Bölgesel Çalışmalar \ 1-2
Adnan Dal, Ahmet Civanoğlu, Aslıhan Genç, Ayşegül İnginar Kemaloğlu, Berksan Gülsoy, Bora İyiat, Burak Yalım, Burcu Özsoy, Can Uyar, Cavit Emir Güngören, Cemile Arıkoğlu Ündücü, Dilek Kütük, Doğacan Başaran, Ebru Caymaz , Efe Can Müderrisoğlu, Elnur İsmayıl, Emrah Kaya, Emre Kalay, Enes Deşilmek, Gökhan Bata, Göktuğ Sönmez, Gözde Söğütlü, Henry A. Kissinger, Hüseyin Korkmaz, Joseph S. Nye, Klaus Dodds, Merve Kanmaz, Mustafa Burak Şener, Neriman Hocaoğlu Bahadır, Neslihan Topcu, Nusret Sinan Evcan, Onur Limon, Özgenur Çaputlu, Özgün Oktar, Özgür Demirayak, Pelin Aliyev, Saim Çelik, Salih Yılmaz, Seda Gürel, Selinay Ergenç, Servet Karagöz, Sinan Yirmibeşoğlu, Sohbet Karbuz, Şeyma Kızılay, Tajudeen Sannİ, Tarık Oğuzlu, Tolga Erdem, Tuba Yıldız, Ümran Güneş, Veli Özdemir, Y Barbaros Büyüksağnak, Yasin Özbey, Zabihullah Dashti, Zehra Ayvaz, Zeynep Duran “Bölgesel zorlukları ve sorunları anlamlandırmak, bölgelere ilişkin çok boyutlu unsurların farkında olan bir yaklaşımı beraberinde gerektirecektir. 21. yüzyıldaki çevresel, kültürel, ekonomik, politik ve teknolojik değişimler, bölgeyi ve bölgeseli sabit sonuçlardan ziyade süreç olarak nasıl kavramsallaştırdığımız ve analiz ettiğimiz konusunda zorluklar yaratmaya devam edecektir. Bölgenin bölgesel olarak sabitlenmiş ve açıkça tanımlanmış konteyner benzeri görünümü yeterli olmayacaktır. Bu kitap, bölgeye nasıl, nereden ve neden yaklaşabileceğimize dair hoş bir genel bakış sunmakta ve bunu entelektüel olarak cömert bir biçimde yapmaktadır.”
Klaus Dodds
Royal Holloway University of London
Abdürreşit Celil Karluk, Ahmet Bülbül, Ahmet Gedik, Ahmet Sapmaz, Alimcan İnayet, Altay Atlı, Arzu Al, Aslıhan Genç, Aybüke Serttaş, Bayram Öztürk, Burulkan Abdibaitova Pala, Can Donduran, Can Kalkavan, Ebru İlter Akarçay, Efe Can Gürcan, Emre Kartal, Ensar Küçükaltan, Erdal Ayık, Erhan Büyükakıncı, Esra Bayhantopçu, Esra Hatipoğlu, Fahri Erenel, Ferdi Güçyetmez, Gamze Helvacıköylü, Giray Saynur Derman, Gonca Oğuz Gök, Gökhan Koçer, Gülnora Saidakhmedova, Gürsel Tokmakoğlu, Hanefi Yazıcı, Hasan Hakses, Haydar Çakmak, Hayri Kaya, Iraz Haspolat Kaya, İrfan Kaya Ülger, İsmail Ermağan, M. Cem Oğultürk, Mehmet Fatih Argın, Melik Ertuğrul, Meral Balcı, Mesut Hakkı Caşın, Meysune Yaşar, Murat Yorulmaz, Mustafa Ateş, Mustafa Çakır, Müge Yüce, Nur Çetin, Nurşin Ateşoğlu Güney, Oktay Küçükdeğirmenci, Onur Gönülal, Onur Limon, Ozan Örmeci, Öner Akgül, Övgü Kalkan Küçüksolak, S. Gülden Ayman, Salih Yılmaz, Sami Ullah, Savaş Biçer, Serdar Yılmaz, Sezai Özçelik, Sezin Ünal Miçooğulları, Sina Kısacık, Suat Eren Özyiğit, Taner Yıldız, Tolga Bilener, Tolga Sakman, Türkan Melis Parlak, Vişne Korkmaz, Yaşar Onay, Yılmaz Yurtseven, Yunus Ertuğrul Bal, Yusuf Yıldırım Çin; hem kendine özgü medeniyeti, dünya algısıyla hem sahip olduğu askerî, ticari, ekonomik, demografik gücüyle dünya siyasetine yön veren aktörler arasında yer alabilecek bir profil çizerek tüm dünyanın dikkatini üzerine çekmektedir.
Tarihî İpek Yolu ile dünya ticaret ve ekonomisinde yüzyıllar boyunca etkisini gösteren Çin'in, günümüzde de bu güzergâhı Tek Kuşak Tek Yol Girişimi ile canlandırıp küresel sermaye üzerinde alternatif pazarlar oluşturmak istemesi kimi siyasi aktörler üzerinde tedirginlik kimileri içinse memnuniyet yaratmaktadır. Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip Çin'in gerçekleştirdiği kültürel devrim ve ekonomik girişimlerle dünya siyaset ve ekonomisinde adından sıkça söz ettireceği, potansiyelini daha da artıracağı tahmin edilmektedir.
21. Yüzyılda Bütün Boyutlarıyla Çin Halk Cumhuriyeti isimli bu kitap; Çin'in potansiyelini tarih, eğitim, kültür, ticaret, askeriye ve birçok alanda farklı bakış açılarıyla incelemektedir. Bu nitelikleriyle kitabın uluslararası siyaset alanında köşe taşı hatta mihenk taşı olacağı umulmaktadır.
A. Cemal Saydam, Abdullah Pekel, Ahmet Akçam, Ayşe Nur Tütüncü, Cavid Abdullahzade, Cemal Taluğ, Erdem Denk, Erkan Akdoğan, Funda Keskin Ata, Haluk Karadağ, Hüseyin Pazarcı, Merve İrem Yapıcı, Pınar İpek, Sedat Tenker, Utku Yapıcı, Yunus Can Polat, Yücel Acer Uluslararası antlaşmaların “Türk Boğazları” olarak tanımladığı İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi, hem uluslararası ulaşım ve ticaret hem de uluslararası güvenlik açısından büyük önem taşımaktadır. Bir yandan tarih boyunca önemli havzalar olan Orta, Kuzey ve hatta Doğu Asya ile Avrupa arasında her dönem başlıca ürünlerin taşındığı bir doğal alışveriş güzergâhı söz konusudur. Bu sosyo-ekonomik zemin, Türk Boğazları'nı askeri-stratejik önemi her seferinde yeniden anlaşılan bir merkez niteliğine de büründürmektedir.
Nitekim binyıllar boyunca farklı gruplar, imparatorluklar ve hatta medeniyetler arasında çekişme konusu olduğu ölçüde bir cazibe merkezine de dönüşen Boğazlar, ulus-devletler çağının bölgesel ve küresel rekabetlerini de yoğun olarak hissetmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı'nda tarafların en önemli çarpışma ve hatta sonuçta uzlaşı zemini olan Boğazlar, stratejik önemini sadece karşıt kutupların askeri kaygılarına borçlu değildir. Özellikle büyük büyük kriz anlarında gündeme gelen argümanlara bakıldığında, tarafların sosyo-ekonomik, kültürel ve hatta dini söylem ve beklentilere de yansıyan daha büyük bir fay hattı söz konusudur sanki. Dolayısıyla, Karadeniz'le birlikte düşünüldüğünde, Türk Boğazları'nın güvenliğinin sağlanması hem bölge hem de aslında tüm dünya devletlerinin ortak çıkarına gibi gözükmektedir.
Bu nedenle olsa gerek, Boğazlar Rejimi'ni tüm tarafların bir şekilde lehine olacak şekilde belirleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi önemini her daim hissettirmektedir. En son Ukrayna Savaşı sırasında tekrar görüldüğü gibi.
Emre Feyzi Çolakoğlu ABD Dış Politikasında Türkiye ve Türk Siyasal Yaşamı (1919-1939) başlıklı bu çalışma, uluslararası ilişkiler literatüründe iki savaş arası dönem olarak tanımlanabilecek bir zaman dilimi içerisinde ABD'nin dış politika oluşturma pratiği, Yakın Doğu ve Türkiye politikası ile Türk iç siyaseti üzerine ilgisi, bilgisi ve tutumu meselelerine odaklanmaktadır. Çalışmada, ilk olarak ABD dış politika yapım süreci, bu sürecin etkenleri, aktörleri ve bu aktörlerin rolleri tarihsel gelişmeler ışığında analiz edilmektedir. Bu analizin ardından ABD dış politikasının I. Dünya Savaşı öncesi, esnası ve sonrasında geçirdiği dönüşüm, kavramsal bir tartışma çerçevesinde irdelenmektedir. Daha sonra bu kavramsal tartışmayı ABD'nin iki savaş arası dönemde Yakın Doğu bölgesi ve Türkiye'ye yönelik dış politikasının analizi izlemektedir. Çalışmada son olarak Türk iç siyasetinde yaşanan siyasi, iktisadi ve toplumsal gelişmelerin ABD diplomatik, ticari ve askerî temsilcileri tarafından ne şekilde takip edildiği, raporlandığı ve yorumlandığı incelenmektedir.
Mehmet Çağatay Abuşoğlu Grand strateji, devletlerin uzun vadeli planlarını, argümanlarını ve dış politikaları arasındaki örüntüyü incelemektedir. Bu inceleme üzerinden devletlerin dış politikalarının ardındaki siyasi mantığın anlaşılması önemli bir aşamadır. Dahası, mevcut siyasi mantığın çözümlenmesi, incelenen devletin gelecekteki dış politika davranışlarına dair öngörü geliştirilmesini sağlayabilecektir. ABD, askeri gücüyle, dış politika argümanlarıyla ve oluşturduğu ittifak ilişkileriyle uluslararası sistemin etki düzeyi en yüksek aktörlerinden birisidir. Bu denli önemli bir aktörün ortaya koyduğu politikalar bilhassa güvenlikleri sebebiyle diğer tüm devletleri ilgilendiren bir konudur. ABD'nin grand stratejisi üzerinden incelenmesi ve bu gücün dış politikasına yönelik tespitlerin yapılabilmesi, Orta Doğu'daki mevcut ve gelecek durumun yanı sıra Türkiye'nin karşılaşabileceği güvenlik sorunlarının anlaşılabilmesi için önemlidir. Bu çalışmada ise ABD grand stratejisi, kuruluş itibarıyla incelenmiş ve tespit edilen grand strateji kesitleri dâhilinde Orta Doğu ve Türkiye üzerine etkilerinin idrak edilebilmesi için vakalar ele alınmıştır. Bunun yanında ABD grand stratejisinin günümüzdeki pozisyonu ve gelecekte uluslararası sistemi nasıl etkileyeceği üzerinde durulmuştur.
Özdemir Akbal “Uzunca bir süredir ABD'den İran'a yönelik olumsuz mesajları duyarız ama Irak ya da Suriye örneklerinde olduğu gibi ABD'nin İran'a karşı askeri bir operasyonunu görmeyiz. ABD ile Suudi Arabistan arasında bambaşka niteliklere sahip bir devlet kurumsallaşması ve rejim tipi görürüz ama iki ülke arasında pek de çatışmadan bahsedemeyiz. Diğer taraftan, uluslararası alanda nüfuz yaratmaya çalışan devletlerin mücadelesini izler, nihayetinde güçleri oranınca amaçlarına ulaştıklarını görürüz. Hatta yeri gelir uluslararası alanda kısıtlanmış devletlerin vekâlet savaşlarına, istihbarat operasyonlarına veya buna benzer girişimlere yönelerek kısıtları aşmaya çalıştıklarını fark ederiz. Siyaset biliminde ve uluslararası ilişkilerde temel araştırma sorularından biri devletlerin uluslararası sistemde nasıl ve hangi şekilde eyleme geçip politika belirlediğidir. Değerli meslektaşım Özdemir Akbal, bu kitabıyla, çok temel bir bilimsel araştırma sorusunu büyük bir titizlikle derinleştirip, okuyucuya uluslararası sistemin önemini hatırlatıyor. Bunu yaparken de devletle uluslararası sistem arasında irtibatı analiz etmenin önemini vurguluyor.
Günümüzde, realizme atıfla açıklayabileceğimiz birçok uluslararası gelişme olmaya başladı. Bu gelişmeleri yine ağırlıklı olarak devletlerin belirlemesiyle de onu temel alan yaklaşımlar bir çekim alanı yarattı. 1990'ların normatif hassasiyetler sergileyen dünyası 2000'lerle adeta yeniden rasyonel hassasiyetlere ağırlık vermeye başladı. Akbal, bu çalışmasında devleti merkeze alan bir yaklaşımla realist perspektifin önemine işaret ediyor. Bunu, yıllardır gizemini koruyan ve uluslararası politika açısından şekillendirici olan ABD ile Suudi Arabistan ilişkileri üzerinden sınıyor. Aynı zamanda Akbal, kuramsal incelemesiyle, uluslararası sistemin mi bir krizle karşı karşıya olduğunu, yoksa krizin uluslararası sistem içinde mi yaşandığını cevaplamaya çalışıyor. Uzun araştırma yolculuğunda özenli, azimli ve disiplinli çalışmasına yakından tanık olduğum Akbal, belirlediği sınırlarla, referans aldığı orijinal metinlerle ve atıf yaptığı örnek olaylarla bilimsel bir çalışmadan beklenen yöntem ve kuramsal çerçevenin önemini güçlü bir şekilde okuyucuya gösteriyor. Bu kitap, bilim ve bilimsel rasyonalite zemininden uzaklaşıp örnek olay incelemeleriyle savrulan bazı popüler çalışmalara da meydan okurcasına kuramsal çalışmanın öneminin altını güncel gelişmelere de ışık tutarak çiziyor.”
Şafak Gök 2001 yılındaki uluslararası müdahale ile yönetimden uzaklaştırılan Taliban, yirmi yıl aradan sonra Afganistan’da tekrar yönetimi ele geçirmiştir. Afgan Siyasal Hayatında Taliban başlıklı bu eserde, Yazar; 2014-15 yıllarında Kabil’de yürütmüş olduğu üst düzey görevin de birikimiyle Taliban’ın başarısının, NATO ve Afgan Hükûmetinin ise başarısızlığının nedenlerini incelemektedir. Kitap, Afganistan’ın özellikle yakın tarihine, coğrafyasına, etnik bölünmüşlüğüne, mezhep yapısına, güç odaklarına, diğer ülkelerin çıkar ve yaklaşımlarına, devletin kırılganlığına, Taliban’ın geçmişi ve bugününe, Afganistan'da uluslararası müdahale sonrası yaşanan gelişmelere, ülkenin bugünkü durumuna ışık tutmakta, ayrıca ülkenin geleceğine yönelik öngörülerde bulunmaktadır.
Ali Bilgenoğlu, Aslıhan Genç, Ata Taha Kuveloğlu, Aziz Balcı, Cem Karadeli, Cem Savaş, Doğacan Başaran, Elif Özdilek, Emrah Kaya, Emre Yürük, Ferhat Çağrı Aras, Gökay Karaduman, İskender Karakaya, Levent Ersin Orallı, Mehmet Erkin Kara, Mohammad İshak Nazarı, Muhammed Naim Naimi, Murat Güneylioğlu, Nuri Salık, Özden Selcen Özmelek, Özgür Çınarlı, Serdar Yılmaz, Turgay Düğen, Yücel Özden Afganistan, dünya siyasi tarihinde her dönem uluslararası politikanın en dinamik coğrafyalarından birisi olmuştur. Tarihten günümüze yerel, bölgesel ve küresel güçlerin siyasi, ekonomik ve sosyokültürel güç mücadelesinin kavşak noktasında bulunan Afganistan, krizler, çatışmalar, savaşlar ve istikrarsızlıklar yaşamıştır. İngiltere ve Rusya arasındaki büyük oyunda tampon bölge olan ve sonrasında uluslararası politikada önemini kaybetmeyen Afganistan, her dönem, üzerine konuşulan bir ülke olmuştur. Ancak Afganistan ile alakalı birçok eser bulunmasına rağmen Afganistan'ı; tarih, sosyokültürel yapı, ekonomi ve dış politika perspektifinden inceleyen çok fazla yayın bulunmamaktadır. Bu açıdan, “Afganistan: Tarih, Sosyokültürel Yapı, Ekonomi ve Dış Politika” isimli bu kitap, Afganistan'ı, farklı açılardan ele almaktadır. Hedef kitlesi; üniversitesi öğrencileri, konu ve bölge ile ilgili çalışma yapan araştırmacılar, konuya ilgi duyan ve Afganistan'ı bütün boyutları ile anlamak isteyen ve Türk dünyası çalışan kişiler olan bu eser, bu anlamda literatürdeki boşluğu doldurma amacını taşımaktadır.
Ali Bilgin Varlık, Cem Karadeli, Cüneyt Akalın, Doğacan Başaran , Emre Ozan, Hande Orhon Özdağ, Hüseyin Fazla, Levent Demirci, Mehmet Fatih Ceylan, Mehmet Seyfettin Erol, Oktay Bingöl Bu kitap; Taliban yönetiminde Afganistan'ın geleceği, bölgesel ve küresel etkileri ile Türkiye'ye olası yansımalarını konu edinmekte ve on makaleden oluşmaktadır. Kitapta öncelikle fiziki ve beşerî özellikleri, siyasi ve jeopolitik mülahazaları ile Afganistan coğrafyası, Büyük Oyun-Sovyet İşgali ve İç Savaş'a odaklanarak Afganistan'ın 19 ve 20. yüzyıl tarihi, Afganistan'da 2001-2021 dönemindeki uluslararası müdahale ve sonuçsuz kalan devlet inşası süreci ve 2011'den günümüze Taliban ile müzakere süreci ele alınmaktadır. Müteakiben “eski” ve “yeni” Taliban (Taliban 2.0) tartışmaları, Taliban iktidarında Afganistan'ın geleceğinin dinamikleri ve senaryolar, Taliban yönetiminde Afganistan'ın bölgesel etkileri, ABD'nin Afganistan'dan çekilmesinin analizi, Türkiye-Afganistan ilişkilerinin tarihi ve Türkiye'nin Taliban iktidarındaki Afganistan ile ilişkilerinde beklentiler, olasılıklar, riskler ve fırsatlar incelenmektedir.
Osman Türk Yazarın uzun yıllara dayanan saha çalışmaları ve Afrika'daki derin tecrübesiyle hazırlanan bu eser, kıtada faaliyet gösteren terör örgütlerinin bölgesel güvenlik üzerindeki etkilerini Bölgesel Güvenlik Kompleksi Teorisi çerçevesinde incelemektedir. Afrika Boynuzu Güvenlik Kompleksi ve Sahel Bölgesi Güvenlik Kompleksi’ne odaklanan kitap, Boko Haram, ISWAP, AQIM, JNIM ve El-Şebab gibi örgütlerin tarihsel, ideolojik ve yapısal analizlerini bir arada sunmaktadır.

Bu örgütlerin, kolonyal dönemden miras kalan yapısal sorunları nasıl kullanarak modern devlet yapıları ve bölgesel güvenlik dengeleri üzerinde etkili olduğu ayrıntılı bir şekilde ele alınmaktadır. Osman Türk, uzun yıllar boyunca edindiği saha tecrübesiyle, bu örgütlerin Afrika’daki siyasi ve sosyal yapılarla ilişkilerini titizlikle çözümlemekte ve kıtadaki güvenlik dinamiklerini çok boyutlu bir perspektifle değerlendirmektedir. Eser, Afrika’da bölgesel güvenlik ve terör konularında çalışan akademisyenler, araştırmacılar ve politika yapıcılar için önemli bir kaynak niteliğindedir.
Abdullahi Mohamed Dhiblawe, Ali Tekke, Begüm Gün, Berkay Necati Tanrısever, Enver Arpa, Gökhan Kavak, Kamile Ünlüsoy, Mustafa Yasir Kurt, Mürsel Bayram, Osman Kağan Yücel, Selman Yurteri, Şule Yılmaz, Yusuf Yavuzkan Toplumsal yapıların anlaşılmasında dinî ve siyasi durum analizi önem arz etmektedir. Dinî inanışların kazandırdığı motivasyon, toplumsal etkileşimlerde önemli bir rol üstlenmektedir. Afrika kıtasının modern tarihi incelendiğinde Afrikalı toplumların etnik ve kabilevi nedenlerle sürüklendiği çatışma ortamının aksine dinî anlamda dikkat çekici bir hoşgörü anlayışına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Kolonyal Dönem’le birlikte bu anlayış nispeten bozulmuş olsa da bu durumun son yıllara kadar devam ettiği söylenebilir. Ancak son yıllarda çeşitli dinî kimlikler altında ortaya çıkan siyasi grupların siyasal hedeflerini gerçekleştirmek için başvurdukları şiddet ve terör olayları, Kıta'nın güvenliğine büyük bir tehdit oluşturmaya başlamıştır. Kuzey Afrika ülkeleri; Mali, Nijerya Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Uganda gibi ülkeler bu türden hareketlerin yarattığı istikrarsızlıktan aşırı şekilde etkilenmektedir.
Bu çalışmada Kıta'nın istikrarına tehdit oluşturmaya başlayan dinî-siyasi hareketler incelenmiştir. “Dinî-siyasi hareket” kavramıyla “toplumu, kendi dinî yorumları çerçevesinde dönüştürmeyi, iktidarı kendi anlayışları doğrultusunda şekillendirmeyi hedefleyen hareketler” kastedilmiştir. Geleneksel dinî yapılar, cemaatler, tasavvufi hareketler bu kapsamın dışında tutulmuştur. Bu çerçevede yapılan değerlendirmede Kıta'da faaliyette bulunan ve bu özelliklere sahip olan hareketlerin; İhvan-ı Müslimin, Selefi, Şiî ve Hristiyan eksenli hareketler olmak üzere dört ana eksen etrafında odaklandığı görülmüştür. Dolayısıyla incelenen hareketler, bu yönde yapılan bir tasnifle ele alınmıştır. İncelemede ele alınan hareketlerin ortaya çıkış sebepleri, liderleri, örgütsel yapılanmaları, başlıca referansları, mücadele yöntemleri vb. hususlar objektif bir yaklaşımla ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Abdullah Orhan, Adem Bağış Alçiçek, Agil Mammadov, Ahmet Keser, Ahmet Sapmaz, Ainur Nogayeva, Akın Kiren, Akın Sağıroğlu, Ali Serdar Erdurmaz, Anıl Çağlar Erkan, Arif Bağbaşlıoğlu, Aslı Okay Toprak, Aybike Açıkel, Aylin Çelik Turan, Aylin Erdoğdu, Ayşe Gülce Uygun, Azime Telli, Belma Engin Güder, Betül Buzbay, Burak Şakir Şeker, Canan Orhan Gönül, Ceyda Tuna Bozdoğan, Cüneyt Akalın, Deniz Mehmet Irak, Deniz Vural, Dinçer Bayer, Doğan Şafak Polat, Doğuş Sönmez, E. Caner Bener, Eda Güney, Emete Gözügüzelli, Emin Abbasov, Emin Erol, Emine Kılıçaslan, Emre Ozan, Erdoğan Mert, Faik Canbolat, Fatma Aslı Kelkitli, Furkan Yıldız, Gamze Tanil, Gaukhar Jumadilova, Gökçe Hubar, Gökhan Ak, Göksu Uzunyayla, Güney Ferhat Batı, Güngör Şahin, Hakan Çetinoğlu, Hasan Oktay, Hasret Çomak, Haşim Türker, Hatice Nur Germir, Haydar Çakmak, Hekma Wali, Hüseyin Çelik, İ. Melih Baş, İbrahim Akın, İbrahim Hasanoğlu, İlhan Aras, Keisuke Wakizaka, Kübra Deren Ekici, Levent Uzunçıbuk, M. Cem Oğultürk, Mahir Terzi, Mehmet Şahin, Melih Ersal, Melih Görgün, Merve Taşyaran, Mesut Şöhret, Metin Aksoy, Murat Koray, Mustafa Oktay Alnıak, Muzaffer Akdoğan, N. Verda Ecim, Nejat Doğan, Nurgül Yıldırım, Nuri Gökhan Toprak, Oktay Bingöl, Ömer Gök, Öykü Oğulbalı, Özkan Gönül, Özkan Gönül, Saltuk Duran, Saniya Nurdavletova, Serhan Karaloğlu, Serpil Bardakçı Tosun, Sevilay Keleş, Sezai Özçelik, Sina Kısacık, Soyalp Tamçelik, Tarık Demir, Ufuk Cerrah, Uğur Gül, Uğur Özgöker, Ulvi Keser, Ulvi Keser, Ülkü Öztürk, Volkan Tatar, Yaşar Onay, Zeynep Erhan, Zuhal Mert Uzuner Küresel ve bölgesel aktörler, günümüzde ekonomik, politik, kültürel ile güvenlik açılım ve yönelimlerini büyük ölçüde deniz ulaştırma hatları aracılığıyla gerçekleştirmektedirler. Bu açıdan denizler ve deniz yolları, jeopolitik rekabetin önemli bir unsuru haline gelmiştir.
Akdeniz, jeopolitik ve jeostratejik önemi gittikçe artan bir denizdir. Uluslararası ticaretin en önemli kavşaklarından birisidir. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını kendi çevresinde birbirine bağlayan Akdeniz; bir yandan Süveyş Kanalı üzerinden Hint Okyanusu ve Uzak Doğu ülkelerine, diğer yandan ise Cebelitarık Boğazı üzerinden Atlantik ve Kuzey ile Güney Amerika ülkelerine uzanan deniz ulaştırma hatlarının odak noktasıdır.
Akdeniz'in enerji açısından konumu, dünya ölçeğinde Akdeniz üzerindeki güç yarışını ve jeoekonomik rekabeti gittikçe artırmaktadır.
Akdeniz; Avrupa-Atlantik güvenliğine yeni bir boyut ve yeni bir yönelim kazandırmakta, jeopolitik konumu gereği Avrupa, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Uzak Doğu ülkelerinin güvenlik dinamiklerini doğrudan etkilemektedir.
Ülkemizde Akdeniz ile ilgili çok boyutlu ve zengin içerikli bir araştırma eserinin hazırlanması ve bilimin hizmetine sunulması gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Akdeniz Jeopolitiği isimli eser; Akdeniz ile ilgili güncel konulara açıklık getirmek, geleceğe ilişkin yeni yönelim ve yaklaşımları belirlemek, bilim alanına derinlik ve zenginlik kazandırmak düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.
Yusuf Çınar Asya ülkelerinde iktidar mücadelelerinin temel kaynağı, ülkelerin bağımsızlığa giden süreçte girift bir tarihsel arka plana sahip olmalarından kaynaklanmaktadır. Askeri darbeler, Asya’da son zamanlarda ortaya çıkan yeni bir fenomen değildir. Yaklaşık 70 yıldır bağımsız olan Asya ülkelerinin neredeyse tamamı belirli aralıklarla askeri darbeleri ve sayısız darbe girişimlerini tecrübe etmiştir. Demokratik değerlere bağlı ülke kültürünün gelişmesi, askeri darbeler nedeniyle sıklıkla sekteye uğramıştır. Bu nedenle Asya ülkeleri bağımsızlık sonrası herhangi bir bölgede yaşanabilecek en keskin demokratik gerilemeleri deneyimlemiştir.
Asya ülkelerinin görünürlüğü ve etkileri günden güne artmaktadır. Dolayısıyla bölgenin ekonomik, toplumsal ve siyasal değişimlerine dair çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kitap; Asya ülkelerindeki demokratik yönetimleri hedef alan askeri darbelerin ekonomik, jeopolitik, siyasi ve toplumsal nedenlerini tarafsız bir biçimde ele alarak böylesi bir ihtiyacın karşılanmasını hedeflemektedir. Bu eserde, Asya’daki ülkelerin darbeye giden süreçleri incelenirken bölgeye ilgisi olan güçlerin, darbelerin zemininin hazırlanmasında oynadıkları rollerin göz ardı edilemeyeceğinin altı çizilmektedir.
Orhan Gafarlı XIX. yüzyılda Birleşik Krallık, Çarlık Rusyası, Almanya ve Fransa arasında Osmanlı İmparatorluğu, İran, Orta Asya ve Uzak Doğu ülkelerinin topraklarını elde etmek amacıyla başlamış ve uzun yıllar sürmüş jeopolitik bir mücadele yaşanmıştır. Çarlık Rusyası, 1907 tarihinde Orta Asya, Güney Kafkasya ve Doğu Avrupa'da hâkimiyet alanı oluşturmuştur. 1991'de Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Coğrafyada yeniden oluşan siyasi ve ekonomik boşluk üzerinden, yeni ve büyük bir stratejik oyun ortaya çıkmıştır.
Avrasya bölgesindeki bu Yeni Büyük Oyun, Ukrayna'dan başlayarak Afganistan'a kadar ulaşan Coğrafya üzerinde yeniden oynanmaktadır. Prof. Dr. Erel Tellal, Oyunun önemini vurgulamak için kitabın önsözünde “ABD başta olmak üzere, Türkiye, Rusya Federasyonu, Çin, İran gibi devletler; AB gibi devletüstü yapılar; BM, NATO, KGAÖ gibi örgütler; Gazprom, BP, ExonMobil gibi enerji şirketleri… Yeni Büyük Oyunun önemli oyuncularıdır.” demektedir.
Kitapta, Rusya Federasyonu'nun iç ve dış politikasının önemli olguları, Ukrayna'da yaşanan 2013 krizi, Güney Kafkasya Bölgesinde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi büyük devletlerin rekabeti anlatılmaktadır. Aynı zamanda Çin'in genişleyen ekonomisinin, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan'la gerçekleştirdiği ilişkilerinin içeriğinden de bahsedilmektedir. Türkiye gündeminde çok iyi takip edilmediği için Çin ve Güney Kafkasya ilişkileri ve Pekin'in bölge ülkeleriyle gerçekleştirdiği ilişkilerin gelecek perspektifine de bakılmaktadır.
Çalışmada, Türkiye ve Güney Kafkasya ilişkileri son dönemde yaşanan gelişmeler dikkate alınarak incelenmektedir. Türkiye'nin, yeni dış politika vizyonu üzerinden takip ettiği Azerbaycan, Ermenistan ve Ermeni Sorunu, Gürcistan ile ilişkileri askeri, ekonomik, politik ve enerji açısından değerlendirilmekte, ayrıca Avrasya Jeopolitiğinin temel kriz noktası olan Afganistan'la ilgili daha ayrıntılı değerlendirmelere yer verilmektedir.
Reha YILMAZ, Galip ÇAĞ , Mehmet Akif OKUR , Hatice YAZGAN , Sedat DEMİRCİ Avrasya insanlık tarihi süresince büyük mücadelelerin alanı olmuştur. Tarihe yön veren birçok olay burada yaşanmış, birçok şahıs burada yaşamış ve “Avrasya’ya sahip olan dünyaya sahip olur.” düşüncesi bugünde geçerliliğini koruyagelmiştir.
Avrasya politikaları teorilerle şekillendirilmiş, sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasal düşüncelerden teşkil edilen bir sistem olan Avrasyacılık düşüncesi oluşturulmuştur. Bu düşünce son iki yüzyılda gelişmiş ve bölge politikalarına etki etmiştir.
Bölge, Türkiye için hep öncelikli olmuş ve zaman zaman farklı adlarla bölgeye yönelik düşünce ve politikalar geliştirilmiştir. Ancak, Rus Avrasyacılığı kadar derinlemesine bir teori ve politika geliştiri-lememiştir. Bu kitap, bu alandaki eksikliği gidermek amacıyla hazırlanmıştır. Eserde, Avrasya ve Avrasyacılık konusu çeşitli yönleriyle ele alınmış, Avrasyacılık düşüncesinin tarihi gelişimi, Avrasya Birliği Projesi, Avrasya Birliğinin Avrupa Birliği ile Kıyaslaması, Kalpgah Kuramı perspektifinden Avrasyacılığın Analizi ve Orta Asya'nın Avrasyacılık bağlamında değerlendirilmesi gibi konular yer almıştır.
Çalışmanın, kapsamlı içeriğiyle Avrasya üzerine çalışan Türk bilim insanlarına, sosyal bilimler alanında öğrenim gören öğrencilere ve politika yapıcılara büyük katkısı olacaktır.
Ali Samir Merdan 1991-2010 dönemini kapsayan Azerbaycan-ABD ilişkilerinde, ilk başlarda bazı olumsuzluklar nedeniyle belirsizlik dönemi yaşanmışsa da 1994'ten itibaren yakınlaşma dönemi başlamış ve 2001'den itibaren de olumlu gelişmelerle iş birliği dönemine girilerek 2010'a kadar devam etmiştir. Bu durum, hem Azerbaycan yönetiminin yürüttüğü dış politikayla hem de ABD'nin Azerbaycan'a artan ilgisiyle gerçekleşmiştir. Ayrıca Azerbaycan'da yapılan anket ve mülakatların sonucunda toplumda oluşan olumlu ABD imajının, Azerbaycan'ın ABD ve Batı Avrupa devletleri eğilimli bir dış politikaya yönelmesinde de etkili olduğu görülmüştür.
Bu kitap; Azerbaycan'ın ABD'yle ilişkilerini, Kafkasya'nın değişen dünya düzeni içerisindeki konumu çerçevesinde incelemiştir. Çünkü Azerbaycan dış politikasında ABD'nin yeri, Azerbaycan'ın Rusya Federasyonu'yla mevcut olan ilişkilerinden, Azerbaycan'la İran arasında süregelen gerginlikten, Çin Halk Cumhuriyeti'nin yükselmekte olan gücünün bölgeye yapacağı muhtemel etkinin ABD'nin ekonomik çıkarlarıyla ilişkisinden ve 11 Eylül 2001 sonrasında ABD'nin Kafkasya'ya yaklaşımındaki değişimden bağımsız olarak değerlendirilemez. Bu bağlamda, Azerbaycan-ABD ilişkilerinin dış politika kavramı çerçevesinde ve ABD imajının Azerbaycan dış politikası bağlamında değerlendirilmesi bu kitaptaki çalışmanın temel amacını oluşturmuştur.
Esra Çavuşoğlu Ortadoğu'nun alt bölgesi olan Basra Körfezi'nin jeopolitiği, uluslararası politikada güç ilişkilerinin kaçınılmaz bir şekilde yansıma alanı olarak günümüz küresel siyasetinin anlaşılması ve değerlendirilmesinde çok önemli ve merkezi bir yer tutmaktadır. Basra Körfezi üzerine yapılan ana akım çalışmalar, Körfez siyasetini güvenlik endeksli yaklaşımlar doğrultusunda incelemekte ve bu trend bölgesel gelişmelerin hegemonik çıkarlar doğrultusunda algılanıp değerlendirilmesini sağlamaktadır. Bu kitap, bir ezber bozma girişimi ile güvenlik ikilemine hapsedilmiş Basra Körfezi çalışmalarına alternatif bir perspektif ve analiz düzeyi sunarak bölgesel siyaseti güvenlik yerine güvenlikleştirme konsepti çerçevesinde incelemekte ve bu şekilde mevcut ana akım çalışmalardaki yaklaşımların gerçeğin manipüle edilmesinde nasıl bir işlev yüklendiğine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.
Küresel hegemonyanın sürdürülmesi için elzem olan Körfez'in siyasi ve güvenlik mimarisinin dizaynı ve kontrolü hedefi doğrultusunda ve bölgesel aktörlerin ABD liderliğindeki küresel güçlerle sürdürdükleri hegemonik ittifak aracılığıyla 1971'den bu yana her on yılda bir yenilenen konjonktür çerçevesinde derinleştirilen güvenlikleştirme projesi üzerinden “bölgesel sistem” tanımlanmaktadır. Bölgesel sistem dayatmasına karşılık Körfez bölgesinin temel tarihsel dinamikleri bölgesel siyasetin şekillenmesinde hayati ve belirleyici bir rol oynamaktadır.
Ensar Küçükaltan Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri'nde Sékou Touré'nin şu cümlelerine yer veriyor:
“Bir eylemin özgün olması için Afrika'nın ve onun düşünce tarzının canlı bir parçası olmalısınız. Afrika'nın kurtuluşu, ilerlemesi ve mutluluğu için seferber olan bu halk enerjisinin bir parçası olmalısınız. Bu biricik mücadele dışında, Afrika'nın ve ıstırap içindeki insanlığın verdiği büyük savaşta halkla birlikte seferber olmamış ve kendini adamamış ne sanatçıya ne de aydına yer vardır”.
“Birleşik Afrika Mücadelesi”, kıtanın birlik olması adına mücadele vermiş bazı sembol isimlerin hayatlarının küçük parçalarını anlatıyor. Türkiye'de çok fazla incelenmemiş ve günümüzde bir ütopya olarak görülen Pan-Afrika fikrinin, gerçeğe dönebileceğine inananlara, fikrin temsilcilerinden örnekler sunuyor. Lumumba'dan Sankara'ya, Cabral'dan Azikiwe'ye kadar geniş bir yelpazedeki siyaset ve düşünce adamlarının Pan-Afrika yorumlarından faydalanarak Pan-Afrika'nın daha fazla tartışılmasını hedefliyor.
İbrahim Fevzi Güven Bosna Savaşı’nın üzerinden otuz yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen savaşın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörlerle ilgili tartışmalar varlığını korumaktadır. Kuramsal çerçeve olarak Kopenhag Okulu güvenlikleştirme yaklaşımının kullanıldığı bu eserde, savaşa giden süreçte ayrılıkçı Sırp lider Radovan Karadziç ve Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in izlediği kimlik ve güvenlik siyaseti masaya yatırılmıştır. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki ifadeleri temel alınarak Karadziç’in, otobiyografi mahiyetindeki eserleri bağlamında ise İzzetbegoviç’in tutum ve politikalarının incelendiği bu çalışma aynı zamanda Bosna-Hersek’te gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanmakta, böylece Boşnakların ve Bosnalı Sırpların gözünden savaş sürecini ve bu süreçte liderlerin oynadığı rolü ortaya koyarak literatüre özgün bir katkı sunmaktadır. Savaş sonrası süreçte kalıcı barış ve istikrarın ortaya çıkan siyasi krizlerle sürekli olarak sarsıldığı, savaş dönemindeki siyasi tezlerin ve amaçların büyük oranda varlığını koruduğu Bosna-Hersek’te 1990’larn başında ortaya konulan kimlik ve güvenlik siyasetinin anlaşılması, ülkede yaşanılan güncel siyasi çıkmazların anlaşılmasına ışık tutacaktır.
Ali Balcı, Ali Samir Merdan, Ayça Eminoğlu, Aydın Erdoğan, Bülent Sarper Sağır, Caner Kalaycı, Ekrem Yaşar Akçay, Fatma Taşdemir, Gökhan Telatar, Halil Emre Deniş, Marziye Memmedli, Orçun Mutlu, Sadat Demirci, Serkan Ünal, Umut Kedikli, Vahit Güntay, Yeşim Aydın, Yusuf Yıldırım Türkiye’nin coğrafi konumu Türk dış politikasına ilişkin tartışmalarda en fazla vurgulanan özelliklerinden biridir. Türkiye, coğrafi konumu itibarıyla farklı etnik gruplardan, kültürlerden, dinî inançlardan ve siyasi sistemlerden oluşan bölgelerin kavşağında bulunmaktadır. Bu bölgeler ile coğrafi yakınlığının yanında tarihsel, kültürel ve siyasal bağları Türkiye’yi söz konusu bölgelerde etkin bir aktör hâline getirdiği gibi, bu bölgelerden kaynaklanan sorunlardan etkilenmesine de neden olmaktadır. Dolayısıyla coğrafi konumu Türkiye için hem fırsatlar sunmakta hem de riskler yaratmaktadır. Komşu bölgelerde savaşların, darbelerin, devrimlerin, terörizmin, göçlerin, devletler arasında rekabetlerin ve çıkar çatışmalarının oldukça sık yaşanması bu bölgelerden kaynaklanan güvenlik sorunlarını öne çıkarmakta ve Türkiye’nin söz konusu bölgelerin sunduğu fırsatlardan yararlanmasını zora sokmaktadır. Ayrıca bu güvenlik sorunları Türkiye’nin dış politikadaki enerjisini komşu bölgeler üzerinde yoğunlaştırmasını gerektirmekte ve Orta ve Güneydoğu Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi uzak coğrafyalarda da aktif bir dış politika izleme çabalarını zora sokmaktadır. Bu nedenle komşu bölgelerdeki güvenlik sorunlarının ve Türkiye’ye olan etkilerinin iyi analiz edilmesi Türkiye’nin bu bölgelerin sunduğu fırsatlardan yararlanabilmesi ve dış politikadaki hareket alanını genişletebilmesi için bir zorunluluktur. Bu kitap çalışması da tam olarak bunu yapmayı amaçlamaktadır.
Bu kitap, Türkiye’nin komşu bölgelerden kaynaklanan riskleri doğru bir şekilde değerlendirmesinin bunları bölgesel güç rolü oynamaya yönelik olarak fırsata dönüştürebilmesinin ön koşulu olduğu düşüncesinden hareket etmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin komşu bölgelerdeki güvenlik sorunlarına yönelik politikalarını analiz etmeye odaklanan literatürdeki genel eğilimin aksine bu sorunların detaylı bir şekilde analiz edilmesi ve Türkiye üzerindeki etkilerinin incelenmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece bu kitap, Karadeniz Havzası ve Kafkasya, Ortadoğu ve Akdeniz Havzası’ndan kaynaklanan güvenlik sorunlarını ve Türkiye üzerindeki etkilerini anlamaya yönelik kapsamlı bir analiz sunarak literatürdeki boşluğu doldurmayı hedeflemektedir.
Abdullah Arslan, Alaaddin F. Paksoy, Antonios Alexandridis, Bezen Balamir Coskun, Chrysanthi Athanasiadou , Deniz Halman Tomaka, Dimitrios Triantaphyllou, Effie Charalampaki, Eirini Aikaterini Barianaki, Erman Ermihan, Hazel Çağan Elbir, Ioanna M. Kostopoulou , Ioannis Choulis, Jegar Delal Tayip, Kleopatra Moditsi, Marius Mehrl, Mary Drosopulos, Müge Dalkıran, Nur Sinem Kourou, Polen Türkmen, Ronald Meinardus, Selin Siviş, Yvonni Efstathiou This book is a labor of love inspired by the continuous interaction and interaction between young Greek and Turkish participants in numerous forums that the two editors have nurtured for close to a decade. In an international order dominated by hostility, distrust and negative stereotypes, dialogues across borders are a positive response. The conflict between Greece and Turkey is considered one of the most complex conflicts in Europe, and possibly beyond. For decades, the bilateral strife has repeatedly led insecurity as well as periodic violence and war. Also, in this part of the world, the past weighs heavily on the present. What happened long ago determines what happens today and may stand in the way of a peaceful future, or even in imagining one. Conflicts bedevil the bilateral relationship on multiple fronts. As in other cross-border rivalries, we are witnesses to dynamic developments as new contentious issues have emerged to complicate the agenda.
With an eye on what the two sides can do together; this book presents original research co-written by at least one Greek and one Turkish scholar with the objective to provide policy recommendations that could help in bridging the gaps to enhance Greek-Turkish dialogue and cooperation.
Fahri Türk Orta Asya araştırmalarında ele alınan önemli konular arasında “Orta Asya'da Dış/Büyük Güçler”, başı çekmektedir. Batı'da birçok üniversitede bu konu hakkında seminerler düzenlenmek suretiyle Orta Asya bölgesinde nüfuz mücadelesi veren aktörlerin, bölgeye yönelik politikaları deşifre edilmeye çalışılmaktadır. Ancak dış güçlerin ülkeler özelindeki politikaları pek araştırılmamaktadır. İşte tam da bu yüzden bu kitapta; Rusya, Çin, Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, İran ve Türkiye'nin Tacikistan politikaları ayrıntılı olarak masaya yatırılmaktadır. Dolayısıyla bu çalışmanın önemli görevlerinden birisi de hiç kuşkusuz Türk üniversitelerindeki Orta Asya araştırmaları bağlamında bu konuya dikkat çekmektir. Diğer yandan bu kitabın en önemli ayırt edici özelliği, dış güçlerin Orta Asya bölgesine yönelik politikalarını genel bir bakış açısından ziyade bölgedeki belli bir aktör (Tacikistan) açısından kaleme almış olmasıdır. Bu minvalde bu eser hem siyasal karar alıcılar ve akademisyenler hem de Orta Asya hakkında araştırmalar yapan lisansüstü öğrenciler için bir başucu eser olma özelliğine sahiptir.
Saadettin Yağmur Gömeç, Salih Yılmaz, Victoria Bilge Yılmaz 21. yüzyıla girmeden kısa bir süre önce aniden Türk Dünyasının ufku açıldı. Herkesin bildiği üzere Türkistan'daki Türkler birer birer bağımsızlıklarına kavuştular. Bugün aralarında dil ve kültürce pek ayrılık olmayan 300 milyona yakın bir Türk topluluğu, Asya'dan Avrupa'ya kadar dünya nüfusunun önemli bir kısmını meydana getirir hâle geldi.
Türk Dünyası, her bakımdan milletlerarası stratejilerde etkili bir güç olmaya başladı. Buna bağlı olarak Türkiye, başta Türk Cumhuriyetleri olmak üzere bölgede güvenebileceği devlet ve topluluklarla siyasi münasebetlerini kuvvetlendirmeye başladı. Türkiye, tüm Türk Dünyası için her açıdan müttefik olunan veya yardım beklenen ülke konumuna geldi.
Kafkasya, Balkanlar ve Orta Doğu'nun kesişme noktasında bulunan Türkiye'nin çıkarları, Türk Dünyası ile yakından bağlantılı hâle gelmiştir. Dünyada yeni iş birliklerinde Rusya ve Çin gibi ülkeler önemli mesafeler kat etmişlerdir. Yani Türkiye'nin yönünü sadece Batı'ya çevirdiği dönem sona ermiş aynı zamanda Doğu politikası da aktif hâle gelmiştir.
Bu kitabımız; çağdaş Türk Dünyasındaki devletleri, toplulukları, uluslararası kuruluşları ve kurumları detaylı olarak anlatmaktadır. Üniversitelerde ders kitabı olarak da okutulmaktadır. Akademik hakem incelemesinden geçmiş ve onaylanmıştır.
Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı, Bakanlıklar, MEB ve YÖK'ün yaptığı sınav programları doğrultusunda (KPSS, ALES, DGS, Polis MYO, Askeri Okullar, Milli Savunma Üniversitesi Askeri Öğrenci Aday Belirleme Sınavı, JANA: Jandarma Astsubay Temel Kursu Giriş Sınavı, Kaymakamlık: İçişleri Bakanlığı Kaymakam Adaylığı Giriş Sınavı, MEB-EKYS: Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçme Sınavı, İhtisas Sınavları, Yurtdışı Görevlendirme, T.C. Dışişleri Bakanlığı Aday Meslek Memurluğu, Aday Konsolosluk ve İhtisas Memurluğu) en son güncellemeler yapılmış iyi bir bilgi kaynağıdır.
Abdürreşit Celil Karluk Fei Xiaotong'a göre, Çinlilik aslında bir kar topu gibidir. Çevresindeki yabancıları kendine yapıştırmak suretiyle büyüyen, çekirdeğinde Huaxialığın bulunduğu, politik sınırları içindeki Çinli olmayan yabancıların sosyal ve kültürel olarak asimile edilmesi sürecidir. Çinliliği yaşatan Çinliler, kendilerini daima ötekilerden ayrı ve üstün tutmuşlardır.
Çin, sosyolojik açıdan genel olarak kültürel Çin ve politik Çin diye ikiye ayrılabilmektedir. Kültürel Çin, Çinliliği oluşturan bütün unsurların tamamen hâkim olduğu, farklılığın esasen bulunmadığı homojen bir gerçekliktir. Politik Çin ise, Çin'in hegemonyasına daha sonra dâhil edilen, Çin'e bağımlı veya dolaylı olarak yönetilen Çinli olmayan halkların yaşadığı bölgelerdir. Çin tarihinde kültürel Çin daima politik Çin'i yutmak ister, bunun için de strateji geliştirir, ısrarla uygular. Politik Çin, kültürel Çin'e dönüştüğünde ise yeniden bir politik Çin inşa edilir. Politik Çin çoğu zaman Çin'e hâkim olan yabancılarca inşa edilmiştir.
Bu çalışma; Çinliliği ve Çinliliğin hâkim olduğu düzendeki ötekiler ile onların yönetilmesi sürecinde uygulanan stratejileri, Çinlilik içinde Çinli olmayan halkların sosyal ve kültürel olarak bütünleştirilme süreçlerini sosyolojik açıdan ele almıştır. İşlenen ilgili konular; ÇKP iktidarının Doğu Türkistan, Tibet ve Hong Kong'daki gayri insani uygulamaları ile dinlerin Çinlileştirilmesi, eğitim kurumlarında yabancı kaynakların yasaklanması ve borç diplomasisi, kredi tuzağı gibi Çin'e özgü durumların anlaşılmasında yardımcı olacaktır.
Hamza Yavuz Bazı istisnalarla birlikte tüm Yahudilerin İsrail'e koşulsuz destek sunduğu kanaati oldukça yaygındır. ABD ile İsrail arasındaki "özel ilişki", dolayısıyla Amerika'daki Yahudi diasporası söz konusu olduğunda bu kanaat daha da güçlenmektedir. 1967 Savaşı'ndan 1970'lerin sonlarına kadar Amerikan Yahudileri için İsrail'i tereddütsüz desteklemek gerçekten de iyi bir Yahudi olmanın gereğiydi. Fakat 1980'lerin başlarından bu tarafa İsrail'deki bilhassa sağ kanat hükûmetlerin, Filistin'e/Filistinlilere yönelik eylem ve politikaları, Amerikan Yahudi toplumunun giderek genişleyen bir bölümü tarafından yoğun bir biçimde eleştirilmektedir. Bu kitap, Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasına yönelik eleştirilerini anlamlı bir bağlam içerisine yerleştirmeyi ve bu eleştirilerin muhtevasını detaylı bir biçimde açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Kitapta, eleştirilerin temelinde, Amerikan Yahudilerinin ev sahibi toplumlarıyla etkileşimleri vasıtasıyla deneyimledikleri kimlik dönüşümünün yattığı iddia edilmektedir. Kimliğin nasıl dönüştüğü tarif edilirken Hall, Gilroy ve Clifford'un diaspora kimliklerinin, farklılıkla yürütülen müzakereler yoluyla melezleştiğini ve nihayetsiz ve doğrusallık arz etmeyen bir biçimde yeniden ve yeniden inşa edildiğini savunan görüşlerinden yararlanılmaktadır. Kitapta, Amerikan Yahudilerinin deneyimledikleri kimlik dönüşümünün dinî ve siyasi boyutlarına odaklanılmaktadır. Zira muhtelif anket araştırmaları, Amerikan Yahudilerinin İsrail-Filistin çatışmasına yaklaşımlarıyla dinî ve siyasi kimlikleri arasında yakın bir ilişkinin mevcut olduğunu göstermektedir. Amerikan Yahudilerinin İsrail'in Filistin politikasının hangi yönlerini eleştirdikleri ve bu eleştiriler için hangi gerekçeleri öne sürdükleri ise Eylül 2017 ile Mart 2018 arasında çeşitli Amerikan Yahudi örgütlerinden temsilcilerle gerçekleştirilen mülakatlar ışığında açıklığa kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Hüsmen Akdeniz Türk-Amerikan ilişkilerinin çeyrek milenyuma yaklaşan bir geçmişi vardır. İkili ilişkilerin tarihi, çökmekte olan bir büyük güç ile yükselmekte olan bir büyük gücün bir başka deyişle “Anka Kuşu’nun inişe geçtiği”, Amerikan kartalının ise Roma İmparatorluğu'nun yerini almak üzere havalandığı bir dönemden günümüze kadar uzanan bir süreci kapsamaktadır. Bu nedenle ilişkilerin en önemli niteliğini, güçteki eşitsizlik olgusu oluşturmaktadır.
Bu kitap, bir taraftan farklı güç kategorisindeki ilişkilerde uygulanacak strateji ve politikalara yönelik istatistiksel analiz destekli bir yöntem önermekte ve Uluslararası İlişkiler çalışanlarına ve öğrencilerine bir model sunmaktadır. Böylece eşit olmayan güçlerin birbirlerine karşı uygulayabilecekleri strateji ve politikalara ışık tutmaktır.
Diğer taraftan kitap, ilk diplomatik ilişki kuruluşundan günümüze Türk-Amerikan ilişkilerindeki olaylar, olgular, krizler, uygulanan strateji ve politikaların kısa tarihçesini de hatırlamaya ve giderek bir satranç oyununa dönüşen ikili ilişkilerin çözümlemesine ilişkin ipuçları vermek suretiyle tüm okuyuculara da yararlı olmayı umut etmektedir.
Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in ifadesiyle kitap, yalnızca Türk-Amerikan ilişkilerini “güç ve çıkar” temelinde değerlendirmekle kalmayıp ''küresel bir başat güç” ile “orta güçte bir ülke” arasındaki ilişki modeline kuramsal bir çözümleme de sunmayı amaçlamaktadır.
Uğur Özgöker, A. Zübeyr Mirzabey Doğu Akdeniz'de keşfedilen enerji kaynaklarının çeşitli güzergâhlar üzerinden taşınmasında, sahip olduğu boru hatları ve coğrafi konumu sebebiyle Türkiye'nin en uygun rota olduğu gözlemlenmiştir. Buna karşılık bölge ülkeleri arasındaki siyasi ve askeri çekişmeler sebebiyle farklı ajandaların oluşturulduğu bilinmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz'deki enerji denkleminin çözülmesinin önünde bazı önemli engeller bulunmaktadır. Kitapta bu engeller ve getirilen çözüm önerileri detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
Elinizde bulunan kitabın matbaaya verilmesinin hemen öncesinde çıkan Rusya-Ukrayna Krizi ve Savaşı dolayısıyla Rusya-Batı arasında tehlikeli bir hızla artan gerilim ve kriz; kitapta ortaya koyduğumuz öngörünün ne kadar isabetli olduğunu göstermektedir. Krizin ardından Almanya'nın Kuzey Akım 2 Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'ni durdurması AB'nin enerji arz güvenliğini tehlikeye sokmuştur. Bu gelişme, söz konusu krizin enerji boyutunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Zaten var olan etkenler dışında son Ukrayna Krizi süreci ve muhtemeldir ki sonrası, hem dünyanın hem de Türkiye'nin enerji gündemine farklı dokunuşlar yapacaktır.
Ahmet Göksel Uluer, Ahmet Tayyip Korkmaz, Asena Boztaş, Begüm Gün, Belma Engin Güder, Cihan Daban, Elif Ermağan, Emre Saygın, Fatih Ulaşan, Fatima Gulhan Abushanab, Gökhan Kavak, Hatice Rumeysa Dursun, Hatice Zehra Büyüktavşan, Huriye Yıldırım Çınar, İsmail Ermağan, Levent Kırval, Mohammed Alnour, Murat Yiğit, Seydi Diamil Niane, Sibel Akgün, Şükrü Mutlu Karakoç, Taha Dursun, Tülay Yıldırım-Mat, Yaşar Pınar Özmen, Yunus Turhan NEDEN DÜNYA SİYASETİNDE AFRİKA?
Afrika, Türk dış politikası tarafından geç keşfedilmiştir. Dönemin farklı dış politika öncelikleri ve konjonktürel gelişmeler çerçevesinde şekillenen bu durum nedeniyle Afrika çalışmaları, Türk akademisinde nispeten yeni gelişmeye başlayan çalışma alanlarından biridir. Türkiye'de uluslararası ilişkiler alanında bölge çalışmaları hâlâ oldukça yetersiz durumdadır. Sevindirici olan ise dünyada Afrika kıtasına yönelik yükselen akademik ilgi ivmesinin son yıllarda Türkiye'de de gözlemlenebilmesidir. Afrika üzerine olan literatür giderek daha farklı konuları kapsayacak şekilde genişlemekte ve zenginleşmektedir. Ortaya çıkan yayınların sayısı bunun bir kanıtı niteliğindedir. Örneğin bu kitap serisi, 1 iken 8 olmuştur.
Dünyaya bakalım çünkü dünyaya bakmak; aslında kendimizin iç organlarının röntgenini çekmektir, nefes almaktır, gelişmektir.
Ayhan Nuri Yılmaz, Burak Gümüş, Burcu Ermeydan, Büşra Öğütçü, Büşra Toprak, Elif Ermağan, Fatih Ulaşan, Furkan Terzi, Gökmen Kılıçoğlu, Hasibe Talaş, İlkay Tosun, İshak Turan, İsmail Ermağan, Mehmet Özay, Mehmet Yılmazata, Meryem Özgür, Mesut Aslan, Meysune Yaşar, Nilgün Eliküçük Yıldırım, Onur Yılmaz, Ömer Duman, Özlem Yücel, Özlem Zerrin Keyvan, Süheyla Erikli Selek, Süleyman Elik, Süleyman Temiz, Tahsin Yamak, Uğur Yasin Asal, Volkan Işık, Yahya Alameşe, Zahir Ahmad Khaleqi NEDEN DÜNYA SİYASETİNDE ASYA -PASİFİK ?
2019 yılında Türkiye, “Yeniden Asya” dedi; işte bu eser bu hedefte akademik olarak atılmış bir adımdır. Türkiye'den Doğu'ya açılan bu akademik gemiyi bölgeye ulaştıran yani bu kitabın ortaya çıkmasını sağlayan kıymetli yazarlara teşekkür etmek isteriz. Onlar biliyorlar ki birileri onları takip edecek, yeni çalışmalar ortaya konacak, ülke literatürü ve en nihayetinde ülkenin kendisi gelişecek. Kitabın hedef kitlesi; Asya-Pasifik ile ilgilenen lisans ve yüksek lisans öğrencileri, iş insanları, STK üyeleri, gazeteciler, siyasiler ve danışmanlarıdır.
Dünyaya bakalım, çünkü dünyaya bakmak, aslında kendi iç organlarımızın röntgenini çekmektir, nefes almaktır, gelişmektir.
Abdullah Sayın, Akın Kiren, Akın Sağıroğlu, Alaettin Sevim, Ali Bilgin Varlık, Alperen Kürşad Zengin, Arzu Yorkan, Aslı Okay Toprak, Aylin Çelik Turan, Ayşe Gülce Uygun, Begüm Doğrusöz, Bekir Evin, Belma Engin Güder, Betül Özyılmaz Kiraz, Burak Şakir Şeker, Canan Özge Eğri, Cemal Kakışım, Cemre Pekcan, Cihat Yaycı, Çağla Arslan Bozkuş, Çiğdem Pekar, Çiğdem Sofuoğlu, Dimitrios Ioannidis, Dinçer Bayer, Doğan Şafak Polat, Dora Uzkesici, Ece Barutçu, Emete Gözügüzelli, Emin Abbasov, Emine Kılıçaslan, Emre Çıtak, Erdoğan Mert, Ergun Mengi, Erkan Akdoğan, Erkan Zan, Esra Ballı, Esra Toz, Fahri Erenel, Ferda Özer, Feride Yılmaz, Furkan Yıldız, Gökhan Yılmaz, Gülşah Özdemir, Hakan Çetinoğlu, Hande Sapmaz, Hanife Bıdırdı, Hasret Çomak, Hatice Nur Germir, Hüseyin Çelik, Hüseyin Gençer, Ioannis E. Kotoulas, Ioannis Th. Mazis, Işıl Demirtaş, İ. Melih Baş, İbrahim Akın, İbrahim Arslan, İlhan Aras, İsmail Hakkı Elçi, Konstantinos Gogos, Kübra Deren Ekici, Levent Uzunçıbuk, Markos I. Troulis, Mehlika Özlem Ultan, Mehmet Şahin, Melis Atasoy, Mesut Şöhret, Mine Yılmazer, Muhammed Emin Kocaman, Murad Duzcu, Murat Koray, Murat Pınar, Mustafa Kaymakçı, Mustafa Oktay Alnıak, Müge Manga, Nejat Doğan, Neslihan Özkerim Güner, Nurettin Taşar, Nuri Gökhan Toprak, Oğuz Taner Hacıfazlıoğlu, Oktay Bingöl, Özkan Gönül, Pelin Dikmen Yıldız, Sadullah Özel, Sami Kiraz, Serdar Altun, Serdar Çukur, Serpil Bardakçı Tosun, Sezai Özçelik, Sina Kısacık, Soner Karagül, Soyalp Tamçelik, Şengül G. Aydıngün, Tarık Demir, Volkan Tatar, Yunus Karaağaç, Zeynep Erhan Bulut, Zuhal Mert Uzuner Ege Denizi, Karadeniz ile Akdeniz arasında İstanbul ve Çanakkale boğazları ile birlikte önemli bir suyolunu oluşturmaktadır. Bu suyolunu kullanan tüm ülkeler için Ege Denizi, jeopolitik ve jeostratejik önemini korumaktadır. Yarı kapalı bir deniz olması nedeniyle Ege Denizi’nde istikrar odaklı politikaların üretilmesi ve izlenmesi önem kazanmaktadır. Bu suretle, Ege Denizi’nin barış ve istikrara örnek teşkil etmesi ve bunun devam ettirilmesi, bölge ve dünya barışına çok katkı sağlayacaktır. Deniz güvenliğinin ve istikrarının her zamankinden daha fazla önem kazandığı bu dönemde; Ege Denizi’nde kıyıdaş ülkeler arasında karşılıklı güvenin tesis edilmesi ve sürdürülmesi, tarafların, Uluslararası Antlaşma ve Sözleşme hükümlerine uyması ile mümkündür.
Alper Aykut Ekinci, Arzum Yiğit, Ayça Doğaner, Cemal Kakışım, Eftal Coşkun, Engin Koç, F. Begüm Yıldızeli, Gökçe Kurucu, Hüseyin Demirhan, Işıl Demirtaş, İbrahim Çetin, Leman Erdal, Mevlüt Akçapa, Seçkin Baykal, Sıla Turaç Baykara, Şeref Çetinkaya, Yahya Bayrak, Yusuf Yıldırım Kaynakların sınırlılığı ve özellikle fosil yakıtlar noktasında insanların edilgenliği, ülkeler açısından varolan kaynakların paylaşımı noktasında realist perspektifte agresif politikalara yöneltmekte, uluslararası düzeyde politik ve hukuki argümanlar bu çerçevede geliştirmesine neden olmaktadır. Özellikle enerji tüketimi yoğun olan ülkeler ve enerjide ithalata mahkûm olan ülkeler, enerji arz güvenliklerini tesis etme amacıyla orta ve uzun vadeli stratejiler ortaya koymakta ve buna yönelik eylemler gerçekleştirmektedirler.
Bu kitapta, enerji politikalarına, enerji üretim ve nakil kabiliyetlerine gerek küresel bağlamda gerekse ülkesel değerlendirmeler ekseninde yaklaşılarak, devletlerin sadece kendi ülkesel yetki alanlarında değil; diğer devletlere ilişkin politik bazlı belirleyici olabilmek adına coğrafyaları dışında da nasıl enerji stratejileri belirledikleri ortaya konulmuştur.
Küresel enerji politikaları, Doğu Akdeniz Bölgesi'nin enerji kaynakları açısından pozisyonu, enerji arz güvenliği, Çin'in üretim kabiliyeti ve enerjiye duyduğu ihtiyaç, Türkiye'nin enerji dönüşüm süreci, Amerikan ve Rus dış politikalarında enerji perspektifli stratejiler, İran'ın enerji politikaları, iklim değişikliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim, Avrupa Birliği'nin yeşil mutabakat tezi, iklim-enerji dengesi, Rusya-Ukrayna savaşı ve enerji politikalarına yansıması kitabımızın temel konularını oluşturmaktadır.
Cemil Doğaç İpek Bu çalışmanın amacı, benzer temelden (aynı dili konuşmak: Fransızca/ Türk Dili) yola çıkan iki uluslararası örgütün; Frankofoni ile Türk Konseyi'nin bağlamını analiz ve mukayese etmektir. Nevi şahsına münhasır bu iki tecrübenin, anlamı bir taraftan tarihi süreç boyunca aranırken diğer taraftan da bugünün perspektifi ile yorumlanmaya çalışılmıştır. Frankofoni'nin kuruluşu Avrupa'nın kolonilerini yitirerek dünya siyasetinin merkezi olma vasfını kaybettiği dönemi işaret ederken; Türk Konseyi'nin kuruluşu ise Soğuk Savaş döneminin ideolojik rekabet ortamının ve iki kutupluluğun sona erdiği dönemin sonrasını işaret etmektedir.
Konuyla alakalı olarak literatür incelendiğinde uluslararası örgütler alanına odaklanan akademik çalışmalar uluslararası ilişkiler disiplini içerisinde önemli bir hacme ulaşmış bulunmaktadır. Frankofoni ile Türk Konseyi'nin bağlamının anlamlandırılması ve mukayese edilmesi amacı etrafında kaleme alınan bu çalışma, söz konusu külliyatın bir bölümü ile paylaşılan sorulara uluslararası ilişkiler ve sosyal bilimlerin ilgili alanlarından teorik perspektiflerle güncel zeminde bir cevap arayışının ürünüdür.
Altuğ Günar, Arif Bağbaşlıoğlu, Ayşe Ataş, Elif Çalışkan Polat, Ferda Abiç, Filiz Çoban Oran, Gamze Alper, Gamze Kaya, Gülşah Özdemir, Hakan Samur, M. Bülent Uludağ, M. Turgut Demirtepe, Merve Özkan Borsa, Muhammet Fatih Özkan, Onur Çöpoğlu, Soner Karagül, Zerrin Torun Bu çalışma, özellikle karşılaştırmalı dış politika analizleri çerçevesinde Türkiye'de, Türkçe'de İngiltere açısından var olduğu söylenebilecek olan bir boşluğun doldurulmasına katkı yönünde atılmış yararlı bir adımdır. Benzerlerinin çoğalması dileğiyle…
Prof. Dr. Faruk Sönmezoğlu

19. yüzyılın tartışmasız en büyük gücü olan Büyük Britanya, 20. yüzyılda “üzerinde güneş batmayan imparatorluğu” çözülme sürecine girerken küresel iddiasını sürdürmek amacıyla ABD'yle ve Avrupa Ekonomik Topluluğuyla ilişkilerini geliştirmiştir. 21. yüzyılda Avrupa Birliğinden resmen ayrılması ve dış politikasını “Küresel Britanya” söylemiyle yeniden inşa etmesi, Avrupa güvenliği ve dış politikasının ötesinde sonuçlar doğurması bakımından önemlidir. Bu nedenle bu kitap, Diplomasi tarihi ve uluslararası ilişkilerin en önemli aktörlerinden olan Britanya'nın dış politika geleneği ve tarihî gelişimini anlamak için konuya ilgili duyan herkesin başvurabileceği bir kaynak olma özelliği taşımaktadır.
Samet Yüce Süregelen güç mücadelesi ve emperyalist istekler nihayetinde Birinci Dünya Savaşı'nı kaçınılmaz hâle getirmiştir. Savaşla birlikte İngilizler, Orta Doğu ve Levant bölgesi başta olmak üzere periferindeki çıkar alanlarını korumaya çalışmış; yerel liderlerin manipüle edilerek bir Arap isyanına hazırlanmasından bölgesel işgallerin ve emperyalist parselasyonların yapılmasına kadar birçok karar almışlardır. Söz konusu kararların alınması ve uygulanması noktasında “sahadaki adamlar” da etkili olmuşlardır. Hatta Londra'nın kararlarına rağmen saha gerçeklerini önceleyerek politikaların belirlenmesinde ve/veya yürütülmesinde aktif sorumluluklar almış ve İngiltere'nin emperyalist yayılmasına destek olmuşlardır.
Sir Ronald Storrs, Emir Abdullah'la Mısır'da yaptığı özel görüşmelerinde ayrılıkçı hareketin ilk işaretlerini görmüş; Osmanlı Devleti'ne karşı yıkıcı bir isyanının tasarlanmasında ve teşvik edilmesinde önemli rol oynamıştır. Saha bilgisi, Lord Kitchener ve Emir Abdullah ile yakınlığı ve dil yeteneğinin de yardımıyla Şerif Hüseyin-McMahon yazışmalarını yürütmüştür. Hicaz bölgesine giderek Şerif Hüseyin ile bizzat görüşmüş ve Arap İsyanıyla ilgili sahada detaylı gözlemler yapmıştır. Ayrıca Arap Bürosu çalışanlarından T. E. Lawrence'ı da yanına alarak Şerif Hüseyin ve ailesiyle tanışmasını sağlamıştır.
Savaş sonrası dönemde Storrs, Londra hükûmeti tarafından yetkilendirilerek sırasıyla Kudüs Askerî Valisi, Kıbrıs Sömürge Valisi ve Kuzey Rodezya Sömürge Valisi yapılmıştır. Entelektüel bilgi birikimi ve yöneticilik tecrübesiyle hareket eden ve geç Viktorya dönemi yöneticilerinin karakteristik özelliklerini yansıtan Storrs'un her zaman önceliği, İngiltere'nin emperyalist istek ve değerlerini savunmak olmuştur.
Ömer Furkan Kesikbaş 21. yüzyılda uzay; başta roket, uydu ve bilişim gibi yüksek teknoloji gerektiren sektörlere yapılan yatırımlarla ona erişebilen ve onu kullanabilenlere büyük güç ve imkânlar sunmaktadır. Uzay, tam da bu sebeple yeni bir rekabet alanı hâline gelmiştir. Uzayın artan önemi ile birlikte uluslararası ilişkiler disiplini içerisindeki kuramsal yaklaşımları yansıtan bir astropolitik literatürü ortaya çıkmıştır.
Mevcut astropolitik literatürü içerisindeki yaklaşımlar, uzayda son yirmi yılda yaşanan gelişmeleri ve halihazırdaki tarihsel değişimi kuramsal olarak yeterince anlamlı hâle getirememiştir. Bu kitapta astropolitik bağlamda yaşanan rekabet, yeni bir kuramsal yaklaşım ile daha görünür ve anlamlı kılınmaya çalışılmıştır.
Bu kitapta benimsenen metodolojik yaklaşımın ve elde edilen bilgilerin, astropolitik bağlamdaki değişimin anlamlandırılmasına katkı sağlaması ümit edilmektedir.
Atakan Büyükdağ, Burcu Taşkın, Can Uyar, Dila Algan Tezcan, Ferit Belder, Halim Gençoglu, Indira Phutkaradze, Nur Çeti̇noğlu Harunoğlu, Sezgi Durgun Özkan, Zeynep Bostan “Dünya üzerindeki en tekinsiz toprak, insanın zihni ve kalbidir”.
Bu söz Amerikalı coğrafyacı John Kirtland Wright (1891–1969) tarafından 1946 yılında Ohio'da Amerikan Coğrafya Derneğinin açılış toplantısında söylenmiştir. Bu sözün 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçişe tanıklık eden bir coğrafyacı tarafından söylenmiş olması manidardır, zira bu dönemde dünyada İmparatorluklar çözülürken, ulus devletler sınırlarını oluştururken, sanayileşmiş devletler sömürge topraklarda kolonyal siyasetlerini sürdürürken Amerika'dan Finlandiya'ya, Hindistan'dan Etiyopya'ya, Japonya'dan Ruanda'ya, tüm dünya şiddet ve katliamlarla sarsılmıştır.
20. yüzyılda yaşanan çatışmalarda çarpışan sadece insanlar ve silahlar değil imgeler ve anlatılardır. Kenyalı yazar Ngũgĩ wa Thiong'o, 1981 yılında yayımladığı “Zihni Dekolonize Etmek” adlı kitabında, emperyal güçlerin dayattığı kültürün bir silah olarak kullanıldığını, kültür emperyalizmi ile yerli halkların kendilerine nasıl yabancılaştırıldığını anlatır. Thiong'o'ya göre “Kültür bombası”, canlılara kendi adlarını, yuvalarını, dillerini, mirasını, birliğini, yeteneklerini ve son olarak da kendilerine olan inançlarını yok edecek kadar etkilidir.”. Bu nedenle 20. yüzyılın tarihini yazarken kolonyalite ve her türlü şiddet birlikte ele alınmalıdır.
Bu kitapta, kolonyal siyaset ve “kolonyalite”nin yeniden ürettiği politikaların sonucunda 20. yüzyılda yaşanan şiddet ve katliamlara dair alternatif anlatılar ve sorgulamalar bulacaksınız. Seçkin akademisyenlerin kaleminden çıkan bu yazıların gelecek yüzyılda barışa ve adalete ilham olması umuduyla…
Yasemin Çokgüçlü Geçmişte olduğu gibi günümüzde de Kuzey Kore'nin nükleer silahlara sahip olmadan önce rejim güvenliğini sağlamış ve yıllarca sürdürmüş olduğu göz ardı edilmektedir. Kuzey Kore'de rejim güvenliğinin sağlanmasındaki asli unsurun nükleer silahlar olduğu algısı ön plandadır. Çalışma, literatürdeki bu algı açığını gidererek nükleer silahlar, güvenlik ve nükleer diplomasi anahtar kavramları üzerinden
• Kuzey Kore sisteminin altyapısını oluşturan Juche ve Songun ideolojilerine odaklanarak,
• Nükleer silah sahibi olmadığı dönemde gerçekleşen Çerçeve Anlaşması aşamasındaki gelişmelerden yararlanarak,
• Kuzey Kore'nin nükleer silah sahibi olduğunu ilan etmesinden sonraki dönemde gerçekleşen Altı Taraflı Müzakereler sürecindeki görüşmelerden yararlanarak
• Kuzey Kore nükleer silahlanma programına farklı bir bakış açısı getirmeyi amaçlamaktadır.
Devletlerin tarihsel tecrübeleri güvenlik algılarını, güvenlik algıları ise güvenlik politikalarını belirlemektedir. Bu bağlamda çalışmada, silahlanma yarışı bölgesel olarak sona ermediğinden bölge ülkelerinin ve ABD'nin bölgedeki silahlanmasının resmî bahanesi olan Kuzey Kore nükleer faaliyetlerinin küresel güvenlik politikalarına etkisi analiz edilmektedir. Kuzey Kore nükleer faaliyetleri özelinde Çin, Rusya, Güney Kore, Japonya ve ABD'nin nükleer diplomasisi incelenmektedir. Ayrıca çalışma, Kuzey Kore nükleer silahlanma faaliyetlerinin küresel yansımaları boyutuyla değerlendirilmesiyle bu faaliyetlerin Güneydoğu Asya'da konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan güçlü bir askerî yapılanmaya başarılı bir bahane olarak hizmet ettiğini ve nasıl hizmet etmeye devam ettiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Emre Erdemir, Esra Nihal Kandur, Harun Gümrükçü, Hüseyin Karabulut, Rabia Kalfaoğlu, Yasin ilkdoğdu 21. yüzyılda, önceki coğrafi keşiflerin ve sömürgeciliğin aksine kaynakları zengin ancak ıssız deniz ve okyanus bölgelerinde ve deniz rotaları üzerinde egemenlik kurmaya yönelik zeminde, çalışmanın odak noktası, okyanusların ve denizin içinde yer alan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü olmuştur.
Kitapta; mavi sularla çevrili ama yıllardır egemenlik ve mülkiyet konusunda tartışmalı olan takımadalarının, adaların, adacıkların ve kayalıkların statüsü ve kime ait oldukları sorusu yanında bu alanda varlığı bilinen ancak henüz keşfedil(e)meyen canlı ve cansız kaynaklar ile yeni perspektif olarak Kutup Çağı’ndan bahsedilmekte, geçmişin Doğu-Batı karşıtı söyleminin yerini “Yüksek Kuzey” ve “Yüksek Kuzey-Güney İlişkileri” savı oluşturmaktadır.
Araştırma sahaları olarak ise;
1- Kanada’yla Danimarka arasında Grönland’den dolayı düşük profilli çatışma alanı oluşturan ve Arktika Bölgesi içinde yer alan Hans Adası/Kayası,
2- Pasifik Okyanusu içinde yer alan ve 1980’li yıllarda üzerinde kıtalararası bir sıcak savaşın yaşandığı Antarktika Kıtası’na ulaşmada kilit üç adadan biri olan Falkland Takımadaları, Avrupa Kıtası’nın somut örneği olarak Ege Denizi’nde Kardak Kayalıkları,
3- Akdeniz için Kıbrıs Adası, Asya Kıtası’nın örnekleri olarak Senkaku/Diaoyu ve Spratly/Nansha Takımadaları ile Arktika Okyanusu’ndan Grönland Adası alınmaktadır.
Alexander Sergunin, Fatma Cande Yaşar Dinçer, Gözde Yirmibeşoğlu, Harun Gümrükçü, Kübra Akçan, Rip Bulkeley, Serpil Samur, Yaren Altun Kutup çalışmaları, 20. yüzyılın sonlarına doğru ilk etapta bölgede yaşayan yerel halkların kimlik arayışı ola­rak ortaya çıkmış olmasının yanında iklimsel değişimin en kesin kanıtlarının gözlemlendiği bir alandır. Soğuk Savaş'ın (1948-1989) sona ermesiyle başlayan bu dönemsel süreçte bir mekân felsefesine (jeopolitik) dönüşmüştür. İçinde barındırdığı siyasi çatışmaları, farklı inanç sistemlerinin birbirleriyle rekabeti, doğal kaynaklarıyla küresel ekonomiye etkisi, kendine özgü buzul dağları, büyüleyici coğrafyası ve en nihayetinde dünümüzün sırlarının gizeminin korunduğu ve geleceğimizi yönlendirecek olguları barındıran karmaşık bir alandır.
Günümüzde Batılı güçlerle Rusya Federasyonu'nun (RF) direkt olarak karşı karşıya geldiği en büyük stratejik bölgedir. Bu cepheleşmede ilk aşama, RF, Batılı güçlerin ve kapitalist bakışın bu coğrafyada kendi sistemini ve medeniyetini inşasına karşı koymaktır. Bir ileriki aşama, her iki tarafın birlikte Çin Halk Cumhuriyeti, Federal Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve Japonya'nın “Yüksek Kuzey”e doğru yayılmacılığını önlemeye yöneliktir. Bu bakış çerçevesinde yerel halkların dünü, bugünü ve yarını için kaygı verici gelişmeler yanında onların kendi organizasyonlarını kurmuş olmaları hem böylece tarihsel ezilmişliklerini topluca dillendirmeleri hem de güncel haklarını dünya kamuoyuna taşımış olmaları gelecek için ümitli olunmasının temel yapı taşlarını oluşturmaktadır.
Alexander Konstantinovich Portsel, Ceyhan Karasoy, Harun Gümrükçü, James K Wither, Leyla Yılmaz, Rabia Kalfaoğlu, Sabit Alabaş, Sümeyye Güneş, Y. Barbaros Büyüksağnak 1990’lı yılların başına kadar Arktika Bölgesi birçok araştırmacı tarafından çok uzakta olan bir buzul çölü olarak algılanıyordu. Bu çölün en stratejik coğrafyası Spitzbergen Takımadaları’dır. İnsandan çok kutup ayılarının hükümranlığındaki ve insan cesedinin çürümediği bu buzullar diyarı, bir zamanlar kutup kâşiflerinin son durağı, Avrupa medeniyetinin bittiği son noktaydı.
Takımadaların hukuki statüsü 1920 tarihli Spitzbergen Antlaşması’yla belirlenmiş olup söz konusu Antlaşma günümüze kadar 46 devlet tarafından imzalanmıştır. Antlaşma’ya göre Norveç’e bu toprakların yönetimi için kâhyalık görevi verilmiş ve diğer akit tarafların vatandaşları ve işverenlerine başka hiçbir antlaşmada öngörülmemiş nitelikte haklar tanınmıştır. Bu kendine has özellikleri içeren antlaşma;
Akit tarafların vatandaşları ve işverenleri arasında ayrımcılığı yasaklamakta;
Akif tarafların vatandaşlarına sınırsız oturma izni alma, ayrımcılığa uğramadan çalışma ve ekonomikfaaliyetlerde bulunma hakkını vermekte;
Tüm taraflara eşit davranma (muamele eşitliği) prensibinden hareket etmekte;
Spitzbergen’in sivilleştirilmesi ve alanın askeri amaçlar için kullanılması yasağını getirmekte;
Spitzbergen’de toplanan vergilerin burada harcanması zorunluluğunu koymakta;
»1920 tarihinden önce verilen hakların aynen devam etmesini garantilemektedir.
Genelde Arktika Bölgesi ve özelde Spitzbergen Takımadaları, 2000’li yılların başından itibaren bilim dünyasını en fazla meşgul eden konular arasına girmiş ve ülkemizde Küresel Bakışla Kutup Çağı altında yapılan çalışmalarla yerini bulmuştur. Küresel düzeyde artan çevre sorunlarına ve iklim değişikliğine olan ilginin artmasıyla algılamada çok uzakta olan bu coğrafyalar giderek daha ulaşılabilir hâle gelmişlerdir.
Soğuk Savaş yıllarında bu bölgelere atfedilen öğrenilmiş değersizlik zaman içinde değişmiş, özellikle Kuzey Kutbu Bölgesinde askerileşmenin yerini kaynakların ekonomik potansiyeli almaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak doğal zenginliklere, daha düşük maliyetlerle, daha güvenli koşullar altında ve rekabetin daha kolay olduğu ortamlarda ulaşılmaktadır.
Zekeriyya Akdağ Dünya sisteminin ekonomi politik ağırlık merkezi, Çin başta olmak üzere Doğu Asya bölgesine kaymaktadır. Çin dünya ekonomisinde, 19. yüzyıl öncesinde olduğu gibi, yeniden merkezî bir konuma yükselmektedir. Çin'in başta ekonomi olmak üzere askerî ve politik alanda kaydettiği ilerlemeler, uluslararası sistemdeki etkisini sürekli bir biçimde arttırmaktadır. Küresel ekonomik politik değişimler, Çin'in dünya sisteminde yeniden merkezî bir rol oynayacağını göstermektedir. Dünya sistemindeki jeopolitik ve jeoekonomik gelişmeler, Çin'i küresel hegemonya mücadelesinin en önemli aktörü hâline getirmektedir. Bu çalışmada, Çin'in yükselişinin hegemonik bir güç olmasına yol açıp açamayacağı üzerinde durulmuştur. Çin'in yeni bir hegemonya düzeni oluşturabilme imkânı ve bunu sınırlayan etmenler analiz edilmiştir. Bu çalışma, sermaye birikiminin merkez üssü olma ve hegemonik güç olma mücadelesinde Çin'in en büyük potansiyellere sahip aktör olduğunu değerlendirmektedir. Giderek karmaşık hâle gelen kapitalist dünya ekonomisi üzerinde kontrolü sağlayabilecek en geniş ekonomik kaynaklara sahip ülkenin Çin olduğu iddia edilmektedir.
Aşkın İnci Sökmen Alaca,Hatice Çelik,Emre Demir,Çağrı Emin Demirtaş,Cemre Pekcan,Eray Alım,Merve Suna Özel Özcan,Halil Burak Sakal,Mehmet Şahin.Tuğçe Ersoy Ceylan,Enis Porat,İlker Salih Ebrem,Ebru Küçükşener,Mehmet Rakipoğlu,Yakup Şahin,Sıla Turaç Baykara,Sadullah Özel,Merhmet Emin Erendor,Hasan Acar,Serhat Bulut,Yakup Şahin, Son yılların en popüler araştırma konuları arasında küresel politikalar ve bölgesel dönüşümler geliyor. Bir bölgenin nasıl çatışma veya iş birliği sahasına dönüştüğü ve bu dönüşümde yer alan küresel ve bölgesel aktörlerin etkilerinin boyutları hâlen önemli bir tartışma konusu olarak güncelliğini koruyor. Nitekim uluslararası sistemde yer alan küresel ve bölgesel aktörlerin sistemin sunduğu avantaj ve dezavantajlar bağlamında politikalar takip ettiği ve ilgili aktörlerin bölgesel dönüşüm süreçlerinde aktif olarak yer aldıkları görülmektedir. Deneyimlemeye devam ettiğimiz belirsizleşen dünya kompozisyonu ekseninde ise küresel ve bölgesel aktörlerin politika seçimleri ve bölgesel dönüşümlerin etkin ama bir o kadar kırılgan yapısı, topyekûn küreyi etkilemektedir. Bu bağlamda birbirinden kıymetli 20 akademisyen tarafından kaleme alınan bu kitap, küresel ve bölgesel aktörlerin politikalarını ve farklı coğrafyalar temelinde yaşanan dönüşümleri analiz etmektedir.
Ahmet Sapmaz, Alptekin Molla, Ariel González Levaggi, Bilal Nergiz, Burak Şakir Şeker, Ceren Uysal Oğuz, Cihan Kazancıoğlu, Doğan Şafak Polat, E. Nur Sezek, Emine Kılıçaslan, Gabriel Enrique Sánchez Ramirez, Gökhan Alptekin, Haşim Türker, Hüseyin Çelik, Hüseyin Çoban, Kıvanç Sağır, Kübra Deren Tüdeş, María Agustina Coloma, María Fernanda Sanzón-Maya, Mesut Özel, Samet Yılmaz, Segâh Tekin, Tuba Taşlıcalı Koç Latin Amerika; 21'inci yüzyılda stratejik ilginin, ekonomik fırsatların ve jeopolitik dinamiklerin odak noktası olmaya devam etmektedir. Bu coğrafya; ticaret ve yatırım, çevre koruma, sosyal kalkınma ve teknolojik yenilik alanlarında önemli gelişim sürecindedir. Bu sebeple bölge; büyüme, dönüşüm ve küresel liderlik açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Bu açıdan bahse konu kıtanın küresel aktörler için bir rekabet alanı olduğu aşikardır. Kitabımız, Latin Amerika'nın karşı karşıya olduğu fırsatlar ve zorluklar konusunda zengin analizler içermektedir. Değişen çağın şartları çerçevesinde bölgenin geleceğini şekillendirecek iş birliği olanakları ile bunların karşısında yer alan toplumsal, politik ve ekonomik sorunlar vurgulanmaktadır. Bu kapsamda çalışmanın amacı; bölgeyi disiplinler arası bir yaklaşımla incelemek, genel bir bakış açısı sunmak ve stratejik öngörüler oluşturmaktır. Yayının, bilim alanına ve toplumsal sorunlara yararlı olmasını dileriz.

Abdulgani Bozkurt, Behice Canatan, Betül Yasemin Keskin, Birkan Kemal Ertan, Canan Özge Eğri, Erhan Akkaş, Furkan Yıldız, Güldenur Çetin, Hakan Ünay, Halil Kürşat Aslan, Haris Ubeyde Dündar, İsmail Köse, M. Tahir Kılavuz, Mesut Özcan, Murat Aslan, Murat Çemrek Arap ayaklanmaları ülke içi siyasal sistemleri sarstığı kadar bölgedeki tüm devletleri de
etkilemiştir. Arap dünyasında yaşanan bu değişimler Ortadoğu bölgesine olan ilgiyi de artırmıştır. Ayaklanmalarının ortaya çıkış sebepleri ve sonrasında yaşanan gelişmelerin nedenleri merak konusudur. Ortadoğu devletlerinin iktisadi ve siyasal yapılarını anlamak bu noktada önemli hale gelmiştir. Yaşanan olaylar ve tarihsel bağlam içerisinde ekonomik ve siyasal konjonktürün bağlamın birlikte analiz edilme ihtiyacı, elinizdeki çalışmanın ortaya çıkışında temel motivasyon kaynağıdır. Bu kitapla, Orta Doğu'nun siyasal ve ekonomik gerçekliğine dair tekil örneklikler yerine daha geniş bir perspektif sunulması hedeflenmiştir. Tarihi tecrübeler ışığında bölgenin siyasal ve ekonomik fotoğrafı birlikte çekilmektedir. Bu kapsamda, ekonomi politik perspektiften kapsamlı bir çalışma olarak bu kitap, son yıllarda bölgedeki gelişmelere dair artan ilgiye cevap vererek, okuyucuya
katkı sunacaktır.
Ahmet Sapmaz, Burak Şakir Şeker, Canan Orhan Gönül, Cihat Yaycı, Doğan Şafak Polat, Emine Kılıçaslan, Emirhan Kaya, Fahri Erenel, Ferda Özer, Ferdi Güçyetmez, Gülden Gül, Hasret Çomak, Hatice Yaprak Civelek, Hulusi Ekber Kaya, Huriye Yıldırım Çinar, Hüseyin Çelik, İdris Turan, İrem Nart, Mesut Şöhret, Muhammet Fatih Özkan, Murat Koray, Murat Yorulmaz, Oğuz Taner Hacıfazlıoğlu, Özkan Gönül, Selen Akan, Serdal İlbaş, Sibel Kavuncu, Sina Kısacık Orta Doğu sadece bugün değil tarihin her döneminde politik, stratejik, kültürel, ekonomik ve genel dengeler açısından insanlığın gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Doğu ile Batı'nın buluştuğu bir kavşak noktası olan Orta Doğu, sadece doğal kaynakların ve ticari malların aktarıldığı bir yer değil aynı zamanda inançların, kültürlerin ve medeniyetlerin birbiriyle kavuştuğu ve aktarıldığı bir geçiş noktası olmuştur.
Orta Doğu'nun jeopolitik yapısı ve özellikleri, bölgenin dünya politikasındaki yerini ve önemini korumakta ve güçlendirmektedir. Orta Doğu; Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleştiği merkezî noktada bulunmaktadır. Soğuk Savaş Dönemi'nde Orta Doğu bölgesinin jeopolitik ve jeoekonomik önemi uluslararası rekabetin ve çatışmanın dinamiğini oluşturmuştur.
Soğuk Savaş sonrasında Orta Doğu'nun jeopolitik önemi, uluslararası enerji kaynaklarının ve enerji intikal yollarının kontrolünü yeniden gündeme getirmiştir.
Küresel aktörlerin; 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde Orta Doğu'daki ilgisi askerî, ekonomik, siyasal açıdan en yüksek noktaya ulaşmıştır.
Cumhuriyetimizin 100'üncü yılına girdiğimiz bu dönemde Orta Doğu ile ilgili belirleyici ve yönlendirici politikalar izlemesi kaçınılmaz olmalıdır. Bu kapsamda mevcut politikalar yeniden gözden geçirilmeli, güncelleştirilmeli ve geliştirilmelidir.
Abdurrahman İlhan, Arzu Erman, Bilal Karabulut, Doğacan Başaran, Elif Günal, Emre Ozan, H. Mustafa Eravcı, Kadir Ertaç Çelik, Mehmet Seyfettin Erol, Mücahide Nihal Engel, Naime Yüksel Kayaçağlayan, Nuri Salık, Sayim Türkman, Serpil Güdül Orta Doğu, tarih boyunca stratejik konumu ve küresel güçlerin siyasi ve iktisadi beklentileri sebebiyle, cazibesini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti (1517-1917) döneminde istikrarlı bir dönem yaşayan Ortadoğu, Birinci Dünya Harbi’nin sonunda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasıyla birlikte önce İngiltere ve Fransa’nın kontrolüne girmiş ve ardından da “Soğuk Savaş” Dönemi’nde SSCB ve Amerika Birleşik Devletleri’nin siyasi ve askerî alanlarda çekişme sahası olmuştur.
Daha önce “Orta Doğu’ya Bakış I” kitabının devamı olarak hazırlanan bu ikinci kitap, yine tarihsel süreç içerisinde Orta Doğu ülkelerinin yaşadığı siyasi, askerî ve iktisadi olayları çok sayıda akademisyenin katkıları ile geniş bir dönemi kapsayacak şekilde Orta Doğu tarihine ışık tutmaktadır.
Fatma Uygur İstanbul'da Fransız büyükelçiler ve sefaret görevlileri, Osmanlı’nın maruz kaldığı kaotik ortamlarda icra ettikleri diplomatik faaliyetlerle öne çıkmışlardır. İstanbul'da bir sadrazam kadar icrâ-yı nüfuz eden Napolyon'un casusu General Horace Sébastiani, Cezayir'de Napolyon'un Lawrence'ı Vincent-Yves Boutin veya Yanya Paşası Tepedelenli Ali'nin çıkardığı isyana destek veren Pouqueville gibileri sadece bir konsolosluk veya büyükelçilik görevini yerine getirmek için değil iç karışıklıklar çıkartmak için de faaliyet göstermişlerdir.
Fransız İhtilali’nin rüzgârıyla önce bir savrulan, sonra yeniden toparlanarak denge siyaseti gütmeye başlayan Osmanlı ise diplomasi sanatında henüz pek mahir değildir. Seyyid Ali Efendi'nin diplomat Talleyrand tarafından aldatılması bu duruma örnek bir vakadır. Yetenekli ve becerikli Fransız diplomatlar, kurdukları casusluk ağıyla her türlü bilgiye kolayca ulaşabilmişlerdir. Nitekim Sultan Mahmud'un ölümünü Paris'te bulunan Reşid Paşa'ya saraydakilerden önce Fransızlar haber vermişlerdir.
Bu çalışmaya, Fransız Diplomat Kont Émile Desages'ın kaleme aldığı Osmanlı-Fransız Diplomatik Münasebetleri (1800-1840) konu edilmiştir. Yunan ayaklanmasının getirdiği kaotik dönemden Cezayir'i işgal ederek zafer kazanan bir Fransa tablosu ve Mısır paşasının isyanlarını her daim destekleyen bir Fransız dış politikası, Osmanlı paşaları nezdinde ele alınmıştır.
Salih Gamsız, Ali Poyraz Gürson Ukrayna'nın işgali ile Avrupa Kıtası, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri en kanlı savaşı yaşarken Avrupa Güvenlik Mimarisi tehlikeye girmiştir. Putin; ABD ve Batılı ülkelerin NATO'nun genişlemeyeceği konusunda verdiği sözü tutmadığını, Ukrayna'nın NATO ve AB üyesi olması durumunda Rusya'nın ulusal güvenlik stratejisinin tehlikeye gireceğini ifade etmiştir. Rusya, tatbikat yapmak üzere 125 adet tabur (190.000 personel) kadar kuvveti Ukrayna sınırlarına konuşlandırmıştır. Putin, Ukrayna halkının Rus halkının kardeşi olduğunu, Ukrayna'nın da suni yaratılmış bir devlet olduğunu iddia etmekle birlikte 22 Şubat 2022 günü Donbas ve Luhansk bölgelerinin bağımsızlığını kabul ederek 24 Şubat 2022 tarihinde Kiev'deki sözde Neonazi yönetimi değiştirmek ve Rus vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumak maksadıyla Ukrayna topraklarını işgal etti. Rusya'nın hedefi, kısa sürede Kiev'e el atarak kendisine müzahir yönetim kurmaktı. Rusya'nın harekâtı, planlandığı gibi olmadı ve Rus kuvvetleri beklenen başarıyı gösteremedi. ABD ve Batılı ülkelerin askerî ve ekonomik yardımları ile Rusya'ya bugüne kadar uygulanmayan yaptırımları yürürlüğe koymaları Moskova'yı zor durumda bıraktı. Rus kuvvetlerinin uygunsuz hava ve arazi koşullarındaki harekâtı, yollara bağımlı kalmış ve ağır zayiatlar vermiştir. Rus ordusunun eğitimsiz, lojistik desteğinin, komuta kontrol ve siber sistemlerinin yetersizliği ve silahlarının Batı üretimi silah sistemlerine karşı zayıf olduğu görülmüştür. Ukrayna'nın işgali ve ambargolar, global enerji ve yiyecek fiyatlarını etkilemiştir. Kitlesel göçler ve yerlerinden edilenlerin durumu insanlık dramıdır. Rusya'nın AB ülkelerine enerji sevkiyatını durdurması durumunda Avrupa ekonomisi resesyona girecek ve küresel piyasaları etkileyecektir. Ukrayna'nın işgalinin sona erdirilmesi için arabulucu girişimler sonuçsuz kalmaktadır. Bu savaş, bir dereceye kadar ABD, AB ile Rusya'nın karanlık savaşıdır ve Karadeniz'in önemini ortaya koymaktadır. Ukrayna, Batılı ülkeler adına savaşan devlettir. Ukrayna'daki savaşın ne zaman sona ereceği ise Putin'in kararına bağlıdır.
The reasons for the persistence of authoritarianism in the Arab world has eluded scholars of democratization for a very long time. While many hoped that the Arab Spring might have been a break through moment in terms of democratization, authoritarian forms of political regimes proved to be resilient once again. On the basis of an array of internal and external factors, this book aims to shed some light upon the ways of how authoritarianism survived, by taking four case studies (Morocco, Tunisia, Egypt and Iraq). While many of those factors have been highlighted before, we believe what is missing is perhaps the unique interaction between them. Therefore, covering the dynamics of the relationship between the internal and external factors of authoritarianism may help us better understand why the Arab world has thus far evaded all the previous waves of democratization.
Salih Yılmaz Rusya Federasyonu, 21. yüzyılın başında “Putin Doktrini” olarak ifade edilen strateji ile tanışmıştır. Buna göre Batı artık Rusya'nın güvenilir bir ortağı değildir. Post-Sovyet ülkelerin egemenliği Rusya'nın koruması altındadır. Rus Dünyası ve Rus Ortodoksluğu güçlü hâle gelmiştir.
Günümüzde “Rusya'nın Yolu” tabiri tüm dünyada hemen hemen kabul edilebilir seviyeye gelmiştir. Bu nedenle de Rusya, “ortak aklın yolu” felsefesini kabul etmeyen veya etmek istemeyen bir toplum ve devlet olarak tanınmaya başladı. Hem iç politikada hem de dış politikada Rusya'ya 'özel' bu duruma karşı çıkabilen etkin bir güç henüz bulunmuyor. Rus şair ve diplomat Fyodor İvanoviç Tyutçev, meşhur dört mısralık bir şiirinde şöyle der:
Rusya akılla kavranmaz
Genel kabul görmüş bir arşınla ölçülmez
Onun kendine özgü bir hâli, gelişimi vardır
Rusya'ya sadece inanılır, itaat edilir.
Bu mısralar, Rusya'yı tanımlayan en yaygın ifadelerdir. Tyutçev'e göre Rusya'yı anlamak istiyorsak “ona inanmak” gereklidir. Rusların tarihten itibaren kendilerine biçtikleri “kurtarıcı” rolünü anlamak için tarihini, dış politikasını, uygulanan güvenlik doktrinlerini bilmek gerekmektedir.
Bu kitabı okuduğunuzda eminim bu soruların bazılarına cevap bulabilirsiniz. Kitapta, Putin Döneminde Rusya'nın değişimi ve dönüşümü ile bu politikaların genel sebepleri anlatılmıştır. Bu kitaba ek olarak “Rusya&Türkiye Avrasya Paktı Mümkün mü?” adlı kitabımızı da okumanızı tavsiye ederim.
Bu kitabın, genel okuyucu dışında özellikle “Güvenlik Çalışmaları” “Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler” ve “Tarih” alanında çalışan uzman, diplomat ve öğrenciler için de faydalı bir eser olacağına inanıyorum.
İyi okumalar dilerim.