Balkan-Kafkas Çalışmaları \ 1-1
Beşir Mustafayev Anadolu ve Kafkas coğrafyalarda güç sahibi olmak isteyen emperyalist devletler başta Osmanlı olmak üzere Türklerin egemenliğini parçalamak istiyorlardı. Parçalanmayı gerçekleştirmenin en uygun yollarından biri de buralarda yaşayan gayrimüslimlerle ilgilenmekti. Bu ilgiyle ırkçılık tohumları aşılanan Ermeniler, dış güçlerin destek ve kışkırtmalarına kapılarak teröre kalkıştılar. Eş zamanlı olarak bu coğrafyalarda yaşayan Türk-Müslüman halklara yönelik insanlıkla bağdaşmayacak yakma, yıkma, talan, katliam ve soykırım gibi terör faaliyetlerine giriştiler. Yaşanan bu terör olayları karşısında elbette Türkler de meşru müdafaa haklarını kullandılar. Her iki coğrafyada her iki taraftan büyük göçler ve acılar yaşandı. Kazanan yine ötekiler yani bu coğrafyaya yabancı olan unsurlar oldu.
Böylece birbirine yakın olan her iki coğrafyada o günden beri güvenlik, barış ve istikrar hâkim olmadı. Küreselleşmeyle birlikte enerji savaşları ve güvenlik sorunlarının getirdiği yeni kaos ortamları da artmıştır. Sadece kendi çıkarlarını kollayan güçler, geçen yüzyılda olduğu gibi günümüzde de terörden ve siyasi uzantılarından nemalanmaktadır. Yaşanan bu jeopolitik ve jeostratejik ortamdaki sorunlar Müslüman-Türkleri ve Ermenileri birinci elden ilgilendiren konuların ortaya çıkardığı bir mesele değildir. Zaten, “Fil ile karınca bir tutulmaz.” teşbihinden yola çıkarak çalışmamız boyunca Türk milleti ve devletlerinin namına sığmayacağı için Ermenilerle asla kıyaslamadık.
Bazı çevreler bu olayları, belli bir sebep-sonuç ilişkisi içinde değerlendirerek tarihi sadece 1915'e hapsetmektedir. Ermeni ve yandaşlarının işlerine gelen argümanları çekip çıkardıkları bir bilgi ambarı olarak kullanmaktadır. Bu yaklaşımla Ermeni tarafında oluşan ve propaganda ile birçok ülkeye sirayet ettirilen tek taraflı bir hafıza oluşturulmuştur. Oluşturulan hafıza âdeta siyasi bir iman hâline getirilmiştir. Üzerinde durduğumuz bu çalışmayla gerçeğin bir anlamda tarihsel serüvenini açığa çıkarmaktır. Bu serüvenin bir gerçeği olarak da tümüyle bühtandan ibaret “Ermeni soykırımı”nın aksine Hristiyanların dünden bugüne Anadolu ve Kafkaslarda yaptıkları soykırımları vurgulamaktır. Üniversitelerin lisans ve lisansüstü dersleri düzeyinde okutulmasını da tavsiye ettiğimiz Hristiyanların Müslüman Türklere yaptığı soykırımları kamuoyuna duyurmaktır. Çalışmanın gerçeklerin görülmesine yardımcı olacağı inancındayız.
Bülent Koçoğlu, Halil Apaydın, Haris Macić, İlbey Dölek, Mehmet Ali Kirman, Oya Çetintaş, Ozaj Suliman, Rıfat Atay, Serdar Saygılı, Şeref Göküş, Yalçın Çetin Her kitap, bir fikir temelinden yola çıkılarak yazılır. Her kitabın gideceği, gitmek istediği bir düşünce limanı vardır. Bu kitabın düşünce kaynağı ve limanı Aliya İzzetbegoviç’tir. Kitabın mottosu; Aliya’yı daha doğru anmak, anlamak ve fikirlerini eleştirel süzgeçte değerlendirerek yaşama temelinde aşmaktır. Aliya, ulusu ile birlikte büyük bir fikir ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Okumaya, yazmaya, eleştirel düşünceye, bilime, felsefeye, sanata, inanç ve evrensel ahlak yasası temelinde hoşgörüye önem vermiştir. Bu kitap, 13 bağımsız bölümde Aliya’yı yaşantısı, eserleri, sanat, siyaset, din, felsefe, bilim, Batı ve Doğu algısı, birlikte yaşama tecrübesi ve hoşgörü kültürü, kadının birey ve toplumun inşasındaki rolü gibi farklı konulardaki görüşleri bağlamında ele almaktadır. Eser, bu yönüyle daha bütüncül ve bilimsel bir yaklaşımla Aliya okuması yapmak isteyen okurların istifadesine sunulmuştur.
Ali Samir Merdan Soğuk Savaş sonrası dönemde dinamik bir yapı benimseyen Avrupa Birliği, zengin doğal kaynaklara ve stratejik öneme sahip Kafkas ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştır. Avrupa Birliği; öncelikle TACIS Programı adı altında bu ülkelere mali yardımlarda bulunmuş, daha sonra İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ile Enerji Politikasını uygulamaya koyarak ekonomik boyutta yardımlarını farklı alanlara kaydırmıştır. Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarının imzalanmasından sonra ise Avrupa Birliği, 1991-2006 dönemini sağlam yasal temelleri olan bir döneme çevirerek Kafkas ülkeleriyle siyasi ilişkilerini de geliştirmeye başlamıştır.
Bu kitapta; TACIS Programı, İpek Yolu’nun Yeniden Canlandırılma Politikası ve Enerji Politikasıyla gelişmekte olan ekonomik ilişkileri, Ortaklık ve İş Birliği Anlaşmalarıyla kurulan hukuki ilişkileri ve Komşuluk Politikasıyla gelişmekte olan siyasi ilişkiler incelenmiştir. Genel olarak 1991'den itibaren Avrupa Birliği ile Kafkas ülkeleri arasındaki ilişkilerde, bölgesel bir bütünleşmeden çok bir küreselleşme sorumluluğunu üstlendikleri ve 2006'ya kadar amaçlarında başarıyla nasıl ilerledikleri üzerinde durulmuştur.
Orkhan Valiyev Modern Batı siyasal düşüncesinde, sanayileşme; ticaretin artması ve iletişim olanaklarının bir çıktısı olarak doğmuştur. Oysa öteki toplumlarda milliyetçilikten ziyade onu doğuran millî hareketlerden bahsetmenin daha doğru olacağı ifade edilebilir. Zira ulusların kitlesel doğum asrı olan on dokuzuncu yüzyılda sömürge altında olan halkların milletleşme süreci milliyetçilikten ziyade millî hareketlerle açıklanabilir. Millî hareketler sürecinde aydınların daha etkili olduğu söylenebilir. Bu bağlamda entelijensiya, Azerbaycan'ın uluslaşma sürecinde etkili bir millî hareket yaratmıştır. Azerbaycan ulus inşa sürecini açıklamak için yazdıkları metinlerle millî hareket sürecine belirgin katkısı olmuş Mirza Fatali Ahundzade, Ali Bey Hüseyinzade ve Mehmet Emin Resulzade belirlenmiştir. Bu çalışma, Azerbaycan'ı cumhuriyete götüren süreci millî hareket bağlamında değerlendiriyor.
Murat ERCAN, Zafer PEKTAŞ Balkan bölgesi, gerek coğrafi, siyasi ve ekonomik açıdan gerekse kültürel ve insani bağlar açısından uluslararası sisteme yön veren güçler tarafından sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan şartlar, Yugoslavya’nın kurulmasına neden olduğu gibi pek çok ulusun da bir arada tek bir çatı altında yaşamasına imkân sağlamıştır. Fakat bu şartlar, 1990 yılının bitmesiyle değişiklik göstermiş ve bu sefer de bu ulusların ayrılmasına ve parçalanmasına neden olmuştur. 1990 sonrası uluslararası sistem Yugoslavya’yı etkisi altına alarak, mikro milliyetçi akımların da etkisiyle Yugoslavya toprakları üzerinde yeni farklı devletlerin kurulmasına olanak sağlamıştır. Bu devletlerden biri olan Kosova ise bu sistemin ürünü olarak "Kosova Sorunu" adı altında Balkanların çok boyutlu sorunu niteliğini temsil eden bir öneme sahip olmuştur. Sisteme yön veren küresel güçlerin Balkanlar üzerindeki hesapları dikkate alındığında, bu sorun tüm Balkanları etkilediği gibi Kafkasya ve Orta Doğu bölgelerinin istikrarını bozma özelliğine de sahiptir. Çünkü, Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi, Balkanlardaki sorunları çözmediği gibi, diğer bölgelerdeki sorunlara örnek olmuş, kısa vadede Gürcistan - Rusya ve Ukrayna - Rusya çatışmalarına akabinde ise Kırım’ın ilhakına giden süreçlerde adından bahsettirmiştir. Özellikle Kafkasya ve Orta Doğu bölgelerindeki başka çatışmalara emsal temsil edeceği endişesi uyandırmaktadır.
Ayhan Çetin, Ayşe Hilal Kalkandelen, Harun Yıldız, Hasan Telli, Mehmet Ünal, Mohamadou Aboubacar Maıga, Orhan Derman, Şabanali Ahmed, Ülkü Hilal Bilek Türk İslam tarihi ve coğrafyasının ayrılmaz parçalarından biri de Balkan tarihi ve coğrafyasıdır. Balkan coğrafyasına Hunlar, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar ve Uzlar gibi Türk asıllı unsurlar İslamiyetten önce gelip yerleşmiştir. Balkanlar'ın İslamiyet ile tanışması Osmanlı öncesinde gerçekleşmiş, ancak İslamın bu coğrafyada yayılması daha çok Osmanlı döneminde yaşanmıştır. Fetihle beraber bölgeye yoğun bir Türk iskânı başlamış ve Türk-İslâm kültür ve medeniyeti bu coğrafyaya taşınmıştır. Osmanlılar burada farklı din ve ırkta yaşayan insanlar arasında birlikte yaşama kültürüne ve politikasına önem vermiştir. Balkanlar'da böylece Osmanlı şemsiyesi altında asırlarca süren bir barış ve huzur ortamı yaşanmıştır. Günümüzde Balkanlar'daki Türk İslam medeniyetinin mirası üzerinde yapılacak çalışmalara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihe bir iz bırakmak amacıyla biz de Balkanlar'da İslam konusuna farklı bakış açıları ve konularıyla katkı sağlamaya çalıştık. Bu kitapta, değerli akademisyenler/yazarlar tarafından yazılan; “Balkanlar'da İslamın Yayılışının Temel Dinamikleri”, “Balkan Coğrafyasında Alevilik-Bektaşilik: Farklı Ocak ve Sürekler”, “Selefiliğin Balkan Coğrafyasındaki Sosyo-Kültürel ve Dinî İmajı”, “Bulgaristan'da Vahhabilik-Selefilik”, “Makedonya'daki Türklük”, “Makedonya'da Türkçe'nin Yaşatılması”, “Arnavutluk'ta Enver Hoca Dönemi ve Sonrasında İslami Hayat”, “Balkan Kökenli Divan Sahibi Şairlerin Tarikat Bağlantıları”, “16. ve 19. Yüzyıllarda Balkanlar'da Seçilmiş İslami Şiirleri Üzerine Stilistik Bir İnceleme” ve “Erzurum'dan Bosnalı Bir Âlim Geçti” başlıklı çalışmalara yer verilmiştir.
Adem Fazlıoğlu Uluslararası toplum, 1992-95 yılları arasında bağımsız Bosna Hersek Cumhuriyeti'ne yapılan saldırıyı önlemekte ve isimlendirmekte uzun süre isteksiz davrandı. Sırplar tarafından Boşnaklara karşı işlenen soykırım suçu tüm Bosna Hersek'te gerçekleşmiş olmasına rağmen Uluslararası Adalet Divanı, yalnızca bir bölgede -Srebrenica'da- yaşananları “soykırım“ olarak kabul etti. Asıl failler olmalarına rağmen Sirbistan ve Karadağ soykırım yapmaktan değil önlememekten suçlu bulundular.
Soykırım yapanlar tarihte olmayan bir cumhuriyet ile ödüllendirildi. Soykırım yapanlar, olup biteni adil biçimde tanımak yerine inkârı, samimi bir şekilde özür dilemek yerine geçiştirmeyi seçtiler. Soykırım yapanlar; mağdurlara maddi ve manevi kayıpları tazmin etmek, verilen zararın sorumluluğunu üstlenmek, mağdurun travma öncesi eski hâline dönmesinin önemsendiğini göstermek yerine duymazlıktan geldiler. Sırplar soykırım fiilini işleyenleri kutsadılar, kahraman olarak karşıladılar, sokak ve caddelere isimlerini verdiler, çoğunu yargılamadılar, hak ettikleri cezayı vermediler hatta devlet memuru yaptılar.
Ders kitapları hâlâ bu doğrultuda düşmanlık ekiyor, ele geçirilen arazilerin sahiplerine verilmesinde zorluk çıkarılıyor. İnsan hakları, demokrasi ve bir arada yaşama konusunda üzerlerine düşeni yapmamakta direniyorlar. Bosna Hersek'in bağımsız bir devlet olarak devamına ve ekonomik gelişimine engel oluyorlar. Gençler ülkeyi terk ediyor ve maalesef soykırım “sessiz” olarak devam ediyor...
İbrahim Fevzi Güven Bosna Savaşı’nın üzerinden otuz yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen savaşın ortaya çıkmasında rol oynayan faktörlerle ilgili tartışmalar varlığını korumaktadır. Kuramsal çerçeve olarak Kopenhag Okulu güvenlikleştirme yaklaşımının kullanıldığı bu eserde, savaşa giden süreçte ayrılıkçı Sırp lider Radovan Karadziç ve Bosna-Hersek’in ilk Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in izlediği kimlik ve güvenlik siyaseti masaya yatırılmıştır. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesindeki ifadeleri temel alınarak Karadziç’in, otobiyografi mahiyetindeki eserleri bağlamında ise İzzetbegoviç’in tutum ve politikalarının incelendiği bu çalışma aynı zamanda Bosna-Hersek’te gerçekleştirilen saha araştırması verilerine dayanmakta, böylece Boşnakların ve Bosnalı Sırpların gözünden savaş sürecini ve bu süreçte liderlerin oynadığı rolü ortaya koyarak literatüre özgün bir katkı sunmaktadır. Savaş sonrası süreçte kalıcı barış ve istikrarın ortaya çıkan siyasi krizlerle sürekli olarak sarsıldığı, savaş dönemindeki siyasi tezlerin ve amaçların büyük oranda varlığını koruduğu Bosna-Hersek’te 1990’larn başında ortaya konulan kimlik ve güvenlik siyasetinin anlaşılması, ülkede yaşanılan güncel siyasi çıkmazların anlaşılmasına ışık tutacaktır.
Sempozyum EMPERYALİZM VE ERMENİ MESELESİ ULUSLARARASI SEMPOZYUMU
IMPERIALISM AND THE ARMENIANISSUE INTERNATIONAL SYMPOSIUM
18-19 Nisan/April 2015

Ali Özkan Soğuk Savaş Dönemi'nde Arnavutluk'un lideri olan Enver Hoca yalnız Balkanlar'da değil tüm dünyada farklı yönleriyle gündeme gelmiştir. İktidara geldikten sonra 40 yıl süreyle aralıksız olarak Arnavutluk'ta diktatörlük konumunu korumuştur.
Yapılan incelemede Arnavut halkının bir kısmı, onu hâlâ Arnavutların ulusal lideri İskender Bey'den sonra büyük bir kişi olarak görmekte iken diğer bir kısmı ise onu bir vatan haini ve Arnavutluk'un modernleşme yolunda en büyük engeli olduğuna inandığı görülmüştür. Ayrıca onun Arnavutluk'u bir “kapalı kutu” hâline nasıl getirdiği de bu incelemede ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır.
Enver Hoca, Sovyet lideri Josef Stalin'i bir ilah ve Marksist-Leninist İdeolojisini de bir yaşam tarzı olarak görmüş ve uygulamalarında Stalin'den daha fazla Stalinci olmuştur. Türkiye'de “Enverciler” diye isimlendirilen komünist grup, aynı ideoloji ve yaşam tarzını örnek almıştır.
Çalışmamızın ilk iki bölümünde, Enver Hoca'nın İkinci Dünya Savaşı'nda ülkesine bağımsızlığı nasıl kazandırdığı, kısa zamanda iktidara gelişi ve Arnavutluk İşçi Partisi’nin oluşturulması konuları göz önüne alınmıştır. Daha sonraki iki bölümde ise Enver Hoca'nın iktidarda kalmak için muhaliflere karşı uyguladığı etkisizleştirme siyaseti ve diktatörlük yönleri ile Komünist ülkeleri, Batılı ülkeler ve Türkiye ile olan ilişkileri farklı yönleri ile detaylı olarak ele alınmıştır.
Türkiye-Arnavutluk ilişkileri, Enver Hoca Dönemi’nde genel olarak alt seviyede sürdürülmüştür. Bunda Türkiye'nin takip ettiği parlamenter demokratik yönetim şekli ile Arnavutluk'un takip ettiği Marksist-Leninist yönetim şekli etken olmuştur. Bugün Arnavutluk'u yönetenler ya Enver Hoca Dönemi’ni yaşayanlar ya da onların çocuklarıdır. Dolayısıyla günümüzde Türkiye'nin Balkan politikasını belirlerken Arnavutluk'un bu döneminin bilinmesi, iki ülke arasında geliştirilecek ilişkiler için vazgeçilmez ihtiyaçtır.
Tarihî, kültürel ve akrabalık bağlarıyla birbirine bağlı olan bu iki dost ulus, Balkan barışı için vazgeçilmez iki devlettir ve öyle de kalmalıdır.
Bülent Karaatlı, Esma Özdaşlı, Hatem Cabbarlı, İlkin Mikayilov, İsa Burak Gonca, Mehmet Bora, Sanyürek, Merve Yavuz, Rövşen İbrahimov, Selim Kanat, Timuçin Kodaman Devletlerin dış politikalarının şekillenmesinde birtakım unsurlar vardır. Bunlar; coğrafi konum, iktisadi yapı, askerî kapasite, nüfus gibi ülke içi faktörler ile uluslararası sistemin yapısı ve dünya kamuoyunun bakış açısı gibi ülke dışı faktörlerdir. Bu durum elbette Ermenistan dış politikası için de geçerlidir. Ermenistan dış politikasını bu unsurlar çerçevesinde değerlendirdiğimizde Güney Kafkasya'da dar bir bölgede sıkışan, denize çıkışı olmamanın neden olduğu jeopolitik zorluklar yaşayan bir ülke ile karşılaşırız. Bununla birlikte Ermenistan, Dağlık Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarının işgali ve İran hariç diğer tüm komşularına yönelik asılsız toprak iddiaları nedeniyle bölgesel tecritle karşı karşıya kalan bir ülke profili çizmektedir.
Erivan yönetiminin izlediği mütecaviz politika ile gücü arasında orantısız bir ilişki vardır ve bu politikayı sahip olduğu imkân ve kabiliyetlerle sürdürmesi mümkün değildir. Bu durum ülkeyi daha fazla Rusya'ya bağımlı hâle getirmekte ve Rusya, Ermenistan Dış Politikası'nı şekillendiren en önemli unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte özellikle de 1990'ların ortalarından itibaren ekonomik destek alabilmek ve Rusya'nın ülkede artan gücünü bir dereceye kadar dengelemek için Batılı ülkelerle de yakın ilişki kurulmaya çalışılmış ve Batı, Ermenistan dış poltikasında önemli bir unsur hâline gelmiştir. Diaspora da Ermenistan dış politikasında etkilidir ve bazı durumlarda ikinci dışişleri bakanlığı rolünü dahi oynamaya çalışmaktadır.
Alper Yalçın, Sevda Yalçın Sovyetler Birliği'nin 1980'lerin sonunda dağılmasıyla birlikte; Baltık Coğrafyası, Kafkasya Bölgesi ve Orta Asya'da on beşe yakın ülke, 1990'ların başında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Güney Kafkasya Bölgesi'nin Azerbaycan ve Gürcistan ile beraber üç ülkesinden biri olan Ermenistan'da, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Ermenistan bağımsızlığının ardından -tarihten gelen “Büyük Ermenistan” ideallerinin de etkisiyle- sınır komşusu olan devletlerin çoğunluğuyla toprak sorunları yaşamaya başlamış ve bu sorunlar ülkenin ekonomisi başta olmak üzere askeri ve siyasi politikalarına yön vermiştir. Başta Karabağ'ın işgali ile birlikte yaşadığı toprak sorunları ülkenin bölge ülkeleriyle işbirliğine ve entegrasyona gitmesini önleyerek yaşadığı coğrafyadan tecrit edilmesine neden olmuştur. Ülkenin geleceğini geçmişinde araması -gelecek için geçmişi tek taraflı ve yanlı referans alması- umutlarını tüketen, yarınlarını karartan politikalar olarak gündeme gelmektedir.
Ermenistan'ı geçmişten günümüze çok farklı açılardan ele alan kitap; başta Ermenistan ekonomisi olmak üzere, Ermenistan'a, Türk-Ermeni ilişkilerine, Ermeni meselesine ilgi duyan akademisyenler ve öğrenciler olmak üzere, ilgili devlet ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik hazırlanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlar okuyucuya yalın bir dille sunulmuştur.
Müzehher Yamaç Bu kitap; Osmanlı Orta Doğu’sunun paylaşım planlarında yer alan bir kısım olaylara, arşiv belgelerine de yer verilerek, ışık tutmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında kendilerine vaat edilen “Büyük Ermenistan” hayallerini gerçekleştiremeyen Ermeniler, savaşın ardından oluşturulan Ermeni-Kürt ittifakı ile bu hayallerini gerçekleştirmeye çalışmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da “Büyük Savaş’ta kendileri için savaştıklarını” her fırsatta ifade ederek Fransızlardan yardım isteklerini tekrarlamışlardır. Fransızların bir borç ödeme hissiyatı içinde, Ermenilerin Türk topraklarından ayrılarak göç ve yerleşimlerini organize ettikleri anlaşılmaktadır. 1930-1940 yıllarını kapsayan ve Ermeniler açısından uzun bir durgunluk olarak anılan bu dönem, esasında bir “Ermeni Sorunu”
nun yaratıldığı dönemdir. Savaş sırasında Osmanlı topraklarından kovulduğunu iddia eden Ermeniler, savaş sonrasında “katliam” (massacres) ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise soykırım (génocide) sözcüğünü öne çıkardıkları bir varlık ideolojisi yaratarak, tarihi olayların ötesinde uluslararası politikanın önemli bir gündemini oluşturmaya devam etmektedirler.
Aslı Yiğit, Emete Gözügüzelli, Eren Yiğitoğlu, Hayrettin Güler, İdil Tunçer Kılavuz, Melih Demirtaş, Metin Kıratlı, Osman Karatay, Selinay Ergenç, Selinay Ergenç, Serkan Acar, Tolga Otabatmaz, Valeriy Morkva, Valeriy Morkva, Zhuldyz Kanapiyanova Geniş bir tarihî arka plana sahip olan Türk-Ukrayin ilişkilerinin gelişmesi adına Ukrayna'nın her yönüyle bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Günümüzde Türk-Ukrayin ilişkileri Rusya-Ukrayna Savaşı çerçevesinde de şekillenmektedir.
Ukrayna ve Türkiye, dış politikada ülkelerin birbirine yönelik politikalarına karşı aynı anlayışa sahiptir. Barışın tesisi ve istikrarın korunması açısından tarihî, etnik ve kültürel bağlar ile coğrafi konumlarından dolayı Türkiye ile Ukrayna arasın­daki ilişkiler sadece kendileri açısından değil bölgede geniş çaplı ilişki içerisinde oldukları diğer ülkeler için de çok önemlidir.
Ukrayna ve Türkiye, özellikle silah sanayisinde ve ticarette önemli iş birliklerine sahiptir. Ukrayna toprakları tarihte Türk topluluklarının göç ve yerleşim sahası içerisinde yer aldığından kültürel ve dil açısından da etkileşim yaşanmıştır. Türkler ve Ukrayinler, Osmanlı Devleti döneminde Karadeniz'de iş birliği yaparak tarihî-kültürel etkileşimlerini devam ettirmişlerdir. Ayrıca Ukrayna Devleti'nin oluşumunda da Osmanlı Devleti'nin katkıları olmuştur.
Türkiye'de Ukrayna konusundaki çalışmalar oldukça kısıtlıdır ve yeni başlamış görünmektedir. Alanında uzman isimler tarafından yazılan Geçmişten Günümüze Ukrayinler ve Ukrayna adlı bu eserin, Ukrayna'nın tarihî, kültürel, siyasi, ekonomik, askeri, hukuki vd. alanlardaki politikalarını anlamak adına okuyuculara faydalı olmasını dileriz.
Ahmet Nafiz Ünalmış, Araz Aslanlı, Burcu Gül, Giray Saynur Derman, Hazar İbrahim, Nur Çümen, Vefa Kurban Jeopolitik önemi, doğal kaynak zenginliği ile büyük güçlerin mücadele merkezi olan Azerbaycan, Güney Kafkasya'nın parlayan yıldızıdır. Bu kitapta; Azerbaycan'daki ilk devlet yapılanmalarından hanlıklar dönemine, Rus işgallerinden Ermeni katliamlarına ve Sovyet sonrası bağımsızlığını kazandığı dönem de dâhil olmak üzere Azerbaycan'ın tarihi ve bugünü hakkında bilgi edineceksiniz.
1991'de yeniden bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan “bir millet iki devlet” olarak bilinen söylem eşliğinde Türkiye ile dünyada eşine az rastlanır yakınlıkta bir ilişki geliştirmiştir. Kitapta; Azerbaycan ve Türkiye ilişkilerini öğrenmenin yanı sıra Rusya'nın Kafkasya politikasının Azerbaycan-Türkiye ilişkilerine etkisi, Azerbaycan-AB ilişkileri ve Azerbaycan'ın uzun yıllardır sorun yaşadığı Ermenistan ile ilişkileri hakkında görüş sahibi olacaksınız. Karabağ meselesinin hukuki boyutuna öncelikle tarihsel bir bakış attıktan sonra uluslararası kuruluşların bu konudaki tutumları hakkında bilgi edineceksiniz.
Kitabın son bölümünde ise Azerbaycan'daki son gelişmeler, Azerbaycan ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkiler, enerji sektöründeki gelişmeler, TANAP Projesi ve diğer konularla ilgili güncel gelişmelerin uluslararası düzeyde daha iyi anlaşılabilmesi için İngilizce yazılmış bir makale okurların beğenisine sunulmaktadır.
Kâzım Ökten II. Dünya Savaşı'nda İran toprakları, önce İngiltere ve Sovyetler Birliği, ardından ABD tarafından işgal edildi. İşgal sonrası Sovyetler Birliği, İran Azerbaycanı üzerinde nüfuzunu artırıcı birtakım girişimlerde bulundu. İran Azerbaycanı'nda uygun olan iç dinamiklerin Sovyetler Birliği'nin desteği ile birleşmesinin sonucu olarak Mir Cafer Pişeveri liderliğinde 12 Aralık 1945'te Azerbaycan Millî Hükûmeti kuruldu. II. Dünya Savaşı bitiminde önceden varılan anlaşma gereği ABD ve İngiltere askerî birliklerini İran'dan çıkarırken Sovyetler Birliği, İran üzerindeki planları nedeniyle askerî birliklerini İran topraklarından çıkarmaktan geri durdu. Ancak Sovyetler Birliği'nin İran Azerbaycanı'ndaki faaliyetlerinden rahatsızlık duyan İngiltere ve ABD'nin, doğrudan ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla yaptıkları diplomatik baskı sonucu Sovyetler Birliği, askerî birliklerini İran'dan çıkarmak zorunda kaldı. Azerbaycan Millî Hükûmeti, Sovyetlerin askerî birliklerini İran'dan çekmesi ile desteğini kaybetti ve kuruluşundan bir yıl sonra yıkıldı. Türkiye Sovyetler Birliği'nin İran Azerbaycanı'ndaki faaliyetlerini İran'a olduğu kadar kendi millî güvenliğine de tehdit olarak gördü.
Mesut Hakkı Caşın Hiçbir savaş; kendisini hazırlayan tarihsel, siyasal, etnik, dinsel, ekonomik, kültürel ve ticari çıkarların oluşturduğu çok katmanlı birikimden bağımsız anlaşılamaz.
Bu bağlamda İkinci Dünya Savaşı isimli bu eser; İkinci Dünya Savaşı'nın görünür olanın ötesinde yer alan iç içe geçmiş karmaşık nedenlerini gün ışığına çıkarmanın peşine düşerken ekonomik ve siyasal krizlerin totaliter rejimlerin güçlenmesine etkisinin arka planını da girift nedenleriyle birlikte mercek altına almaktadır.
Ayrıca yirminci yüzyılın en kanlı çarpışması olarak İkinci Dünya Savaşı'nın sebep ve sonuçlarını seksen yıl sonra yeniden gözden geçirirken aynı zamanda seksen yıl sonraki sorunlarla karmaşık bağına da ışık tutarak günümüz dünyasındaki güç ilişkilerinin sıcak ve soğuk savaş potansiyelini anlamamızı sağlamaktadır.
Kitapta yer verilen belge niteliğindeki binlerce fotoğraf ise hem savaşa dair araç ve mühimmatı hem de savaşın dehşetini ve yıkıcılığını bir belgesel film niteliğiyle hafızalara kazıyacaktır.
Mustafa Aydın Önemli hidrokarbon enerji kaynaklarına yakınlığı ve Sovyet sonrası dönemde içine düştüğü çevresel, ekonomik, siyasal ve askeri istikrarsızlık unsurlarıyla gündeme gelen Kafkasya, uluslararası aktörlerin ilgisini çekmeye devam ediyor. Her ne kadar bölge ülkelerinin bağımsızlıklarının ilk yıllarındaki siyasi tedirginlikler azalmış, uluslararası alandaki konumları daha belirginleşmişse de, 1990’lı yılların ilk yarısında ortaya çıkan çatışma dinamikleri hemen hiç değişmeden 2000’li yıllara taşındı. Bölge dışı aktörlerin zaman zaman geliştirdikleri sorunların çözümü veya çatışma dinamiklerinin yönetimi çabaları başarılı olmadı. Bölgedeki “dondurulmuş” ihtilaflar zaman zaman sıcak çatışmalara yol açmaya devam ediyor.
Bu kadar dinamik olan ve her an doğrudan Türkiye’yi etkileme potansiyeline sahip bu bölgenin Türkiye’de yeterince çalışılmamış olması garip bir durumdur. Bölgeyi harekete geçiren farklı dinamikler, bölgenin dinamik etnik, ekonomik, siyasi, çevresel, dinsel ve stratejik özellikleri, bölge ülkelerinin uluslararası yönelimleri ile iç siyasi gelişimleri ve son olarak bölgeye ilgi duyan ülkelerin temel politika öncelikleri derinlemesine incelenmesi ve göz önünde tutulması gereken unsurlardır. Bu anlayışla oluşturulan elinizdeki derleme, bölge dinamiklerinin analizine katkıda bulunmak üzere hazırlandı.
Bu kitapla, 2002’de başlayan “Avrasya Üçlemesi” serisi de son buluyor. Serinin diğer kitaplarıyla (Küresel Politikada Orta Asya ve Türkiye’nin Avrasya Macerası) birlikte, bu çalışmanın Türkiye’de akademik olarak ancak 1990’lardan sonra ilgi gören “Avrasya” coğrafyasının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını umuyoruz.
Emre Özsoy, Eray Bayramol, Fatma Çoban, Ferit Malkara, Fırat Purtaş, İzzet Koncagül, Mehmet Şahin, Melek Adsız, Mustafa İlbaş, Ömer Faruk Kocatepe, Serhan Ünal, Sertaç Canalp Korkmaz, Suinbay Suyundikov, Turgay Düğen, Ufuk Tok, Ümit Alperen, Yalçın Sarıkaya, Yelda Ongun, Yücel Öztürk Bu kitap, zengin medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve tarihin akışını yönlendirmiş olan Kafkasya ve Türkistan bölgelerini derinlemesine incelemektedir. Bu iki bölge, geçmişten günümüze kadar önemli olaylara tanıklık etmiş, karmaşık ve hassas bir konumda bulunmuştur.
Alanlarında uzman her bir yazar; bölgenin tarihini, kültürünü ve sosyo-politik yapısını, diplomasisini, uluslararası sistemdeki konumunu ayrıntılı bir şekilde ele alırken çatışmaların kökenlerini ve iş birliği fırsatlarını aydınlatmaktadır. Ayrıca yazarlar bu bölgelerin geleceğine dair farklı perspektifler sunarak okuyuculara bölgenin dinamiklerini anlama şansı vermektedirler.
Bu kitap; akademisyenler, öğrenciler ve bölgeye ilgi duyan okuyucular için değerli bir başvuru kaynağıdır. Kafkasya ve Türkistan'ın karmaşıklığını anlamak isteyen herkes için vazgeçilmez bir rehberdir. Okuyucular, bu eser aracılığıyla bölgenin derinlerine inerek geçmişi ve geleceği hakkında kapsamlı bir anlayış geliştireceklerdir.
Ömer Lütfi Taşçıoğlu Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, ülkü, duygu, gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu topluluğa millet denir.
Mustafa Kemal Atatürk de Türk milletini “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya kültür olarak birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve mukadderat ve menfaatleri ortak olan bir toplumsal heyettir.” şeklinde tarif etmektedir.
Yukarıda verilen tanımlardan da anlaşılacağı üzere milletler, sevinçte ve kederde ortak olan ve aynı hedefler etrafında birleşen insanlardan oluşur.
Bu nedenledir ki tarih boyunca yayılmacı devletler topraklarına göz diktikleri ülkelerin halklarının arasına nifak, ayrılık sokarak onları etnik ve mezhepsel temelde ayırmaya, bölmeye ve parçalamaya çalışırlar. Osmanlı Devleti’ni parçalamaya çalışan devletler de azınlıklar arasına ayrılık tohumları ekmiş ve bunları bağımsızlık vaadiyle kışkırtarak isyana teşvik etmiştir. Osmanlı Devleti’nin parçalanması bu yolla gerçekleşmiştir.
O dönemde Bulgarların, Sırpların, Yunanlıların isyan ederek bağımsızlıklarını kazanmaları Ermeniler için de örnek teşkil etmiş ve yayılmacı ülkelerin bağımsızlık vaadine kanan Ermeniler Birinci Dünya Savaşı öncesinde kendi devletine karşı savaşmıştır.
Osmanlı Ermenilerinden devletine sadık olan ve bu kitapta fikir ve düşünceleri kendi ifadeleriyle aktarılan bir grup Ermeni aydını ise devlete sadakatle hizmet etmiş, bazıları İstiklâl Madalyası ile onurlandırılmıştır.
Bu kitap, Ermeni meselesini tarafsız bir bakış açısıyla ele almakta ve günümüzde yayılmacı ülkelerin faaliyetlerine karşı alınması gereken tedbirler konusunda öneriler sunmaktadır.
Boğos Levon Zekiyan, Yıldız Deveci Bozkuş, Buğra Poyraz Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun XVII ve XVIII. yüzyıllardaki ekonomik dünyasını inceleyerek Osmanlı Ermenilerinin ve onların aracılığıyla dönemin küresel bağlantılarının ilişkilerini ortaya koymaktadır. Ermeni esnaf, tüccar, zanaatkâr ve entelektüel sınıfının ekonomi alanındaki faaliyetlerine odaklanan çalışma aynı zamanda Ermeni tüccar ve entelektüel grubun dış dünya ile bağlarını da araştırmaktadır. Ermenilerin sarraflık alanında XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren devletin finans ve mali işlerini nasıl yönettiklerini detaylandırmaktadır. Eser, özellikle Düzyan ailesi gibi önemli Ermeni ailelerinin ve elitlerinin rolünü vurgulamaktadır. Ayrıca Culfa Ermenisi tüccarlarının zenginlik ve şöhret seviyelerini göstererek Osmanlı'ya modern teknolojinin gelişinde Ermenilerin kilit rolüne dikkat çekmektedir. Bu eser, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok kültürlü yapısında Ermenilerin ticaret, finans ve teknoloji alanındaki katkılarını ve Osmanlı'nın az incelenmiş dönemlerine dair önemli verileri sunarak Ermenilerin bu konudaki etkilerini daha yakından tanımamıza olanak sağlamaktadır.
Arif Bağbaşlıoğlu Bu kitap, NATO'nun Soğuk Savaş sonrası stratejisinin ilk uygulama örneklerinin yaşandığı Balkanlar ile İttifak'ın ilişkisine odaklanmaktadır. Bu çerçevede NATO'nun dönüşüm sürecinin değerlendirilmesi, Barış İçin Ortaklık Programı'nın NATO'nun genişlemesine ve Balkan ülkelerine olan etkisinin incelenmesi, Yugoslavya'nın dağılma sürecinde NATO'nun gerçekleştirdiği faaliyetlerin Balkan ülkelerinin Avrupa-Atlantik kurumlarına yönelmelerini nasıl etkilediğinin açıklanması ve güncel gelişmeler ışığında Türkiye'nin İttifak içerisindeki mevcut konumunun değerlendirilmesi çalışmanın alt amaçlarını oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş sırasında NATO'nun pasifliğini vurgulamak için kullanılan No Action Talk Only (NATO, Eylemde Bulunmaz Sadece Konuşur) ya da Not After Two O'clok (NATO, Öğleden Sonra 2'den Sonra Çalışmaz) gibi alaycı ifadeler Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO'yu tarif etme açısından yetersiz kalmışlardır. Bu dönemde, NATO'nun güvenlik algılamasında, askerî unsurların yanında siyasi, ekonomik ve sosyal unsurların da bulunması, İttifak'ın mücadele ve müdahale alanını giderek genişletmiştir. Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) dış politikasındaki hedef ve eğilimlerin NATO'nun hedef ve eğilimlerine dönüşebilme potansiyelinin yüksek olduğu genel olarak gözlemlenen ve büyük ölçüde kabul gören bir değerlendirmedir. Bu çalışmada da, özellikle Soğuk Savaş sırasında ve 1990 ile ABD'nin Irak müdahalesini gerçekleştirdiği 2003 yılına kadar olan dönemde, ABD dış politikası ile NATO'nun ilgi, faaliyet ve söylemlerindeki değişim arasında doğru bir orantı olduğu kabul edilmektedir. Ancak son zamanlarda, ABD ile Avrupa Devletleri, özellikle de Almanya arasında NATO'nun rolü ve hedefleri açısından farklı tutumların varlığı ve Türkiye-ABD arasındaki müttefiklik ilişkilerinin sorgulanmasına sebep olan gelişmelerin yaşanmakta olduğu da unutulmamalıdır. Bu hususlar dikkate alındığında, bu çalışmanın temel iddialarından biri de mevcut konjonktür dâhilinde söz konusu doğru orantının ve Soğuk Savaş sonrasında “ortak tehdit”in yokluğunda İttifak'ı ayakta tutan “birlikte çalışabilirlilik (interoperability)”in azalma eğilimi gösterdiği tespitidir.
Ali Samir Merdan, Cemil Hasanlı, Elnur Kelbizadeh, Elnur Paşa, Giray Saynur Derman, Hilal Akgüller, Marziye Memmedli, Nafile Rehimova, Ramid Hüseynov, Ramin Sadıgov SSCB'nin dağılması Soğuk Savaş döneminin sonunu getirmekle beraber dünyaya on beş yeni aktör kazandırmıştır. Eski SSCB'nin en büyük devleti olan Rusya Federasyonu bağımsızlık ilanından sonra dünyada tanınan işgalci imajından kurtulmak adına ilk yıllarda “büyük devlet” politikasından vazgeçmiş, post Sovyet coğrafyasındaki diğer devletlerle eşit ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Ancak bir müddet sonra post Sovyet cumhuriyetlerinde iç ve dış politikadaki sorunlar onları bu problemleri çözecek devlet arayışına itince Rusya, dünyanın diğer devletlerinin kendisinin eski etken alanına girmesine izin vermemiş, bir zamanlar burada mevcut olan iktidarını bu defa Yeni Dünya düzenine göre sürdürmeye karar vermiştir. Uzun yıllar Rus İmparatorluğu, daha sonra ise SSCB’nin işgali altında kalmış olan Orta Asya ve Kafkasya da bu bölgelerdendir. Her ne kadar Rusya Federasyonu'yla bağımsız cumhuriyetler olarak uluslararası düzeyde ilişkilerini devam ettirseler de hâlâ Rusya Federasyonu bu bölgedeki maddi ve fiziki varlığını sürdürmektedir Kitapta; Rusya'nın Orta Asya ve Kafkasya'da tarih boyunca süren işgal politikası ve bu süreçte yaşanan olaylar ele alınmış, bağımsız Rusya Federasyonu'nun günümüzde bu bölgelerde yürüttüğü dış politika analiz edilmiştir.
İbrahim Kamil Bulgaristan Krallığı, İkinci Dünya Savaşı başladığında kısa bir dönem tarafsızlık politikası yürütmüştür. Hitler’in, Bulgaristan’a Güney Dobruca’yı, Vardar Makedonyası ile Batı Trakya’yı vermeyi vadetmesi üzerine Üçlü Pakta katılmış ve Mihver devletleri yanında yer almıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesi üzerine Bulgaristan’a Sovyet Kızıl Ordusu girmiş, Bulgar Krallığı kaldırılmış ve Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. İktidara komünistler getirilmiş ve siyasal yapılanması Moskova tarafından düzenlenmiştir. Bu doğrultuda önce Georgi Dimitrov, sonra Todor Jivkov ülkeyi yönetmişlerdir.
Özellikle Jivkov’un uzun iktidar yıllarında Bulgaristan, ülkesindeki azınlıklara yönelik baskıcı uygulamalara imza atmıştır. Jivkov, Bulgaristan Türklerinin “Tek Milletli Sosyalist Bir Toplum” içinde asimile edilmesi için “Zorla İsim Değiştirme” kampanyası başlatmış, yüzlercesinin ölümüne, binlercesinin yaralanmasına ve hapishanelere konmasına sebep olmuştur. Yine Bulgaristan, Pomak Türklerine ve Romanlara yönelik de aynı politikaları sürdürmüş, bu halkların millî kimliklerini silmek istemiştir.
Savaş sonrası oluşmaya başlayan uluslararası iki kutuplu sistemde Bulgaristan, SSCB liderliğindeki Doğu Blokunda yer almış; 1949’da sosyalist rejimli devletlerin ekonomik yardımlaşmasını amaçlayan COMECON’a, 1955’te aynı devletlerin güvenlik şemsiyesi olan Varşova Paktı’na üye olmuştur.
Soğuk Savaş yıllarında Bulgaristan siyasal iktidarı, Sovyetler Birliği yanlısı politika izlemiştir. Ekonomisini iyileştirmek ve ülkesinde sanayi hamlesi başlatabilmek için gerekli olan finansmanı Moskova’dan almıştır. Başta tarım ürünleri olmak üzere dış ticaretinin büyük kısmını da SSCB ile yapmıştır. Keza Sofya yönetimi, dış politikasında da tarihî, geleneksel, siyasal ve ideolojik yakınlık sebebiyle Moskova’dan bağımsız hareket etmemiş, diplomatik ilişkilerini ağırlıklı olarak sosyalist rejimli ülkelerle sürdürmüştür.
Bahar Toparlak, Cemile Arıkoğlu Ündücü, Duygu Kara, Emirhan Kaya, Emre Kalay, Giray Saynur Derman, Hakan Demir, İbrahim Kamil, İlker Alp, Merve Kaya, Mustafa Işık, Nehir Ağırseven, Nesrin Kenar, Onur Limon, Sabri Can Sannav, Selçuk Eryılmaz, Servet Karagöz, Sibel Akgün, Ümran Güneş Soğuk Savaş Döneminde Balkan Devletleri 2+2+2 formülüyle tanımlanmışlardır. Bunlardan Arnavutluk ile Yugoslavya NATO ve VARŞOVA Paktı’ndan ayrı ama Moskova’nın etkisi altında sosyalist rejimli, Bulgaristan ve Romanya Doğu Blok’unda yer alan sosyalist rejimli, Yunanistan ve Türkiye Batı Blok’unda parlamenter demokrasi ile yönetilen devletler olmuşlardır. Bu dönemde Balkanlar, Uluslararası aktörlerin mücadele alanı haline gelmiş, kapitalist ve sosyalist ideolojiler bölge devletlerinin siyasal yönetimlerinde etkin olabilmek için rekabet unsurlarının her türlüsünü kullanmışlardır.
Soğuk Savaş Sonrasında Yugoslavya dağılmış ve yedi yeni devlet ortaya çıkmıştır. Hırvatistan, Sırbistan, Slovenya, Karadağ, Bosna Hersek, Makedonya ve Kosova kısa zamanda bağımsızlıklarını elde etmiş ve idari-siyasi yapılarını, ekonomik ihtiyaçlarını, komşularıyla ilişkileri başta olmak üzere dış politikalarını yeni uluslararası sistemin gereklerine göre düzenlemek durumunda kalmışlardır. Balkanların diğer devletleri olan Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan yeni dünya düzenine ayak uydurmak üzere; çok partili siyasal hayata, serbest piyasa ekonomisine ve diğer devletlerle barış içinde bir arada yaşama anlayışına uyum sağlamaya çalışmışlardır. Bu çabaya Uluslararası Örgütler, ABD ve AB yardımcı olmuştur.
Elinizdeki çalışma; Balkanların yakın tarihi konusunda görülen eksikliği tamamlamak ve bölge devletlerinin siyasal, ekonomik gelişmeleri ile dış politikalarına ışık tutmak amacıyla hazırlanmıştır.
Nizamettin Doğar Strateji geliştirme ve stratejik planlama, devleti de kapsayan hemen her kurum için orta ve uzun vadeli hedefleri gerçekleştirme yolunda bir zorunluluktur. Stratejik yönetimin ana görevi dikkate alındığında, devletlerin de kurumlarıyla birlikte hedeflerini belirlemesi ve belirlenen hedeflere ulaşmak için stratejik yönetim enstrümanlarından istifade etmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle kitap, algının bir stratejik yönetim ve planlama enstrümanı olduğu kabulünden yola çıkarak tasarlanmıştır. Bu ise çalışmanın yönetim bilimi ile sınırlı kalmayarak, tarih, uluslararası ilişkiler ve strateji gibi diğer disiplinlerle de işbirliği sonucunu doğurmuştur.
Kitapta önce tarihsel süreç incelenerek Türkiye'nin Arnavutluk'taki algısının temelleri irdelenmekte ve mevcut algının altyapısı sorgulanmaktadır. Müteakiben Milli Güç unsurları perspektifiyle yapılan saha çalışması verileri üzerinden mevcut algı tespit edilmektedir. Son olarak da stratejik yönetim gözlüğüyle geleceğe yönelik çözüm önerileri sunulmaktadır.
Kitap, sınırlı sayıda araştırmanın bulunduğu Arnavutluk özelinde yaptığı saha çalışması ve sunduğu bilgilerle, “Türkiye'nin nasıl görüldüğü” konusunda planlamacılara önemli veriler sunmaktadır.
Beşir Mustafayev Ermeni (Hay) isyanlarının ortaya çıkışında Taşnak, Hınçak, Bolşevik vb. terör örgütleri, önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu örgütlerin tüm faaliyetlerine Rus yönetimi başta olmak üzere çıkar peşindeki dış güçlerin destek olduğunu gösteren çok sayıda arşiv belgesi bulunmaktadır. Okuyuculara takdim olunan “Tarihte Rus ve Ermeni Tedhişi” kitabı, bu belgelere dayanan gerçek bilgileri, Rus ve Ermeni terörünün Osmanlı'dan sonra Kafkaslar ve bilhassa Kuzey Azerbaycan'daki Müslümanlara yapılan katliamlardan Anadolu insanının haberdar olmaları için kaleme alınmıştır. Bugüne dek ele alınan kitapların -birkaç istisna dışında- hemen hepsi Ruslar başta olmak üzere emperyalist güçlerin tuzağına düşmüş ve sözde soykırım tezini çürütmek üzere yazılmıştır.
Konunun incelenmesinin çok büyük tarihî ve ilmî ehemmiyeti vardır. Böylece günümüzde de devam eden Rus ve Ermeni devlet terörünün gerçek yüzünün dünya kamuoyuna siyasiler ve dini (Hıristiyanlığı) kullanan kitleler değil tarihçiler tarafından aktarılmasının yerinde olacağı kanaatindeyiz. Çalışma; geniş okuyucu kitlesi, tarihçiler, gazeteciler, öğrenciler ve diplomatların ilgisine sebep olacağı belge ve bilgilere dayalı arşiv toplusu ve olayların kronolojisidir.
Tarihî olgu ve olaylar tarihçilere bırakılacak kadar elzemdir. Bu tarihî görevimizi eserimizde yerine getirmeye çalıştık. Elinizdeki bu kitap, işbu konuyla ilgili yıllardır araştırdığımız ve bir kısmını kaleme aldığımız çalışmamızdır. Kitaptaki belge, bilgi, zaman zaman görüş ve analizlerim hem meslektaşlarımın hem de okurlarımın katkı sağlayacak fikir ve eleştirisine açıktır.
Ergenokon Savrun, Fatih Demircioğlu, Gökhan AK, Halil Emre Deniş, Hasan Acar, İbrahim İrdem, İlker Limon, Mehmet Koca, Mehmet Yüce, Mustafa Pekcandanoğlu, Mustafa Yayla, Pınar Akarçay, Recep Demir, Selim Çapar, Serkan Gündoğdu, Taner Karakuzu, Yeşim Demir Balkan coğrafyası, Avrupa'nın güneydoğusunda yer alan, kültürel ve coğrafi yapısıyla birbirine yakın özellikler gösteren ülkeleri kapsayan bir bölgeyi ifade etmektedir. Bu coğrafya, adını Bulgaristan'da bulunan sıradağlardan almış olup zaman içerisinde ortak kültürel özellikler gösteren ülkelerin geneli için “Balkanlar” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Türkçemizde “Rumeli” olarak adlandırılan bu bölge, Osmanlı Devleti Dönemi'nde “Avrupa-i Osmanî” ve “Rumeli-i Şahane” tabirleri ile de ifade edilmiştir. Balkan coğrafyası; Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Kosova ve Kuzey Makedonya'nın tamamını; Hırvatistan, Romanya, Slovenya ve Sırbistan'ın ise önemli bir bölümü kapsamaktadır. Balkan Devletleri, söz konusu on bir devleti ifade eden bir devletler topluluğundan oluşmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, Balkan devletleri ile kökleri Osmanlı Devleti Dönemi'nden gelen önemli kültürel bağlara sahiptir. Bununla birlikte Balkan coğrafyasında sayıları göz ardı edilemeyecek ölçüde Türk nüfus yaşam sürmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, gerek coğrafi yakınlığı gerekse de kültürel bağları nedeniyle Balkan devletleri ile siyasi, ekonomik ve kültürel olarak önemli ilişikler içerisindedir. Türkiye'nin Balkan coğrafyasında kurduğu bu ilişikiler, gün geçtikçe gelişmeye devam etmektedir.
Bu kitap, Türkiye Cumhuriyeti'nin Balkan devletleri ile kurmuş olduğu ilişikilerin boyutlarına ışık tutmak ve Balkan coğrafyasının Türkiye Cumhuriyeti için önemini ortaya koymaktadır. “Srebrenitsa katliamında yaşamını yitiren Boşnak kardeşlerimizin aziz hatıralarına” ithaf edilen kitabımızın, Türkiye-Balkan Devletleri ilişkilerinin iyimser geleceğinde bir yol haritası olmaya katkı sunacağı kanaatindeyiz.
Numan Hazar Diplomasi mesleğinde uzun yılların deneyimine sahip bulunan ve şimdiye değin uluslararası konularda birçok kitap ve makale yayınlamış olan emekli Büyükelçi Numan Hazar, bu kez Ermeniler konusu ile dondurulmuş uluslararası sorunlar olarak nitelenen Filistin, Keşmir, Kıbrıs ve Karabağ konuları üzerine eğiliyor. Karabağ sorunu, son gelişmelerle dondurulmuş sorun olmaktan çıkmış ise de uzun yıllar dondurulmuş sorun olma özelliğini korumuştur. Hazar, Amerikalı siyaset bilimci Samuel P. Huntington'ın 1990'lı yılların başlarında ortaya attığı uygarlıklar çatışması tezi ışığında bu konulardaki değerlendirme ve görüşlerini açıklıyor. Ermenilerin emperyalist güçler ve Hristiyan dünyası tarafından kışkırtılmaya devam edildiğini belirtiyor. Dondurulmuş uluslararası sorunların çözümünün dünya barışına katkıda bulunacağını vurgularken uygarlıklar çatışması tezinin bir kurgudan öteye geçmediğini, ülkelerin dış politikalarında ulusal çıkarların gözetilmesi ilkesinin geçerli olduğunu savunuyor. Hazar'ın değinilen tüm konularda görevleri sırasında edinmiş olduğu deneyimler, görüş ve değerlendirmelerini ilginç kılmaktadır.
Vesile Şemşek Türk İslam tarihinde önemli yere sahip Azerbaycan, siyasî ve kültürel anlamda Orta Çağ'ın başlamasıyla daima dikkat merkezinde olmuştur. XI-XV. yüzyıllar arası fetihler sonrası yayılan İslam medeniyeti, dünya tarihinin dönüm noktasını teşkil etmekte ve bu bağlamda Orta Çağ dünya medeniyet tarihinin de temelini oluşturmaktadır. Türklerin bölgeye gelişiyle Azerbaycan'da yeni bir dönem başlamış ve bununla birlikte de hemen hemen her alanda önemli gelişmeler sağlanmıştır. XI ve XV. yüzyıllar arasında Azerbaycan'da yapılan tüm ilmî ve kültürel faaliyetlerle sadece Müslüman Doğu'ya değil tarihî süreçte dünyaya ışık tutacak kadar başarılı çalışmalara imza atıldığı görülmüştür. Kitapta, Türkler döneminde Azerbaycan'da meydana gelen siyasî gelişmelerin yanı sıra bölgenin sosyal ve kültürel hayatı ile ilgili yerel kaynaklarda geçen bilgilerin ortaya çıkarılması, farklı yaklaşımların arka planının aydınlatılması ve olayların gerçek analizinin yapılması hedeflenmiştir. Böylece Orta Çağ'ın temel dinamiklerini oluşturan başlıca olay ve olguların merkeze alınarak objektif bir yaklaşım ile değerlendirmek suretiyle Türk İslam tarihine katkıda bulunmaktır.