Dini Bilimler \ 1-8
Remzi Demir Türkiye Cumhuriyeti, 2023 yılında 100 yaşına girdi. Bir insan hayatı için uzun ama bir devlet hayatı için kısa bir süre... Bir asırlık bu süre içinde siyasi, iktisadi, hukuki, sosyal ve kültürel sahalarda ne kadar mesafe aldık?
Bu sorunun yanıtı, günümüzü anlamak ve geleceğimizi tasarlamak bakımından çok önemli.
100 Yılda Felsefe, Bilim ve Teknoloji başlığını taşıyacak bu dizide yayımlayacağımız 100 Yılda Felsefe, 100 Yılda Bilim ve 100 Yılda Teknoloji adlı tarihsel denemelerle bu dönemin maddi ve manevi kültür dünyasına bir nebze de olsa ışık tutmak istiyoruz.
Dizinin ilk eseri olan 100 Yılda Felsefe, objektifini düşünce hayatımızı yönlendiren temel gelişmelere ve bu gelişmeleri gerçekleştiren düşünürlerin önemli katkılarına yönlendiriyor ve ısrarla “Biz kimiz?” sorusunun peşine düşüyor.
Eray Alaca, Tercan Yıldırım Türk tarihin­de modern anlamda bir öğretim programı olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemin­de hazırlanan 1869 tarihli “Maârif-i Umûmiyye Nizâmnâmesi” karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de devam eden öğretim programları hazırlama sürecinde “Din Dersleri” önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Os­manlı İmparatorluğu'nun temel motivasyonunun din-İslâm- olması okullarda “Din Dersleri”nin verilmesini normal, hatta zorunlu kılmıştır. Ancak bir ulus devlet olarak laik düşünceyi benimseyen Türkiye Cumhuriyeti'nin erken dö­neminde okullarda “Din Dersleri”nin verilmesi/verilmemesi tartışma konusu olmuştur. Bu çerçevede Osmanlı İmparatorluğu'ndan günümüze ilkokul ve ortaokul düzeyinde öğretim prog­ramlarındaki “Din Dersleri”ni bir araya getiren, aynı zamanda da programla­rın hazırlandığı dönemdeki eğitim öğretim ile ilgili gelişmelere de yer veren bir çalışma yapma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Çalışmada Osmanlı İmparatorluğu'nun din öğretimi anlayışı ile Cumhuriyet'in din öğretimi anlayışında yaşanan değişim ve dönüşümün görülebilmesi amaçlanmıştır.
Abdullah Çakmak Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce kutsal kabul edilen Kudüs şehri, M.Ö. 4000'li yıllara kadar uzanan kadim bir tarihe sahiptir. Bu dinlere mensup devletlerin Kudüs'teki farklı dönemlere ait hâkimiyetleri, şehirde üç dine ait kutsal mekânların oluşmasına zemin hazırlamıştır.
1517'de Osmanlı hâkimiyetine giren Kudüs'te devlet tarafından gerçekleştirilen çeşitli imar faaliyetleri şehrin yaşam kalitesini yükseltmiştir. 1917'ye kadar süren bu hâkimiyet süreci içerisinde Kudüs için kırılma noktalarından biri Fransızların 1798 Mısır işgaliyle başlayan ve 1841'de Kavalalı Mehmed Ali Paşa isyanının sonlandırılmasına dek devam eden süreçtir. Vehhabi ve Yunan isyanları gibi devletin farklı bölgelerindeki sıkıntıların bu zaman diliminde ortaya çıkması, farklı milletleri bir arada barındırmasından dolayı Kudüs’ün bu olaylardan, dolaylı yoldan etkilenmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin 1798-1841 yılları arasında Kudüs'te uyguladığı siyaseti konu edinen bu çalışmada; yaşanan siyasi olaylar ve idari değişiklikler, devletin Müslümanlara yaklaşımında öne çıkan faaliyetler, devletin gayrimüslimlere tanıdığı haklar ve halkın devletle olan irtibat yolları incelenmiştir.
Ahmet Karakaya, Ahmet Köroğlu, Alev Erkilet, Alperen Gem Ennçosmanoğlu, Asım Öz, Ayşen Baylak, Ertuğrul Zengin, Fatih Kucur, İbrahies Aksu, İlhan Sadıkoğlu, Kâmil Yeşil, Mahmut Hakkı Akın, Mehmet Erken, Mustafa Aydın, Mustafa Oğuzhan Çolak,Necdet Subaşı, Nurettin Ürün, Serkan Yorgancılar, Şerife Nihal Zeybek, Tuba Aydın, Vahdettin Işık, Yunus Emre Özsaray, Yunus Emre Tapan Ulus devlet serüveninin çeperinde şekillenen içe kapanma dönemi¬nin düşünce dünyasında da ciddi bir sınır oluşturduğunu her ge¬çen gün daha iyi anlıyoruz. Gündemler, kavramlar ve meseleleri ele alıştaki öncelikler takip edildiğinde bu durum açıkça gözlemlene¬bilir. Bu sınırlılığı aşma işaretlerinin en somut şekilde görüldüğü dönemin, çok partili hayatın nispeten süreklileştiği 1960-1980 ara¬sı yıllar olduğunu söylemek mümkündür. Bir ölçüde, halkın farklı katmanlarının doğrudan sürece dâhil olduğu bu dönem, gerek Tür¬kiye’nin yakın tarihindeki özgül ağırlığı, gerekse de İslamcı düşünce ve yayıncılık tarihindeki yeni arayışlar, mecra tutuşlar, kurumlaş¬malar, çeşitlenmeler ve söylem farklılaşmaları bakımından günü¬müzde de canlı bir şekilde etkisini devam ettirmektedir.
Ayrıca dönemin faaliyetlerinde etkin rol üstlenmiş şahısların önemli bir kısmının hâlen hayatta bulunması bugünden yapılacak bir okumanın sınanmış bir gözle de murakabesine imkân vermek¬tedir. Bugünün Türkiyesini siyasette, bürokraside, sivil kurumlarda ve entelektüel alanda taşıyan kadroların çok önemli bir kısmının 1960-1980 döneminde yetişen kuşaklar olduğu dikkate alındığın¬da, o yılların önemi daha iyi anlaşılacaktır. Sonuç olarak, günümüzü daha iyi anlamak için, adeta bugünün ana rahmi olan 1960-80 yıl¬larını yakından incelemenin gerekliliği oldukça açıktır. Dolayısıyla gerek tanık olduğumuz sürecin anlaşılmasına katkıda bulunması gerek yaşayan bu tarihî tanıklarla yeni kuşaklar arasında bir köprü oluşturma imkânı vermesi bu çalışmanın hem niyetini hem de kıy¬metini ortaya koymaktadır.
Abdullah Kahraman İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin sekizinci kitabı olan bu eserde faiz konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. Allah'ın (c.c.) insanlığa gönderdiği evrensel mesajın temel konularından biri faiz/ribâ yasağıdır. Zira faiz, dinî, ahlâki, toplumsal, ekonomik açılardan pek çok zararı, mefsedeti ve kötülüğü beraberinde getiren bir uygulamadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Mücahit Özdemir İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin beşinci kitabı olan bu eserde İslam iktisadında korz-ı hasen konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir şekilde verilmiştir. Günümüzde yapılan her iktisadi işlemin İslam'a göre bir hükmü bulunmaktadır. Ancak çoğunlukla bu işlemlerin hükmünden yüzeysel şekilde haberdar olunmakta ve maalesef bazen bilmeden İs-
lam'a göre uygun olmayan şekilde de davranılabilmektedir. Son yıllarda İslam'ın iktisadi prensiplerine yönelik ilgi artmış ve bu noktada çabalar yaygınlaşmıştır. Bu kitap da İslam'ın borç verme ile ilgili temel araçlarından biri olan ve Kur'an-ı Kerim'de güzel borç olarak ifade bulan karz-ı haseni daha yakından ele almaya çalışmaktadır. Dışarıdan bakıldığında "kişinin herhangi bir menfaat beklemeden, aynı tutar ve kalitede geri almak üzere borç vermesi" şeklinde basit bir işlem olarak görülebilecek olan karz-ı hasen, bireysel işlemlerin yanında, günümüzde kurumsal bir yapıya da dönüştüğünden oldukça kapsamlı hale gelmiştir. Bu nedenle fıkhi prensipler, resmî ve gayriresmî karz-ı hasen yapıları, mevcut modern iktisadi hayatta karz-ı hasene düşen rol, mevzuatta karz-ı basenin yeri gibi konular sade bir dille ele alınmıştır.
Zeyneb Hafsa Orhan İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili olarak okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ilk kitabı olan bu eserde; dünyada İslami bankacılık, ülkemizde katılım bankacılığı olarak bilinen sistemin temellerine dair bilgiler genelden özele olacak şekilde 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
Bu kitaptaki 40 soru belirlenirken hem katılım bankacılığını anlamaya dair olası tüm veçhelerin dâhil edilmesi hem de bu zamana kadar konuya dair yöneltilen sorularla kişisel ve toplumsal tecrübelerin dikkate alınmasına önem verilmiştir. Sorulara verilen cevapların hazırlanması sırasında ise hocalardan ve yazılı materyallerden edinilen bilgilerin yanı ura sektörde çalışanlarla, katılım bankacılığıyla irtibatı olan özellikle bireysel müşterilerin tecrübe, düşünce ve kaygıları dikkate alınmıştır. Okuyucuyu yormamak adına her bir cevap için en fazla 400-500 kelimelik bir açıklama yapılmıştır. Açıklamaların daha iyi anlaşılabilmesi için de uygun görülen yerlerde şekil ve figürlerden yararlanılmıştır. Kitabı mevcut literatürden ayıran temel özelliği ise hitap ettiği kesimin daha geniş olmasıdır.
İsmail Cebeci İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin yedinci kitabı olan bu eserde murabaha konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Murâbaha akdi, 1970'li yıllardan bu yana dünyanın farklı ülkelerinde faaliyet göstermekte olan faizsiz bankacılık sektöründe en çok uygulanan ve faizsiz işleyişin yönünü büyük oranda belirleyen sözleşme türüdür. Bu bağlamda, bu tür bir işlemin tarihsel gelişimini, geçirdiği merhaleleri,
taşıdığı problemli noktaları ve tartışmaları incelemek İslam iktisadı ve özellikle modern akitler alanında okuyucuya önemli bir altyapı kazandıracaktır. Ele alınan sorular sadece murabahanın pratik yönlerine odaklanmaktan ziyade, işlemin arka planını da çok yönlü olarak ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu itibarla kitabın muhtevası konunun teknik, fıkhi, hukuki, iktisadi ve fikrî yönlerini de içermektedir.
Necmeddin Güney İslam iktisadındaki uygulama ve kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına pratik, kısa ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin dördüncü kitabı olan bu eserde İslam iktisadında ortaklık konusu 40 soru etrafında teorik bir derinlikten ziyade, her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir formatta verilmiştir.
İslam; hayatın tüm boyutlarına ışık tutan, hayatı şekillendiren bütüncül bir dindir. Bir Müslümanın gündelik hayatı ve mesleğiyle ilgili konularda dininin temel hükümlerini öğrenmesi, ilmihal bilgisi kapsamında kendisi için farzdır. Bu sebeple ticaretle uğraşan bir Müslümanın da ticari hayatla ilgili temel dini bilgilere sahip olması zorunludur. Ticari hayatta şirketler merkezi konumdadır. Şirketlerin kayda değer bir kısmı ya baştan ortaklık şeklinde kurulmakta ya da zamanla miras veya başka yollarla ortaklığa dönüşmektedir. Ortaklık şeklinde çalışan şirketlerin ekonomiye kazandırdığı canlılığın yanı sıra ortaklıklardan kaynaklanan sorunlar ve anlaşmazlıklar da ticari hayatın bir gerçeğidir. Bu bakımdan, kitap ortaklıklara dair temel İslâmî hükümleri soru-cevap formatında ele almaktadır. Kitabın kolay anlaşılması için sade bir dil kullanılmasına özen gösterilmiş ve konular kısa ve bilgilendirici şekilde sunulmuştur.
Servet Bayındır İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin altıncı kitabı olan bu eserde, sukök ve borsa konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor.
Geleneksel menkul kıymetleştirmenin özel bir yöntemi olan sukûk ve borsa işlemleri, çağımızın en önemli finansal mühendislik konularındandır. Mesele güncel olduğu gibi oldukça da girift, kapsamlı ve değişkendir. Bu nedenle kitap, akıcı ve sade dili ile bu iki konuyu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır. Kitabın benzerlerine göre en önemli özelliği, konuyu sadece tasvirî
ve teknik açıdan incelemeyip bunlara ilaveten fıkhî açıdan eleştiriye tabi tutmasıdır.
Şanbaz Yıldırım İslam iktisadı ile ilişkili uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Cerekenler dizisinin dokuzuncu kitabı olan bu eserde tekâfül konusu çeşitli yönleriyle 40 soru etrafında ele alınıyor. İnsan varlığı boyunca her daim risklere maruz kalmıştır. Buna karşılık riskin vuku bulması sonucu ortaya çıkan zararları ortadan kaldırmak amacıyla sigorta kavramı geliştirilmiştir. Tekâfül sigortası insanlara İslâmî finans ilklerine uygun bir şekilde sigorta ihtiyacını karşılama imkânı sunmaktadır. Çünkü tekâfül sisteminde tüm süreçler İslam hukuk ilkelerine uygun hareket etmek durumundadır. Kitap böylesine önemli bir konuyu bir bütün olarak ele almış; tarihinden uygulanışına ve etrafında oluşan sistem ve söylemlere kadar geniş bir alanı kapsamıştır.
Hamdi Çilingir İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, vakıf kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Özünü İslam'daki sadaka anlayışından alan ve tarihsel süreç içerisinde gerek yaygınlık gerek kurumsallık açısından diğer sadaka türlerine göre büyük bir gelişim seyri gösteren vakıf müessesesi İslam dünyasını karakte-rize eden bir kurum hâline gelmiştir. Öyle ki tarihsel süreçte İslam toplumlarının hayatından vakıf müessesesi çıkarılsa bu toplumların siyasi, sosyal, kültürel, hukuki ve iktisadi hayatlarını eksiksiz ve bütüncül bir şekilde kavramak pek mümkün olmazdı. Çok boyutlu ve etkin bir kurumu 40 soruya sığdırmak mümkün olmasa da bu çalışma vakıf müessesesinin hukuki ve iktisadi yönlerini ön plana çıkararak belli sorular etrafında okuyucuya vakıf müessesesinin kısa ve açık bir resmini vermeye çalışmaktadır.
Melih Turan İslam iktisadındaki uygulama ya da kurumlarla ilgili okuyucunun sorularına kısa, pratik ve nitelikli cevapların verildiği kitaplardan oluşan 40 Soruda Bilinmesi Gerekenler Alımın üçüncü kitabı olan bu eserde zekât kurumu 40 soru etrafında çeşitli yönleriyle ele alınıyor. Zekât ve ona ilişkin olan sadaka, infak ve bağış konuları ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'den (a.s.) beri toplumsal dayanışmanın temel taşları olmuştur. Son peygamber Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği Kur'an-ı Kerim ve sünneti ile birlikte ise zekât güncel halini almıştır. Zekât her ne kadar İslam'ın beş esasından biri olsa da tüm Müslümanların her ayrıntısına vâkıf olabildiği bir konu değildir. Yeni durumlara çözüm ihtiyacı da uzmanlık gerektirdiği için her Müslümanın bilgi ve birikimiyle yorumlanamamaktadır. Mezheplerin de farklı görüşleri olduğu düşünüldüğünde bu durum içinden çıkılamaz bir hal alabilmektedir. Bu nedenle, kitap bu ihtiyaca binaen akıcı ve sade dili ile zekât kurumunu her seviyeden insanın anlayabileceği güncel bir çerçevede sunmaktadır.
Muhammet Şevki Aydın Bugün küreselleşmenin etkisiyle daha da hızlanan değişim, tarihin hiçbir döneminde benzeri görülmemiş büyük toplumsal altüst oluşlara neden olmakta ve hiç bir şey artık eskisi gibi olmamaktadır.
Böylesine her şeyin alabora olduğu günümüz dünyasında ister istemez dinî hayat ve din eğitimi alanı da alabildiğine etkilenmektedir. Ancak, bütün bu değişimlere rağmen, hâlâ dünün kapalı toplumunun dindarını yetiştirmeye yönelik oluşturulmuş bilgi ve beceriler kullanılarak günümüz çoğulcu/açık toplumunun dindarı yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Ama hem din eğitimine muhatap olanlar hem de din eğitim-öğretimiyle uğraşanlar, yapılan din eğitimi faaliyetlerinin başarısızlığını her fırsatta dile getirmektedirler. Bu başarısızlık, din eğitim-öğretimi alanında yeni paradigma ihtiyacını açıkça ortaya koymaktadır. İşte bu kitap, somut sorunlar üzerinden yeni bir din eğitimi paradigmasının temel özelliklerine işaret etmektedir.
Bu kitabın; anne babalardan din görevlilerine, Kur'an kursu öğreticilerinden İlahiyat Fakültelerindeki öğretim üyelerine kadar din eğitim-öğretimiyle şöyle veya böyle ilgilenen herkesin, yaptığı bu işin problemleri üzerine düşünmesi, gerekli sorgulamaları yapması, kendi din eğitim-öğretimi anlayışını/felsefesini yeniden inşa etmesini kılavuzlaması ve bu alanda soğukkanlı, sorgulayıcı bilimsel tartışmaların önünü açmaya katkı sağlaması umulmaktadır.
M. Umer Chapra Adil Bir Para Sistemine Doğru, İslamî para sisteminin hedefleri, doğası ve işlevlerinin ele alındığı kapsamlı ve bütünleyici bir eserdir. Müslümanlar da dahil olmak üzere çoğu insan için, faizsiz ekonomi bir sırdır. Bu nedenle bir dizi soru sorulur. İslam'da faiz gerçekten yasaklandı mı, eğer öyleyse, bunun ardında yatan amaç nedir? Bir ekonomi faizsiz çalışabilir mi? Kaynak tahsisi, tasarruf ve sermaye oluşumunun, ekonomik istikrar ve büyüme üzerinde ne gibi etkiler vardır? Chapra, konuyla ilgili gizemleri ve bu konudaki bazı soruları kapsamlı bir ekonomik analiz yoluyla cevaplandırmaktadır. Faiz yasağının ardındaki mantığı ve tamamıyla adalet temelli bir İslam iktisadının güçlü yanlarını göstererek sorunları ortaya koymakta ve bunları çözmek için gerçekçi bir teklif vermektedir. Chapra ayrıca, ticari ve merkez bankalarının doğası ve faaliyetlerinde yapılması gereken değişiklikleri de ortaya koymaktadır. Kurulacak olan yardımcı kurumlar ve İslamî para ve bankacılık sistemini mümkün kılmak için geliştirilmesi gereken yeni para politikası araçlarını etkili bir şekilde sunmaktadır. Ancak, faizin kaldırılmasının islam'ın tek değeri olmadığını ve Müslüman ülkelerin siyasi kurumları olmadıkça ekonomilerinin dönüştürülemeyeceği ve sosyo-ekonomik adalet ile İslam'ın diğer önemli hedeflerinin tamamının gerçekleştirilemeyeceği uyarısında bulunmaktadır.
Ramazan KAZAN Her şeyden önce ahde vefâ, toplumun sulh ve selâmet içinde yaşamasının evrensel değerlerinden biridir. Hatta dünya barışının devamını birinci derecede ilgilendiren, en önemli esaslardandır. Zira toplum açısından bakıldığında çıkan bunalım ve sürtüşmelerin pek çoğunun temelinde ahde vefâsızlık yatmaktadır. Bu nedenle sebepsiz yere antlaşmalara uymamak veya antlaşmaları bozmak açık bir ihanet kabul edilmektedir.
Şüphesiz ki, hem Allah Teâlâ hem de Hz. Peygamber ahde vefâlı olmayı istemiş ve teşviklerde bulunmuşlardır. Birçok ayette ahde vefâlı olmanın peygamberlerin ve müminlerin vasfı, İslâm kimliğinin en önemli unsurlarından olduğu vurgulanmaktadır.
Allah (cc) vefâsızlığı yasaklarken bu vasfı üzerinde bulunduranları nasipsizlik, fesatlık, bozgunculuk ve döneklikle nitelemiş, gadrin/vefâsızlığın çirkinliğine dikkat çekmiştir.
Hz. Peygamber de çocuklara dahi verilen sözlerin tutulmasını istemiştir. Vefâsız için kıyamette bayrak dikileceğini ifade eden hadislerden hareketle vatana, millete ve devlete karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin teşhiri/ilanının sosyal-psikoloji açısından caydırıcı bir tedbir olacağını söyleyebiliriz.
Recep Kılıç Ahlak ve felsefeye ilgi duyan okuyucuyu ahlak felsefesi (etik) ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitapta, standart etik konular üzerinde durulmuş; konuların açıklanmasında geleneksel ve çağdaş görüşler bir arada değerlendirilmeye özen gösterilmiştir. Amaç, etik sorunları ve bu sorunlar karşısındaki felsefi tutumları genel olarak tanıtmak olmakla birlikte, temel sorunlarla ilgili kendi değerlendirmelerimize de yer verilmiştir. Bununla birlikte kitabın amacı, etik doğruların nihai açıklamasını sunmak değil; birbiriyle çatışan düşünce, teori ve argümanlar karşısında okuyucunun kendi görüşünü oluşturmasına katkıda bulunmaktır.
Altı ana bölüm hâlinde kurgulanmış olan kitabın ilk bölümü, bir felsefe disiplini olarak ahlak felsefesinin anahtar kavramlarına, etik yapma biçimlerine ve tarihsel serüvenine ayrılmış; ikinci ve üçüncü bölümlerde normatif etik ile metaetiğin öne çıkan teorileri üzerinde durulmuştur. Dördüncü ve beşinci bölümler, ahlaki yükümlülük, sorumluluk, yaptırım gibi bazı kavramlar ile ahlaki görecilik ve ahlaki gerçekçilik vb temel problemlere ayrılmıştır. Uygulamalı etiğe ayrılmış olan altıncı bölümde sosyal hayatta karşılaşılmakta olan çeşitli güncel konular ele alınmıştır. Bu bölümde, kürtaj, taşıyıcı annelik, intihar, ötenazi, beyin ölümü gibi biyoetik sorunlar diğerlerine göre daha etraflı tartışılmış; sonra iş etiği, meslek etiği, sosyal etik ve hayvan etiği üzerinde durulmuştur.
Bu kitapta, ahlak felsefesinin temel soru ve sorunları, ağırlıklı olarak Batı felsefesinin klasik ve güncel eserlerinden hareketle ele alınmıştır. Müslüman filozofların ahlak alanında üretmiş oldukları zengin birikimin, günümüzde İslam ahlak felsefesi başlığı altında değerlendirilmesi konusunda genel bir uzlaşı var gibidir. Bu nedenle bu eserin, İslam ahlak felsefesi konularının daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Recep Batu Günör Günümüzde toplumsal yaşama baktığımızda, özgeciliğin hep arzulanan ancak buna rağmen göz ardı edilen bir düşünce olduğu görülmektedir. Bireysel ilgi ve çıkarın olabildiğince yaygınlaşmasına karşın çoğu kişinin bunu itiraftan kaçınması, hatta reddetmesi ilginç bir olaydır. Neredeyse herkes, günümüzde insanların sadece kendilerini düşündüklerini söylemekte, bundan şikâyet etmektedir. Oysa kimse bunu düzeltmek için harekete geçmemekte, egoizmin âdeta insanlığın "kaderi" olduğu iddia edilmektedir. Başka bir deyişle, egoizmden şikâyet edilmesine karşın egoizmden kurtulmanın imkânsızlığı ifade edilmektedir. Özgecilik, ideal bir düşünce olarak dile getirilmektedir. Recep Batu Günör'ün yazdığı Ahlak Felsefesinde Özgecilik kitabı egoizmden kurtulmanın imkânsızlığına karşı çıkıyor.
Hümeyra Özturan Ahlak felsefesine dair kaleme alınmış eserleri yedi temel mesele üzerinden okuma girişimi olan bu çalışma, ahlak felsefesini problematik olarak gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Problemleri ana hatlarıyla anlaşılır biçimde ortaya koymayı amaçlayan giriş yazılarının peşinden, konuya ilişkin farklı filozofların can alıcı pasajları seçilmiş ve tercüme edilmiştir. Çalışmada, Antik Yunan filozoflarından Batılı Orta Çağ düşünürlerine, İslam filozoflarından
çağdaş filozoflara kadar çok farklı düşünürlerin eserlerinden seçme metinler yer aldığı için; Aristoles’in, David Hume’un, İbn Miskeveyh’in ve hatta İbn Arabi’nin aynı probleme dair yazdıklarını beraberce okuyabilme imkânı sunulmuş olmaktadır. Dönemleri değil ahlak felsefesi problemlerini esas alan ve felsefe tarihini bir bütün olarak bu problemler ışığında süzen bu kaynak, okuyucuları sadece bilgilendirmeyi değil, aynı zamanda ahlak felsefesi problemleri üzerinde düşündürmeyi hedeflemektedir.
Ahmet Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar, Kasim Küçükalp, Özkan Gözel, Selami Varlık, Lütfi Sunar, Ömer Türker, Cafer Sadık Yaran Bu kitap başkalığın dışlanmış ötekiliğe dönüşme biçimlerini ele almak ve bunu ahlâk düşüncesi içinde tartışmak üzere hazırlanmıştır. Zira başkasının varlığı ile ahlâki bir ilişki kurulmazsa ötekinin yabancılığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde kürenin her tarafında başkalıklardan kaynaklanan sorunlar gün-demi meşgul ediyor. Yabancı düşmanlığı, etnosantirzm, ırkçılık, dini fanatizm, İslamofobi ve milliyetçilik çağımızın yükselen tehditleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ulus devletler bir taraftan içine düştükleri meşruiyet krizlerini aşmak üze-re abartılmış güvenlik söylemleri ile kimlik pekiştirici siyasetlere başvururken
öte yandan yüzleşilen sosyo-kültürel krizler de kitleleri ötekileştirici dile doğru itiyor. Artan küresel çatışmalar ve neticesinde ortaya çıkan göç dalgaları başkası ile travmatik karşılaşmaları gündeme getiriyor. Bu bağlamda ahlâk ve başkasına yeni bir bakışa ihtiyaç duyuluyor. Eğer insani yaşamın temeline, özünde bir ahlâk fikri barındıran başkasının varlığı alınırsa, ötekileştirmeksizin bir tanıma gerçek-leşebilir ve bu tanıma bir ahlâki yükümlülüğü meydana çıkarabilir.
Kitapta bu perspektif çerçevesinde konuyu modern felsefede ve İslam düşünce-sinde başkası/öteki ile ilgili kavram ve tartışmaları ele alan yazılar yer almakta-
dır. Böylece genel ve karşılaştırmalı bir perspektifin yanı sıra, yeni bir yaklaşımın oluşturulması da hedeflenmektedir.
Katkıda Bulunanlar
Ahmet Ayhan Çitil • Burhanettin Tatar • Cafer Sadık Yaran • Kasım Küçükalp Lütfi Sunar • Ömer Türker • Özkan Gözel • Selami Varlık
Ömer Türker Klasik dünyada üretilmiş insan tasavvurlarının modern dönemdeki dönüşümünün en önemli sonuçlarından biri, insanın kendisine ilişkin beklenti ve umutlarını değiştirmesidir. Bu durum pek çok alanda olduğu gibi ahlâk alanında hem soru hiyerarşisini etkilemiş hem de yeni bir takım soruların sorulmasını gerektirmiştir. Bu bağlamda bilhassa son yarım yüzyılda insanın ahlâklı olmasının gerekçesi sorgulanır hâle gelmiş ve bir kısım akımlar, ahlâkı tamamen vicdanî bir durum olarak değerlendirmeye başlamıştır.
Ahlâk tamamıyla bireyin vicdanıyla alakalı bir olgu olarak anlaşıldığı sürece bireyler arasındaki ilişki veya ahlâkın dışa bakan yönü, ahlâktan ziyade siyasetin bir sorunu olarak ele alınmak durumundadır. Bu takdirde ahlâksızlık kapsamında değerlendirilecek durumlar, hukukun alanına girdiği sürece bir müeyyideden bahsedilebilir. Fakat bu sonuç, esas itibariyle belirli bir insan ve toplum tasavvurunun uzantısı veya kaçınılmaz neticesi olduğundan farklı insan ve toplum tasavvurları açısından ele alınmayı gerektirir. Elinizdeki kitapta ahlâk ve müeyyide ilişkisini sorgulamak amacıyla 2015 yılı içerisinde İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi içerisinde gerçekleştirilen “Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinde yapılan konferansların metinlerini bulacaksınız.
Tahsin Görgün, İhsan Fazlıoğlu, Hakan Poyraz, Cafer Sadık Yaran, Zeynep Direk, Hümeyra Özturan, Ömer Türker, Ahmet Ayhan Çitil Günlük hayattaki birçok eylemimizde ahlaki karar verme anlarıyla karşı karşıya kalırız. Böyle durumlar ahlakı insan açısından kolaylıkla anlaşılır ve konuşulabilir hale getirir. Bunun daha ötesinde yapılacak olan şey, ahlaki eylemin altında yatan anlamın ve ilkenin araştırılmasıdır. Söz konusu eylem ise ancak ahlakı, felsefi olarak soruşturan bir çabanın sonucunda ortaya çıkabilir. Ahlaki tercihlerin kaynağını oluşturan ilkeleri, iyinin doğasını, değerlerin anlamını sorgulamak ise ahlakın temeline dair yapılacak bir felsefi soruşturmayı zorunlu kılar. İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesindeki "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi" içerisinde gerçekleştirilen "Ahlakın Temeli Üzerine Konuşmalar" dizisi de böyle bir amaca yönelik olarak ortaya çıktı. Bu kitapta "Ahlakın temeli nedir?" sorusuna cevap aramaya
çalışılmıştır.

Mustafa Şengün İnsanlar, ahlaki düşünce ve yargıları toplumsallaşma süreci içinde kazanırlar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişiminin daha etkin ve yaygın hâle gelmesi hem insanları ve toplumları değiştiriyor hem de çözülmesi gereken yeni ahlaki sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, zaman içinde insanların ahlaki düşünce ve yargıları da değişiyor. Değişimi takip edebilmek, ortaya çıkan yeni sorunları çözebilmek ve yeni toplumsal şartlara uyum sağlayabilmek, ahlak alanındaki araştırmaların devamlılığını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu kitapta, ahlaki düşünce ve yargı gelişim süreci ve bu süreci etkileyen faktörler incelenmiştir. “Ahlaki Düşünce ve Yargı” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
Mustafa Şengün Günümüz küresel dünyasının bilim ve teknoloji alanlarında yaşanan hızlı gelişmeler, internet ve kitle iletişim araçlarının yaygın hâle gelmesi beraberinde ahlaki değerleri ve bireylerin sahip olduğu ahlaki nitelikleri de değiştirmektedir. Ayrıca, bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin beraberinde getirdiği nükleer silah, ekolojik bozulma, genetik kopyalama, internet suçları, küresel savaş tehdidi gibi riskler, toplumların barış, huzur ve güvenliğini tehdit etmektedir. Ahlak ise, toplumdaki bireylerin barış, güven, huzur ve mutluluk içinde yaşamalarına yardımcı olmaktadır. Bu durum, ahlak konusunda araştırmalar yapmayı önemli ve bu alanda yapılan araştırmaların sürekliliğini gerekli kılmaktadır. Dolayısıyla elinizdeki bu kitapta, ahlaki olgunluk konusu teorik ve uygulamalı olarak incelenmiştir. “Ahlaki Olgunluk” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
2017 yılında, yurt dışında Lap Lambert Academic Publishing tarafından “Ahlaki Olgunluk” ismiyle yayınlanan bu kitap, ders kitabı formatında düzenlenerek elinizdeki hâliyle yurt içinde Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Mehmet Zeki AYDIN Sevgili Öğretmenler;
Değer Sandığı Okulda Değerler Eğitimi Materyalleri adını verdiğimiz seri çalışmamız, öğrencilerinize değerleri zevkle ve ilgiyle öğretebileceğiniz çeşitli uygulamalara sahiptir.
Bu set, eğitimcilerimize ilgi ve yeteneklerine göre etkinlik seçme imkânı sağlamaktadır. Ayrıca sette, eğitimcilerimizin, öğrencilerine fotokobi vererek uygulayabileceği birçok etkinlik yer almaktadır. Bu etkinlikleri; Drama, Yaşayarak Öğrenme, Klüp Etkinlikleri, Öykü, Kavram Açıklaması, Beyin Fırtınası, Röportaj Yapma, Gezi Gözlem, Materyal Üretme, Meslekler ve Değerler, Yaratıcı Yazma Etkinlikleri, Metafor, İstasyon, Jigsaw, Bilmece Bulmaca, Fıkra, Film Tavsiye / Yorumlama, Eğitsel Oyun, Örnek Olay, Şarkı, Şiir, Poster / Afiş, Proje Hazırlama, Resim Yorumlama, Karagöz ve Hacivat, Geleneklerimizde Değerlerimiz, Tekerleme, Mânilerde Atasözü ve Deyimlerde Değerler, Kitap Tavsiyeleri, Mevlana'dan, Nükte ve Örnek Kişilik olarak sıralayabiliriz.
Bu seri çalışma ile farkında olduğumuz ya da farkına varmadan uyguladığımız değer kalıplarını öğrencilerinize, size sunduğumuz materyal ve yöntemlerle öğrettiğinizde, onların farkındalıklarını arttıracak problem çözebilen, alternatif öneriler sunabilen, erdemli bireyler hâline gelmelerine yardımcı olacaksınız.
Çalışmamızda, öğrencilerin değer bilincini test etmelerine yardımcı olacak Ölçme Değerlendirme testleri yer almakta ayrıca eğitimde önemli bir payı olan ailelerin, eğitimin içine çekilmesini böylece öğrencilerin öğrendiği bilgileri evde de uygulayabilmesini amaçlayan Veli Mektubu ve Aile Katılımı bölümleri de bulunmaktadır.
Batuhan Buğra Akartepe İnsanoğlu girişmiş olduğu ticari ilişkilerde salın aldığı ürünlerin bedelini peşin olarak ödeyebildiği gibi borçlanma yoluyla vadeli olarak da ödeyebilmekledir. Günümüzde ticari ilişkilerin çoğunluğunun borçlanma yöntemiyle yapılması ve söz konusu borçların vadesinin uzun olması, alacaklı konumundaki kişi ya da kuramların nakit sorunu yaşamasına sebep olmaktadır. Alacaklı olan taraf, nakit ihtiyacını gidermek ve borçluların ödeme güçlüğü yaşaması sebebiyle maruz kaldığı zararı en iyi şekilde bertaraf etmek için borçludan tahsil edilmesini beklememizin söz konusu alacakları satmaktadır. Kitap, güncel ve toplumun büyük kesimini ilgilendiren bir mesele olması sebebiyle yaygın hâle gelmiş bu uygulamayı İslam hukuku açısından değerlendirmektedir. Ticari boyatır peşin ödemelere dayalı olmadan çıkıp büyük oranda borçlanma sureliyle yürütülmesinin sonucu olarak ekonomilerdeki borç miktarları artış göstermiştir. Ekonomik krizlerin ve diğer faktörlerin etkisiyle borçların geri ödenmesi konusunda sıkıntılar yaşanmış ve alacaklı tarafın zararı gündeme gelmiştir. Söz konusu bu zararı ortadan kaldırmak için çeşitli yöntemlere başvurulmuştur. Bu bağlamda faaliyet gösteren kuramlardan biri de alacağın temliki uygulamalarıyla ön plana
çıkan varlık yönetim şirketleridir. Varlık yönelim şirketlerinin icra ettiği alacağın temliki uygulamalarını konu edinen bu kitabın amacı, alacağın temliki konusundan ortaya konulan İslam hukuku ilkelerinin ve hükümlerin tespit edilmesi, uygulama alanında varlık yönelim şirketi faaliyetlerinin analiz edilmesi ve nihayet mevcut uygulamanın İslam hukuku ilkelerine göre değerlendirilmesidir.
Kitapta; Hanefî mezhebinin görüşleri esas atamakla birlikte alacak satımı işlemleriyle ilgili ortaya konulan görüşlerin sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için Şafiî, Hanteli, Mâliki ve Zâhirî mezheplerine ait kaynaklar da incelenmiştir.
Yusuf Bahri Gündoğdu Harfleri “tuhaf” bulan, sözlü geleneğin hüküm sürdüğü ümmi bir toplumda, kırk yaşına kadar okumamış ve yazmamış ümmi bir insana verilebilecek onlarca, yüzlerce emir ifadeleri arasından “Oku!” demek, “kalem”i zikretmek enteresan olsa gerek. Neden “Oku!”? Şaşırtıcı değil mi? “Ne okuyayım?” “Ben okuma bilmem ki, biz okuma bilmeyiz.” Sanki Allah bütün insanlığa, uçsuz bucaksız bir çöl yurdunda insani yanlarını hatırlatıyor ve “Oku!” diyor.
Kur'an'ın ilk ayetleri insanlık tarihini ikiye böler gibidir. Artık sözün yerine sözü de yaşatan ve kuşatan yazı, kuruntuların yerine de bilgi ikame ediliyor. Alak suresinin eğitim-yoğun ilk beş ayeti, içindeki tüm unsurlarla maddi ve manevi ilerlemenin yolu olarak ilmi ve eğitimi işaret ediyor.
Bu kitap, Alak suresinin ilk beş ayetinin 14. asrın sonuna kadar 45 tefsir üzerinden geç kalmış bir iz sürümüdür.
Özcan TAŞCI 18. ve 19. yüzyılda oryantalizm konusunda en fazla etkin olan ülkenin Almanya olduğu tespit edilmiştir. Ancak son dönemlerde Alman oryantalizm geleneğinin, özellikle de inanç ve düşünce (Kelam-İslam Felsefesi) bağlamında bilinmesinin zorunluluğu konusu daha da önemli hâle gelmiştir. Zira bu alanda detaylı çalışmalar mevcut değildir. Bunun için çalışmamız bu hususta bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Almanya’nın kendi Müslüman din dersi öğretmenlerini ve din görevlilerini yetiştirmek üzere açmaya başladığı İslam İlahiyat Merkezlerinin (Zentrum für Islamische Theologie) varlığı, konunun önemini açıkça gözler önüne sermektedir. Şöyle ki, bilindiği üzere, büyük çoğunluğunu Almanya’da yaşayan Türklerin oluşturduğu Müslümanlara, şu anda Türkiye’den giden din dersi öğretmenleri ve din görevlileri hizmet vermektedirler. Ancak yakın gelecekte zikrettiğimiz İslam İlahiyat Merkezlerinden mezun olan ve Almanya’da doğup büyüyen, dolayısıyla da Türkiye’yle bağları çok sıkı olmayan Müslüman-Türk öğretmen ve din görevlileri Türklere hizmet vermeye başlayacaktır. Bu durum bu merkezlerde verilen eğitim-öğretimin niteliğine bağlı olarak gerek Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkileri olumlu ya da olumsuz etkilemesinin yanı sıra Almanya’da yaşayan Türklerin ana vatanlarıyla olan bağlarını özellikle dini gelenek alanında oldukça etkileyecektir. Bu merkezlerde yetiştirilecek Din dersi öğretmenleri ve din görevlilerine verilecek ilahiyat eğitim-öğretiminde Kelam ve İslam Felsefesi oldukça belirleyici anahtar konumundadırlar. Zira bu iki alan, özellikle de Kelam, İslam'ın inanç ilkeleri ve düşüncesiyle, yani usul ile ilgilenmektedirler. Bundan dolayı da sunduğumuz araştırmanın amacı ve kapsamı, Alman müsteşriklerin Kelam ilmi ve İslam felsefesi konusunda tarihsel süreç içerisinde yaptıkları araştırmalar ve bu ilimlerin Alman üniversitelerinde geçirdiği evreler hakkında birtakım veriler elde etmektir.
Yusuf Erdem Gezgin İnsanlık, tarihte ve günümüzde altını kıymetli bir maden olarak başta para ve ziynet eşyası olmak üzere farklı şekillerde kullanmıştır. Geçmişte altın, güç ve iktidarın sembolü olarak görülmüş, yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Günümüzde de altına verilen değerde herhangi bir değişiklik olmamıştır.
İslam ise altının bu değerini olduğu gibi kabul etmiş fakat mübadelesini belli kurallara bağlamıştır.
Bu kapsamda klasik fıkıh literatüründe altın mübadelesiyle ilgili hükümler, ribâ yasağının konu edildiği sarf akdiyle açıklanmıştır. Altın Mübadele İşlemleri: İslam Hukuku Açısından Bir Değerlendirme adıyla elinizde bulunan bu kitap, günümüz tezgâhüstü piyasalarında gerçekleştirilen altın değişimlerini, klasik fıkıh doktrininde beyan edilen kurallar çerçevesinde etraflıca ele almıştır. Altının bir cevher olarak madenden çıkarıldığı andan itibaren kuyumcu vitrinine gelen süreç içerisinde gerçekleştirilen mübadelelerinin tamamının ele alındığı bu çalışma, konuyla ilgili önemli açılımlar sağlamaktadır. Çalışma, altın sektöründe gerçekleştirilen işlemlerin fıkhî hükmünü açıklamakla sınırlı kalmamış, ilgili işlemleri detaylı şekilde açıklayarak sektörün tanınmasını sağlamıştır. Bu manada kitap, teori ve pratiğin buluştuğu bir çalışma olmuştur.
Abdullah Kahraman, Davut Şahin, Esma Öztürk, Fatih Yücel, Hasan Ayık, Haydar Güngör, Hikmet Koçyiğit, Hüseyin Çelik, M. Naci Bostancı, Mahmud Esad Erkaya, Mevlüt Uyanık, Miyase Yavuz-Altıntaş, Muhammet Ali Asar, Mustafa Cora, Münire Gözde Aygın, Okan Uzunöz, Osman Aydınlı, Salih Aydemir, Şemsettin Işık
Bülent Koçoğlu, Halil Apaydın, Haris Macić, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Oya Çetintaş, Ozaj Suliman, Rıfat Atay, Serdar Saygılı, Şeref Göküş, Yalçın Çetin Her kitap, bir fikir temelinden yola çıkılarak yazılır. Her kitabın gideceği, gitmek istediği bir düşünce limanı vardır. Bu kitabın düşünce kaynağı ve limanı Aliya İzzetbegoviç’tir. Kitabın mottosu; Aliya’yı daha doğru anmak, anlamak ve fikirlerini eleştirel süzgeçte değerlendirerek yaşama temelinde aşmaktır. Aliya, ulusu ile birlikte büyük bir fikir ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Okumaya, yazmaya, eleştirel düşünceye, bilime, felsefeye, sanata, inanç ve evrensel ahlak yasası temelinde hoşgörüye önem vermiştir. Bu kitap, 13 bağımsız bölümde Aliya’yı yaşantısı, eserleri, sanat, siyaset, din, felsefe, bilim, Batı ve Doğu algısı, birlikte yaşama tecrübesi ve hoşgörü kültürü, kadının birey ve toplumun inşasındaki rolü gibi farklı konulardaki görüşleri bağlamında ele almaktadır. Eser, bu yönüyle daha bütüncül ve bilimsel bir yaklaşımla Aliya okuması yapmak isteyen okurların istifadesine sunulmuştur.
Arslan Topakkaya Bu eser hermeneutik tarihini ana hatlarıyla betimlemeye çalışmaktadır. Ülkemizde hermeneutik çalışmak isteyenler için hermeneutiğe tarihsel gelişim süreci bağlamında sistematik bir bakış açısı kazandıracak eserlerin eksikliği söz konusudur. Söz konusu eksikliği bir nebze olsun gidermek bu kitabın ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
Okuyucuyu detayda boğmak yerine tarihsel gelişim bağlamında olmazsa olmaz noktalar üzerinde durulmuştur. Bununla birlikte hermeneutiğin anlaşılması bakımından önemli olan hususlara da temas edilmiştir. Konu hakkında detaylı tartışmalara girmeden hermeneutik tarihini bir bütünlük içinde -Antik Yunan'dan günümüze kadar- verilmeye çalışılmıştır. Günümüzde özellikle Felsefi hermeneutik araştırma alanı olarak ilgi görmektedir. Bu alanda yol alabilmek için ilk olarak hermeneutik tarihini bilmek gerekir. Hermeneutik sadece felsefeciler tarafından çalışılan bir alan değildir. Bu açıdan elinizdeki eser konuyla ilgilenen bütün araştırmacılara bütünlükçü bir bakış açısı kazandırmayı amaçlamaktadır. Hermeneutik tarihini bütün detaylarıyla bir kitapta toplamak oldukça zor bir iştir. Bu bağlamda bu eser, muhtasar -ama bütüncül- bir tarihsel gelişim kitabı olarak düşünülmüştür.
Süleyman Hayri Bolay Yedinci basımına ulaşan bu eser, Türkiye’de bazı bakımlardan ilkleri gerçekleştirmiştir. Çünkü ülkemizde bu esere kadar, Doğu/İslâm ile Batı düşüncesinin büyük ve temel isimlerine ait felsefî görüşlerinin bu çapta derinlikli mukayesesi yapılmamıştır. Binaenaleyh bu çalışma, Aristo’nun ve Gazzalî’nin metafizik kavramlarının ve bu kavramların ihtiva ettiği ana fikirlerin karşılaştırmasını yaparak hem bir örnek teşkil etmiş hem de Gazzalî gibi bir büyük düşünürün Aristo’dan neler aldığını, neler almayıp, nerelerde onun görüşlerine karşı çıktığını açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bunu yaparken Gazzalî’nin İslâm aleminde düşünceyi durdurduğu iddiasının temelsiz olduğunu açığa çıkardığı gibi onun ele aldığı problemleri nasıl sistematik bir biçimde tek tek çözdüğünü de ortaya koymuştur.
Türkiye’de felsefe ve düşünce dünyasının iki büyük zirvesinin karşılaştırılması, konuya ilgi duyan herkese ilginç gelmektedir. Böyle ağır konulu bir kitabın altıncı baskıya ulaşması, ona gösterilen alakanın bir göstergesidir. Çeyrek asra varmadan klasikleşen bu eser, umarız, bundan sonra da aynı alakaya mazhar olur. Nobel Akademik Yayıncılık böyle bir eseri tekrar basmakla düşünce tarihimize büyük bir katkıda bulunmaktadır.
H. Mehmet Soysaldı Kur'ân-ı Kerîm, Allah Teâlâ'nın yeryüzüne indirdiği son ilâhî kitaptır. Kendisine uyanları ebedî kurtuluşa eriştiren evrensel ilke ve değerler ihtiva etmektedir. Yüce Allah, “Şüphesiz ki Zikr'i (Kur'ân-ı Kerîm'i) biz indirdik ve onun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr 15/9) buyurarak Kur'ân'ı tebdil ve tahriften/değişiklikten uzak tutacağını beyan etmektedir. Nitekim bu yüce kitap, günümüze kadar değişmeden geldiği gibi kıyamete kadar da aynı yoldan ve değiştirilmeden, orijinalliğini yitirmeden gidecektir.
Kur'ân'ın tek harfine bile dokunulmadan günümüze kadar nasıl geldiği, çoğu insanın ilgisini çeken bir husustur. İşte, elinizdeki bu mütevazı eserde Kur'ân tanıtılmakta ve nüzulünden günümüze kadarki seyri ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
Ertuğrul Zengin Bu kitapta, Türkiye İslamcılığının önde gelen isimlerinden Atasoy Müftüoğlu’nun entelektüel-politik bir şahsiyet olarak düşüncelerinin oluşumu tarihsel gelişme çizgisi içerisinde incelenmiştir. 1960’ların sonunda yazı hayatına başlayan Müftüoğlu’nun kendi düşünce çizgisini oluşturma bakımından ilk büyük çıkışı 1978 yılında basılan Firak kitabıyla olmuştu. 1980’ler ve 90’lar boyunca son derece üretken biçimde görüşlerini kitap ve dergilerde Türkiye kamuoyuyla paylaşan Müftüoğlu'nun şahitliği 2000’ler sonrasında günümüze kadar aralıksız ve istikrarlı bir biçimde sürmüştür.
Türkiye'de evrenselci-devrimci İslamcı çizginin önde gelen isimlerinden olan Müftüoğlu’nun düşüncelerine dair bir tartışma olarak bu kitabı İslamcılık çalışmaları okuyucularının dikkatine sunuyoruz. Müftüoğlu çizgisi, Türkiye İslamcılığı portresinin önemli bir bileşeni olarak dikkate değer olmaya gelecekte de devam edecektir.
Fikir ve Hareket İncelemeleri dizisi ile İslamcılığın fikri birikimini yansıtan ve hemen hemen her alanda karşımıza çıkan temel isimler, dergiler, meseleler hakkında bir çerçeve ve özgün bir bakışın ortaya konulması amaçlanmaktadır. Dizide yer alacak kitaplar, İslamcılık düşüncesinin farklı alanlarında merak edilen mevzuları kapsamaktadır. Bu çerçevede, meselelerin temel bir zeminde ve giriş düzeyinde anlaşılmasına katkı sağlaması hedeflenmektedir.
Talat SAKALLI Çağımızda, hadis/sünnet değerlendirilip yorumlanırken genellikle indirgemeci, seçmeci tavır benimsenmektedir. Sünneti hayat geçirme noktasında da hadis veya genel anlamda naslar siyasî veya hissî düşüncelere kurban edilmektedir. Basmakalıp sathî bakış açısı ile temel delillere yaklaşılması, daha kötüsü, bu deliller zevkçi, bencil ideolojilerin dayattığı dünya görüşünün kısır ve dar çerçevesinde değerlendirilmesi, Müslümanları hakikatten uzaklaştırmaktadır. Nitekim bazı çevrelerde hadisler, –haliyle ayetler bile- kuralı kaidesi olmayan oldukça serbest yorumlara tâbi tutulmaktadır. Bazı yorumlar, İslam kültür tarihinde aşırı uç kabul edilen Şiî veya Batınî fikirleri bile aratacak kadar ilmîlikten uzak yapılmaktadır. Hele hadislerin tenkidinde kuralsız ve usulsüz davranılması, İslam ülkelerinde kabul görmemektedir. Bu açıdan, İslam'ı, çağın idrakine sunarken, önce kurallar koyup o kurallara nasları uydurmak yerine, Kur'an ve sünnetleri esas alarak prensipleri çıkarmak daha gerçekçi olacaktır.
Müslüman vicdanında kabul görecek yeni bir medeniyetin oluşmasına katkı sağlayacak çabaların başında şüphesiz Hadis ilmiyle ilgili çalışmalar gelmektedir. Hadislere anlam yüklerken, Aynî'nin Umdetü'l-Kârî isimli muazzam eserinde takip ettiği yöntem gibi klasik şerh usul veya yöntemlerinin yanı sıra, hadisin bütün bağlamlarını tespit etmeden yorum yapmamaya da dikkat etmek ve Aynî'nin de esas aldığı gibi, Usul ilimleri başta olmak üzere, İslam ilimleri ile günümüz ilimlerinin tamamından istifade etmek gerekmektedir. Bu doğru yöntem ile elde edilecek fikirlerin Müslüman gönlünde yer bulacağına inanıyoruz.
İşte Aynî gibi şerh geleneğimizin emsalsiz örneklerinin anlaşılması, tanıtılması ve tutarlı yöntemlerinin ilmî hayata aktarılarak günümüz ilimleri ile yoğrulması, çağdaş İslam dünyasının yeni bir medeniyet liderliğine soyunmasına da sebep olabilecektir. Elinizdeki şu kitabın da, bu kutlu yolda bir nebze katkısının olmasını ümit ederiz.
Yunus Akyüz Azalan müşâreke (ortaklık), kâr-zarar prensibince çalışan ve faizsiz bankacılıkta kullanılmak üzere tasarlanmış bir finansman ürünüdür. Ortaklık temelinde kurulan bu akit, bir yandan bireylerin ve müesseselerin finansman ihtiyacını faizsiz bir şekilde karşılamalarına imkân verirken öte yandan elde atıl bulunan sermayeyi işletmeyi sağlamaktadır. Yöntem kuruluş itibarıyla müşâreke akdine benzerlik gösterirken bazı yönlerden klasik müşârekeden ayrılmaktadır.
Kendine has birtakım özellikleri bulunan azalan müşâreke yöntemi, faizsiz bankacılık için arzu edilen şey olan ortaklık anlayışının daha etkin bir şekilde kullanılmasına katkı sağlayacaktır. Çünkü faizsiz finans dünyası, işlemlerin çoğunu modern murâbaha yöntemiyle yapmayı tercih ettiği ve mudârebe-müşâreke prensibinden uzaklaştığı için çokça eleştiri almaktadır. Buradan hareketle bu çalışmanın amacı, ortaklık üzerine inşa edilen azalan müşâreke yönteminin tarihi, türleri, kullanım alanları, diğer finansman yöntemlerinden farkı, içerdiği fıkhi problemler gibi meseleleri konu çerçevesinde oluşan literatürden hareketle ele alıp sunmaktır. Çalışmanın konusu olan azalan müşârekenin bir faizsiz finansman tekniği olarak ticaret, araç gereç, konut edinimi gibi konularda faiz hassasiyeti olan bireyler için -gerekli vergi, altyapı ve kanuni düzenlemelerin hazırlanması hâlinde- faizsiz bir enstrüman olma özelliği böyle bir çalışmayı önemli kılmakta ve eserin bu alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Öte yandan yöntemin, günümüzde ivme kazanmış olan ve elbirliği prensibine dayalı sistem için de özellikle konut finansmanı açısından alternatif bir teknik olma özelliği taşıdığı söylenebilir.
Fatih Topaloğlu Bâbîlik ve Bahâîlik, 19. yüzyıl Şiî toplumu içerisinde doğan yeni dinî hareketlerdir. Bahâîlik, genellikle Bâbîliğin devamı olarak görülmekle birlikte Bâbîliğin kurucusu Bâb Mirza Ali Muhammed'in idamından sonra Bâbîlikten ayrı bir harekete dönüşmüştür ve kendisini, insanlığa gönderilmiş ilahi yeni bir din olarak tanıtmaktadır. Bahâîlik, İran'da ortaya çıkmakla birlikte hızlı bir şekilde büyüyerek günümüzde dünyanın hemen her bölgesine yayılmıştır ve en hızlı taraftar kazanan dinî inançlardan biri olarak gösterilmektedir. Bu açıdan Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında yapılacak araştırmalar, bu yeni dinî hareketleri tanımak adına önem taşımaktadır. Batı’da Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında çok sayıda araştırma ve yayın yapılmıştır. Ancak ülkemizde bu dinî hareketlere dair çalışmalar henüz çok az sayıdadır. Bu kitabın temel amacı, tarihî ve dinî açıdan birbiriyle yakından ilişkili olan Bâbîlik ve Bahâîlik hareketlerini, tarihî süreçleri, itikadi esasları ve öğretileri, başlıca ibadetleri, kurumları ve bazı gelenekleri üzerinden incelemektir. Kitabı, Bâbîlik ve Bahâîlik hakkındaki diğer yayınlardan ayıran en önemli özellik; inanç esasları, hareketin temel ilkeleri, ibadetleri ve dinî geleneğine dair birçok konunun Bahâîliğin kutsal kitabı kabul edilen el-Kitâbü'l-Akdes merkeze alınarak işlenmiş olmasıdır. Kitap, gerek akademik gerekse genel okuyucunun Bâbîlik ve Bahâîlik hakkında bilgi sahibi olmasına ve bu iki dinî hareketi tarihî, dinî ve kültürel yönleriyle tanımasına önemli bir katkı sunacaktır.
İsa Ceylan Bağımlılık kader midir? Değişime adım atmak, sanıldığı kadar zor mudur?
İstekle başa çıkmada maneviyatın etkisi nedir?
Gel-gitler yaşanırken dönüşüme nereden başlamak gerekir?
Zincir nasıl kırılır? Dibi bulmadan da değişim gerçekleşebilir mi?
Değişim için dinden destek alırken spor, müzik ve sanatla uğraşmak da maneviyata katkı sağlayabilir mi?
Araştırma yolculuğuna çıkarken bu ve benzeri sorulara yönelik birtakım farkındalıkların kazanılması gerekir diye düşünüyordum. Fakat özellikle sağlık ve huzur için değişimin önündeki engellerin bilincinde olan, anlam ve yaşam hedefi arayan, değişim ve arınma istekliliği taşıyan bağımlı bireylerin farkındalık dolu dünyaları beni çok şaşırttı. Değişimin değerini fark etmiş kişiler vardı karşımda. Peki değişim niyetini sürdürmek ve vicdanın uyandırılmasını sağlamak için hangi adımlar atılabilirdi?
“Damdan düşenin hâlini damdan düşen anlar.” derler. Bu nedenle kitapta bağımlıların deneyimleri üzerinden değişimin; farkındalık, hazırlık, eylem ve sürdürme basamakları maneviyatla bütünleştirilerek sunulmuştur. Ayrıca manevi ihtiyaç olarak hangi değerler ve tutumların; ön plana çıktığına, bu tutumların nasıl içselleştirileceğine ve nasıl birer yaşam becerisi olarak edinilebileceğine ilişkin ipuçlarına rastlayabilirsiniz.
Ayhan Çetin, Ayşe Hilal Kalkandelen, Harun Yıldız, Hasan Telli, Mehmet Ünal, Mohamadou Aboubacar Maıga, Orhan Derman, Şabanali Ahmed, Ülkü Hilal Bilek Türk İslam tarihi ve coğrafyasının ayrılmaz parçalarından biri de Balkan tarihi ve coğrafyasıdır. Balkan coğrafyasına Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Uzlar gibi Türk asıllı unsurlar İslamiyetten önce gelip yerleşmiştir. Balkanlar'ın İslamiyet ile tanışması Osmanlı öncesinde gerçekleşmiş, ancak İslamın bu coğrafyada yayılması daha çok Osmanlı döneminde yaşanmıştır. Fetihle beraber bölgeye yoğun bir Türk iskânı başlamış ve Türk-İslâm kültür ve medeniyeti bu coğrafyaya taşınmıştır. Osmanlılar burada farklı din ve ırkta yaşayan insanlar arasında birlikte yaşama kültürüne ve politikasına önem vermiştir. Balkanlar'da böylece Osmanlı şemsiyesi altında asırlarca süren bir barış ve huzur ortamı yaşanmıştır. Günümüzde Balkanlar'daki Türk İslam medeniyetinin mirası üzerinde yapılacak çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihe bir iz bırakmak amacıyla biz de Balkanlar'da İslam konusuna farklı bakış açıları ve konularıyla katkı sağlamaya çalıştık. Bu kitapta, değerli akademisyenler/yazarlar tarafından yazılan; “Balkanlar'da İslamın Yayılışının Temel Dinamikleri”, “Balkan Coğrafyasında Alevilik-Bektaşilik: Farklı Ocak ve Sürekler”, “Selefiliğin Balkan Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel ve Dinî İmajı”, “Bulgaristan'da Vahhabilik-Selefilik”, “Makedonya'daki Türklük”, “Makedonya'da Türkçe'nin Yaşatılması”, “Arnavutluk'ta Enver Hoca Dönemi ve Sonrasında İslami Hayat”, “Balkan Kökenli Divan Sahibi Şairlerin Tarikat Bağlantıları”, “16. ve 19. Yüzyıllarda Balkanlar'da Seçilmiş İslami Şiirleri Üzerine Stilistik Bir İnceleme” ve “Erzurum'dan Bosnalı Bir Âlim Geçti” başlıklı çalışmalara yer verilmiştir.
M. Tayyip Okiç Bazı Hadis Meseleleri Üzerinde Tetkikler, Türkiye'de modern ilâhiyat fakültelerinde hadis alanında yazılmış ilk eserdir. Konuları tahlil biçimindeki disiplin, kaynakları işleme titizliği ve geniş bibliyografyasıyla hadis araştırmalarının klâsiği kabul edilmektedir. Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde tefsir ve hadis kürsülerini kuran, binlerce talebe yetiştiren Prof. Dr. Muhammed Tayyip Okiç bu eseriyle Babanzâde Ahmet Naim ve İzmirli İsmail Hakkı gibi, Osmanlı âlimlerinin ilim geleneğine eklenebilecek son halkalardan biridir. Bu yönüyle Okiç, modern bir ilâhiyat fakültesinde İslâm medeniyet tarihinde sayısı binlerle ifade edilen dâru'l-hadîslerin temsilcilerinden birisi olarak tarihteki yerini almaktadır. Kitap Türkçe, Farsça, Balkan ve Batı dillerinde hadis alanında yapılmış birçok çalışmaya yer vermesine rağmen araştırılan her konuda müsteşrik perspektifini çürütmektedir. Akademi dünyasında göz ardı edilmiş bir eser olmasına rağmen bu kitap kritisizmin ve hermeneutiğin girdaplarına duçar olmuş modern araştırmacıların hadis deryasında zorlandığı birçok probleme yeni bakış açıları sunmaktadır. Kitap müsteşrik etkilerinin gizli nüfuzu konusunda hassasiyet taşımakta, bu açıdan ilâhiyat fakültelerinde hadis ilminde üretilen çalışmalara metodoloji sorununda rehberlik değerini korumaktadır.
Mizanur Rahman İslamın ilk dönemlerinden itibaren Müslümanların İslamın yayılması için göstermiş olduğu çabanın bir sonucu olarak 712 yılından itibaren Hint alt kıtasına askerî, ticari ve siyasi bazı girişimlerde bulunulmuştur. İslamlaşma hareketlerinin başlaması ile de 1203'te Bengal bölgesi fethedilmiştir. Bölge farklı Müslüman hükümranlıklara ev sahipliği yapmış ve siyasal zeminin uygunluğu bölgenin önemli bir göç merkezi hâline gelmesini sağlamıştır. Ayrıca doğal kaynakların zenginliği, ticaret olanaklarının ve iş imkânlarının fazlalığı nedenleriyle ticari bir hüviyet de kazanan bölgede böylelikle ciddi bir Müslüman nüfus oluşmuş ve İslami çalışmalar birçok yönüyle önemli ölçüde yaygınlaşmıştır. Bunların en önemlilerinin başında ise hiç şüphesiz çeviri ve özellikle de meal çalışmaları gelmektedir.
Bangladeş, Arakan ve Hindistan'ın birkaç eyaleti dâhil olmak üzere yaklaşık üç yüz milyon insan, beş bin yıllık eski bir tarihe sahip olan Bengalce konuşmaktadır. Toplam nüfusun çoğunluğunun Müslüman olması hasebiyle Kur'an-ı Kerim'in Bengalce tercümesinin geliştirilmesi zamanın bir ihtiyacı olarak görülmüştür. Bu arada Bengalce Kur'an-ı Kerim'in çeşitli tercümelerinin yanı sıra bazı tefsirler de yayınlanmıştır. Bu minvalde dünyanın en ünlü Arapça tefsirlerinin çoğu Bengalceye çevrilmiştir. Hâlihazırda Kur'an-ı Kerim'in elliden fazla Bengalce çevirisi bulunmaktadır. Bu çevirilerin bazıları kurumsal, bazıları ise şahsi olarak yapılmıştır. Neticede yaklaşık yedi yüz yıllık süre zarfında Bengalce meal çalışmaları farklı birçok özellikleriyle günümüze kadar ulaşmıştır.
Murathan Yılmaz Beşerin insan nevinden çok azının cennete gireceği izlenimi uyanıyor ortalama zihinde; eslafın yazdıklarına bakınca, dilden dile aktardıklarını işittikçe, içtimai hayatta yaşanılan olaylardan yeter akılla çıkarım yaptıklarımızca.
İnsan ki nitelik ve nicelik gelişme inkılabını layıkıyla gerçekleştirmiş, “mucizevi başlangıca sahip ömrü, cihanşümul dimağı, engin vicdanı, kâmil ahlakı” sicili olacak neyi varsa bihakkın didinerek, özen göstererek itina ile sunmaya hazır beyazlarda saklamış, ikinci hayatta “lebbeyk” (buyurunuz) sözüyle tüm varlık nezdinde beyan edebilecek göz bebeği canlı.
Bu muhteşem muazzez canlı da arza geldiği günden beridir: «acıkmış» kimi sarayda süt kebabı tenavül (yemek yemek) buyurmuş, kimisi zerzevatla Bağdat'ı tamir etmiş (karın doyurmak); «sevmiş» bazısı destanlardan taşarcasına methedilmiş, bazısı mahbup yahut mahbubesinin peşinde kovalamaktan bizar olmuş; «aşka tutulmuş» kaçı sema dönerek mısralarca divan yazmış, kaçı bihuş (divane) kalmış; «seyahat etmiş» çelebisi gezerek muteberliğe yükselmiş, ebbal (deve çobanı) olanı karın tokluğuna taban çürütmüş; «hırsına yenilerek saldırmış» kâh sultan gözüne girip eşsiz komutan veliaht olmuş kâh esir düşüp meydan meydan satılmış; «düşünmüş» uğraşı fikir olan yürüyerek (peripatetik) muallim-i evvel olmuş, fikirden yoksunu köşe bucak öğretmenden kaçar olmuş; «yazmış» kimisininki yaldızlı varaklı harflerle işlenmiş kâşane saray kasırları bezemiş, kimininki kervan geçmez coğrafyalardaki ağaç kabuğunda açılan oyuklarda mağara duvarlarında keşfedilmiş; «şair olmuş» kimisi dinleyenlerce yüceltilip şair-i azam unvanlı nam salmış, kimisi dinleyicisinin (Platon) ideal şehrinden filozoflara düşman görülüp uzaklaştırılmış; «tapınmış» çobanlık yapanı dağda ovada mağarada dahi inanmış tek ilah Allah-ı Zülcelal'e, şehirlerin merkezinde meclislerin başköşesinde kitaplar dolusu kaynak gölgesinde olanı ya Sekendiz'e (Satürn) boyun eğmiş ya envaiçeşit mamulden mürekkep puta eğilip tapmış, daha nice sanları ve kipleriyle bazen yalpalayarak bazen de tam yol stabil (istikrarlı) yaşlanmaya öğrenmeye devam edegelmiş.
Elinizdeki kitap (on altı kitaplık serinin ilki) birinci hayat bitimi sonsuz mutluluk yerine kavuşma isteğiyle insan olma vasfına erişme gayreti sergileyenin bu seyrinde güvenilir sayılmaya, esenliğe çıkmaya, erdemli anılmaya, iyilikle yanmaya, merhametli davranmaya, ruh inceliğine kavuşmaya, arınmışlığa ulaşmaya dahası feragat gösterebilmeye vasıl olması için bilindik kerterizleri farklı usulle naçizane sunma gayesi taşımaktadır. Maksudum “Beyaza bürünmeden, beyaza dökülmeyi sağlamaktır.
“Doğduğunda, öldüğünde ve yeniden dirildiğinde Allah'ın selamı üzerine olana.”


Fazıl Yozgat Bu çalışmada bilgi ve İslam ekonomisi yoluyla kalkınma, teorik ve pratik bağlamda incelenmiştir. Francis Bacon’ın deyimiyle “Bilgi güçtür”. Her alanda güçlü olmanın yolu bilgiden geçmektedir. Royal Society’nin çalışmaları, Britanya’nın yüzyılın başında dünyada başat güç olmasında önemli etkenlerden biri olmuştur. Académie Française sosyal ve siyasal karışıklıklara rağmen sistemini bozmamış, Fransa’ya ekonomik ve sosyal güç olmada öncülük etmiştir. Alman Bilimler Akademisi, İtalyan Accademia dei Lincei ve İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi de ülkelerinde benzer bir rol oynamıştır. Japonya’nın bugünkü hâline gelmesine altyapı hazırlayan en önemli çalışma, Iwakura heyetinin ABD başta olmak üzere seyahat ettiği ülkelerin incelenmesi sonucu hazırladığı altı ciltlik bir rapordur. Bizde Encümen-i Daniş’in 12 yıl süreden sonra nedeni belirsiz bir şekilde dağılması ciddi bir kırılma noktasıdır. Tanzima’tan itibaren Batı’dan etkilenen Jön Türkler gibi akımların bilim ve kalkınmadan öte siyasal söylemlerle değişimi önermeleri, siyasal ve sosyal hayatın olağan akışında tutarlı olmamıştır.
Yine bu çalışmada İslam ekonomisiyle ilgili temel kavramlar analitik bir çerçevede incelenmiştir. Cemil Meriç’in deyimiyle, “Her tarif, bir tahriftir”. Mümkün olduğunca manayı tahrif etmeden İslam ekonomisinin temel kavramları analiz edilmiştir. Çünkü ekonomik hayata ilişkin temel ıstılahlar evrenseldir, bütün Müslümanları ilgilendirmektedir. İslam ülkeleri, doğal zenginliklerine rağmen ekonomik sorunlarına çözüm bulamıyorsa yapısal birtakım eksiklikler var demektir. Bu çerçevede, emeğin verimli kullanımı ve üretime katkısında uluslararası kuruluşların uyguladığı yöntemlerin ülkemizde de tatbik edilmesi noktasında değerlendirmelerde bulunulmuştur. Bu eserle, “müminin yitik malı olan bilgiyi arama” ve “veren elin alan elden üstün olduğu“ düsturu ile “hayırda yarışma” ve “dünyayı mamur kılmak” için İslami düşünsel altın halkaya katkıda bulunmak amaçlanmıştır.
Zeki Tez Bu kitapta, Orta Çağ İslam dünyasında bilim ve tekniğin durumu, her bir bilimsel ve teknik uğraş alanı ayrı ayrı ele alınarak sergilenmeye, bu konularda bütünsel bir bakış açısı oluşturulmaya çalışılmıştır. Kitaptaki konular genelde İslamiyetin doğuşundan 16. yüzyılın başlarına dek ele alınmakla birlikte, yer yer daha önceki ve sonraki dönemlerle de bağlantılar kurulmuştur. Bu döneme kısmen girebilecek olan Osmanlı bilim ve tekniğine ise yer verilmemiştir. Daha çok fen bilimleri ve teknik konular ele alınmıştır. Kitabın yazılmasında yerli ve yabancı çeşitli kaynaklardan yararlanılmış, çeşitli bilim insanlarının adları Arapça ya da Batı dillerindeki yazımından ziyade Türkçeye uygun olarak ifade edilmiş ve kitapta mümkün olduğunca anlaşılır bir yazım dili kullanılmaya çalışılmıştır. İlk basımı 2001 yılında yapılan kitabın genişletilmiş ve yenilenmiş ikinci baskısının alana ve tüm okurlara katkı sağlaması dileğiyle…
Ece Saraçoğlu Bilinç ile zamanın birbiriyle olan ilişkisi, felsefe ve bilim tarihinin dikkat çeken, incelenmesi zor ama bir o kadar da keyifli olan tartışma konularından biridir. Aralarında bulunan yakın ilişkinin anlamı günümüzde hâlâ tam olarak aydınlatılabilmiş olmasa da her iki konu da insanın düşünce ufkunu birbirinden farklı sorgulama alanlarına açması bakımından son derece önemli bir yere sahiptir. 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın ilk yarısına uzanan hayatını, söz konusu meseledeki ilişkiyi irdelemeye adayan, dönemin en önemli filozoflarından biri olan Henri Bergson (1859-1941), yaşam ve canlı bilimi merkezli bir felsefi düşünce yapısı kurmaktadır. Biyoloji, psikoloji, fizik, metafizik alanlarının bütününü dikkate alarak felsefeyle harmanlayan Bergson, çok yönlü bir yaşam ve yaşama bilimi ortaya koymaya çalışmakta olup buradan yola çıkarak da bilinç ve zaman soruşturmasına yeni bir boyut kazandırmaktadır. Bu kaynak kitap incelemeye ilk olarak Bergson'un düşünce yapısının arka planını kavramaya çalışarak başlamakta; sonrasında ise düşünürün ontoloji, epistemoloji ve etik görüşlerinin genel atmosferi ışığında bilinç ve zaman konularını tartışmaya açmaktadır.

“Canlı yaşamı, ona hareket ve hür olmayı sunan üst-bilincin yaratıcı hamlesiyle gelişen, kendisini tamamlayan ve yönünü kendi isteğine göre belirleyen bir hayattır. Bu hayat, bilinç ve zamanın birbiriyle olan ilişkisiyle örülüdür.”
Henri Bergson
Maurice Nédoncelle Kişi ve kişilik kavramları, metafiziksel ya da fiziksel dünyada sadece Tanrı ve insan için kullanılmaktadır. Çünkü kişiliğin özünde bulunan bilinç, ilişki, aşk, karşılıklılık, özgürlük ve irade gibi içsel yetilerin kendilerine atfedilebileceği varlıklar yalnızca Tanrı ve insandır. İnsan söz konusu yetilerin sonlu biçimlerine sahip iken Tanrı, onların sonsuz biçimlerine sahiptir. İnsanın kişiliğinin kaynağında Tanrı'nın kişiliğinin bulunması gerektiği düşüncesi tüm teist personalist filozoflar tarafından öne sürülür. Tanrı, varlıklar içerisinde sadece insanı kendi suretinde yaratmıştır. Tanrı'nın kendisi eğer gerçekten kişi ise insanı kendi suretinde yaratırken kişilik özelliklerinin bir kısmını ona geçirmesi, insanın kişi olarak varlık kazanmasının kaçınılmaz bir koşuludur. Bu bakımdan kişilik, Tanrı ile insan arasında ortak bir yön olarak karşımıza çıkar. Aşkın olan Tanrı ile içkin olan insan arasında eğer böyle ortak bir yan bulunmasaydı, o zaman, ikisi arasında birbirinin varlığının bilincinde olmayı gerektiren karşılıklı bir ilişkinin varlığından söz etmek de olanaksız olurdu.
Mehmet Sürmeli Davetin ve tebliğin çileli yolunda Rabbimiz, Müslümanlara daha risaletin başlangıcında namazı emretmiştir. Diğer ibadetlerden farklı olarak namaz, peygamberlikle beraber başlamıştır. Risaletle beraber başlayan iki ibadet vardır; biri namaz, biri de cihattır. Cihadın mukatele türünü dışta tutarak bu ifadeyi kullanıyoruz. Cihat ile namaz birbirleriyle çok irtibatlıdırlar. Şöyle ki Hz. Peygamber; Allah'ın dinini hâkim kılmak için cihadın davet, tebliğ, inzar, münkeri yasaklama ve marufu emretme türlerini uygulamaya başladığında müşrikler onu engellemeye ve davetini akamete uğratmaya çalışmışlardır. Bu dönem çilenin en yoğun olduğu dönemdir. Yüce Allah, Müslümanlara namazı emrederek hem Müslümanların kendisiyle manevi irtibat kurmalarını istemiş hem de namaz vasıtasıyla Müslümanların ruhlarını takviye etmiştir. Daraldıklarında ve yorulduklarında Resûlullah'ın ve Müslümanların namaza durmaları bunun kanıtıdır. Daha İslâm'ın başlangıç yıllarında gece namazıyla emredilmelerinin birçok hikmeti var ama bu hikmetlerden biri de gündüz verecekleri mücadelede korkaklık ve dünyevi endişeleri yenmek için manevi bir takviyedir.
Kenan Gürsoy Sevgiyle değerlendirmemiz gereken bir kültürümüz, bir dilimiz, bir edebiyatımız var. Dahası tam da “İrfan kültürümüz işte budur” diyebileceğimiz, bugün özgürce ve evrensel kucaklayıcılığı ile işleyebileceğimiz bir tasavvuf geleneğimiz söz konusu. Bu fikirden hareketle, felsefenin neden bir “gelenek işi” olduğunu gösteren yazı, bildiri ve mülâkatlardan oluşan ve tasavvuf geleneğimizin felsefî bir yaklaşımla tahlil edildiği “Bir Felsefe Geleneğimiz Var mı?”, Türkiye'de düşünme çabasını ciddiye alan herkesin cevaplaması gereken bir soruya dikkat çekiyor.