Gençlik Sosyolojisi \ 1-1
Güney Nair Genel olarak failleri ve mağdurları gençler olan şiddet eylemleri; hem olayların içinde yer alan gençleri hem de onların ailelerini, akrabalarını, öğretmenlerini, akranlarını kapsayan geniş bir kitleyi doğrudan etkilemekte, travmalara neden olmakta, toplumlarda ağır sosyo-ekonomik maliyetler yaratmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization)'ne göre gençlik şiddeti, en çok göze çarpan şiddet türlerinden birisidir.
Gençlerin aile, okul ve sosyal çevre üçgeninde oluşturdukları ilişkiler ve bu ilişkilerin seyri, ortaya çıkacak davranış kalıplarının da habercisidir. Gençlik döneminin en az sorunla atlatılması, sağlıklı yetişkinliğe olanak sağlayacaktır.
Elinizdeki çalışma, toplumların en önemli sosyal sorunları arasında yer alan gençlik şiddeti konusuna ışık tutarken, gençlere, anne-babalarına, öğretmenlerine, kendilerini ve sosyal ilişkilerini akademik boyutta anlama ve yorumlama olanağı sunmayı amaçlamaktadır.
Sabri Kaya Savaşlar, yoksulluk, aile içi sorunlar, anne babanın biri ya da ikisinin yokluğu, ihmal ya da istismar gibi pek çok nedenlere bağlı olarak aile bakımından mahrum kalan ve korumaya ihtiyaç duyan çocuk ve gençler, toplumsal uyumda ve sosyal ilişkiler geliştirmede önemli zorluk çeken bir grubu oluşturur. Korunma ve bakıma muhtaç olan bu çocuk ve gençler devlete ait çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, sevgi evleri ya da çocuk siteleri şeklinde örgütlenmiş yatılı bakım kurumlarında bakım, koruma ve gözetim altına alınır. Bakım kurumlarında kalan çocuk ve gençlerin sosyalleşmesi (toplumsallaşması) aile yokluğundan dolayı ilk olarak bakım altında bulunduğu kurumlar içinde başlar ve toplumsal rollerini bu yapı içinde öğrenirler.
Birçok araştırmada sosyal faktörlerin yanı sıra spor ve boş zamanları değerlendirme etkinliklerinin çocuk ve gençlerin kişilik gelişiminin ve sosyalleşmesinin belirleyici etkilerinin olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle korunma ve bakım altındaki çocuk ve gençlerin kişilik gelişimi ve sosyalleşmesinde bu etkinin daha da belirleyici olduğu açık ve net bir şekilde yapılan bu araştırmada ortaya çıkmıştır. Bu kitabın alanda bu konuya değinen kapsamlı ilk çalışma olarak alana katkı vermesi, bakım kurumlarındaki sosyal çalışmacılara, eğitimcilere, yöneticilere, spor ve rekreasyon liderlerine kaynak oluşturması temel amacını taşımaktadır.

Vahap Özpolat Türkiye'de farklı kimlikler ve kültürler arasında karşıtlıklara ve birbirine yabancılaşmaya neden olan tedavüldeki olumsuz algı ve ön yargıların, toplumun bir arada yaşama kültürüne, ülkenin birlik ve bütünlüğüne verdiği/vereceği zararın boyutları dikkate alındığında, farklı kimlikler ve kültürlere mensup bireyler veya gruplar olarak, birbirimizi tanımamızın, anlamamızın, empatiyle yaklaşmamızın ne kadar da acil bir ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlamda empati kurması ve kurulması gereken kesimlerden biri de Güneydoğu Anadolu gençleridir.
Sosyal ve psikolojik bir varlık olarak insan, genellikle durduğu yeri, verdiği kararı veya yaptığı tercihi tanımlanma biçimine ve yakıştırıldığı yere göre belirleme eğilimi gösterir. Bu durum, Güneydoğu Anadolu gençlerinin de ekseriyeti için geçerli olup onlara karşı özenli olmayı gerektirmektedir. Zira, onlarla ilgili yapılan tanımlama ve yakıştırmalar, onları kerhen de olsa yapılan tanıma uygun davranmaya, yakıştırıldığı yerde olmaya zorlayabilir. Oysa toplum olarak en acil ihtiyacımız, ülkedeki bütün renkleri, kültürleri ve kimlikleri kapsayacak bir kolektif bilince sahip olmaktır. Bu bilinç, bir diğerini tanımlamayı değil, tanımayı; yargılamayı değil, anlamayı; dışlamayı değil kapsamayı gerektirir. Bilinmelidir ki; ülkede herhangi bir kesimle yerleşik algılar ve ön yargılar üzerinden kurulan; dışlama, tanımlama ve yargılama içeren her türlü ilişkiden en çok zarar gören olgu, toplumun birlikte yaşama kültürü arzu ve iradesi olacaktır.
Birlikte yaşama kültürü bağlamında Türkiye için çözüm: Farklı kültür ve kimliklerin özgürce yaşamasına ve gelişmesine imkân verecek, ama aynı zamanda, çeşitliliğin muhtemel ayrıştırıcı etkilerinden toplumu korumak için farklılıklarla barışık, esnek ve kolektif bir üst kültürde uzlaşmaktır. Çoğulcu, geniş tabanlı olması gereken bu kültürün temel referansları, bünyesindeki kültürlerin kesişme noktaları; millî ve manevi değerlerimiz, insan hakları, demokrasi kültürü, vatandaşlık hakları ve görevleri ile ortak insani ve evrensel değerler olmalıdır.
Alptekin Keskin Neden Türkçe pop değil de K-Pop veya neden Kore? Doktor, mühendis, öğretmen, öğrenci, din görevlisi gibi her meslek grubundan ve her yaştan hayranı bulunan K-Pop'u çekici kılan unsurlar nelerdir? Bu kitap, dünyada ve Türkiye'de gençler arasında hızla yaygınlaşan K-Pop hayranlığını temel alan bir araştırmaya dayanmaktadır. Araştırmada K-Pop hayranlığı, BTS grubu ve hayran grubu olan ARMY üzerinden ele alınmıştır. K-Pop hayranlarının demografik özellikleri nelerdir? K-Pop hayranlarının aile hayat tarzları nasıldır? BTS'in gençlerin hayatındaki yeri nedir? Hayran olmanın anlamı nedir? Hayran olmanın bireysel ve toplumsal sonuçları nelerdir? Hayranların Kore kültürüne ve ürünlerine ilgisi nedir? Bunlar ve bunlar gibi soruların cevapları kitapta ortaya konmuştur. Ayrıca kitapta araştırma bulguları ile dünyanın diğer bölgelerindeki ARMY hayran grubu üyeleri ile ilgili yapılan araştırma sonuçları karşılaştırılmıştır. Böylelikle çalışma kapsamında Türkiye'de Z kuşağı gençliği olarak tabir edilen gençlik içerisinde önemli bir yönelimi gösteren K-Pop hayranlığı bireysel, toplumsal ve kültürel düzlemde sebep ve sonuçlarıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan çalışmada Güney Kore'nin yaratıcı endüstrilere olan teşvik politikaları ile Kore Dalgası'nın tüm dünyada yayılımının, ülkemizde karar vericiler için ekonomi politik açıdan dikkatle takip edilmesi gerektiği işaret edilmektedir.
Mehmet Zeki Duman, Bengül Güngörmez Akosman Hiç şüphesiz gençlik, insan hayatının en güçlü ve en dinamik dönemini oluşturmaktadır. Bu dönemin ayırt edici özelliği, gençte birtakım fizyolojik ve psikolojik değişikliklerin yanında umudun, heyecanın, dinamizmin ve geleceğe dair hayallerin çok yoğun bir biçimde yaşanmasıdır. Literatürde genellikle çocukluk ile yetişkinlik arasında bir geçiş evresi olarak da görülen gençlik aynı zamanda insan hayatının en bunalımlı ve değişken dönemi olarak da kabul edilmektedir. Zira bu dönemde, bireydeki bedensel ve ruhsal değişim, duygusal ve bilişsel gelişim en üst düzeye çıkmakta; karakter, kimlik, kişilik ve benlik oluşumu tamamlanmaktadır. Aslında gençlik, yeni bir gelişim evresini yaşayan gencin maruz kaldığı değişimin ve bu değişimin neden olduğu bunalım ve krizin ortaya çıkmasını ifade etmektedir. Bir değişim ve dönüşüm süreci olan gençlik, bireyin yeni ilişikler, alışkanlıklar, tutum ve davranışlar edinmeye ve anne-baba himayesinden çıkarak akran gruplarının ve sosyal çevrenin etkisinde hareket etmeye başlamasını ifade etmektedir.
Diğer bir deyişle, bireyin sosyal ve psikolojik açıdan olgunlaşması, bağımsızlık ve özgürlük yanlısı bir tutum takınması ve toplumda kimlik ve şahsiyet edinme çabasına girmesidir. Zira bu dönem, yetişkinliğe giden yolda çok önemli bir bariyer oluşturmakta, gencin çoğu zaman altından kalkamadığı çok boyutlu ve karmaşık sorunlara neden olmaktadır. Fırtınalı ve stresli bir süreci ifade eden gençlik, aynı zamanda bireyde, duygu-durum, değer-ahlak ve tutum-davranış noktasında dramatik bir değişime de yol açmaktadır. Hiç şüphesiz bu dramatik değişimin kendisini en çok hissettirdiği alanların başında ise din, dinî inanç ve dinî tutumlar gelmektedir. Özellikle 2000 ve sonrasında doğan ve literatürde Z Kuşağı olarak geçen gençlerin her geçen gün daha fazla modernleşen ve sekülerleşen Türkiye'de dinî hayata dair inanç ve tutumlarında nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşandığı ve bu değişim ve dönüşümde rol oynayan sosyal, ekonomik, kültürel ve politik faktörlerin neler olduğu sorusu, bu çalışmanın en önemli konusunu, sorununu ve kapsamını oluşturmuştur.
Arzu İçağasıoğlu Çoban, Ayşe Burcu Tunca, Aziz Şeker, Berkay Kabalay, Emre Özcan, Fatime Güneş, Gizem Aytaç, Gonca Polat, Hacı Çevik, Hande Uz Özcan, Mehmet Can Aktan, Melike Tekindal, Merve Deniz Pak, Seda Attepe Özden, Seval Bekiroğlu, Türkan Fırıncı Orman Gençlik öznelliği, günümüz toplumsal hareketlerinin daima itici gücüdür. Bu öznellik, maruz kaldıkları ayrımcılık kategorilerini yerinden etme gayretindedir. Gençler, bu bağlamda içinde bulunduğu sorunlardan çıkışı kendilerini üretken kılmada görmektedir. Bu, aynı zamanda yeni toplumsal hareketleri gençlik odağında çok daha farklı bakış açılarıyla kavramayı gerektirmektedir. Yeni toplumsal hareketlerin temsiliyet üstü niteliği gençliği bu odağa taşımaktadır. Buradan hareketle bu çalışma, gençliği hem içinde bulunduğu sorunlar hem de toplumsal dönüşümlerdeki gücü bağlamında irdelemeye çalışmaktadır.
Selahattin Turan, Ramazan Cansoy, Muhammet Emin Türkoğlu Bu kitap; gençlerin kendilerini keşfetme, tanıma, ifade etme ve doğuştan var olan potansiyellerinin ortaya çıkarılması ve temel liderlik becerilerinin geliştirilmesi için bir rehber niteliğindedir. Her genç kendine özgü bir dünyadır; delikanlıdır, hareketlidir ve arayış içindendir. Bu dinamik dönemde gencin kendisi ve ülkesi için doğru bir şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir. Özge bir ifadeyle bu kitap, gençlerde liderlik becerilerinin geliştirilmesine dönük bir kılavuz olarak hazırlanmıştır.
Kitap, gençlerde liderlik becerilerinin geliştirilmesine dönük dokuz modülden oluşmaktadır:
Birinci modül, liderliği anlamak;
İkinci modül, liderlik ve kendini tanıma;
Üçüncü modül, liderliğin yapı taşları;
Dördüncü modül, liderin davranışları;
Beşinci modül, hedef koyma ve ülkü sahibi olabilme;
Altıncı modül, sorun çözme ve karar verme becerileri;
Yedinci modül, iletişim becerileri;
Sekizinci modül, insani, millî ve özgün bir duruşa sahip olma;
Dokuzuncu modül, filmlerden liderlik.
Kitabın Ekler kısmında ise öğretmen için notlar, film değerlendirme soruları, okunabilecek ve liderlikle ilgili bazı kaynaklara yer verilmiştir.
Adem Solak Şiddetle Mücadele Vakfı, 27 ilde uygulanan bu büyük saha çalışmasıyla ”Ceza İnfaz Kurumlarında 12 bin ve liselerde okuyan 120 bin gence yüz yüze anket / mülakat uygulaması yoluyla ulaşarak” bütün zamanların en büyük “Gençlik ve Şiddet Raporu”nu ortaya koydu.
Onlarca bilim insanı ve yüzlerce uzmanla gerçekleştirilen bu raporda; gençlerin neden şiddete, suça, uyuşturucuya yöneldiğinin, nasıl mafyaya, çeteye, teröre katıldıklarının ve nasıl canlı bomba olduklarının apaçık nedenlerini bulacaksınız.
Tek tek bireylerin ve toplumun, bu bağlamda hangi risklerle karşı karşıya olduğunu ve ülkenin içinde bulunduğu sosyal riskleri önceden görmesi, bu bağlamda tedbirler alma fırsatı bulması ve daha da önemlisi, şiddetle/suçla mücadelenin daha etkin hâle gelebilmesi için devletten ve ilgili kurumlardan hizmet beklemesi her vatandaşın en doğal insan hakkıdır.
Bu bilimsel rapor, her bireyin hayat hakkının ne kadar değerli olduğunu ve aynı zamanda ne kadar risk altında olabildiğini en güncel gerçeklerle ortaya koyuyor.
“Bir devin can vermekten duyduğu acı, üzerine basıp çiğnediğimiz bir böceğin can vermekten duyduğu acıdan daha fazla değildir.”
M. Zeki Duman Gençlik, Değerler ve Hedonizm başlığını taşıyan bu çalışma, genelde toplumun en dinamik kesimini oluşturan gençlerin yaşam tarzını; düşünce, tutum ve davranışlarını, aile ve toplumla ilişkilerini, özelde de ailevi, ahlaki ve dinî değerlere yönelik bakışını ortaya koymayı amaçlamıştır. Böyle bir çalışmaya gereksinim duyulmasının başlıca nedeni, özellikle son yıllarda ülkemizde gençlere yönelik sıkça dile getirilen ve genellikle pejoratif denebilecek nitelikte birtakım olumsuz yorum ve değerlendirmelerin yapılmasıdır. Çoğu ön yargılardan oluşan bu yorum ve değerlendirmelerde, gençlerin gittikçe aile ve akrabalık ilişkileri başta olmak üzere sosyal, ekonomik ve politik yaşamdan koptuklarına; içinde bulundukları ortamlardan, kurdukları ilişkilerden, inandıkları değerlerden ve dolayısıyla da toplumsal ve kamusal yaşamdan soyutlandıklarına dair yaygın bir kanaatin hasıl olduğu ifade edilmektedir.
Burada gençlere yönelik toplumun çoğunda oluştuğu gözlenen iki temel eleştiriden söz etmek mümkündür. Bu eleştirilerden ilki, gençlerin toplumsal yapılara, değerlere ve kurumlara aidiyetlerinin kırılganlaşması, güven duygularının zayıflaması ve hatta kimi zaman kopması, ikincisi de kendi ebeveynleri başta olmak üzere akraba ve komşularla temaslarının azalması ve diğer aile üyeleriyle zaman zaman kuşak çatışması yaşamasıdır. Dolayısıyla günümüzde gençler, genellikle akademik, sportif, sanatsal veya kültürel alanda göstermiş oldukları başarılar(ıy)la değil daha çok aile ve toplumda yarattıkları sorun alanlarıyla yani uyumsuz davranışlarıyla, söz dinlemezlikleriyle, asabi ve fevri davranışlarıyla, özel yaşamlarıyla, arkadaşlık ilişkileriyle, giyim kuşamlarıyla, tüketim alışkanlıklarıyla, konformist ve hedonist yaşam tarzlarıyla gündeme geldiği gözlenmektedir.
Toplumda gençlere yönelik oluşan bu gözlem ve kanaatin ve kendilerine yöneltilen bu eleştirilerin ne derece doğru, gerçekçi ve adil olduğu sorusu, bu çalışmanın yapılmasının birinci gerekçesini; günümüz gençliğinin çoğu zaman söylendiği veya iddia edildiği gibi uzlaşmaz, asabi, hırçın, bencil, egoist, tembel, çıkarcı, tüketimci olduğu ve hedonist bir benlik, kimlik ve kişilik gösterdiği yargısı ikinci gerekçeyi; gençlerin aile içerisinde sürekli bir kuşak çatışmasına sebebiyet verdiği, toplumsal değerlerden koparak konformist bir yaşam sürdüğü yargısı da üçüncü gerekçeyi oluşturmuştur. Dolayısıyla çalışmanın, toplumun geleceğini oluşturan gençlerin hem yaşadığı sorunları hem de bir sorun olarak gösterilen tutum ve davranışlarını odağına aldığı söylenebilir.
Sıddık B. Yarman, İnci Zaim Gökbay, Şebnem Özdemir Hayata Bir Çocuk Bir Çocuğa Hayat projesi çocuk ve ergenlerde riskli davranışların tespiti ve önlenmesine yönelik tasarlanan matematiksel karar verme modeli ile çalışan bir programın önleyici atölyelerinin yapıldığı saha çalışmasıdır. Karar verme modellerine dayanarak, multidisipliner çalışma ürünü olarak gerçekleştirilen matematiksel model; güvenirlik çalışması yapılmış ölçme ve değerlendirme, Bisis altyapısına uygun çalışan riskli davranışların tespit edilmesiyle uzmana yönlendirilmesinde araç olarak kullanılabilecek mobil bir uygulamadır. Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Sıddık Yarman, Yürütücü Yardımcısı ve Genel Koordinatörü Yrd. Doç. Dr. İnci Zaim Gökbay'dır. Bu kitap, mobil uygulama tasarımı öncesinde gerçekleştirilen multidisipliner bir çalışmanın konu ile ilgili çalışanlar için başucu niteliğinde çıktısıdır.
Vefa Adıgüzel Siyasal katılım, siyasal sistemlerin önemli unsurlarından biri olup farklı düzeylerde ve şekillerde gerçekleşmektedir. Siyasete yönelik tepkiler, eylemler ve görüşler de siyasal katılımı içermektedir. Bu yüzden siyasal katılım sadece bir oy verme davranışı değildir. Bu kitapta, gençlerin siyasal katılımı tanımlanmaktadır.
Türkiye'de gençlik üzerine yapılan çalışmaların farklı ve kapsamlı olduğunu belirtmek gerekir. Gençlik ile ilgili konular siyasal ve sosyal değişimlerin etkisiyle farklılık göstermiştir. Gençlik olgusu farklı disiplinlerce ele alınmıştır. Ergenlik, yabancılaşma, eğitim, siyaset, kimlik, din, suç, şiddet ve teknoloji gibi konular üzerinde gençlikle ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Öte yandan sosyal bilimlerde din-siyaset ilişkisi, seçmen davranışı, siyasal katılım ve siyasal kültür gibi alanlarda yapılan çalışmalar da mevcuttur. Fakat kimlik, gençlik ve siyaset ilişkisini ele alan çalışmaların son yıllarda yaygınlık kazandığı görülmüştür.
Bugün gelinen noktada gençliğin mevcut durumu değerlendirildiğinde, gençlerin siyasi görüşlerde ve siyasi kültürde daha fazla karar alması ve geniş tabanlı bir katılım için ciddi bir dönüşümün gerekliliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Bu bakımdan, gençliğin siyasal katılımını ele alan bu çalışmanın bu yönde bir çaba olarak değerlendirilip alana katkı sağlayacağı düşünülmüştür.
M. Zeki Duman Günümüzde çağdaş ve geleneksel toplumların karşılaştığı en önemli sorunlardan birisi de din ve hukukla beraber tarihin en kadim kurumları arasında gösterilen ailenin geçirmekte olduğu değişim evresidir. Özellikle 19. yüzyılda Batı dünyasında sanayileşmeyle beraber meydana gelen büyük çaplı sosyal ve ekonomik değişimler, sadece ailenin geleneksel ve hiyerarşik yapısını dönüştürmekle kalmamış, aynı zamanda kadının, hem bir özne olarak kamusal alana çıkmasını ve dolayısıyla sosyal hayata katılmasını hem de işgücüne katılarak da aile bütçesine katkı sunmasını sağlamıştır. Böylece modernleşmenin ve kapitalist sistemin yarattığı sosyal düzende geleneksel toplumun aile kurumuna ve özellikle de kadına yüklediği rol ve sorumluluklar da değişmeye başlamıştır.
Tarım toplumunun geleneksel üretim ve tüketim ilişkisinden koparak kapitalizmin pazar ekonomisine eklemlenen aile kurumu, hem yapısal hem de kurumsal açıdan hızlı bir değişime maruz kalmış ve bu süreç en başta aileyi kuşatan cinsiyetçi rollerin ve inançların ama daha da önemlisi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ve erkek egemen kültürün yeniden üretildiği aile kurumunun sorgulanmasına yol açmıştır. Nasıl sorgulanmasın ki! Aile, bireyin dış dünyanın acımasız koşullarından kaçıp sığınabildiği tek alan olmasına karşın, özellikle kadına yönelik şiddetin, baskının, sömürünün ve istismarın da en çok yaşandığı ve görüldüğü bir yer olmaktan da çıkamamıştır. Patriarkal ideolojinin kuşattığı günümüz ailesinde hâlen hem eril kültür hem de toplumsal baskı had safhadadır.
Günümüzde aile kurumu içinde yaşanmakta olan bir diğer sorun da genellikle günlük yaşam pratiklerinde, anne babalar ve çocuklar arasında meydana gelen kuşak çatışmasıdır. Gençlerle yetişkinler arasında yaşanan duygu, düşünce, tutum ve değer farklılıkları, en çok aile içi ilişkilerde ortaya çıkmaktadır. Geleneksel ve dinsel değerlerin gölgesinde büyümüş olan eski kuşaklar, toplumsal düşünüş ve davranış normlarına, yerleşmiş ve kemikleşmiş değer yargılarına sımsıkı sarılarak tutucu bir kimlik ortaya koyarlarken, kitle iletişim endüstrisinin ürettiği popüler kültürün etkisiyle yetişmiş olan yeni kuşaklar ise otoriter ve baskıcı olduğunu düşündükleri aile kurallarına, ebeveynlerinin muhafazakâr dünya görüşlerine karşı çıkmakta ve teknolojiyle sosyalleşerek tüketimci, hedonist ve bireyselleşmiş bir kimlik ortaya koymaktadırlar.
Kuşak çatışmasının birçok farklı değişkeni bulunmaktadır. Bu değişkenler arasında en çok öne çıkan ve aynı zamanda bu çalışmanın da temel tezini oluşturan görüş şudur: Farklı dönemlerde ve farklı kültürel değerlerle sosyalleşmiş olan bireyler, gerek duygusal ve düşünsel gerekse de normatif değerlerde ayrışmakta ve farklılaşmaktadırlar. Eski kuşakla yeni kuşağın yaşamdaki temel referans kaynakları farklı olduğu için de doğal olarak olay ve olgulara yaklaşımları da ayrışmakta ve bu ayrışma, günlük pratik yaşamda özellikle aile içinde yetişkinlerle genç kuşaklar arasında somutlaşmaktadır. Kuşak çatışması, kimi zaman aile üyeleri arasında kalp kırıklığı, güvensizlik ve duygusal taşkınlık gibi sonradan telafisi mümkün olmayan sonuçlara da yol açabilmektedir.
Begüm Çardak, Engin Avcı, Murat Koçanlı, Naci Akdemir, Nevzat Tekneci, Özge Gülver Uluslararası örgütler ve sivil toplum kuruluşlarınca yayımlanan raporlar, her yıl on binlerce çocuğun, devlet dışı gruplar ve terörist örgütler tarafından istismar edildiğini göstermektedir. Dünyadaki silahlı çatışmalar çoğaldıkça, artan sayıda çocuk silahlı şiddete maruz kalmaktadır. Zorla veya kandırılarak silah altına alınan ve çatışmaya zorlanan bu çocuklar, hayatlarını kaybetmekte veya sakat kalmakta, hayatta kalmayı başaranlar ise ömürleri boyunca psikolojik travmalarla baş etmeye çalışmakta ya da suç ve şiddet dünyasının öznesi veya mağduru hâline gelmektedirler.
Uluslararası ve ulusal hukuki düzenlemelere rağmen, çocuklar doğrudan veya dolaylı olarak silahlı çatışmalarda kullanılmaya devam edilmektedir. Türkiye'de de terörist örgütlerin hedefinde yer alan çocuklar, birçok yasa dışı faaliyette istismar edilmişlerdir. PKK terör örgütünün teröre sürüklediği çocukları konu edinen bu kitap, nicel verilerin çok sık görülemediği güvenlik ve terörizm çalışmalarına veri temelli katkı sağlamayı amaçlamaktadır. Kurumsal bilgiye ve bilimsel analize dayalı bulguların, sorunun kaynağının tespit edilmesinde, çözülmesinde ve önleyici politikaların geliştirilmesinde hayati önem taşıdığı düşünülmektedir.
Araştırmada ulaşılan sonuçlar, aile ve sosyal çevrenin çocukların teröre sürüklenmesinde önemli bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Çocuklar çoğunlukla aile içi sorunlar yaşayan, ekonomik güçlükleri olan, kalabalık ailelerde ve göç gibi nedenlerle sosyal bütünleşmede sorun yaşayan, çeşitli sorunlar nedeniyle bir çıkış yolu, yeni bir kimlik veya yeni bir hayat arayışı içinde olan, eğitim ve öğretim süreçlerini tamamlayamamış bir profil oluşturmaktadırlar. Sosyal kontrolün zayıf olduğu bu grupların, örgütün, örgüte yakın siyasi oluşumların veya daha önceden örgüte katılmış kardeş, arkadaş ve akrabaların telkin ve propagandasına karşı korumasız oldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, terörist örgütlerin çocuklara yönelik propagandalarının önlenmesi ve karşı propaganda geliştirilmesi öncelikli bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır.
Muhammed Ferit Duman Bu kitap; sosyolojinin konusuna giren suçun, kamusal ol(a)mayan alan(lar)da oluşan suç habitatlarının ve suçlu habituslarının bir ürünü olduğunu iddia etmektedir. Bunu ispat edebilmek için ise Habermas ve Bourdieu'nün metinlerine ve alan çalışmasına yaslanarak sosyolojik bir yaklaşım önermekte ve bu yaklaşım üzerinden suçu en iyi şekilde anlamamıza imkân sağlayacak kesimi -suçlu gençliği- mercek altına almaktadır.
Bu kitap ile ülkemizdeki suç ve gençlik literatürüne özgün bir katkı sunulmaya çalışılırken aynı zamanda gerçekten “Suçlu gençlik mi?” sorusunun cevabı verilmeye çalışılmıştır.
Ömer Alkan, Erkan Oktay, Şeyda Ünver Şiddet olgusunun, insanlık tarihi kadar eski olduğu, ancak bununla birlikte modern dünyanın üstesinden gelmekte zorlandığı bireysel ve sosyal bir gerçek olduğu bilinmektedir. Yaşamımızın hemen hemen her safhasında karşılaştığımız şiddet, boyutları giderek artan ve önüne geçilemeyen bir şekilde birçok kişinin hayatını, fiziksel ve ruhsal sağlığını, huzurunu ve mutluluğunu etkileyen gizli bir tehlike olarak varlığını sürdüren bir olgudur. Şiddetin bu denli yaygınlığı ise insan yaşamının kaçınılmaz bir parçasıymış gibi algılanarak sessiz bir kabullenişe neden olmaktadır.
İnsanoğlu gelişiminin hemen her safhasında şiddet içerikli davranışlar görebilmekte ve gösterebilmektedir. Bu safhaların biri de kuşkusuz genç yetişkinlik dönemidir. Üniversite gençliği, fiziksel gelişme ve değişme dönemini henüz tamamlamıştır ve psikolojik gelişmeleri açısından yetişkinlik öncesi dönemi yaşamaktadır. Bu gençlik kesimi süreklilik kazanacak bir kimlik ile hayata atılma ve sosyal bir statü kazanma çabasındadır. Üniversite gençliği ülkenin yönetim ve kalkınmasında önemli sorumluluklar alma safhasında olan bir kesimdir.
Ülkemizde de öğrenciler üniversite yıllarını genç yetişkinlik döneminde geçirmektedir. Ergenlik döneminin karmaşasının yanında farklı bir şehirde eğitimini sürdürme, o şehrin kültürüne ve çevresine adapte olmaya çalışma, bir mesleğe hazırlık için gerekli çalışmaları yapma gibi birçok sorun ile başa çıkılması gerekmektedir. Ayrıca karşı cins ile kurulacak olan yakın ilişkiler de genç yetişkinlik döneminin başa çıkılması gerekli sorunlarından birisidir. Üniversite gençliğinin gerek flört ilişkilerinde gerekse iletişim hâlinde oldukları bireylere yönelik şiddete eğilimlerinin incelenmesinin ve şiddet sonucu ortaya çıkan problemlere çözüm bulunmaya çalışılmasının sağlıklı bir toplum oluşturmada önemli olduğu düşünülmektedir.
Bu çalışmada Atatürk Üniversitesinde eğitim ve öğrenimine devam eden üniversite öğrencilerinin şiddete eğilimleri ölçülmüş ve öğrencilerin şiddete eğilimleri üzerinde etkili olan demografik ve sosyo-ekonomik özellikler ile çeşitli şiddet faktörleri araştırılmıştır.
Selim Günüç Öğrenme, sadece derste gerçekleşmez. Kalıcı ve etkili öğrenmeler için öğrencinin psikolojik olarak eğitime hazır olması; öğrenmeye, derse, öğretmene, arkadaşlarına, kampüse ve üniversiteye bağlı olması gerekir. Başka bir ifadeyle; öğrenmenin özellikle de psikolojik zemini, sınıfa gelmeden önce, önemli ölçüde kampüsün girişinde ve hatta kampüse ulaşımda başlar.
Bu kitapta; “Öğrenci bağlılığı nedir?, Öğrenci bağlılığı neden önemlidir?, Öğrenci bağlılığını artırmanın yolları nelerdir?, Öğrenci bağlılığı ve öğrenme, başarı, eğitim süreci arasındaki ilişkiler nelerdir?, Öğrenci bağlılığı hangi faktörlerden etkilenir? Eğitimde teknoloji entegrasyonu nedir nasıl sağlanır?, Öğrenci bağlılığı ve teknoloji entegrasyonu arasında nasıl bir ilişki vardır?, Öğrenci bağlılığını açıklamaya ve anlamaya ilişkin geliştirilen kuram ve modeller nelerdir?” gibi sorular ve daha fazlası bu kitapta yanıtlanmaya çalışılmıştır. Ayrıca, bu kitap ulusal bağlamda yazılmış ilk kitap olması nedeniyle önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Bu nedenle; öğrenci bağlılığı kapsamı içinde birçok ilişkili kavram da Türkçeleştirilmiş, tanımları yapılmış ve ulusal literatüre kazandırılmıştır.
Bu kitap; üniversitelerdeki yöneticilerin (dekanlık ve rektörlük), öğretim elemanlarının ve politika yapıcıların faydalanacağı ve kurumlarını özellikle fiziksel anlamda geliştirmelerinde kullanacakları bir rehber kitabı olarak da görülebilir. Ayrıca, eğitim fakültelerinde bir ders kitabı olarak da okutulabilir. Böylelikle, gelecekte öğretmen olacak öğretmen adaylarının kendi öğrencilerini nasıl derse ve okula bağlayacakları konusunda bilgi ve beceri sahibi olmaları lisans eğitiminde sağlanabilir. Son olarak bu kitap, öğrenci bağlılığı alanında çalışma yapmak isteyen araştırmacıların öğrenci bağlılığı konusuna ilişkin birçok kavram ve konunun temeline ilişkin bilgilerden yararlanacağı bir kaynak niteliğindedir.