Genel Türk Tarihi \ 1-1
Hüseyin Fidan Yöneticilerin, yönettikleri topluma daha iyi hizmet verebilmek için tarihin her devrinde ülkelerinde yaşayan ileri görüşlü, bilgili, deneyimli kişilerden yararlandıkları bir gerçektir. Bu yararlanmayı gerçekleştirmek için de kimi zaman kurallı kimi zaman kuralsız kimi zaman sık kimi zaman seyrek toplantılar yapmışlardır. Meclis geleneği Türk devlet geleneğine de yabancı değildir. Orta Asya Türk Devletlerinde hükümdarın yanında bulunan ve çeşitli ülke sorunlarının görüşülüp önemli kararların alınmasına yardımcı olan Meclisler olmuştur.
Bu çalışmada; Osmanlı Döneminde başlayan parlamento yolculuğuna kısaca değinilmiş, daha sonra Cumhuriyet dönemine ait Cumhurbaşkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar, Partiler, Hükümetler, Koalisyonlar vb. birçok bilgiye yorumsuz olarak yer verilmiştir.
Türk siyasi tarihine meraklı yurttaşlarımız ile siyasal bilgiler alanında eğitim alan gençlerimiz için kaynak kitap niteliğini taşıyan bu çalışmanın tüm okurlarımıza faydalı olacağını ümit ediyorum...
Anar Somuncuoğlu, Ayşe Çolpan Yaldız, Çınar Özen, Erel Tellal, Erkin Ekrem, Fırat Yaldız, Hatice Yazgan, Işık Kuşçu Bonnenfant, Mustafa Aydın, Sabir Askeroğlu Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisi, alanında uzman yazarların değerli emekleri sonucunda ortaya çıktı. Üç kitaplık bu seride Türk Cumhuriyetleri’nin 30 yıllık yolculuğu, devletler üzerinden değil konular üzerinden, tematik ve bütüncül olarak çözümlendi. Nitekim Türkiye’de ve Türkçede, Türk Cumhuriyetleri’nin zamansal ve mekânsal bağlam üzerinden ulusal, bölgesel ve küresel ölçekte incelenmesine gereksinim vardı. Ulusal Politika başlıklı, Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin bu ilk kitabında; “Ulusal Kimlikler ve Toplumsal Yapı”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Geçiş, Değişim ve Dönüşüm Süreçlerini Anlamak ve Açıklamak”, “Türk Cumhuriyetleri’nin Makro İktisadi Yapısı ve Sektörel Analizi”, “Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkilerinde Geçmişten Günümüze Göç”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Din”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Medya”, “Türk Cumhuriyetleri’nde Turizm” bölümleri yer alıyor. Kitabın Giriş ve Sonuç bölümleri ile Ulusal Politika bütüncül bir çerçeveye kavuşuyor.
Bağımsızlıklarının 30. Yılında Türk Cumhuriyetleri kitap serisinin, Türk Cumhuriyetleri'ne yönelik yazına güncel bir katkı olması… Genç araştırmacılarda merak ve heyecan uyandırması, yeni çalışmalara özendirmesi… Türk Cumhuriyetleri'nin geleceğine, küresel sistemdeki rolüne, 50. yılına, 100. yılına katkı sağlaması umuduyla…
Tuna Kaan Taştan Portekizliler, Hindistan'a ilk defa ayak bastıktan çok kısa bir süre sonra bir Türk devleti olan Adilşahlar Devleti ile karşılaştılar. Bu devlet ile ilişkileri, Hindistan maceralarının sonuna kadar Portekizlilerin bu topraklardaki politikaları için belirleyici unsur olacaktı. Adilşahlar Devleti’nin kurucusu Yusuf Adil Han, Hindistan İslam kaynaklarında Osmanlı sultanı II. Murat'ın oğlu, dolayısıyla Fatih Sultan Mehmet'in de kardeşi olarak geçmektedir. Yusuf Adil Han’ın Edirne Sarayı’ndan İran'a, oradan da Hindistan'a gidişi, destansı bir hikâye ile anlatılmaktadır. Osmanlı kaynakları ise bu konuda net bir açıklama içermemektedir. Yalnızca A. de Lamartine'in, Osmanlı tarihi kitabında yer alan II. Murat'ın ölümünden sonra II. Mehmet'in tahta geçişinin ardından kardeşlerinden birini boğdurması olayı, Hindistan İslam kaynaklarında verilen bilgiler ile örtüşmektedir. Firişte tarafından Yusuf Adil Han'ın 1510 yılında öldüğünde 70'li yaşlarda olduğunun ifade edilmesi de kronolojik olarak boğdurulan bu şehzadenin yaşını Yusuf Adil Han ile yakın kılmaktadır. Dönemin ve sonraki yüzyılların Portekizli tarihçileri de Yusuf Adil Han'ın Osmanlı soyundan olduğu iddiasını ya desteklemiş ya da en azından bu iddiadan bahsetmişlerdir. Bu kitapta, Hindistan'da kurulan bir Türk devletinin kurucusunun hayatı ve bu devletin ilk yüzyılı irdelenirken aynı zamanda modern sömürgeciliği başlattığı kabul edilen Portekizlilerin Hindistan’da bir denizaşırı imparatorluk kurma süreci anlatılmıştır.
Mehmet Kılıç Yakın tarihimizi her yönüyle bilmek, günümüzü anlamak ve geleceğimizi planlayabilmek açısından oldukça önemlidir. Çünkü tarih, yaşanmış ve bitmiş olaylar bütünü değil, geçmişi günümüze ve geleceğe bağlayan zincirleme olgular bütünüdür. Bu açıdan bakıldığında yakın tarihimiz Atatürk'ün hâl tercümesidir. O; yaşamında karşılaştığı zorlukların aşılmasında ve problemlerin çözümünde daima akıl ve bilimin yol göstericiliğini takip ettiğini, başka yol gösterici olamayacağını belirtmektedir.
Yakın tarihimizin en çalkantılı dönemine liderlik eden Atatürk'ün mücadele ruhunu anlamaya çalışmak için yaşananlara Atatürk'ün gözleriyle bakmak gereklidir. Çünkü Atatürk bir işi başarabilmek için eldeki vasıtaların yetersiz kaldığı anda bile umudunu, inancını, kararlılığını, idealini ve milletine olan güvenini kaybetmeden ve dış kaynak kullanmaksızın iç kaynaklardan yeni vasıtalar üretebilen bir liderdir.
Bu kitap, Atatürk'ün akıl ve bilim rehberliğinde ortaya koyduğu çözüm metotlarını gündelik yaşamda karşılaştığımız zorluklarla baş edebilmek için de kullanabileceğimizi gösteren kılavuz niteliğindedir.
Tüm kitapseverlerin keyifle okuması ve herkese fayda sağlaması temennisiyle…


Durdu Mehmet Burak Bu eser Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından Birinci Dünya Savaşı öncesi, Savaş dönemi ve sonrasına kadar Osmanlı Devleti üzerinde yazılan senaryoları, oynanan oyunları ve sahneye koyan figüranları arşivlerin tozlu raflarından çıkartarak tarihi gerçekleri okuyucuya ulaştırmak için özveriyle hazırlanan bir çalışmanın ürünüdür. Batılı sömürgeci devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki gerçek niyetlerini, savaşın gizli kalmış noktalarını, işgal güçlerinin amaçsız tutumlarını, yoğun istihbarat çalışmalarını ve buna direnen kahraman Türk milletinin azmini, dirayetini, karakterini ortaya koyan gerçek bir mücadelenin safhalarını gözler önüne seren mütevazı bir bilgi yumağıdır.
Abdrasul İsakov, Ahmet Kanlıdere, Dinçer Koç, Erhan Aktaş, Giray Saynur Derman, Güljanat Kurmangalıyeva Ercilasun, İlyas Kemaloğlu, Konuralp Ercilasun, Mehmet Demiryürek, Murat Özkan, Nuri Kavak, Ömer Metin, Ramin Sadıgov, Sadık Müfit Bilge, Şenay Yanar Türk Dünyası, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ilgi duyulan, dikkate alınması gereken ve ehemmiyetini koruyan bir gerçeklik olarak dünya gündeminde önemli bir yer teşkil etmektedir. Dünyanın ulaşım, enerji ve ticaret koridorunun merkezinde yer alarak uzunca bir süredir özellikle küresel güçlerin ilgi odağında olmuştur. Türk Dünyası'nı oluşturan topluluk ve halkların 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl boyunca büyük bir bölümü esaret altında kalmıştır; hatta bugün bir kısmı hâlâ bağımsız bir hayat sürememekte, bununla birlikte millî ve dinî değerlerine sahip çıkarak öz kimliğini korumaktadır. Bu çerçevede biz de 4000 yıllık Türk tarihimizi ortaya koyan serimizin “Çağdaş Türk Dünyası” başlığını taşıyan bu üçüncü kitabıyla takriben 1850'lerden 2020'ye kadar Türkistan, Sibirya, İdil-Ural, Kırım, Kafkasya, İran, Balkanlar, Orta Doğu ve Kıbrıs'taki Türk varlığını incelediğimiz gibi Türkiye'nin yanı sıra dünyada söz sahibi ülkelerin Türk Dünyası'na yönelik siyasetlerini ve bu dünyayı nasıl algıladıklarını da ortaya koymaya çalıştık.
Kitap, özellikle üniversite öğrencilerine yönelik olarak hazırlansa da konuya ilgi duyan, temel düzeyde bilgi sahibi olmak isteyen ve dünya güç merkezlerinin Türk Dünyası'na yönelik yaklaşımlarını öğrenmek isteyenlerin de istifade edebileceği bir eser oldu. Faydalı olması dileğiyle…
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Mustafa Gündüz Hafızası, tarihinde saklanan bilimin sıhhat derecesini yöntemi belirler. Tarih, bilimler hiyerarşisindeki mevziini kuvvetlendirmek için tarihyazımına, ürettiği verilerden daha çok önem verir. Eğitim, tarih ve sosyolojinin kesiştiği kavşakta anlam bulan eğitim tarihi, dünyada olduğu kadar Türkiye’de de bakir sahalardan biridir. Çok az topluma nasip olan özgün kurum, tecrübe ve eserlere sahip olmasına karşın, biriken sorunlar karşısında çözümsüzlük ve çaresizlik girdabında bunalan eğitim sisteminin temel krizlerinden biri, tarihine duyarsızlığıdır.
Eğitim Tarihinin Peşinde, Türkiye’de eğitim tarihçiliğinin tarihine yönelik özgün bir birikim sunarken, bu çok disiplinli sahanın avantajlarına, sınırlılıklarına ve temel meselelerine ışık tutarak, eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temelleriyle ilgilenenlere rehber olmayı denemektedir.
Bilimin katalizör güçlerinden biri, hasbi tenkittir. Eleştirisiz ortamda uzmanlıktan, ilmî derinlikten, yenilik cesaretinden ve meslekî etikten bahsetmek güçtür. Alanıyla ilgili tarihî birikim yanında, kitapların güvenirlik derecesini, niteliğini, zayıf ve güçlü yönlerini tefrik edip, kaynaklar arasında sınıflamalar yapabilmek her bilim adamından beklenen bir vasıftır. Bilimsel araştırmalarda yaratıcılığın filizlenmesi söz konusu yetkinlikte içkindir. Bu realiteye istinaden, elinizdeki kitap eğitimin tarihi, sosyal ve kültürel temellerine ilişkin güncel kitaplar üzerine serinkanlı ve uzun değerlendirmeler de sunmaktadır.
Murat Karataş İtilaf Devletlerinin 25 Nisan 1915 tarihindeki üç ayrı ana bölgeye yaptıkları çıkarmalardan birisi olan Arıburnu-Conkbayırı hattı ve daha sonra Anafartalar-Suvla hattı, Kuzey Bölgesi Kara Muharebelerinin temelini oluşturur. Birçok açıdan iki taraf için de savaşın en önemli bölgesi niteliğindedir. Bu nedenle muharebeler detaylarıyla incelenmeye çalışılarak haritalar üzerine işlenmiştir. Gerektiği yerde her gün için hazırlanan haritalar, bölgedeki muharebeleri daha anlaşılır kılacaktır. Osmanlı yazılı ve görsel kaynaklarına dayanılarak arazi tetkikleri ile desteklenen bu çalışmanın aşağıda örnekleri verilmiş soruların yanı sıra kişilerin Çanakkale Savaşlarına ilişkin akıllarında bulunan birçok soruyu yanıtlayacaktır.


İngiliz çıkarma kuvvetleri, Osmanlı birlikleri tarafından ne zaman fark edildi?

İngiliz birliklerinin karaya çıkmasına müsaade edildi mi?

27. ve 57. Alayın, muharebeleri kilitleyen müdahaleleri nasıl oldu?

Osmanlı birliklerinin, İngiliz birliklerini tuttuğu hatlar nereler?

İngiliz birlikleri Conkbayırı’nı ele geçirdiler mi?

Muharebelerdeki detaylar neler?

Mustafa Kemal’in kuzey bölgesi muharebelerindeki rolü nedir?

Osmanlı birliklerinin zayiatı ne kadar?
Ali Ahmetbeyoğlu, Altay Tayfun Özcan, Erhan Aktaş, Hayrettin İhsan Erkoç, Hikmet Demirci, Konuralp Ercilasun, Murat Öztürk, Mustafa Kalkan, Münevver Ebru Zeren, Osman Karatay, Osman Karatay, Tilla Deniz Baykuzu, Üçler Bulduk Dört bin yıllık Türk tarihinin önemli bir safhasını teşkil eden İslam öncesi Türk tarihi günümüzde sürekli artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Bunu hem akademik hem de popüler açıdan rahatlıkla iddia etmek mümkündür. Evlerin adresleri olduğu gibi insanların da adresleri vardır ve bu adresleri atalarıdır. Diğer uluslar gibi Türk ulusu da nereden geldiğini, atalarının kimler olduğunu hep merak etmiş, bu nedenden ötürü bu konuya eğilen eserlere de ciddi bir ilgi oluşmuştur. Geleceğin öğretmenleri olacak üniversite öğrencilerinin de bu konuya ilgi duymamaları mümkün değildir. Bu çalışma, hem doğru bilgiyi vermek hem de ilgilenenleri doğru kaynaklara yönlendirmek amacıyla yapılmıştır. Dönemi ele alan literatürde, isim ve terimlerin yazılışı ve okunuşu konusunda tam bir birliktelik olmasa da bu tartışma ve karmaşa en aza indirilmeye gayret edilmiştir. Zevkle okunması dileğiyle…
Ali Rıza GÖKBUNAR, Hamza KAHRİMAN “-Bir köylü kadın şehirde oturuyormuş. Hasat mevsimi olunca aç olan çocuklarına gıda temin etmek için köye gitmiş. Yollara, tarlaya dökülen başakları toplamış, dilenmiş, yirmi kilo kadar arpa tedarik etmiş, köyün su değirmeninde öğütmüş, sırtında taşımış. Evine giderken şehirde bekçi yakalamış, karakola getirmiş, oradan haydi “mevcuden” adliyeye. Kadın ağlıyor, sızlıyor, yalvarıyor “çocuklarım açtır” diyor.
Bir memur şu cevabı veriyor: “Hareketin kanunsuzdur, karne ile ekmek almalısın”.
Kadın şu cevabı veriyor: “Kilosu 75 kuruşa ekmeği nasıl alabilirim? Param mı var?”.
Neticede mahkeme, arpa ununun müsaderesine, kadından yirmi beş lira para alınmasına karar veriyor.”

1940'ların önemli bir gazetecisi olan Ahmet Emin Yalman 14 Temmuz 1943 tarihli Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde 1940'lı yılların karne uygulamasında devletin nasıl sert önlemler aldığına ve uyguladığına yönelik bir olayı işte bu şekilde anlatır.

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na doğrudan katılmamış olsa da, savaşın etkilerini yokluk, açlık, yaygınlaşan karaborsacılık, uzayıp giden kuyruklar gibi toplumsal sorunlar olarak yakından hissetmiş bir ülke olmuştur. Yetmiş yıla yaklaşan bir süre geçmiş olmasına rağmen, savaş yılları karne uygulaması hâlâ tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir. Bu kadar tartışmalı bir konu olmasına karşın, savaş yılları karne uygulaması bugüne kadar yeterli düzeyde ele alınıp başlı başına bir inceleme konusu yapılmamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşanan özellikle ekmek ve gıda ürünlerinin dağıtılmasında uygulanan karne yönteminin incelenmeye çalışıldığı “Karneli Yıllar: Bir Savaş Maliyesi Uygulaması” adlı bu kitap alanında ilk detaylı inceleme olması bakımından, Türkiye'nin yakın tarih sosyo-ekonomik araştırma sahasına katkıda bulunabilme gayesi taşımaktadır.
Roderich Davison Çeviri: Durdu Mehmet Burak Bir Türk dostu olan müteveffa Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Roderich H. Davison batılı tarihçilerin küçücük devletlerle ilgili binlerce eser verirken, bir Cihan-Devleti olan Osmanlı Devleti ile ilgili ciddi bir eser yazılmamasını eleştiren nadir tarihçilerden biridir. Bu eser hem batılı öğrenciler, hem Amerikalı öğrenciler hem de tarihi sevenler için bir el kitabı bir Türk tarihi kılavuzudur. Bu eser Osmanlı Devletinin tarih sahnesine çıkışından Cumhuriyet dönemi de dâhil olmak üzere 1985 tarihine kadar geçen zaman dilimindeki bütün tarihi hadiseleri akıcı bir üslupla özetlemektedir.
Mehmet Mandaloğlu İslamiyetten önce Türk tarihi sadece Orta Asya'dan ibaret değildir. Türkler, hayatlarını devam ettirmek için ana yurtlarından başka bölgelere göç etmişler ve geniş coğrafyalarda varlıklarını hissettirmişlerdir. Türklerin izlerinin takip edilebildiği yerlerden biri Anadolu topraklarıdır. Bozkır coğrafyasından Anadolu'ya uzanan bir süreç, Türklerin tarih sahnesinde yeni bir sayfa açmalarını sağlamıştır.
Türkler, 1071 yılından önce Anadolu'da yaşamışlardır. Türklerin Anadolu'daki serüveni, yaklaşık 4250 yıl öncesine dayanmaktadır. Akad Kralı Naramsin (MÖ 2260-2223), Şartamhari Metinleri'nde yaptığı seferleri anlatırken Anadolu'da Türki Krallığı'ndan bahsetmektedir. Bu metinler, serüvenin ilk izleri olup Türklerin Anadolu'daki varlıklarının kanıtıdır. Kimmerler, İskitler, Avrupa Hunları, Sabarlar, Avarlar, Hazarlar ve Oğuzlar, Anadolu'daki Türk varlığının temsilcileridir. Bu kavimlerin Kafkaslardan ve Boğazlar üzerinden Anadolu'ya yayıldıkları hem yazılı kaynaklarda hem de arkeolojik kazılarda tespit edilebilmektedir. Bu kavimler, Anadolu'yu yaşayabilecekleri yurt olarak tercih etmişler, bozkır kültürüne özgü yaşam biçimini burada sürdürmüşlerdir.
Malazgirt Muharebesi, Anadolu Türk tarihi açısından dönüm noktasıdır. Selçuklular, Bizans'a karşı kazandıkları zafer ile Anadolu'yu kalıcı olarak yurt edinmişlerdir. Miryokefalon Savaşı ile Anadolu'nun Türk yurdu olduğu kesinleşmiş, Sakarya Meydan Muharebesi ise Türklerin Anadolu'dan çıkarılamayacağının ispatı olmuştur.
Erdem Usta 2018 yılına kadar Türkiye'de yaşanan siyasal ve toplumsal hadiseler; Orta Asya, Türk-İslam Devletleri ve Osmanlı İmparatorluğu ile erken Cumhuriyet devrinin genetiğine dayalı faktöriyel sonuçların eklentileri şeklinde birleşerek, anatomi içerisinde zaman zaman tahrip edici tepkisel kıyamlara neden oldu. Bu özelliğin, laik devlet sistemini zayıflattığı iddia edilse de -belki bu çıkarım siyasal açıdan haklı olabilir- bireysel ve toplumsal anlamda seküler yaşam, kodlandığı erken Cumhuriyet devri ile kıyaslandığında, günümüzde daha fazla bir oranla içselleştirilmiş durumdadır.
Bununla beraber iktidarda, Anadolu muhafazakârlığının egemen varlığını; köklerini 1927 topluluğundan alan radikal entelijansiya grupların ve bu oluşuma bağlı militar yapıların, toplumun istekleri ve evrimini görmezden gelmeleri sebebiyle; kuvvetlendirmiş oldukları sonucuna varılmaktadır…

Atatürk ve Cumhuriyet,
Modern Türkiye,
Osmanlı ve İslam,
Orta Asya ve Genetik Miras
Ve Dünya…
Tarih, siyaset, sosyoloji üçgeninde teorilerle dolu çarpıcı bir kitap…
Vâris Çakan Tarih, geçmişte cereyan eden olayları sebep ve neticeleri ile inceleyen bir bilimdir. Bu durumda akla gelen ilk soru, geçmişteki olayların öğrenilmesinin ve öğretilmesinin faydasının ne olacağıdır. Bu soruya verilecek cevapların başında, “Geçmiş olayların bilinmesi, içinde bulunduğumuz çağın iyi değerlendirilmesine ve geleceğe ışık tutulmasına katkıda bulunur.” görüşü gelmektedir. Tarih, insanlığın sosyal ve siyasi konularda doğru karar vermesini sağlar. Bunun içindir ki eskiden bütün hükümdarlar tarih okurlar ve çocuklarına da okuturlardı. Çünkü toplumu idare etmek veya yönetmek için gerekli olan bilgiler, en çok tarih sayesinde elde edilebilir. İnsan; dün, bugün ve yarından ibaret üç boyutun içinde yaşar. Tarihin asıl konusunu bu üç boyut içinde yaşananlar teşkil ettiğinden, insanlığın geleceğine yönelik en isabetli öngörüyü tarihçiler yapabilir. Bunun için tarih, çok eski zamanlardan beri milletlerin geleceğine ışık tutan çok önemli bir bilim dalı olarak kabul edilmiştir.
Bir millet ve devletin varlığını devam ettirebilmesinin ilk şartı, tarih şuuruyla oluşan birlik ve beraberliktir. Bu husus, Türkler için çok daha büyük önem taşımaktadır. Millet olarak varlığımızı sürdürmemizin temelinde; kendimizi iyi bilmemiz, güçlü bir tarih şuuruna sahip olmamız yatmaktadır.
Tarih şuurunun oluşması için elbette tarih eserlerine ihtiyaç vardır. İyi bir tarihî eserin ortaya çıkması için de bilgi esastır ve o da güvenilir kaynaklardan elde edilir. Kaynak ise tarihteki çeşitli dönemlerde çeşitli devletler ve milletlere ait olan insan topluluklarının geçmişini aksettiren türlü eserlerden oluşur. Biz, tarihin herhangi bir dönemindeki herhangi bir millet veya devletle ilgili olan bir konuyu ele aldığımızda kaynaklara müracaat etmek zorundayız. Çünkü kaynak, insaniyet tarihi ile ilgili her türlü bilgiyi doğrudan ve açık bir şekilde verme özelliğine sahiptir. Elinizdeki bu kitapta işte bu özelliklere sahip türlü kaynaklar dokuz bölüm hâlinde ele alınarak incelenmektedir.
Turgay Merih Sadako, Hiroşima8217;ya atılan atom bombası kurbanlarından biridir. Bomba atıldığında iki yaşında olan bu küçük kız çocuğu o gün ölümden kurtulur ve on iki yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürer... Ancak radyasyona maruz kalmıştır; 1955 yılında aniden hastalanır ve yatağa düşer. Hastanede ölümle pençeleşirken acı sonunu kendisi de biliyordur. Ama bir Japon efsanesine göre, kâğıttan 1000 tane turna kuşu yapan kişinin dilekleri gerçekleşecektir; arkadaşlarından biri bu efsaneyi anlatır kendisine... Son bir umutla işe koyulur Sadako... Günlerce kâğıtları katlayarak turna kuşları yapar... Ne yazık ki 25 Ekim 1955 günü yaşama gözlerini kapattığında yapabildiği kuş sayısı 644\8217;tür. Eksik kalan turnaları Sadako8217;nun arkadaşları tamamlayıp onunla birlikte gömerler... Ve o günden sonra da turna kuşu barışın ve nükleer silahsızlanmanın simgesi olur. Yazar bu alanda alışıla gelmemiş bir anlatım tarzıyla yaklaşık yarım asır devam eden bir mücadeleyi derli toplu ve yeniden kurgulanmış biçimde okuyucularımıza sunuyor.
Hakan AKPINAR Son Vapur, tarihimizde modern ordunun ilk darbesini anlatıyor.
Bu roman, 1876 yılında Sultan Abdülaziz'e karşı yapılan askerî darbeyi ve sonrasındaki siyasi gelişmeleri sürükleyici bir üslûpla ele alıyor. Dolmabahçe Sarayı'nda sabaha karşı yağmur altında yapılan bu isyan aslında Türk tarihinde modern ordunun ilk darbesidir. Bu darbeyle Osmanlı bir mevsimde üç padişah görüyor. 30 Mayıs 1876 sabahı Sultan Abdülaziz askerî bir darbeyle tahttan indirilirken yerine V. Murat geçer. V. Murat amcası Sultan Abdülaziz'i darbecilerle işbirliği yaparak tahttan indirmenin kefaretini ödercesine bilincini kaybedince 93 gün sonra tahttan indirilir. Yerine Sultan II. Abdülhamit tahta çıkarılır. Yani bir darbe 93 günde iki biata yol açar.
Son Vapur, meşrutiyet mücadelesi veren Yeni Osmanlılar ile taht-ı saltanatını korumaya çalışan Sultan II. Abdülhamit arasındaki siyasi mücadeleyi de anlatıyor. Tanzimat sonrası yüzünü Batı'ya dönen pozitivist Osmanlı aydınları ile gelenekçi aydınlar arasındaki mücadelenin, ilk kıvılcımların parladığı yıllar yine bu romanın satırları arasındaki temel siyasi ve felsefi mesaj olarak göze çarpıyor. Son Vapur, ilk işaretleri Tanzimat'tan başlayıp günümüze kadar süren bir siyasi ve felsefi kavganın da romanıdır.
Son Vapur, günümüzdeki siyasi ve felsefi kavgalar ile geçmişte yaşananların pek de farklı olmadığının çarpıcı bir kanıtı…
Abdullah Uçman, Abdülkadir İlgen, Abu Muslim Akdemir, Açıkgenç Alpaslan, Ahmet Güner Sayar, Ali Coşkun, Ali Utku, Ayhan Bıçak, Ayşe Durakbaşı, Bayram Ali Çetinkaya, Bedri Gencer, Beşir Ayvazoğlu, Buğra Ekinci, C. Muammer Muşta, Can Karaböcek, Cem Tezer, Cevriye Demir Güneş, Ceyhun Cengiz Akın, Cumhur Arslan, Cüneyt Köksal, David Grunberg, Derya Mengilli, Emine Gözde Özgürel, Emrullah Kılıç, Eyüp Sanay, Fatma Odabaşı, Fazlı Arslan, Fethi Gedikli, Gül Eren, Hacı Bayram Kaçmazoğlu, Halil İbrahim Düzenli, Hikmet Celkan, Hilal Görgün, Hüsameddin Erdem, Hüseyin Gazi Topdemir, İlkay Erdem, İsmail Köz, Kâmil Yeşil, Kemal Bakır, Kenul Bünyadzâde, Kevser Çelik, Kurtuluş Kayalı, Mehmet Akgün, Mehmet Ali Dombaycı, Mehmet Görmez, Mehmet Karaca, Mesud İnan, Murtaza Korlaelçi, Mustafa Erkal, Mustafa Günay, Mustafa Kara, Mustafa Kök, Mustafa Öztürk, N. Güngör Ergan, Naci Bostancı, Nasrullah Hacı Müftüoğlu, Necmeddin Tozlu, Necmi Uyanık, Nevzat Kösoğlu, Nuray Karaca, Nuray Kuray, Nurten Gökalp, Orhan, Okay, Osman Aydınlı, Ömer Hakan Özalp, Ömer Osman Sarı, Ömer Özden, Öner Necati, Rabia Karakoyun Gündoğdu, Rabia Karakoyun, Recep Batu, Recep Ertürk, Recep Kılıç, Recep Şentürk, Sadık Erol Er, Samed Bağçeli, Semra Uçar, Senail Özkan, Sönmez Kutlu, Suad Mertoğlu, Süleyman Dönmez, Süleyman Hayri Bolay, Şaban Ali Düzgün, Şengül, Çelik, Şükrü Hanioğlu, Tahsin Görgün, Tarık Tuna Gözütok, Uğur Odabaşı, Uluğ Nutku, Ümit Akça, Vâris Çakan, Yakup Yıldız, Yavuz Akpınar, Yavuz Unat, Yılmaz Özakpınar, Yılmaz Soyyer, Yusuf Kaplan, Yümni Sezen, Zeki Arslantürk Bu hacimli eseri hazırlamaktaki ilk hedefimiz, yeni nesillerimizin dedelerinin ve babalarının yakın geçmişte ortaya koydukları yaratıcı düşünceleriyle buluşmalarını sağlamak; her şeyi kendi gözleriyle görüp kendi akıllarıyla düşünmelerini temin etmek ve kendi ürettikleri fikirlerini kendilerinin tedavüle sürmelerine yardımcı olmaktır. Bu hususta önce aklımızı Batı'ya kiraya vermeyeceğiz veya onların aklını ödünç olarak alıp üzerine yatmayacağız. Çünkü sadece onlar düşünmüyorlar, biz de düşünüyoruz, biz de “imal-i fikir”de bulunuyoruz.
Bugün Türkiye, dünyadaki düşünce gündemini tespit ve tayin eden merkezde değil “çevre”de bulunmakta ve çoğu zaman merkezin tespit ettiği gündemlere bağlı olarak çevre durumunda hareket etmektedir.
Bundan dolayı ikinci hedefimiz, çevreden çıkıp merkezde yer almanın yolunun açılmasına yardımcı olmaktır. Aynı zamanda tarihte mensubu bulunduğumuz medeniyetimizin alternatif olarak ihyasına yardımcı olmak ve onun yeniden inşasında düşünce hayatımızın katkısını sağlamaktır.
Bu kitap, çağdaş Türk Düşüncesinin dünya düşünce arenasında görücüye çıkacak güçte olduğunu ortaya koymayı da amaçlamıştır. Düşünce hayatımızın “kendi tabii mecrası”na doğru gelişmesi devam ederse Türk düşüncesinin daha yeni ve daha özgün düşünceler üreterek dünya düşüncesine önemli katkı sağlayacağı muhakkaktır. Artık biz de Batılı düşünürlerin düşüncelerine göre kendimizi değerlendirme dönemini geride bırakarak, eskiden olduğu gibi, onların da bizim düşünce mahsullerimize bakarak kendi düşüncelerini değerlendirecekleri seviyeyi hedef almalı, sorunlarımızı kendimiz çözmeye yönelirken, ortaya koyacağımız çözüm tekliflerinin aynı zamanda başka toplumlar ve medeniyetler için de bir ufuk açabileceğinin farkında olmalı, böylece yeni ve evrensel fikirlerimizi daha çok üretme dönemlerine geçmeliyiz.
Gülhan Seyhun Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında Kurtuluş Savaşı’ndan çıkalı henüz savaştan çıkalı on altı yıl olmuştur. Yetim çocuklar hâlâ yetimdir ve bir kısmı belki büyümemiştir, şehit analarının acısı dinmemiş, gazilerin bir kısmının yaraları belki sarılamamıştır. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, devlet yetkilileri, askerler ve doktorlar savaşın acılarını yıllarca tecrübe etmiş kişilerdir. Kim bilir kaç canın yitip gittiğine tanık, geride kalanlarının acısına ortak olmuşlardır. Amaç bu ülkeye bir daha savaş yüzü göstermemektedir.
Savaşın eşiğinde bulunan Türkiye’nin dış politikadaki birincil amacı, ülkeyi savaşa sürüklememek, iç politikada ise orduyu her an savaşa girecekmiş gibi hazır tutmak olmuştur. Bu savaş topyekûn bir savaş olduğundan hazırlıklar da topyekûn olmuştur. Seferberlik ilan edilmeden sıkıyönetim ilan edilerek bazı birlikler sefer kadrosuna yükseltilmiş, askerî sağlık hizmetlerinde mevzuat ve teşkilat değişikliği yapılmış, artan personel ve malzeme ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda Kızılay tarafından orduda görev alacak hemşire ihtiyacının karşılanması için kurslar açılmış, askerlerin kışlık kıyafet ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik bağışlar toplanmış, ordu personeli ve sivil halk için gaz maskesi üretilmiş, sıhhi malzeme ve ilaç temin edilmiş, esir mübadelesi gerçekleştirilmiştir. Yine sivil bir yardım cemiyeti olan Yardımsevenler Cemiyeti de ordu ile işbirliği içinde olmuş, ordu hemşire ihtiyacının karşılanması ve askerî sıhhi malzeme ihtiyacını karşılamaya yönelik faaliyetlerde bulunmuştur. Diğer yandan birliklerin sağlık durumları denetlenerek önlemler alınmış, Gülhane Ankara’ya nakledilmiş, askerî hastanelerde gönüllü hastabakıcılık kursları açılmış ve bu hastanelerin yerleri ve kapasiteleri bağlı bulundukları birliklere göre değiştirilmiştir. Aynı şekilde askerin beslenmesi için toplumu kısıtlayıcı önlemler alınmış, güçlü ve sağlıklı asker yetiştirmek için spora önem verilmiş, askerin sağlığına yönelik propaganda faaliyetleri yapılmıştır. Bu dönemde askerin sağlığını yükseltmek için topyekûn çaba gösterilse de asker sayısının artması ve birliklerin sık yer değiştirmesi sonucu, toplumda sık görülen verem, tifüs, sıtma, çiçek gibi hastalıklar orduda da görülmüştür. Sonuçta yaklaşık yetmiş iki milyon insanın hayatını kaybettiği bu savaşa hazırlanma sürecinde topyekûn bedel ödenmiştir. Ancak Türk ordusunun savaşa sürüklenmemesi, asker ve sivil tüm toplum sağlığı için en büyük kazanım olmuştur.
Esin Kâhya Türklerin bilime yaptığı katkıların başlangıcı, Asya’da tarih sahnesinde ilk görüldüğü dönemlere kadar gidebilir. Bunlara bir örnek olarak On İki Hayvanlı Türk Takvimi verilebilir. Daha sonraki tarihlerde, İslam Dünyası’ndaki bilimsel faaliyetler içinde de Türklerin önemli katkılarına rastlamaktayız. Bunlara örnek olarak Harezmi, Farabi, Biruni ve İbn Sina’nın çalışmalarını verebiliriz.
Osmanlılar döneminde bilimsel çalışmalar önemini korumuştur. Bilimsel faaliyetin temelini teşkil eden yükseköğretim kurumları ve tedavi kurumlarında faaliyet gösteren bilim insanlarının birçok bilim dalında değerli çalışmalar yaptığı bilinmektedir: Kadızade-i Rumi, Ali Kuşçu, Takiyüddin vb.
Her ne kadar belli tarihten sonra Osmanlı Devleti’nde bilimsel faaliyetler yavaşlamışsa da varlığını sürdürmüş ve XVIII. yüzyıldan başlayarak yeni bir yapılanma içine girmiştir. XX. yüzyılda ise yeni bir ruhla kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti gelişen bilim ve teknolojinin ruhuna uygun bilim insanlarının yetişmesinde öncülük etmiştir. Bu dönemde yetişen Cahit Arf, Hulusi Behçet gibi bilime katkı yapan bilim insanlarımızı zikredebiliriz.

Bu kitap, Türklerin erken tarihlerden itibaren bilim dünyasındaki yerlerini ve bilime yaptıkları katkıları bazı örneklerle kısaca belirtmek için kaleme alınmıştır.
Burada genel çerçeveye uyularak her bir bilim insanı hakkında çok kısa bilgi verilmekle yetinilmiş; ayrıntıdan kaçılmıştır. Bu kitapta amaç, Türklerin genel anlamda bilime yaptıkları katkıları ayrıntılarıyla ele alıp anlatmak olmayıp, kısaca tarihi süreç içinde Türklerin bilime yaptığı katkıları vurgulamaktır.
Süleyman Hayri Bolay “Türk düşüncesinin Avrupalı olmasını istiyorsak onu geçmişimizle beslemeliyiz. Avrupa Medeniyetinin sırrı, her sözünde yaşayan geçmiş, her hamlesinde canlanan tarihtir. Orada hiçbir fikir, hiçbir güzellik müstahase (fasil) halinde kalmamış, her yeni dava eski bir davanın yorumu olmuştur.”
Sabahattin Eyüboğlu
“Eskiden de (zamanlarının geleneğine uyup Türkçe yazmamış olsalar bile) büyük filozoflar yetiştirmiş bir ulusuz biz. Türk düşünürlerinin katkısı olmasaydı Avrupa Rönesans'a ulaşamazdı.” “Descartes'ten yüzyıllar önce Gazalimiz vardı, bizim. N. Hartmann'dan daha mı az Farabimiz? Husserl'den neyi eksik Sühreverdi'nin? Mevlânâ'nın, Yunus'un, Pir Sultan Abdal'ın günümüzdeki o ünlü varoluşçulardan nesi daha aşağı? Şimdi kalkıp da 'Biz filozof olamayız' diye kestirip atmak son derece yanlış olur.”
Mermi Uygur
İsmail Doğan Bu çalışma, “Eğitimin Sosyal ve Tarihi Temelleri (ESTT) Anabilim Dalı”na vakfedilen uzun yılların tecrübe ve birikiminin bir ürünüdür. Eğitimi, Tarih, Felsefe ve Sosyoloji disiplinlerinin tecrübe ve tahlil denemesine uygun hâle getiren bu alan, eğitim bilimlerinin özel bir alanı olarak bu yapı ve işleviyle disiplinler arası çalışmanın da Türk üniversitelerinde kadim bir örneğini teşkil eder. Böyle bir akademik tecrübe ile eğitimi ve eğitim olgusunu sayısal düzlemde anlama ve açıklama gibi tek boyutlu, indirgemeci ve öykünmeci girişimler yerine sosyolojik ve kültürel bağlamı esas alan eklektik ve yorumcu bir yaklaşım denenmektedir. Türk Eğitim Tarihi, bu tür bir akademik hareketlilik alanına çok zengin bir malzeme sunmaktadır.
Bu kitap, Türk eğitim hayatının tarihsel bağlamda ortaya çıkan zengin tecrübe ve birikiminde pay sahibi olan temel unsurlarını, kurum ve kuruluşları; mütefekkir ve aydınları; Türk eğitim düşünce ve geleneğini ESTT ekseninde inceleyen ve takdim eden bir çalışmadır. Tarihte ve Türk Eğitim Tarihi’nde Araştırma Yöntem ve Teknikleri, Türk Eğitiminin Karakteristik Dönemleri ve Gelişme Eğilimleri, Türk Eğitiminin Öncü ve Bilge Şahsiyetleri, Cumhuriyet öncesinde Üniversite (Darülfünun) Girişimleri, Türk Dünyası Eğitim Birliği, Bilimin Coğrafi Hareketlilik Kabiliyetinde Türklerin Yeri, Kadın Eğitiminin Tarihsel Gelişimi gibi konular bu kitabın özgün bölümleri olarak öne çıkmaktadır.
Ahmet Uysal, Bahattin Çatma, Birol Bulut, Cengiz Taşkıran, Danyal Tekdal, Erkan Göksu, Erkan Göksu, Erol Koçoğlu, Fatih Kaya, Hasan Aydemir, Hülya Çelik, Mert Şen, Mesut Aydın, Muhammed Bilal Çelik, Mustafa Yılmaz, Orhan Yazıcı, Remzi Kılıç, Sena Coşğun Kandal, Sevgi Kübra Akdemirel, Turan Kaçar, Yalçın Karalı, Zafer Çakmak İnsanlık tarihi ile başlayan çeşitli kurumlar vardır. Aile, din, felsefe ve eğitim bu kurumlardan bazılarıdır. Eğitim öğretim olgusu ilk insan toplumlarından modern toplumlara kadar var olan bir gerçekliktir. İnsanlık tarihi kadar eski olan eğitim öğretim süreci bütün zamanlarda, bütün toplumlarda ve bütün coğrafyalarda, insan topluluklarının var olduğu her yerde eğitim ve eğitim kurumları olagelmiştir. İnsanlık âlemini kavim kavim, farklı diller konuşan, farklı inançlar taşıyan ayrı ayrı topluluklar hâlinde yaratan ve yaşatan bizzat Yaratıcı'dır. Allah'ın yarattığı milletler ailesinden tarihi en köklü ve en eski olan milletlerden biri de Türklerdir.
Türklerin bilinen tarihi yaklaşık on bin yıl kadar gerilere gitmektedir. Türk eğitim tarihi Türk adının, soyunun, dilinin, kültürünün, aile geleneklerinin, hayat tarzının, örf ve âdetlerinin nesilden nesile nasıl aktarıldığı ve yaşandığı konuları barındırır. Ulu önder Atatürk'ün “Türk gençliği, ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde güç bulacaktır.” sözü ile genç nesilleri geleceğe hazırlamak durumundayız. Eğitim öğretim tarihi içerisinde, insanlık ailesinin seçkin ve önde gelen bir temsilcisi olan Türk milletinin eğitim tarihinin de bu bağlamda ele alınması gerektiğini düşünüyoruz. İnsanlık tarihine ışık tutan, öncülük eden, binyıllar boyu yüzlerce farklı dil ve kültürden milletleri ve toplulukları, huzur ve barış içerisinde yöneten, sevk ve idare eden büyük bir medeniyetin eğitim tarihini ana hatları ile ortaya koymaya çalıştık.
21. yüzyılın Türk dünyası için birlik, beraberlik, kardeşlik ve dostluk yüzyılı olması dileğiyle…
Ayşegül Nihan Erol Şahin, Can Abdullah Günay, Ercenk Hamarat, Fatih Şahin, Filiz Evran Acar, Halük Ünsal, Mehmet Yavaş, Osman Sabancı, Özden Demirkan, Pınar Bilasa, Resul Sahetmammedov, S. Tunay Kamer, Sümeyya Çalık, Şahin Oruç, Tuğba Belenli Hazırladığımız bu kitabımızda uzun tarihî bir geçmişe sahip Türk eğitimi ile ilgili tarihî aşamalarını ortaya koymaya çalıştık. Kitap, tarihsel gelişimine uygun bir biçimde Türk eğitim tarihi ile ilgili bilgiler verecek biçimde hazırlanmıştır.
Türk Eğitim Tarihi kitabımızda eğitim tarihinde öne çıkan devletler, dönemler, kavramlar, kişiler, olaylar ve kurumların durumları detaylı incelenmiştir.
Nagihan Eren Adnan Menderes Hükümeti'ne 27 Mayıs 1960'ta askerî müdahale ile yönetimden el çektirilmesi, Türk siyasi tarihinin yirmi yıllık dönemini şekillendirecek gelişmelere neden olmuştur. Askerî müdahale sonrasında hazırlanan ve Türk demokrasi tarihinde liberal açılımlara öncülük eden 1961 Anayasası'na, dünyada yükselen Marksizm dalgası da eklenince Türk solu hızlı mesafe kaydetmiştir. 1968 dünya gençlik eylemleriyle ise sol kesimin aktivitesi zirve noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde sosyalist eğilimin Türkiye İşçi Partisi ile siyasallaşması, aydın kadrosunun ve basın-yayın organlarının devrim planlarıyla öğrenci, işçi, memur vb. örgütler üzerinde genişleme çalışmaları sol düşüncenin kitleselleşmesini sağlamıştır. Türk milliyetçileri bütün bu gelişmeler karşısında kültürel faaliyetleriyle çalışmalarına devam ederken Alparslan Türkeş'in Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisine (CKMP) genel başkan seçilmesiyle Türk milliyetçiliği fikri, siyasal alanda temsil edilmeye başlanmıştır. CKMP'nin 1969'da Milliyetçi Hareket Partisine (MHP) dönüşmesi ise Türk milliyetçiliği düşüncesine ivme kazandırmış, MHP, Marksizme karşı doktriner sağ düşüncenin temsilciğini yapmıştır. Devlet gazetesi, MHP'nin siyasi hayatına başlamasından kısa bir süre sonra yayın hayatına girmiş ve MHP'nin gayri resmî yayın organı olmuştur. Gazete, Türk milliyetçiliğinin fikir inşacılarını ve kanaat önderlerini bünyesinde birleştirirken milliyetçi tabana fikrî rehberlik yapmıştır. Bu çalışma ile Devlet gazetesinin Türkiye'de 1960 sonrasında başlayan ve 1980'li yıllara kadar devam eden toplumsal ve siyasal konjonktürel yapı içerisindeki yeri ve önemi ortaya konulmakta, Türk siyasi tarihi içerisindeki faaliyetlerine odaklanılmaktadır. Zira Devlet gazetesi bir basın-yayın organı sıfatından öte camianın fikri manada çatı örgütü ve kitleye olan etkisiyle de mobilizatör ve koordinatör olarak tanımlanabilir. Çalışmada, MHP'nin ve Devlet gazetesi bünyesinde birleşen milliyetçi kanaat önderlerinin siyasal düzen tasavvurları ile 1980 sonrasındaki siyasi sürecin inşasında etkili oldukları ortaya konmaktadır.
Ahmet Kanlıdere, Ahmet Yüksel, Ali Ahmetbeyoğlu, Emine Dingeç, Emine Erdoğan Özünlü, Erkan Göksu, Haşim Şahin, Kürşat Yıldırım, Muallâ Uydu Yücel, Müslüme Melis Çeliktaş, Ömer Soner Hunkan, Serkan Yazıcı Takriben MÖ 2500 yıllarından 20. yüzyılın başına kadar uzanan geniş yelpazede Türk Tarihi ve Kültürü'nü “etrafını câmi, ağyarını mani” bir şekilde ele almaya çalıştığımız bu kitap, hem lisans öğrencileri için hem de konuya ilgi duyan ve temel düzeyde bilgi edinmek isteyenler için hazırlanmıştır. Türklerin kökeni ve ilk yaşam alanlarından tarihte kurdukları ilk devlete, İslam ile tanışmalarından ilk Müslüman Türk devletlerine, Anadolu'da filizlenen Türk varlığından üç kıtaya hükmeden Osmanlı Devleti'ne kadar Türk tarihinin dönüm noktaları ile bu siyasi yapılara ait devlet teşkilatı ve kültür hayatını, alanın uzmanı hocaların kaleminden okuyacaksınız…
Cihan Özgün Türk yenileşme tarihinde, özellikle XVII. yüzyıldan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen süreçte, Batı’yı yakalamak amacıyla çoğu zaman sancılı, karmaşık ya da çelişik pek çok gelişme yaşanır. Bu süreçte Batı’yı tanımaya ve onun gelişmişliğini yakalamaya çalışan devlet ya da toplumun aydın kesimi, kendi içlerinde ön yargı, eleştiri, kuşku, öykünme, arayış, taklit, aktarım, sentez gibi birbirinden farklı tutum sergiler. Her ne olursa olsun Türk devletinin öncelikli hedefi, yenileşerek Batı karşısında kaybettiği üstünlüğünü tekrar kazanmak, toprak bütünlüğünü korumak, toplumun daha güven ve gönenç içinde yaşamasını sağlamak olur. Kayıp, gerileme ve dağılmayı önlemek için ortaya çıkan bu yenileşme refleksi, devlet, toplum ve ekonomi alanında kırılmalara, değişim ya da dönüşümlere kapı aralar. Bu eserde; yenileşme tarihinde örnek alınan Batı'nın değerlerinin aktarım süreci ve elde edilen kazanımlar incelenmiş, bu konu üzerine yapılan çalışmalar yeniden tahlil edilmiş, döneme ilişkin periyodik yayınlar, arşiv kayıtları, Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınan resmî raporlar ve belgeler değerlendirilmiştir.
Mehmet Kılıç Tarih, geçmişi günümüze ve geleceğe bağlayan zincirleme olay ve olgular bütünüdür. Gerek bireylerin, gerek toplumların ve ulusların geçmişlerini öğrenmeleri, geleceklerini planlayabilmeleri ve sağlam temeller üzerine kurabilmeleri için âdeta bir ön koşul niteliğindedir.
Uç beyliğinden büyük bir cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş destanı, üç kıtaya egemen oluşu, kazandığı zaferler ve bunu gerçekleştirirken uyguladığı yöntem ve stratejiler şanlı Türk tarihimizin günümüze ışık tutan önemli olay ve olgularıdır. Osmanlı İmparatorluğu üç kıtaya yayılışıyla 20.840.000 kilometre kare genişliğindeki coğrafyada uzun süre hüküm sürmüştür. Tarihî süreçte meydana gelen gelişme ve değişmelerin etkisiyle topraklarda küçülme ve ekonomik olarak zayıflama sürecine girmiştir. Takiben Mustafa Kemal Atatürk'ün öncülüğünde Türkiye Büyük Millet Meclisi ile yürütülen ve Türk milletinin atalarından aldığı güç ile topyekûn mücadele sonucunda kazanılan Kurtuluş Savaşı ile rejim değişikliğine gidilerek Cumhuriyet kurulmuştur.
Cumhuriyet, çok büyük bir olaydır. Dünyanın birçok ülkesinde kurulmuştur. Ancak Türk milleti için Cumhuriyet, ayrı bir öneme sahiptir. Cumhuriyet ile taçlanan mücadele süreci, aynı zamanda emperyalizme karşı kazanılan bir zaferdir. Yoklukla imkânsız başarılmış ve inanılmaz sorunların üstesinden birlik olunarak gelinmiştir. Bu başarının temel motivasyonu, “Türk'ün İnanılmaz Gücü”dür.
Ali Demirel, Aydın Çakmak, Banu Berber Babalık, Bülent Atalay, Bülent Yıldırım, Cansu Güleç, Dilşen İnce Erdoğan, Emre Feyzi Çolakoğlu, Esra Çetin, Ferit Yücebaş, Ferudun Ata, Gürbüz Arslan, Kemal Çiçek, Muhabbet Doyran, Nurullah Nehir, Remzi Bulut, Selcan Alperay Eraslan, Sinem Çelik, Ü. Gülsüm Polat, Zelkif Polat, Zeynep İskefiyeli Yaklaşık bin yıllık bir geçmişe sahip olan, kimi zaman dostluk ve iş birliği kimi zaman da anlaşmazlık ve çatışmaların var olduğu Türk-Ermeni ilişkilerini doğru bir şekilde analiz etmek, yapısal değişimlerin ve dönüşümlerin söz konusu olduğu mevcut dünya düzeninde hem Kafkasya coğrafyasının hem de dünya siyasetinin geleceği açısından oldukça önemlidir.
Türk-Ermeni ilişkilerine odaklanan ve ilişkilerin geleceğine yönelik öngörü sunmayı amaç edinen bu çalışma, ikili münasebetleri teorik bir çerçevede ele alarak Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen süreci, tarihsel olayları, ekonomik ilişkileri, askerî ve siyasi mücadelelerle güncel dinamikleri açıklamaya çalışmaktadır. Çalışmanın benzerlerinden en önemli farkı da buradadır: geçmiş ve gelecek arasında bağlantı kurabilmek. Sonuç olarak hem geniş bir tarihsel arka plan hem de bölgesel, sosyal, kültürel ve ekonomik yönler çerçevesinde kaleme alınan eserin, bu alanda çalışma yapan veya yapacak olan araştırmacılara yararlı olabileceği umut edilmektedir.
Emrullah Güney, Umut Güney Trakya'dan Nairi'ye, Karya'dan Pontos'a, Paflagonya'dan Pamfilya'ya, Misya'dan Kilikya'ya Anadolu'nun antik dönem bölgeleri... Ve içerde yer alanlar: Frigya, Galatya, Kapadokya...
Türkiyemizin geniş coğrafyasında her biri ayrı özelliklere sahip alanları bilmek, tanımak gerekiyor. Bu bölgelerde, Yunanistan'dan daha çok antik kent yer alıyor; İtalya'dan daha çok Roma beldesi bulunuyor. Agoralar, su kemerleri, yollar, tiyatrolar, tapınaklar... Dünyanın ilk plan üzerine kurulmuş beldeleriyle birer ürbanizasyon harikası bunlar. Yıkıntıları bile görkemli nice beldeler...
Tarihsel olaylar coğrafi mekânlarda ortaya çıktığı için bu kitaba "Türkiye Coğrafyasının Uygarlıkları" adı verildi. Yarımadalarımızda (Trakya ve Anadolu) yaşamanın bizler için özel bir anlamı vardır. Çünkü Asya'nın Ege Denizi'ne doğru sokulan yarımadası ile Avrupa'nın Asya'ya doğru uzanan yarımadası sıradan yereyler değildir. Daha doğru bir tanımla bu yarımadalar; birer kıta uzantısı değil, başlıbaşına birer anakaradır. Bu toprakları yurt olarak benimsemek, geçmişi bilmekle, kadim uygarlıkları tanımakla olanaklıdır.
Öğrencimize, öğretmenimize, turist rehberine, aydınımıza yararlı olması dileğimizdir.
Nâfi Atuf Kansu Nafi Atuf Kansu'nun Türkiye Maarif Tarihi adlı eseri, genç Cumhuriyet kadrolarının en çok önemsediği, ülkenin maarif meselesiyle ilgilidir. Eser, günümüzde de yaşanan birçok eğitimsel sorununun tarihsel kökenlerini göz önüne sermiş ve devralınan bakiyenin aslında çok da yeterli ol(a)madığı gerçeğini de bizlere göstermiştir.
Unutulmamalı ki tarih ders alanlar için asla tekerrür etmez. Eğitim tarihi de alınacak dersler ile doludur.
Ali Üremiş Bu çalışma; yeni açtıkları vatanda Türklüğü yaşatmayı başaran Selçuklu Sultanlarının, İç ve Batı Anadolu’da varlıklarını devam ettirebilmek için Türkmenlerin yollarını açık tutmak, ana üsleriyle bağlantılarını kesebilecek siyasi oluşumları önlemek, İslam medeniyetinin yüksek olduğu ülkeleri zapt edip hâkimiyet alanlarını genişleterek ad ve şanlarını unutturmamak, tabii sınırlara ulaşıp stratejik noktaları ele geçirmek gibi amaçlarla, doğuda yayılma siyaseti yönündeki azimli mücadelesini ana kaynaklara dayanarak ortaya koyan bir araştırmadır.
Sedat Halitoğlu Türk ve Fransız tarihinde önemli bir olay olan 1969-1974 yılında Türkiye'den Fransa'ya gerçekleşen Türk işçi göçleri, iki ülke geçmişinde önemli bir gerçekliği ifade etmektedir. Fransa'da bugünkü Türk nüfusunun bel kemiğini “1969-1974” yılları arasında vuku bulan Türk işçi göçleri oluşturmaktadır. Türk işçiler, 8 Nisan 1965 tarihinde Türk Dış İlişkiler Bakanlığı Genel Sekreteri Büyükelçi Ümit Haluk Bayülken ile Fransa'nın Ankara Büyükelçisi Bernard Hardion'un imzaladığı “Türkiye-Fransa İşgücü Antlaşması” usullerine göre Fransa'ya gönderilmiştir. 1965 yılında anlaşma imzalanmasına rağmen Türk işçilerin Fransa'ya gönderilmesi yol masrafları gibi iki ülke arasında uzlaşılamayan çeşitli konulardan dolayı gecikmiştir. Bu gecikme, iki ülke arasında yeniden imzalanan “30 Haziran 1969 tarihli Protokol” ile telafi edilmiş ve böylece işçilerin Fransa'ya gönderilmesine fiili olarak başlanmıştır.
Buna göre Fransa Hükûmeti'nin yetkilendirdiği Fransa Ulusal Göç Ofisi olan “Office National d'İmmigration”, Türk işçilerin seçimlerini ve kontrollerini yapmak üzere İstanbul Tophane'de bir Fransız misyonu kurmuştur. Türkiye'deki “İş ve İşçi Bulma Kurumu" da bu misyona yardım edecek şekilde yetkilendirilmiş, Türk işçilerin Fransa'ya nakilleri böylece başlamıştır. Altı yıllık süre neticesinde resmî olarak 55 bin 953 Türk işçisi, İş ve İşçi Bulma Kurumu vasıtasıyla Fransa'ya nakledilmiştir.
Bu kitap; Fransa'ya göç etmiş çilekeş Türk işçilerinin tarihin tozlu raflarında unutulmuş göç serüvenini Türkiye, Fransa ve Almanya arşivleri üzerinden takip ederek, tarih disiplini ekseninde birçok disiplini de işin içine katarak “Annales Ekolü” ve “Sosyal Tarih Yaklaşımı" ile ele almaktadır.

Vatandan ayrıldık geldik Paris’e
Dostlar bir müjdem var sizlere

Kader böyleymiş geldik Avrupa'ya
Gece gündüz yalvardık ulu mevlaya
Kurban olam gökteki yıldıza aya
Dostlar derneğimiz mübarek olsun
Mufty-Zade K. Ziabey Çeviri: Kezban Acar Amerika’da uzun yıllar yaşamış bir Osmanlı Aristokratı olan Müftüzade Kazım Ziya Bey’in yazmış olduğu bu kitap, bütün siyasi gelişmelerin arasında, 1920-1922’de, genel olarak Türkiye’deki, spesifik olarak da İstanbul’daki siyasi ve sosyal durumu yansıtması açısından son derece önemlidir. Uzun yıllar batıda yaşamış aydın bir Osmanlı aristokratının eskiye dair içten ve son derece önemli gözlemlerini, Osmanlı Devletinin yitip gitmesinden duyduğu hayal kırıklığı, şaşkınlık, kızgınlık ile yeniye-milli mücadeleye-duyduğu ümidini yansıtır.
Nihat AYTÜRK TÜRKLER, tarih boyunca büyük devlet ve imparatorluklar kurmuş, yüzyıllarca üç kıtaya hâkim olmuş; yönetim yapıları ve politikalarıyla bütün ülkelere örnek ve önder olmuş büyük bir millettir.
Türkler, 10. yüzyılda İslamiyet'i kabul ettikten sonra, İslam dünyasının hâkimi, hâdimi ve hâmisi olmuş; İslam kültür ve medeniyetini kurmuş ve geliştirmiş soylu ve yüce bir millettir. Türklerin bu başarılarının sırrı; güçlü ve köklü devlet ve teşkilat yapısına; ilme ve hukuka, adalet ve hoşgörüye dayalı yönetim anlayışına sahip olmalarıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet yapısı ve yönetim anlayışı da bu tarihsel temele ve birikime dayanmaktadır. Bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti devleti de günümüzde en büyük ve en güçlü devletlerden biridir.
Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk Milletinin bu üstün gücünü ve büyüklüğünü anlamak için şanlı ve soylu tarihini, devlet yapısını ve lider yöneticilerini; bu yöneticilerin üstün niteliklerini, başarı ve hizmetlerini bilmek gereklidir. Tarihte kurulmuş olan Türk devletlerinin teşkilat ve yönetim yapıları ile bu devletlerin olağanüstü yetenekli, deha sahibi lider yöneticileri yaşamları, uğraşları, zaafları, üstün nitelik ve özellikleri; hizmetleri, zaferleri ve eserleriyle bu kitapta objektif olarak ele alınmış ve anlatılmıştır. Nobel Yayınevi
Nurullah Çetin Irak ve Suriye eskiden birer Türk yurdu idi. Irak ve Suriye Türkmenleri Türkiye Türklerinin bir devamı ve akrabasıdır. Bugün Irak ve Suriye’de bulunan kadim Türk yurtlarının ismi olan Türkmeneli’nde Türkler, IŞİD ve Barzani peşmergelerinin zulmü altında yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bugün Türkmeneli’nde Türk köy ve şehirleri IŞİD ve peşmerge tarafından boşaltılıp işgal ediliyor. Türkiye varlığını koruyabilmesi için mutlaka Irak ve Suriye Türkmenlerine sahip çıkmalıdır.
Vesile Şemşek Türk İslam tarihinde önemli yere sahip Azerbaycan, siyasî ve kültürel anlamda Orta Çağ'ın başlamasıyla daima dikkat merkezinde olmuştur. XI-XV. yüzyıllar arası fetihler sonrası yayılan İslam medeniyeti, dünya tarihinin dönüm noktasını teşkil etmekte ve bu bağlamda Orta Çağ dünya medeniyet tarihinin de temelini oluşturmaktadır. Türklerin bölgeye gelişiyle Azerbaycan'da yeni bir dönem başlamış ve bununla birlikte de hemen hemen her alanda önemli gelişmeler sağlanmıştır. XI ve XV. yüzyıllar arasında Azerbaycan'da yapılan tüm ilmî ve kültürel faaliyetlerle sadece Müslüman Doğu'ya değil tarihî süreçte dünyaya ışık tutacak kadar başarılı çalışmalara imza atıldığı görülmüştür. Kitapta, Türkler döneminde Azerbaycan'da meydana gelen siyasî gelişmelerin yanı sıra bölgenin sosyal ve kültürel hayatı ile ilgili yerel kaynaklarda geçen bilgilerin ortaya çıkarılması, farklı yaklaşımların arka planının aydınlatılması ve olayların gerçek analizinin yapılması hedeflenmiştir. Böylece Orta Çağ'ın temel dinamiklerini oluşturan başlıca olay ve olguların merkeze alınarak objektif bir yaklaşım ile değerlendirmek suretiyle Türk İslam tarihine katkıda bulunmaktır.
Bekir Çelik Bu araştırmada Milli Güvenlik Kurulu Sekreterliğinin (MGKS) tarihçesi incelenmiştir. MGK Genel Sekreterliğinin öncülü olarak kabul edilen, 1933 yılında kurulan ve esas görevi milli seferberlik olan Yüksek Müdafaa Meclisinin (YMM) kuruluşu, değişen şartlara paralel olarak MGK Genel Sekreterliğine dönüşümü bütünsel bir süreç olarak ele alınmıştır. MGK Genel Sekreterliğinin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci çerçevesinde gerçekleştirilen anayasal ve yasal değişikliklerle günümüzdeki halini alışı da çalışmanın odaklandığı konular arasındadır. Söz konusu kuruluşun tarihçesi içsel süreci dışında, dünyadaki benzer organizasyonlarla yapısal benzerlikleri ve farklılıkları da incelenmiştir.
İslam öncesi ve sonrası Türk ve İslam devletlerinde kurultaylar ve şuralar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Divan, Meşveret Meclisi, Meclisi Âla vb. yapılar incelenerek, tarihsel bağlamda bu kurumların işlevi ele alınmıştır.
Cumhuriyet sonrası dönemde ise milli güvenlik çalışmalarının yapısı ve gelişimi ele alınmıştır. Bu bakımdan 1922 yılında Harp Encümeni'nin kuruluşu, gizli bir kararnameyle kurulan Yüksek Müdafaa Meclisinin kuruluşuna kadar geçen süreçte oynadığı rol üzerinde durulmuştur. Bu nitelikte bir kuruluşun ilk kez kanuni bir nitelik kazanmasına vesile olan 1949 yılında Milli Savunma Yüksek Kurulu ve 1961 yılında Milli Güvenlik Kurulunun kuruluşu da çalışmanın ana konuları arasındadır.
Ayrıca çalışmada 28 Şubat sürecinde Milli Güvenlik Kurulunun tutumu, sosyal ve siyasal yaşamdaki sonuçları detaylı bir şekilde incelenmiştir.