı tutar ve kalitede geri almak üzere borç vermesi" şeklinde basit bir işlem olarak görülebilecek olan karz-ı hasen, bireysel işlemlerin yanında, günümüzde kurumsal bir yapıya da dönüştüğünden oldukça kapsamlı hale gelmiştir. Bu nedenle fıkhi prensipler, resmî ve gayriresmî karz-ı hasen yapıları, mevcut modern iktisadi hayatta karz-ı hasene düşen rol, mevzuatta karz-ı basenin yeri gibi konular sade bir dille ele alınmıştır.
Zeyneb Hafsa Orhan İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili olarak okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ilk kitabı olan bu eserde; dünyada İslami bankacılık, ülkemizde katılım bankacılığı olarak bilinen sistemin temellerine dair bilgiler genelden özele olacak şekilde 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
Bu kitaptaki 40 soru belirlenirken hem katılım bankacılığını anlamaya dair olası tüm veçhelerin dâhil edilmesi hem de bu zamana kadar konuya dair yöneltilen sorularla kişisel ve toplumsal tecrübelerin dikkate alınmasına önem verilmiştir. Sorulara verilen cevapların hazırlanması sırasında ise hocalardan ve yazılı materyallerden edinilen bilgilerin yanı ura sektörde çalışanlarla, katılım bankacılığıyla irtibatı olan özellikle bireysel müşterilerin tecrübe, düşünce ve kaygıları dikkate alınmıştır. Okuyucuyu yormamak adına her bir cevap için en fazla 400-500 kelimelik bir açıklama yapılmıştır. Açıklamaların daha iyi anlaşılabilmesi için de uygun görülen yerlerde şekil ve figürlerden yararlanılmıştır. Kitabı mevcut literatürden ayıran temel özelliği ise hitap ettiği kesimin daha geniş olmasıdır.
İsmail Cebeci İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin yedinci kitabı olan bu eserde murabaha konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Murâbaha akdi, 1970'li yıllardan bu yana dünyanın farklı ülkelerinde faaliyet göstermekte olan faizsiz bankacılık sektöründe en çok uygulanan ve faizsiz işleyişin yönünü büyük oranda belirleyen sözleşme türüdür. Bu bağlamda, bu tür bir işlemin tarihsel gelişimini, geçirdiği merhaleleri,
taşıdığı problemli noktaları ve tartışmaları incelemek İslam iktisadı ve özellikle modern akitler alanında okuyucuya önemli bir altyapı kazandıracaktır. Ele alınan sorular sadece murabahanın pratik yönlerine odaklanmaktan ziyade, işlemin arka planını da çok yönlü olarak ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu itibarla kitabın muhtevası konunun teknik, fıkhi, hukuki, iktisadi ve fikrî yönlerini de içermektedir.
Necmeddin Güney İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde İslam iktisadında ortaklık konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
İslam; hayatın tüm boyutlarına ışık tutan, hayatı şekillendiren bütüncül bir dindir. Bir Müslümanın gündelik hayatı ve mesleğiyle ilgili konularda dininin temel hükümlerini öğrenmesi, ilmihal bilgisi kapsamında kendisi için farzdır. Bu sebeple ticaretle uğraşan bir Müslümanın da ticari hayatla ilgili temel dini bilgilere sahip olması zorunludur. Ticari hayatta şirketler merkezi konumdadır. Şirketlerin kayda değer bir kısmı ya baştan ortaklık şeklinde kurulmakta ya da zamanla miras veya başka yollarla ortaklığa dönüşmektedir. Ortaklık şeklinde çalışan şirketlerin ekonomiye kazandırdığı canlılığın yanı sıra ortaklıklardan kaynaklanan sorunlar ve anlaşmazlıklar da ticari hayatın bir gerçeğidir. Bu bakımdan, kitap ortaklıklara dair temel İslâmî hükümleri soru-cevap formatında ele almaktadır. Kitabın kolay anlaşılması için sade bir dil kullanılmasına özen gösterilmiş ve konular kısa ve bilgilendirici şekilde sunulmuştur.
Servet Bayındır İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin altıncı kitabı olan bu eserde, sukök ve borsa konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Geleneksel menkul kıymetleştirmenin özel bir yöntemi olan sukûk ve borsa işlemleri, çağımızın en önemli finansal mühendislik konularındandır. Mesele güncel olduğu gibi oldukça da girift, kapsamlı ve değişkendir. Bu nedenle kitap, akıcı ve sade dili ile bu iki konuyu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır. Kitabın benzerlerine göre en önemli özelliği, konuyu sadece tasvirî
ve teknik açıdan incelemeyip bunlara ilaveten fıkhî açıdan eleştiriye tabi tutmasıdır.
Şanbaz Yıldırım İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Cerekenler dizisinin dokuzuncu kitabı olan bu eserde tekâfül konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. İnsan varlığı boyunca her daim risklere maruz kalmıştır. Buna karşılık riskin vuku bulması sonucu ortaya çıkan zararları ortadan kaldırmak amacıyla sigorta kavramı geliştirilmiştir. Tekâfül sigortası insanlara İslâmî finans ilklerine uygun bir şekilde sigorta ihtiyacını karşılama imkânı sunmaktadır. Çünkü tekâfül sisteminde tüm süreçler İslam hukuk ilkelerine uygun hareket etmek durumundadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Hamdi Çilingir İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, vakıf kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Özünü İslam'daki sadaka anlayışından alan ve tarihsel süreç içerisinde gerek yaygınlık gerek kurumsallık açısından diğer sadaka türlerine göre büyük bir gelişim seyri gösteren vakıf müessesesi İslam dünyasını karakte-rize eden bir kurum hâline gelmiştir. Öyle ki tarihsel süreçte İslam toplumlarının hayatından vakıf müessesesi çıkarılsa bu toplumların siyasi, sosyal, kültürel, hukuki ve iktisadi hayatlarını eksiksiz ve bütüncül bir şekilde kavramak pek mümkün olmazdı. Çok boyutlu ve etkin bir kurumu 40 soruya sığdırmak mümkün olmasa da bu çalışma vakıf müessesesinin hukuki ve iktisadi yönlerini ön plana çıkararak belli sorular etrafında okuyucuya vakıf müessesesinin kısa ve açık bir resmini vermeye çalışmaktadır.
Melih Turan İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler Alımın üçüncü kitabı olan bu eserde zekât kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Zekât ve ona ilişkin olan sadaka, infak ve bağış konuları ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'den (a.s.) beri toplumsal dayanışmanın temel taşları olmuştur. Son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği Kur'an-ı Kerim ve sünneti ile birlikte ise zekât güncel halini almıştır. Zekât her ne kadar İslam'ın beş esasından biri olsa da tüm Müslümanların her ayrıntısına vâkıf olabildiği bir konu değildir. Yeni durumlara çözüm ihtiyacı da uzmanlık gerektirdiği için her Müslümanın bilgi ve birikimiyle yorumlanamamaktadır. Mezheplerin de farklı görüşleri olduğu düşünüldüğünde bu durum içinden çıkılamaz bir hal alabilmektedir. Bu nedenle, kitap bu ihtiyaca binaen akıcı ve sade dili ile zekât kurumunu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır.
M. Umer Chapra Adil Bir Para Sistemine Doğru, İslamî para sisteminin hedefleri, doğası ve işlevlerinin ele alındığı kapsamlı ve bütünleyici bir eserdir. Müslümanlar da dahil olmak üzere çoğu insan için, faizsiz ekonomi bir sırdır. Bu nedenle bir dizi soru sorulur. İslam'da faiz gerçekten yasaklandı mı, eğer öyleyse, bunun ardında yatan amaç nedir? Bir ekonomi faizsiz çalışabilir mi? Kaynak tahsisi, tasarruf ve sermaye oluşumunun, ekonomik istikrar ve büyüme üzerinde ne gibi etkiler vardır? Chapra, konuyla ilgili gizemleri ve bu konudaki bazı soruları kapsamlı bir ekonomik analiz yoluyla cevaplandırmaktadır. Faiz yasağının ardındaki mantığı ve tamamıyla adalet temelli bir İslam iktisadının güçlü yanlarını göstererek sorunları ortaya koymakta ve bunları çözmek için gerçekçi bir teklif vermektedir. Chapra ayrıca, ticari ve merkez bankalarının doğası ve faaliyetlerinde yapılması gereken değişiklikleri de ortaya koymaktadır. Kurulacak olan yardımcı kurumlar ve İslamî para ve bankacılık sistemini mümkün kılmak için geliştirilmesi gereken yeni para politikası araçlarını etkili bir şekilde sunmaktadır. Ancak, faizin kaldırılmasının islam'ın tek değeri olmadığını ve Müslüman ülkelerin siyasi kurumları olmadıkça ekonomilerinin dönüştürülemeyeceği ve sosyo-ekonomik adalet ile İslam'ın diğer önemli hedeflerinin tamamının gerçekleştirilemeyeceği uyarısında bulunmaktadır.
Ramazan KAZAN Her şeyden önce ahde vefâ, toplumun sulh ve selâmet içinde yaşamasının evrensel değerlerinden biridir. Hatta dünya barışının devamını birinci derecede ilgilendiren, en önemli esaslardandır. Zira toplum açısından bakıldığında çıkan bunalım ve sürtüşmelerin pek çoğunun temelinde ahde vefâsızlık yatmaktadır. Bu nedenle sebepsiz yere antlaşmalara uymamak veya antlaşmaları bozmak açık bir ihanet kabul edilmektedir.
Şüphesiz ki, hem Allah Teâlâ hem de Hz. Peygamber ahde vefâlı olmayı istemiş ve teşviklerde bulunmuşlardır. Birçok ayette ahde vefâlı olmanın peygamberlerin ve müminlerin vasfı, İslâm kimliğinin en önemli unsurlarından olduğu vurgulanmaktadır.
Allah (cc) vefâsızlığı yasaklarken bu vasfı üzerinde bulunduranları nasipsizlik, fesatlık, bozgunculuk ve döneklikle nitelemiş, gadrin/vefâsızlığın çirkinliğine dikkat çekmiştir.
Hz. Peygamber de çocuklara dahi verilen sözlerin tutulmasını istemiştir. Vefâsız için kıyamette bayrak dikileceğini ifade eden hadislerden hareketle vatana, millete ve devlete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin teşhiri/ilanının sosyal-psikoloji açısından caydırıcı bir tedbir olacağını söyleyebiliriz.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Batuhan Buğra Akartepe İnsanoğlu girişmiş olduğu ticari ilişkilerde salın aldığı ürünlerin bedelini peşin olarak ödeyebildiği gibi borçlanma yoluyla vadeli olarak da ödeyebilmekledir. Günümüzde ticari ilişkilerin çoğunluğunun borçlanma yöntemiyle yapılması ve söz konusu borçların vadesinin uzun olması, alacaklı konumundaki kişi ya da kuramların nakit sorunu yaşamasına sebep olmaktadır. Alacaklı olan taraf, nakit ihtiyacını gidermek ve borçluların ödeme güçlüğü yaşaması sebebiyle maruz kaldığı zararı en iyi şekilde bertaraf etmek için borçludan tahsil edilmesini beklememizin söz konusu alacakları satmaktadır. Kitap, güncel ve toplumun büyük kesimini ilgilendiren bir mesele olması sebebiyle yaygın hâle gelmiş bu uygulamayı İslam hukuku açısından değerlendirmektedir. Ticari boyatır peşin ödemelere dayalı olmadan çıkıp büyük oranda borçlanma sureliyle yürütülmesinin sonucu olarak ekonomilerdeki borç miktarları artış göstermiştir. Ekonomik krizlerin ve diğer faktörlerin etkisiyle borçların geri ödenmesi konusunda sıkıntılar yaşanmış ve alacaklı tarafın zararı gündeme gelmiştir. Söz konusu bu zararı ortadan kaldırmak için çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Bu bağlamda faaliyet gösteren kuramlardan biri de alacağın temliki uygulamalarıyla ön plana
çıkan varlık yönetim şirketleridir. Varlık yönelim şirketlerinin icra ettiği alacağın temliki uygulamalarını konu edinen bu kitabın amacı, alacağın temliki konusundan ortaya konulan İslam hukuku ilkelerinin ve hükümlerin tespit edilmesi, uygulama alanında varlık yönelim şirketi faaliyetlerinin analiz edilmesi ve nihayet mevcut uygulamanın İslam hukuku ilkelerine göre değerlendirilmesidir.
Kitapta; Hanefî mezhebinin görüşleri esas atamakla birlikte alacak satımı işlemleriyle ilgili ortaya konulan görüşlerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için Şafiî, Hanteli, Mâliki ve Zâhirî mezheplerine ait kaynaklar da incelenmiştir.
Yusuf Erdem Gezgin İnsanlık, tarihte ve günümüzde altını kıymetli bir maden olarak başta para ve ziynet eşyası olmak üzere farklı şekillerde kullanmıştır. Geçmişte altın, güç ve iktidarın sembolü olarak görülmüş, yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Günümüzde de altına verilen değerde herhangi bir değişiklik olmamıştır.
İslam ise altının bu değerini olduğu gibi kabul etmiş fakat mübadelesini belli kurallara bağlamıştır.
Bu kapsamda klasik fıkıh literatüründe altın mübadelesiyle ilgili hükümler, ribâ yasağının konu edildiği sarf akdiyle açıklanmıştır. Altın Mübadele İşlemleri: İslam Hukuku Açısından Bir Değerlendirme adıyla elinizde bulunan bu kitap, günümüz tezgâhüstü piyasalarında gerçekleştirilen altın değişimlerini, klasik fıkıh doktrininde beyan edilen kurallar çerçevesinde etraflıca ele almıştır. Altının bir cevher olarak madenden çıkarıldığı andan itibaren kuyumcu vitrinine gelen süreç içerisinde gerçekleştirilen mübadelelerinin tamamının ele alındığı bu çalışma, konuyla ilgili önemli açılımlar sağlamaktadır. Çalışma, altın sektöründe gerçekleştirilen işlemlerin fıkhî hükmünü açıklamakla sınırlı kalmamış, ilgili işlemleri detaylı şekilde açıklayarak sektörün tanınmasını sağlamıştır. Bu manada kitap, teori ve pratiğin buluştuğu bir çalışma olmuştur.
H. Mehmet Soysaldı Kur'ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ'nın yeryüzüne indirdiği son ilâhî kitaptır. Kendisine uyanları ebedî kurtuluşa eriştiren evrensel ilke ve değerler ihtiva etmektedir. Yüce Allah, “Şüphesiz ki Zikr'i (Kur'ân-ı Kerîm'i) biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr 15/9) buyurarak Kur'ân'ı tebdil ve tahriften/değişiklikten uzak tutacağını beyan etmektedir. Nitekim bu yüce kitap, günümüze kadar değişmeden geldiği gibi kıyamete kadar da aynı yoldan ve değiştirilmeden, orijinalliğini yitirmeden gidecektir.
Kur'ân'ın tek harfine bile dokunulmadan günümüze kadar nasıl geldiği, çoğu insanın ilgisini çeken bir husustur. İşte, elinizdeki bu mütevazı eserde Kur'ân tanıtılmakta ve nüzulünden günümüze kadarki seyri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Talat SAKALLI Çağımızda, hadis/sünnet değerlendirilip yorumlanırken genellikle indirgemeci, seçmeci tavır benimsenmektedir. Sünneti hayat geçirme noktasında da hadis veya genel anlamda naslar siyasî veya hissî düşüncelere kurban edilmektedir. Basmakalıp sathî bakış açısı ile temel delillere yaklaşılması, daha kötüsü, bu deliller zevkçi, bencil ideolojilerin dayattığı dünya görüşünün kısır ve dar çerçevesinde değerlendirilmesi, Müslümanları hakikatten uzaklaştırmaktadır. Nitekim bazı çevrelerde hadisler, –haliyle ayetler bile- kuralı kaidesi olmayan oldukça serbest yorumlara tâbi tutulmaktadır. Bazı yorumlar, İslam kültür tarihinde aşırı uç kabul edilen Şiî veya Batınî fikirleri bile aratacak kadar ilmîlikten uzak yapılmaktadır. Hele hadislerin tenkidinde kuralsız ve usulsüz davranılması, İslam ülkelerinde kabul görmemektedir. Bu açıdan, İslam'ı, çağın idrakine sunarken, önce kurallar koyup o kurallara nasları uydurmak yerine, Kur'an ve sünnetleri esas alarak prensipleri çıkarmak daha gerçekçi olacaktır.
Müslüman vicdanında kabul görecek yeni bir medeniyetin oluşmasına katkı sağlayacak çabaların başında şüphesiz Hadis ilmiyle ilgili çalışmalar gelmektedir. Hadislere anlam yüklerken, Aynî'nin Umdetü'l-Kârî isimli muazzam eserinde takip ettiği yöntem gibi klasik şerh usul veya yöntemlerinin yanı sıra, hadisin bütün bağlamlarını tespit etmeden yorum yapmamaya da dikkat etmek ve Aynî'nin de esas aldığı gibi, Usul ilimleri başta olmak üzere, İslam ilimleri ile günümüz ilimlerinin tamamından istifade etmek gerekmektedir. Bu doğru yöntem ile elde edilecek fikirlerin Müslüman gönlünde yer bulacağına inanıyoruz.
İşte Aynî gibi şerh geleneğimizin emsalsiz örneklerinin anlaşılması, tanıtılması ve tutarlı yöntemlerinin ilmî hayata aktarılarak günümüz ilimleri ile yoğrulması, çağdaş İslam dünyasının yeni bir medeniyet liderliğine soyunmasına da sebep olabilecektir. Elinizdeki şu kitabın da, bu kutlu yolda bir nebze katkısının olmasını ümit ederiz.
Yunus Akyüz Azalan müşâreke (ortaklık), kâr-zarar prensibince çalışan ve faizsiz bankacılıkta kullanılmak üzere tasarlanmış bir finansman ürünüdür. Ortaklık temelinde kurulan bu akit, bir yandan bireylerin ve müesseselerin finansman ihtiyacını faizsiz bir şekilde karşılamalarına imkân verirken öte yandan elde atıl bulunan sermayeyi işletmeyi sağlamaktadır. Yöntem kuruluş itibarıyla müşâreke akdine benzerlik gösterirken bazı yönlerden klasik müşârekeden ayrılmaktadır.
Kendine has birtakım özellikleri bulunan azalan müşâreke yöntemi, faizsiz bankacılık için arzu edilen şey olan ortaklık anlayışının daha etkin bir şekilde kullanılmasına katkı sağlayacaktır. Çünkü faizsiz finans dünyası, işlemlerin çoğunu modern murâbaha yöntemiyle yapmayı tercih ettiği ve mudârebe-müşâreke prensibinden uzaklaştığı için çokça eleştiri almaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın amacı, ortaklık üzerine inşa edilen azalan müşâreke yönteminin tarihi, türleri, kullanım alanları, diğer finansman yöntemlerinden farkı, içerdiği fıkhi problemler gibi meseleleri konu çerçevesinde oluşan literatürden hareketle ele alıp sunmaktır. Çalışmanın konusu olan azalan müşârekenin bir faizsiz finansman tekniği olarak ticaret, araç gereç, konut edinimi gibi konularda faiz hassasiyeti olan bireyler için -gerekli vergi, altyapı ve kanuni düzenlemelerin hazırlanması hâlinde- faizsiz bir enstrüman olma özelliği böyle bir çalışmayı önemli kılmakta ve eserin bu alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Öte yandan yöntemin, günümüzde ivme kazanmış olan ve elbirliği prensibine dayalı sistem için de özellikle konut finansmanı açısından alternatif bir teknik olma özelliği taşıdığı söylenebilir.
Fatih Topaloğlu Bâbîlik ve Bahâîlik, 19. yüzyıl Şiî toplumu içerisinde doğan yeni dinî hareketlerdir. Bahâîlik, genellikle Bâbîliğin devamı olarak görülmekle birlikte Bâbîliğin kurucusu Bâb Mirza Ali Muhammed'in idamından sonra Bâbîlikten ayrı bir harekete dönüşmüştür ve kendisini, insanlığa gönderilmiş ilahi yeni bir din olarak tanıtmaktadır. Bahâîlik, İran'da ortaya çıkmakla birlikte hızlı bir şekilde büyüyerek günümüzde dünyanın hemen her bölgesine yayılmıştır ve en hızlı taraftar kazanan dinî inançlardan biri olarak gösterilmektedir. Bu açıdan Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında yapılacak araştırmalar, bu yeni dinî hareketleri tanımak adına önem taşımaktadır. Batı’da Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında çok sayıda araştırma ve yayın yapılmıştır. Ancak ülkemizde bu dinî hareketlere dair çalışmalar henüz çok az sayıdadır. Bu kitabın temel amacı, tarihî ve dinî açıdan birbiriyle yakından ilişkili olan Bâbîlik ve Bahâîlik hareketlerini, tarihî süreçleri, itikadi esasları ve öğretileri, başlıca ibadetleri, kurumları ve bazı gelenekleri üzerinden incelemektir. Kitabı, Bâbîlik ve Bahâîlik hakkındaki diğer yayınlardan ayıran en önemli özellik; inanç esasları, hareketin temel ilkeleri, ibadetleri ve dinî geleneğine dair birçok konunun Bahâîliğin kutsal kitabı kabul edilen el-Kitâbü'l-Akdes merkeze alınarak işlenmiş olmasıdır. Kitap, gerek akademik gerekse genel okuyucunun Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında bilgi sahibi olmasına ve bu iki dinî hareketi tarihî, dinî ve kültürel yönleriyle tanımasına önemli bir katkı sunacaktır.
M. Tayyip Okiç Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, Türkiye'de modern ilâhiyat fakültelerinde hadis alanında yazılmış ilk eserdir. Konuları tahlil biçimindeki disiplin, kaynakları işleme titizliği ve geniş bibliyografyasıyla hadis araştırmalarının klâsiği kabul edilmektedir. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde tefsir ve hadis kürsülerini kuran, binlerce talebe yetiştiren Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç bu eseriyle Babanzâde Ahmet Naim ve İzmirli İsmail Hakkı gibi, Osmanlı âlimlerinin ilim geleneğine eklenebilecek son halkalardan biridir. Bu yönüyle Okiç, modern bir ilâhiyat fakültesinde İslâm medeniyet tarihinde sayısı binlerle ifade edilen dâru'l-hadîslerin temsilcilerinden birisi olarak tarihteki yerini almaktadır. Kitap Türkçe, Farsça, Balkan ve Batı dillerinde hadis alanında yapılmış birçok çalışmaya yer vermesine rağmen araştırılan her konuda müsteşrik perspektifini çürütmektedir. Akademi dünyasında göz ardı edilmiş bir eser olmasına rağmen bu kitap kritisizmin ve hermeneutiğin girdaplarına duçar olmuş modern araştırmacıların hadis deryasında zorlandığı birçok probleme yeni bakış açıları sunmaktadır. Kitap müsteşrik etkilerinin gizli nüfuzu konusunda hassasiyet taşımakta, bu açıdan ilâhiyat fakültelerinde hadis ilminde üretilen çalışmalara metodoloji sorununda rehberlik değerini korumaktadır.
Fazıl Yozgat Bu çalışmada bilgi ve İslam ekonomisi yoluyla kalkınma, teorik ve pratik bağlamda incelenmiştir. Francis Bacon’ın deyimiyle “Bilgi güçtür”. Her alanda güçlü olmanın yolu bilgiden geçmektedir. Royal Society’nin çalışmaları, Britanya’nın yüzyılın başında dünyada başat güç olmasında önemli etkenlerden biri olmuştur. Académie Française sosyal ve siyasal karışıklıklara rağmen sistemini bozmamış, Fransa’ya ekonomik ve sosyal güç olmada öncülük etmiştir. Alman Bilimler Akademisi, İtalyan Accademia dei Lincei ve İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi de ülkelerinde benzer bir rol oynamıştır. Japonya’nın bugünkü hâline gelmesine altyapı hazırlayan en önemli çalışma, Iwakura heyetinin ABD başta olmak üzere seyahat ettiği ülkelerin incelenmesi sonucu hazırladığı altı ciltlik bir rapordur. Bizde Encümen-i Daniş’in 12 yıl süreden sonra nedeni belirsiz bir şekilde dağılması ciddi bir kırılma noktasıdır. Tanzima’tan itibaren Batı’dan etkilenen Jön Türkler gibi akımların bilim ve kalkınmadan öte siyasal söylemlerle değişimi önermeleri, siyasal ve sosyal hayatın olağan akışında tutarlı olmamıştır.
Yine bu çalışmada İslam ekonomisiyle ilgili temel kavramlar analitik bir çerçevede incelenmiştir. Cemil Meriç’in deyimiyle, “Her tarif, bir tahriftir”. Mümkün olduğunca manayı tahrif etmeden İslam ekonomisinin temel kavramları analiz edilmiştir. Çünkü ekonomik hayata ilişkin temel ıstılahlar evrenseldir, bütün Müslümanları ilgilendirmektedir. İslam ülkeleri, doğal zenginliklerine rağmen ekonomik sorunlarına çözüm bulamıyorsa yapısal birtakım eksiklikler var demektir. Bu çerçevede, emeğin verimli kullanımı ve üretime katkısında uluslararası kuruluşların uyguladığı yöntemlerin ülkemizde de tatbik edilmesi noktasında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu eserle, “müminin yitik malı olan bilgiyi arama” ve “veren elin alan elden üstün olduğu“ düsturu ile “hayırda yarışma” ve “dünyayı mamur kılmak” için İslami düşünsel altın halkaya katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
Mehmet Sürmeli Davetin ve tebliğin çileli yolunda Rabbimiz, Müslümanlara daha risaletin başlangıcında namazı emretmiştir. Diğer ibadetlerden farklı olarak namaz, peygamberlikle beraber başlamıştır. Risaletle beraber başlayan iki ibadet vardır; biri namaz, biri de cihattır. Cihadın mukatele türünü dışta tutarak bu ifadeyi kullanıyoruz. Cihat ile namaz birbirleriyle çok irtibatlıdırlar. Şöyle ki Hz. Peygamber; Allah'ın dinini hâkim kılmak için cihadın davet, tebliğ, inzar, münkeri yasaklama ve marufu emretme türlerini uygulamaya başladığında müşrikler onu engellemeye ve davetini akamete uğratmaya çalışmışlardır. Bu dönem çilenin en yoğun olduğu dönemdir. Yüce Allah, Müslümanlara namazı emrederek hem Müslümanların kendisiyle manevi irtibat kurmalarını istemiş hem de namaz vasıtasıyla Müslümanların ruhlarını takviye etmiştir. Daraldıklarında ve yorulduklarında Resûlullah'ın ve Müslümanların namaza durmaları bunun kanıtıdır. Daha İslâm'ın başlangıç yıllarında gece namazıyla emredilmelerinin birçok hikmeti var ama bu hikmetlerden biri de gündüz verecekleri mücadelede korkaklık ve dünyevi endişeleri yenmek için manevi bir takviyedir.
Serdar Özalp Bünyesinde birçok işlem ve uygulamayı barındıran borsa, İslam iktisadı çalışmaları için önemlidir.
Nitekim bünyesinde pay, borçlanma araçları, vadeli işlem ve opsiyon, kıymetli madenler ve kıymetli taşlar piyasaları ile bu piyasalara ait birçok ürün ve sözleşmeyi barındırması bakımından borsa; İslam iktisadı çalışmaları için konu bakımından zengin bir yapıya sahiptir. Borsada uygulanan işlemler, hukukî bir zemine dayanmakla birlikte, bu işlemlerin uygulanışı, birçok fıkhî konuyu ve problemi beraberinde getirmektedir. Bu işlemlerden birisi olan açığa satış işlemi için de aynı durum söz konusudur. Çünkü açığa satış işlemi birçok fıkhî konuyu bünyesinde barındırmaktadır. Bu sebeple çalışmanın amacı, borsada yapılan açığa satış işleminin teknik uygulanışını ortaya koymak
ve fıkhî değerlendirmesini yapmaktır.
Kitap, açığa satış işleminin bir finansal ürün olarak fıkhî açıdan tahlile muhtaç yönlerine eğilmektedir. Bu bakımdan konuyu; araştırmanın konusu, amacı, önemi, yöntemi ve kaynaklarını içeren giriş kısmıyla birlikte üç bölümde incelemektedir. Birinci bölümde açığa satış işleminde karşılaşılabilecek çeşitli kavramlara yer verilmiş ve yine işlemin fıkhî olarak değerlendirilmesinde ortaya çıkan konulara kısaca temas edilmiştir. Araştırmanın ikinci bölümünde, açığa satış işlemi için yapılan tanımlar sınıflandırılarak ele alınmış ve ardından işlemin ayrıntılı uygulanışına, çeşitlerine ve piyasaya İktisadî açıdan etkilerine değinilmiştir. Üçüncü bölümde ise fıkhî açıdan tespit edilen dört konu üzerinden
işlemin İslam hukuku açısından değerlendirilmesine yer verilmiştir.
Kitap, özellikle konunun fıkhî boyutunu ele alan Türkçe bir çalışmanın olmaması göz önüne alındığında Türkçe literatüre önemli bir katkı oluşturmaktadır.
Yusuf Dinç Büyüme kapitalist model içerisinde hayatın her alanında karşımıza çıkan en temel olgudur. Çünkü arz üzerine kurulu model sürdürülebilirliğini büyümeye endekslemiştir. Sistemin kapitalist kodlarını yaymak ve yaşatmak için toplumlar da büyüme motivasyonu ile üstelik dönemine göre rasyonel veya irrasyonel kodlarla örgütlenir. Fakat kitlelerin ve toplumların peşinden sürüklendikleri bu ideal, ucuz bir kurgu ve yanılsamadır. Çünkü kapitalizm, esirgeme modelidir. Büyüme ancak ve sadece kapitalistin büyümesidir ve nimetleri diğerlerinden esirgenir. Fayda risalesi, fayda teorisini İslam iktisadı perspektifinden somut
(maddi) ve soyut (manevi) yönleriyle yeniden ele almaktadır. Yazar; üretim-tüketim bölünmezliği temelinde, kapitalizmin üretilen gelirin bölüşümü problemine gayret ilkesiyle çözüm teklif etmektedir. Eser, Hâce Yûsuf b. Eyyûb el-Hemedânfnin Rötbetü'l Hayat teorisi üzerine yerleştirdiği tahayyül ite kapitalizmin göz ardı ettiği fayda boyutlarının iktisadi yapısını matematik ilişkileriyle açıklamaktadır. Eserde fayda teorisini besleyen
felsefi arka plan tartışılırken, fıtratın ortak kümesinin detayları incelenmiştir. Aynı zamanda finansal aracılık paradigması sorgulanırken İslam iktisat kurumlarının kolektif rolü üzerine tespitlere yer verilmiştir.
Yunus Kutval, Özgür Kanbir İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin yedinci kitabı olan bu eserde, çevre ve ekoloji konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Günümüzde kapitalizm, büyük ölçüde ahlaki değerlerden soyutlanmıştır. Bunun zararlarını insanlık, küresel ısınma ve çevre felaketleri olarak görmektedir. İslam dininin esasları çerçevesinde şekillenen İslam iktisadı ise insanı ve tabiatı sömürme temelli bu yozlaşmış üretim ilişkilerine alternatif olarak yükselmektedir. İslam dinine göre Allah'ın yeryüzündeki halifesi insandır. İslâmî prensipler çerçevesinde şekillenen İslam iktisadının tanımladığı insan modeline göre tabiat, yaratıcının bir emaneti olarak görülmeli, canlı-cansız tüm varlığa saygı duyulmalı ve üretim-tüketim odaklı değil de etik değerler taşıyan iktisadi faaliyetler yürütülmelidir. Kitap bu anlamda ekoloji ve çevre konusuna İslam iktisadı perspektifi ile yaklaşmakta ve konuya dair çözüm önerileri sunmaktadır.
Mehmet Sürmeli Allah'ın bize verdiği en büyük nimetlerden biri çocuklarımızdır. Bu nimetin büyüklüğüne oranla imtihan edildiğimiz de bir gerçektir. Bu imtihan süreci henüz onlar dünyaya gelmeden eş seçimiyle başlamakta ve dünyaya geldikten sonra da devam etmektedir. İmtihanı başarıyla sonuçlandırabilmek için onların her anlarıyla bir yöntem dahilinde ilgilenmek zorundayız. Eğer bu ilgi bir an bile kaybolacak olursa çocukların yaşadıkları çevre / sokak onları istediği gibi yetiştirebilmektedir. Bu anlamda “sokak çocuğu” deyimi, eğitiminden anne-babanın elini çektiği metruk çocuklar için kullanılan bir ifadedir. Gerekli eğitim ve öğretim verilmediği zaman köşklerde ve sırça saraylarda yetişen çocuklar dahi niteliksel anlamda “sokak çocuğu” olabilir. Yeryüzüne halife olarak yaratılan bir varlık sokağa terk edilemeyecek kadar değerlidir. Şayet bu önemli varlığın değeri bilinmeyecek olursa başına gelecek olumsuzluklar onu insaniyet konumundan düşürerek değersiz hâle getirebilir. Kur'an “eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan bu varlığın emanete liyakat durumunu koruyabilmesi için onun eğitimi ile ilgili çok önemli hükümler koymuş ve Peygamber Efendimiz de hem kendi çocuklarını, hem de sahabenin çocuklarını ideal anlamda yetiştirerek bizlere örnek olmuştur. Bu davranışıyla insanın değerine hem atıfta bulunmuş, hem de iyi yetiştirerek kıymetini daha da artırmıştır.
İsa Yılmaz İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin beşinci kitabı olan bu eserde değer konusu teorik ve pratik boyutlarıyla birlikte her seviyeden insanın anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Günümüz dünyasında kapitalizm olarak adlandırdığımız, küresel düzeyde egemen hale gelmiş, evrensel nitelikte ve alternatifsiz görünen bir iktisadi anlayış hâkimdir. Dolayısıyla, modern dünyanın içine doğmuş insanlar olarak iktisadi ilişkilerimizi kapitalist üretim, tüketim ve dağılım tekniklerinin bizim için belirlediği sınırlar içerisinde kuruyoruz. Zorunlu olarak hâkim iktisadi anlayışın diliyle konuşmaktan ve pratik üretmekten başka alternatifimiz olmadığını düşünüyoruz. Oluşturulan bu dilde bazı kavramların toplum içerisinde yerleşmesinin tarihsel bir sürece ve bağlama sahip olduğunu ve bunların sürekli bir anlam değişimi ve dönüşümüne uğramaya devam ettiğini göz ardı ederek bu kavramlara tarih üstü bir rol atfedebiliyoruz. Bu tutum bizi iktisadi ilişkilerde edilgen hale getirmekte ve alternatif iktisadi sistemlerin inşası konusunda elimizi kolumuzu bağlamaktadır. Bu eser iktisatta temel kavramların yeniden yorumlanmasını esas alan Cep Kitapları dizisinin bir parçasıdır. İktisadın en önemli kavramlarından biri olan değer kavramını ele alan çalışma ile pek çoğumuz için sorgusuz sualsiz kabule dayanan "değer bağımsız" bir iktisat düşüncesinin iktisadi açıdan ne anlam ifade ettiği, bu düşüncenin gündelik ilişkilerimize etkisi ve mevcut iktisadi anlayışın ötesinde değer yüklü bir iktisadi sistemin inşası için başlangıç noktaları ele alınmaktadır.
Tuğba GÜLER BOZKAYA Eğitimde drama; insanın kendini başkalarının yerine koyarak çok yönlü düşünmesini sağlayan, bireyin eğitim ve öğretimde aktif rol almasını, kendini ifade edebilmesini sağlayan, yaratıcı ve araştırıcı olma istek ve duygusunu geliştiren çağdaş bir eğitim yöntemidir. Bu sebeple drama yöntemi din ve ahlak eğitiminin genel amaçlarını gerçekleştirmede rahatlıkla kullanılabilecek bir yöntemdir.
Din ve ahlak öğretiminde drama yönteminin kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlamak ve bu yöntemi uygulamada zorlanan eğitimcilere yardımcı olmak amacıyla hazırlanan bu kitap, teorik ağırlıklı bir çalışmadır. Ancak din ve ahlak öğretimi konularını uygulanışı, ders planlarına benzer bir şekilde ele alınarak etkinlikler başlığı altında uygulamalı olarak gösterilmiştir.
Bu çalışma; eğitim fakültelerinin sınıf öğretmenliği, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği bölümlerinde okuyan öğrenciler için ayrıca ilahiyat fakülteleri ve tüm din eğitimi öğretmenlerine, Kur’an kursu öğreticilerine yardımcı olmak üzere hazırlanmıştır.
Aslı Yazıcı, Hacı Bayram Başer, M. Nedim Tan, Mehmet Erdoğan, Mehmet Günenç, Muhammed Muhdi Gündüz, Nail Okuyucu, Ömer Türker, Sedat Yazıcı, Yunus Cengiz Niyet, davranışın meydana gelme sürecinin kilit aşamalarından biri olarak ahlâkın en temel kavramlarından biridir. Gerek dinî gerekse felsefî düşüncede niyet, eyleme değer katan ve onu an¬lamlı kılan unsur olarak değerlendirilir. Bu yönüyle niyet ve ni¬yetin çeşitli durumları, hem dindarlığın hem ahlâklı olmanın an¬lamı konusunda belirleyici öneme sahiptir. Buna rağmen niyet konusunun nazarî boyutları yeterli derinlikte incelemeye konu olmamıştır. Bu çerçevede elinizdeki kitap, niyetin fiilin oluşu¬mundaki rolü hakkında İslam düşünce geleneklerinde ortaya çı¬kan görüş ve teorileri belirlemeyi; fiilin hukukî, dinî ve bilhassa ahlâkî değerinin takdirinde niyetin katkısının ne ve hangi ölçü¬de olduğunu ortaya koymayı ve bir fiilin fâiline verdiği isim ve tanımda niyetin rolünü açıklığa kavuşturmayı amaçlamaktadır.
İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi kapsamında 30 Eylül-1 Ekim 2016 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Dinî ve Felsefî Dü¬şüncede Niyet Çalıştayı’nda sunulan çalışmalardan teşekkül eden bu kitap, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi dinî ilimlerin yanı sıra İslam felsefesi ve Batı felsefesinde niyet konusunun nasıl ele alındığını inceleyen toplam dokuz makaleden oluşmaktadır.
Mehmet Sürmeli Bakara suresinin 62. ayeti üzerinden dinleri eşitleme çabası güden bazı çevreler, içinde Hz. Peygamber'in olmadığı bir din ihdas etmek istediler. Bu çevrelerin amacı “Muhammedsiz Müslümanlık”tır. Zira Resulullah'ın sünneti, vahyin açılımı ve pratiğidir. İnsan olmanın ve hayatın genişlik alanlarına dinle anlam vermenin uygulamalarıdır. Şayet Resulullah'a iman, itikat esası olmaktan çıkarılacak olursa Hz. Peygamber'in getirdiği din de mülga olacak ve hayatın anlamlandırılması moderniteye teslim edilecektir. Böylece emir alanından din çekilecek ve emperyalizmin yolu açılacaktır. Hz. Muhammed'in uygulamaları ve getirdiği din hâlâ mazlumların tek umududur. Resulullah'a imanı dışta tutarak kurtuluş iddiasında bulunanlar hem dünya sisteminin köleleri hem de Müslümanlıktan nasibini alamayan kimselerdir. Dinlerarası Diyaloğa Reddiye, adı üstünde bu çabaya köklü bir itirazdır.
Hasan Kazak, Bilge Afşar, Orhan Çeker, Osman Okka An integrated system, Islam consists of several subsystems. The economy has an important place in these sub-systems. In this respect, Islam also includes regulations on economic growth and development. Undoubtedly, the most important of these regulations is the zakat institution. Zakat was mentioned in many parts of Koran with the prayer, accepted as the pillar of religion in many places and an important message that zakat and prayer should not be separated was given.
The most known and prominent feature of the zakat institution is its contribution to the fair distribution of national income, which is an important indicator in terms of economic development. A lot of work has been written on this subject and this issue has been mentioned in almost every sermon of Islamic scholars. However, the zakat institution has much more significance and benefits in terms of economic growth and development process.
The main purpose of this study is to create a resource for the qualitative and quantitative studies that will be carried out, by revealing other contributions of zakat to economic growth and development, which are not in the foreground but are actually much more functional as well as its other well-known contribution to income distribution.
Dilara Bağcı Zeki Katılım bankacılığı, kâr ve zarara katılma esasına göre fon toplayan, ticaret, ortaklık ve finansal kiralama yöntemleri ile fon kullandıran bir bankacılık modelidir. Geleneksel bankacılıktan farklı olarak katılım bankacılığında faizsiz sistem esas alınmış ve ticarete dayalı alternatif bir model oluşturulmuştur. Ülkemizde ve dünyada katılım bankacılığına olan ilgi artmaktadır. Bu nedenle katılım bankacılığı hukuki alt yapısı ile birlikte gelişmeye devam etmektedir. Bu kitapta, katılım bankacılığı ürünleri içerisinde önemli bir yere sahip olan mudârebe sözleşmesi genel esasları ile ele alınmış, Türk hukuku içerisindeki yeri incelenmiştir.
Kenan Gürsoy Etik ve tasavvuf, bugüne kadar yan yana getirmeye ya da birlikte düşünmeye alışık olmadığımız iki kavram. Prof. Dr. Kenan Gürsoy'la yapılan bu sohbetler, “Etik Şahsiyet” çerçevesinde bu iki kavramı bir arada düşünmeye başlamamızı sağlamakta, insanın kemâle doğru yürüyüşünün etik zeminde nasıl gerçekleşebileceğini göstermektedir. Burada tasavvufun başta insanın kendisi olmak üzere bir toplum, bir medeniyet ve bir insanlık tahayyülü ortaya koyarken de etik zemine dayandığına dikkat çekilmektedir.
Etik ve Tasavvuf; yalnızca felsefeye ve tasavvufa ilgi duyanları değil, kendini inşa etmek isteyen ve kemâle doğru yol alma gayreti duyan, insan olmanın sorumluluğunu ve değerini hisseden herkesi kendisine davet eden sohbetlerden oluşmaktadır.
Adem SOLAK, Enver SARI, Mahir ÖZKAN, Veysel SÖNMEZ
Ayman Shihadeh Kelâm, mantık, metafizik, usûl, tefsir, tıp gibi alanlarda devasa ve dakik eserler ortaya koyan Fahreddîn er-Râzî’nin, ahlâk üzerine yazmış olsaydı diğer alanlarındaki eserlerinde olduğu gibi kendisinden sonraki geleneği dönüştürmesi beklenirdi. Fakat Râzî, amelî ahlâka dair bir eser kaleme almış olsa da, teorik ahlâka dair bir eser vermemiştir. Elinizdeki kitap, bu eksikliği kısmen telafi edebilecek şekilde Râzî’nin ahlâka dair düşüncelerini ve entelektüel dönüşümlerini metinlerden adım adım izleyerek ortaya koymaya çalışmaktadır. Bunun için de yazıldığı tarihe kadar yapılan çalışmalar arasında, birçoğu da yazma olmak üzere en geniş Râzî eserleri seçkisi kullanılmıştır.
Elinizdeki kitap bir yandan İslâm ahlâk düşüncesi alanındaki bir boşluğu doldururken diğer yandan Fahreddîn er-Râzî’nin ahlâk düşüncesine yönelik çalışmaların eksiklerini gidermede de önemli bir unsur teşkil etmektedir.
Muhittin Kaplan İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin sekizinci kitabı olan bu eserde, fayda konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Kitap, fayda kavramının modern iktisat ve İslam iktisadı teorisindeki anlamını, rolünü ve önemini kavramın zaman içerisinde geçirdiği değişimi dikkate alarak incelemektedir. Bu doğrultuda, kitap dört bölüm olarak organize edilmiştir. Birinci bölümde; faydanın, malların insan ihtiyaçlarını karşılama özelliği olarak tanımlandığı yaklaşım ele alınmıştır. İkinci bölümde; faydanın, mal-hizmet tüketiminden elde edilen doyum, haz, mutluluk olarak tanımlandığı yaklaşım yani "faydaya kardinal yaklaşım" incelenmiştir. Üçüncü bölümde; fayda kavramına ilişkin modern yaklaşım, faydanın tüketici tercihlerini sıralamanın bir yolu olarak analize dâhil edildiği "faydaya ordinat yaklaşım" açıklanmıştır. Dördüncü bölümde ise İslam ekonomisinde fayda kavramının çerçevesi çizilmiş ve ana akım iktisattan farkları açıklanmıştır.
Üzeyir Köse İslâm hukukunda hükümler azimet esas alınarak belirlenir. Bunlar arızî durumlara bağlı olmaksızın başlangıçta konmuş ve normal şartlarda tüm mükellefler için geçerli aslî hükümlerdir. Bununla birlikte zaruret ve güçlük sebebiyle azimeti terk etmeye imkân veren, asıl hükme kıyasla daha kolay olan ve arızî durumun devamı hâlinde varlığını devam ettiren hükümler vardır. Bunlara ise ruhsat denilmektedir. Asıl hükmün uygulanması durumunda mükelleflerin zorluk ve meşakkatle karşı karşıya kalacağı ya da asıl hükmün uygulanma imkânı olmadığı durumlarda bir çıkış yolu olarak görülen ruhsat daha çok hastalık, yolculuk, ikrah (zorlanma) ve zaruret hâllerinde gündeme gelmektedir. Hamilelik de bir yönden hastalık diğer yönden meşakkat olarak görülebilir. Bunun dışında anne adayının emanet bir can daha taşıması, hamileliğin bazı noktalarda farklı değerlendirilmesini gerekli kılmaktadır. Bu çalışmada hamileliğin fıkhî hükümlere etkisi ele alınmıştır. Neticede ibadetler, aile hukuku ve ceza hukukunun yanında muayene ve tedavi sürecinde de hamileliğin fıkhî açıdan farklı değerlendirilmesi gerektiği görülmüştür. Fıkıhtaki hamilelere yönelik bu farklılıklardan bazısının kaynağı doğrudan nasslar iken bazıları da mezhep imamlarının veya sonraki fakihlerin ictihadlarının bir neticesidir. Fıkhın hamilelere yönelik bu tutumu, neslin devamı sürecinde oldukça zor bir görev ifa eden anne adaylarını ve anne karnındaki çocukları korumaya verdiği önemin bir göstergesidir.
Mehmet Sürmeli Allah'tan almış olduğu dini tebliğ etmek, kapalılıkları açıklamak, dinî hükümlerin nasıl yaşanacağını fiilî olarak göstermek ve hüküm olmayan konularda sorunları çözmek için hüküm koymakla yetkili olan Hz. Peygamber'i “kendi öz oğullarından bile iyi tanımakla” görevli olan insanlar, O'nu İslâm'ın temel kaynaklarından öğrenmek zorundadırlar. Bu zorunluluğu hissederek biz de bu çalışmamızda Hz. Muhammed'i, Kur'an-ı Kerim, hadis ve hadis ilminin rivayet usulünü / metodunu kullanan İslâm tarihi kaynaklarından tanıtmayı uygun bulduk. Amacımız bir siyer çalışmasından çok, insanın en önemli güvenlik alanı olan iman konusuyla ilgili Hz. Muhammed'in emirlerini, Hz. Peygamber'in ahlaki özelliklerini ayetler ve hadislerle ele alıp peygamberlik görevini yerine getirmedeki işlevsel alanıyla ilgili bilgiler vermektir. Resulullah'ı tanımaya çalışırken anladıklarımızı Müslümanlarla paylaşmaktır.
Hüseyin Baysa Süslenme arzusu ve süslü olana meyletme duygusu, bir gerçeklik olarak insanoğlunun fıtratında yer almaktadır. İslam'da bedensel süslenme ile ilgili ahkâm, bu fıtrî yönelime uygun olarak belirlenmiştir.
Kitapta; bedene yönelik geçici ve kalıcı süslemelerin fıkhî hükmü araştırılmıştır. Bu çerçevede dövme, diş seyreltme, kaş inceltme, takı kullanma, saç boyama ve ekleme gibi vahiy döneminde bilinen estetik uygulamalar ile günümüzde yaygın olan dudak estetiği, diş estetiği ve saç ekimi gibi kozmetik cerrahi operasyonlar, epilasyon ve makyaj türü işlemlerin hükmü incelenmiştir.
Mustafa Fayda, Mustafa Sabri Küçükaşçı, Azmi Özcan, Casim Avcı, Mehmet Özdemir, Hasan Hüseyin Adalıoğlu, Ali Satan, Uğur Demir, Abdulkadir Macit İslam tarihinin en önemli müesseselerinden biri olan hilafet, İslam siyaset düşüncesi literatürünün de kritik kavramları arasında yer almaktadır. Kavramın İslam kaynaklarında yer alış şekli ile kelami ve siyasi düşünceye konu olmuş biçimleri. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren devletlerin egemenlik ve otorite arayışlarına cevap vermiştir.
9 yazının yer aldığı bu kitap, hilafetin modern öncesi dönemde nasıl bir süreç takip ettiği ve hangi fonksiyonları yerine getirdiği; bahusus hakkında hangi tartışmaların cereyan ettiği gibi meseleleri ortaya koymakla birlikte bu meselenin yeniden gündem hâline getirilmesini ve dönemin kavramları- nın süreklilik sağlanacak şekilde yeniden yorumlanmasını, hilafetin güncel meselelerinin tespiti ve tenkidi hususunda geçmiş birikimden istifade edebilmeyi hedeflemektedir.
Hilafetin Türklere intikalinin 500. yılı münasebetiyle gerçekleştirilen çalış- tayın bildirilerini ihtiva eden bu çalışma/eser ümit edilir ki daha nice yeni/ orijinal araştırmalara vesile olur ve bu büyük tarihi mirası doğru anma ve anlamaya hizmet eder.
Hakan Ertürk, Ceyda Kükrer Mutlu, Emre Selçuk Sarı, M. Halil Çonkar, Hamdi Döndüren, Ali Togay, Murat Çizakça Yaratıcı ve yeni fikirlere sahip kişiler tarih boyunca olagelmiştir. Bu fikirler, süregelen iktisadi alışkanlıkların dışında alternatif modeller geliştirilmesine yol açarak yeniliklere kapı aralamıştır.
Günümüzde, özellikle teknoloji alanında birçok yenilik bu tür fikirlerin olgunlaşması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yeni fikirlere sahip birey ve firmaların fon ihtiyacını karşılamak amacıyla söz konusu girişimlere ortak olmayı ifade eden girişim/risk sermayesi bu yönüyle önemli bir finansal enstrümandır. Bir tarafın riski üstlenerek sermayesini, diğer tarafın yaratıcı düşüncesini ortaya koyarak uzun vadede getiri elde etmeyi hedeflemeleri bu ortaklığın önemli bir özelliğidir. Bu açıdan girişim sermayesi, klasik finansman modellerinden farklı alternatif bir modeldir. Girişim sermayesindeki kâr-zarar temelli ortaklık yapısı, İslam İktisadının gerçekleştirmek istediği amaçlara uygun bir niteliğe sahiptir. Bu nedenle başta katılım bankaları olmak üzere kamu ve özel kurumların, üniversitelerin, şirketlerin başvurabileceği önemli bir yatırım aracıdır. Elinizdeki bu kitap; girişim/risk sermayesinin tarihini, mevcut durumunu, hukuki yapısını, iktisadi imkânlarını, vergi ve muhasebe boyutlarını incelemektedir. Bu açıdan gerek teorik gerekse uygulama açısından ihmal edilmiş bu konuda önemli bir boşluğu doldurmayı hedeflemektedir.
Selim ÖZARSLAN İnsanlık yaratılışından beri hayatın anlamını çözmeye çalışmış, bu şekilde huzura kavuşacağını düşünmüştür. Ancak yaşadığı hayata baktığında onu üzen, ruhunu sıkan, hoşlanmadığı birçok musibetle karşı karşıya gelmektedir. Tarihin derinliklerinden günümüze kadar insanların canını sıkan onları derin acı ve ıstıraplara gark eden deprem, kasırga, fırtına, tsunami (deniz suların kabarması), tedavisi uzun yıllar alan hastalıklar, kuraklık, onun beslediği açlık ve kıtlık gibi doğal olaylar ve felaketler hiçbir zaman eksik olmamıştır.
İnsanlar eskiden olduğu gibi bugün de bu tür acı ve ıstıraplara yol açan doğal olay ve felaketlerin, Kur’ânî tabirle musibetlerin, sebebini bulmaya çalışmakta, kimileri bunları kâinatın mutlak yaratıcısı Yüce Allah ile insan arasındaki ilişkilerin zayıflaması hatta yer yer kopmasına neden oldukları için Allah’ın insanlara bir tür cezası olarak değerlendirmiş, kimileri de bu tür olayların tabiatın kendi dinamiklerinden kaynaklandığını, insanın ahlakî davranışlarının bu tür olayların meydana gelmesinde olumlu ya da olumsuz bir katkısının bulunmadığını söylemişlerdir.
Biz de bu sorunu yani musibetlerin neler olduğunu, hangi şeylerin musibet olarak değerlendirileceğini, musibetlerin sebeplerini, insanların dince suç sayılan eylem ve davranışlarının/günahlarının musibetlerin meydana gelmesinde bir rolünün bulunup bulunmadığı hususunu Kur’an-ı Kerim çerçevesinde ele alıp incelemeyi uygun bulduk.
Bundaki amacımız, musibetlerin nedenlerinin neler olabileceğini insanlara bildirmek suretiyle onların daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmelerine bir nebze de olsa katkı sunmaktır.
Selim Özarslan Modern insanın içinde bulunduğu ruhsal bunalımların, diğer bir deyişle inanç problemlerinin temelinde hiç şüphesiz ki pozitivist eğitim ve dünya görüşü, kapitalist düşüncelerin beslediği maddeci hayat anlayışı, dinî değerlere sırt çevirmiş maddeci ilim anlayışı, âlemin mekanist açıdan izahı, vahyi temellerinden uzaklaşmış yarı cahil din anlayışlarının yöntemi olan tekfir, varlıklar içinde en üstün yapıya haiz olan insanı yaratıcı karşısında bir hiçe indiren, dolayısıyla eylem ve davranışlarının bir anlamının olmadığını söyleyen determinist/fatalist kader anlayışı bulunmaktadır. Toplum katmanlarında bu zihniyet yerleşince, diğer sorunlar kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Manevi ve psikolojik bunalımlara girmiş bireyler, sosyal yaşantılarında da bir tatminsizliğin içinde bulundukları için toplumsal sorunların kaynağını oluşturmaktadırlar. Bu şekilde, tatminsiz bireylerin içinde yaşadığı toplum düzeni parçalanmakta, huzursuzluk ve kargaşanın hâkim olduğu, dinden bağımsız başka bir yaşam biçimi gelişmektedir.
İnsanın beden ve ruh bütünlüğüne aykırı dünya ve ahiret saadetine engel olan her türlü beşerî ve felsefi, batıl ve sapkın inanç ve düşünce akımlarına karşı olmak, kelâmın yüklendiği görev olmakla birlikte, her inanan insana düşünme kabiliyeti ve bilgi birikimi ölçüsünde düşen bir sorumluluk da olmalıdır. İşte bu kitap, söz konusu sorumluluğu müdrik olarak kimisi klasik kimisi modern zamanlarda ortaya çıkan küresel bazı inanç sorunlarına kelamî perspektiften çözüm önerileri sunmaya çalışmaktadır.
Bizim bu çalışmayı yapmaktaki amacımız, yaşadığımız çağa damgasını vuran ve dinle ilgili olarak tartışma gündemini oluşturan konularda öncelikle ilahiyat fakülteleri ve din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliğinde okuyan öğrencileri-mize günümüz inanç problemleri hakkında genel bilgiler vermek, hem öğrencinin bu konularda zihninin aydınlanmasını sağlamak hem de öğrencilere yöneltilmesi muhtemel soruları cevaplayabilecekleri bir yeterliliği kazandırmaktır.
Yusuf Açıkel İslâm dininin ana delillerinden olan hadisin kaynaklarda yerini alması kolay olmamıştır. Günden güne genişleyen Müslüman ülkeler coğrafyasına çeşitli sebeplerle dağılan sahabîlerle birlikte hadisler de dağılmış, bazen Sevgili Peygamberimizden tek kişinin duyduğu hadisler, kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. “İlim beden rahatlığıyla elde edilemez.” prensibinden hareketle hadislerin ilim adına toplanması, karşılaştırılması, ilk raviden hadis alarak kısa sened/raviler zincirinin meydana getirilmesi, duyulmamış konuların ehlinden dinlenmesi, hadis hâfızlarıyla görüşülerek müzakereler yapılması ve onlardan faydalanılması gibi sebeplerle hadisler uğruna ilmî seyahatler/rihleler yapılmıştır. Diğer ilim dallarında bu tür kudsî sayılan bir seyahat şekline ve ilim talep usûlüne rastlanılmamaktadır.
İşte bu seyahatler, günümüzde ilmî kongre ve görüşmelerin orijinal temelini atmış, dolayısıyla İslâm ülkeleri arasındaki ilmî bağları güçlendirmiş, ilim adamlarının birbirleriyle tanışmalarına fırsat sağlamıştır. Sonuçta binbir güçlüklerle ve ihlâsla gerçekleştirilen bu yolculuklar sayesinde, bugün elimizde bulunan hadis külliyatı ortaya çıkmıştır.
Adil Yavuz Ana hatlarını Kur’an ve Sünnet’in belirlediği İslâm’ın anlaşılmasında bu kaynaklara müracaat kaçınılmaz bir zorunluluk arz etmektedir. Hz. Muhammed (sas) vasıtasıyla insanlığa tebliğ edilip açıklanan dinin kavranabilmesi için ayetlerin hangi zaman ve zeminde, hangi ortamda vahyedildiklerinin, hadislerin hangi şartlar altında dile getirildiklerinin tespiti büyük bir önem taşımaktadır. Asr-ı Saadet’in Mekke ve Medine döneminde nazil olan Kur’an ayet ve sureleri önemli ölçüde tespit edilmiş ve onların yorumlanmasında bunlar dikkate alınmıştır. Ancak İslâm’ın ikinci kaynağı olan sünnet ve hadisler için böyle bir tespit yapılmamıştır. Bunun ortaya konulmaması sebebiyle, onların anlaşılıp yorumlanmasında bu önemli ayrıntı yeterince dikkate alınmamıştır. Prof. Dr. Adil Yavuz’un kaleme aldığı Hadislerde Mekkîlik ve Medenîlik isimli eser, rivayet ilimlerinin kendisine yardımcı olabilecek verilerinden de istifade etmek suretiyle hadislerin mekkîlik ve medenîliğinin belirlenmesi için bir ana çerçeve oluşturmayı ve bunun tespitini sağlayabilecek karineleri ortaya koymayı hedeflemektedir.
Yusuf Açıkel Sosyal olayları tek bir sebeple açıklamanın ilmî olmadığını hepimiz kabul ederiz. Bu olayları izah etmek için pek çok sebep saymak pekâlâ mümkündür. Ancak bunlar arasında kavram kargaşasını zikretmeden geçmek imkânsızdır. Beşeriyet tarihinde birtakım anlaşmazlıklar olagelmiştir. Bunları uzlaşma yoluyla çözmek de her zaman mümkün olmamıştır. Birinin doğru kabul ettiğine, diğeri rahatlıkla yanlış diyebilmektedir. Bu kadar zıt fikirlerin ifade edildiği bir ortamda her türlü spekülasyondan uzak, ilmî değerlere dayalı olarak kavramların anlaşılmasının ve tanımlanmasının ne kadar önemli olduğu apaçık ortadadır.
Sahabeden günümüze kadar Kur'an ile Sünnet, ümmetin müşterek referansları olmasına rağmen ilk nesillerden itibaren farklı anlayışlar görülmüştür. İlerleyen yıllar içinde bu farklı anlayışlar daha da büyümüş, bazen ifrata bazen tefrite dönüşmüş, neticede sağlıklı bir Sünnet/Hadis ve Ehl-i Beyt anlayışının yeniden ortaya konulması zorunlu hâle gelmiştir. Gerçekten sağlıklı, tutarlı ve doğru bir İslâm anlayışı, onun temel kaynaklarının doğru anlaşılmasına bağlıdır. Bu sebeple farklı bir zemine kaydırılmaya çalışılan, İslâm tarihinde pek çok ihtilafın kaynağı olan Ehl-i Beyt anlayışının Kur'an ve Hadisler ışığında incelenmesi gerekmektedir.
Hasan Çelikkaya Muhterem Okuyucum;
Hayatta savaşın bitmediği ve bitmeyeceği sosyolojik bir gerçektir. Ülkelerarası savaşlar, şekil değiştirerek devam ediyor ve edecektir de. Günümüzde ise iç harbe sebep olan terör olayları dünyayı sarmış durumda. Çevremizde ve diğer İslam ülkelerinde, üstelik kendisine İslami isimler vererek, sanki cihat yapıyormuş gibi, terör örgütleri oluşmakta ve ülkemizi de ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Ülke dışında da İslamofobi hareketleri oluşmakta, aslında tamamen barış dini olan dinimiz İslam, saldırı dini imiş gibi gösterilmekte, dinimize ve dolayısıyla ülkemize düşman sayısını çoğaltmaktadır. İslami isimler taşıyan bu gruplar maalesef bunun farkında değiller, İslama hizmet değil düşmanlık yapıyorlar ve İslam düşmanlarının sayının çoğalmasına sebep olmaktadırlar. Halbuki “haksız yere bir kişiyi öldürenin dünya insanlarını öldürmüş gibi olacağı” Âyet-i Kerimede açıkça ifade edilmektedir (Mâide: 32). Savaş konusunda da dinimiz, saldırı değil, ancak savunma (müdâfâa) savaşına müsaade ettiği yine Âyet-i Kerime ile sabittir (Bakara: 190-193).
Bu durumlar beni de fazlasıyla üzdüğünden seneler öncesi hazırladığım ve beklemekte olan elinizdeki harple ilgili çalışmamı güncellemeye karar verdim.
Çalışmamı güncellerken, ilahiyatçı olduğum kadar aynı zamanda eğitimci olduğumdan dikkatimi çeken bir hususu vurgulamakta yarar gördüm: Mâlûm, İslamiyetin ferdî, ailevi ve siyasi olmak üzere üç yönü vardır. Âyet-i Kerimelerde ve bunları destekleyen Hadîs-i Şeriflerde öncelikle ferdî ve ikinci olarak da ailevi müslümanlığa vurgu yapılmakta
(Tahrim: 6) ve müminlerin, müslüman olarak ruhlarını teslim etmeleri istenmektedir
(Al-i İmran: 102). Burada Müslümanın yaşadığı ülkenin Şeriat ülkesi olması veya olmamasından bahsedilmemektedir. Müslüman olarak ruhunu teslim eden bir müminin Cennet’e gideceği müjdesi verilmektedir.
Okuyucularımın, özellikle din eğitimcilerimizin bu noktalara dikkat etmelerinde büyük fayda görmekteyim.
Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.
Salih Atçeken Merak eden, sorgulayan, anlam arayışında olan insanın önce kendini bilmesi, sonra Allah hakkında bilgiler edinmesi, daha sonra da “Dünya” denilen bu mekânda bulunuşunun gerekçesini öğrenmesi, öğrendiği gerekçeye göre de hayatını yaşaması gerekir ki, bir attan, bir ottan farklı olduğunu ortaya koyabilsin.
İnsan, çevresini kuşatan varlıkların kendisi için var edildiğinin, bunların “Efendi”si olduğunun farkına varmalı, efendiliğinin kıymetini bilmeli, diğer canlıların seviyesine düşüp hayatı onlar gibi yaşamamalıdır. Aksi hâlde, kendini onlardan da aşağı bir mevkide buluverir.
Bu kitap, hayatın efendi gibi yaşanabilmesinin nasıl mümkün olabileceğini anlatma gayretinin bir ürünüdür. Hayatını efendi gibi yaşayabilecekken, yaşaması gerekirken, kimliğinden habersiz bir şekilde yaşayıp, bunun da farkına ölüm anında varmış olan bir insanın pişmanlığını duymak istemeyenlerin, kitabımızı dikkatlice okumalarını öneriyoruz. Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.
Mehmet Sürmeli Hazreti Peygamberin Tefsir Yöntemi'nde peygamberimizin tilaveti, öğretim faaliyetleri, yaşamaya verdiği önem, hıfzı teşvik etmesi ve işi ehline vermede Kur'an-ı Kerim bilenleri öncelemesi, tefsir yöntemi başlığı altında ayrıntılı değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Bu konuların büyük bir kısmı sünnetin tebyin, temsil ve teşri alanlarıyla ilgilidir. Kur'an-ı Kerim'i dosdoğru anlamanın iki anahtarı vardır: Bunlar, Hz. Muhammed dönemi Arapçasını tüm yönleriyle bilmek, diğeri de Resulullah'ın sünnetine ve Kur'an'ın nazil olduğu tarihe vâkıf olmaktır. Bu iki önemli anahtar, Kur'an-ı Kerim'i ehliyetsiz ve kötü niyetli insanların çalışma alanı olmaktan çıkaracak, keyfî ve önyargılı yaklaşımlardan muhafaza edecektir. Bu nedenle İslâm dinini, ana kaynaklarından en kuşatıcı şekliyle öğrenmek gerekir. Bu öğretimde dil bilmek de vardır; tefsir, hadis, fıkıh, kelâm, İslâm tarihi, ahlâk/tasavvuf öğrenmek de vardır. Hazreti Peygamberin Tefsir Yöntemi sizi bu alanlar üzerinden doyurucu bir yolculuğa davet etmektedir.