Fransızca \ 1-1
Veli Urhan Kişiliğin tanımının temelinde ilişki kavramının son derece önemli bir yeri vardır. İnsanın; kendisiyle, Tanrı'yla, doğayla, öteki insanlarla ilişkisi onun kişiliğinin oluşmasında ve gelişmesinde temel bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu eserdeki araştırma ve inceleme alanında kendilerine yer verilmiş olan personalist filozofların hepsi, kişilik kavramının karşılığı olarak bilinç (conscience) ve ilişki (relation) kavramlarını kullanırlar. Bilinç, bir insanın bir nesneyle ya da başka bir insanla ilişkisinin sonucudur. Kendilerinin dışındaki nesneler ya da insanlar ile ilişki kurabilen iki varlıktan biri Tanrı diğeri insandır. Bu bakımdan varlıklar içerisinde bilinç sahibi olan iki varlıktan biri Tanrı diğeri insandır. Eğer kişi olmak bilinçler arası ilişki ile ancak mümkün ise, o zaman ancak Tanrı'nın ve insanın kişiliğinden söz edilebilir. Konusu ister insanın kişiliği isterse Tanrı'nın kişiliği olsun personalizm, bilinç ve bilinçlerin karşılıklı ilişkisi üzerine yapılan bir felsefedir. Bu yönüyle personalizm ilk bakışta bir rasyonalizm ya da spritüalizm olarak anılmaya yatkın görünmekle birlikte pek öyle değildir. Fransız personalizminin üç önemli filozofu olan; Renouvier, Mounier ve Nédoncelle'in, insanın ve Tanrı'nın kişiliği hakkındaki düşüncelerinin öncüleri konumunda olan Fransa dışındaki bazı düşünürlerin de burada anılmasının, kişilik kavramının gelişmesinin izlenmesi bakımından yararlı olacağı kanısıyla konuya ilişkin çalışmalar ve araştırmalar yürütülmüştür.
Postmodernizm gibi personalizm de bir modernizm eleştirisidir.
Sinem Çapar İleri The novelty, movement, and transformative nature inherent in the act of traveling also lead to the tendency of travel writers to adopt an original perspective during their travel/writing activities. In the examination of the travel writing examples to be discussed in this book, the focus will be on British women travelers and 18th and 19th century Istanbul. In the transformative nature of the act of traveling, British women travelers who went beyond the century they lived in and experienced the act of writing developed their own perspectives during their overseas travels, often with the help of a male family member, under the shadow of a male-dominated, colonial society. As a result, they wrote about their own inner adventures as the other of men in Istanbul, which was seen as the capital and symbol of the Ottoman society that was positioned as the oriental other at that time. The period between the 18th century and the beginning of the 20th century, which is specifically selected in this book, starts with Lady Mary Montagu, the first writer to analyze the Ottoman Empire in English literature, and ends with Grace Ellison, one of the significant 20th century feminist journalists and writers. Thus, it will be seen through theories of space how British women travel writers wrote about the image of the east with an alternative language, specifically in the Ottoman capital of Istanbul.