Ahlak-Etik Felsefesi \ 1-1
Recep Kılıç Ahlak ve felsefeye ilgi duyan okuyucuyu ahlak felsefesi (etik) ile tanıştırmayı amaçlayan bu kitapta, standart etik konular üzerinde durulmuş; konuların açıklanmasında geleneksel ve çağdaş görüşler bir arada değerlendirilmeye özen gösterilmiştir. Amaç, etik sorunları ve bu sorunlar karşısındaki felsefi tutumları genel olarak tanıtmak olmakla birlikte, temel sorunlarla ilgili kendi değerlendirmelerimize de yer verilmiştir. Bununla birlikte kitabın amacı, etik doğruların nihai açıklamasını sunmak değil; birbiriyle çatışan düşünce, teori ve argümanlar karşısında okuyucunun kendi görüşünü oluşturmasına katkıda bulunmaktır.
Altı ana bölüm hâlinde kurgulanmış olan kitabın ilk bölümü, bir felsefe disiplini olarak ahlak felsefesinin anahtar kavramlarına, etik yapma biçimlerine ve tarihsel serüvenine ayrılmış; ikinci ve üçüncü bölümlerde normatif etik ile metaetiğin öne çıkan teorileri üzerinde durulmuştur. Dördüncü ve beşinci bölümler, ahlaki yükümlülük, sorumluluk, yaptırım gibi bazı kavramlar ile ahlaki görecilik ve ahlaki gerçekçilik vb temel problemlere ayrılmıştır. Uygulamalı etiğe ayrılmış olan altıncı bölümde sosyal hayatta karşılaşılmakta olan çeşitli güncel konular ele alınmıştır. Bu bölümde, kürtaj, taşıyıcı annelik, intihar, ötenazi, beyin ölümü gibi biyoetik sorunlar diğerlerine göre daha etraflı tartışılmış; sonra iş etiği, meslek etiği, sosyal etik ve hayvan etiği üzerinde durulmuştur.
Bu kitapta, ahlak felsefesinin temel soru ve sorunları, ağırlıklı olarak Batı felsefesinin klasik ve güncel eserlerinden hareketle ele alınmıştır. Müslüman filozofların ahlak alanında üretmiş oldukları zengin birikimin, günümüzde İslam ahlak felsefesi başlığı altında değerlendirilmesi konusunda genel bir uzlaşı var gibidir. Bu nedenle bu eserin, İslam ahlak felsefesi konularının daha iyi anlaşılmasına da katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Recep Batu Günör Günümüzde toplumsal yaşama baktığımızda, özgeciliğin hep arzulanan ancak buna rağmen göz ardı edilen bir düşünce olduğu görülmektedir. Bireysel ilgi ve çıkarın olabildiğince yaygınlaşmasına karşın çoğu kişinin bunu itiraftan kaçınması, hatta reddetmesi ilginç bir olaydır. Neredeyse herkes, günümüzde insanların sadece kendilerini düşündüklerini söylemekte, bundan şikâyet etmektedir. Oysa kimse bunu düzeltmek için harekete geçmemekte, egoizmin âdeta insanlığın "kaderi" olduğu iddia edilmektedir. Başka bir deyişle, egoizmden şikâyet edilmesine karşın egoizmden kurtulmanın imkânsızlığı ifade edilmektedir. Özgecilik, ideal bir düşünce olarak dile getirilmektedir. Recep Batu Günör'ün yazdığı Ahlak Felsefesinde Özgecilik kitabı egoizmden kurtulmanın imkânsızlığına karşı çıkıyor.
Hümeyra Özturan Ahlak felsefesine dair kaleme alınmış eserleri yedi temel mesele üzerinden okuma girişimi olan bu çalışma, ahlak felsefesini problematik olarak gözler önüne sermeyi amaçlamaktadır. Problemleri ana hatlarıyla anlaşılır biçimde ortaya koymayı amaçlayan giriş yazılarının peşinden, konuya ilişkin farklı filozofların can alıcı pasajları seçilmiş ve tercüme edilmiştir. Çalışmada, Antik Yunan filozoflarından Batılı Orta Çağ düşünürlerine, İslam filozoflarından
çağdaş filozoflara kadar çok farklı düşünürlerin eserlerinden seçme metinler yer aldığı için; Aristoles’in, David Hume’un, İbn Miskeveyh’in ve hatta İbn Arabi’nin aynı probleme dair yazdıklarını beraberce okuyabilme imkânı sunulmuş olmaktadır. Dönemleri değil ahlak felsefesi problemlerini esas alan ve felsefe tarihini bir bütün olarak bu problemler ışığında süzen bu kaynak, okuyucuları sadece bilgilendirmeyi değil, aynı zamanda ahlak felsefesi problemleri üzerinde düşündürmeyi hedeflemektedir.
Ahmet Ayhan Çitil, Burhanettin Tatar, Kasim Küçükalp, Özkan Gözel, Selami Varlık, Lütfi Sunar, Ömer Türker, Cafer Sadık Yaran Bu kitap başkalığın dışlanmış ötekiliğe dönüşme biçimlerini ele almak ve bunu ahlâk düşüncesi içinde tartışmak üzere hazırlanmıştır. Zira başkasının varlığı ile ahlâki bir ilişki kurulmazsa ötekinin yabancılığı ortaya çıkmaktadır.
Günümüzde kürenin her tarafında başkalıklardan kaynaklanan sorunlar gün-demi meşgul ediyor. Yabancı düşmanlığı, etnosantirzm, ırkçılık, dini fanatizm, İslamofobi ve milliyetçilik çağımızın yükselen tehditleri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Ulus devletler bir taraftan içine düştükleri meşruiyet krizlerini aşmak üze-re abartılmış güvenlik söylemleri ile kimlik pekiştirici siyasetlere başvururken
öte yandan yüzleşilen sosyo-kültürel krizler de kitleleri ötekileştirici dile doğru itiyor. Artan küresel çatışmalar ve neticesinde ortaya çıkan göç dalgaları başkası ile travmatik karşılaşmaları gündeme getiriyor. Bu bağlamda ahlâk ve başkasına yeni bir bakışa ihtiyaç duyuluyor. Eğer insani yaşamın temeline, özünde bir ahlâk fikri barındıran başkasının varlığı alınırsa, ötekileştirmeksizin bir tanıma gerçek-leşebilir ve bu tanıma bir ahlâki yükümlülüğü meydana çıkarabilir.
Kitapta bu perspektif çerçevesinde konuyu modern felsefede ve İslam düşünce-sinde başkası/öteki ile ilgili kavram ve tartışmaları ele alan yazılar yer almakta-
dır. Böylece genel ve karşılaştırmalı bir perspektifin yanı sıra, yeni bir yaklaşımın oluşturulması da hedeflenmektedir.
Katkıda Bulunanlar
Ahmet Ayhan Çitil • Burhanettin Tatar • Cafer Sadık Yaran • Kasım Küçükalp Lütfi Sunar • Ömer Türker • Özkan Gözel • Selami Varlık
Ömer Demir İslam iktisadının temel kurum ve meselelerinin ele alındığı kitaplardan oluşan Cep Kitapları dizisinin ikinci kitabı olan bu eserde, ahlâk konusu teorik bir derinlikten ziyade her seviyeden insanın kolaylıkla anlayacağı bir içerikte anlatılmaya çalışılmıştır. Ahlâk tüm insan topluluklarında var olan en temel konulardan biridir. Bütün ekonomik, sosyal ve kültürel sistemler bu temelin üzerine kurulur. Çünkü ahlâk, bireyin içgüdüsel isteklerini Uygun ve meşru sosyal kanallara sevk eden, toplum ile bir arada, karşılıklı dayanışma ve güven içinde yaşamayı mümkün kilon temel değer ve kurallar kümesidir. Elinizdeki eser, çok boyutlu ve çok yönlü biçimde ele alınabilecek olan ahlâkın insan hayatındaki yeri ve rolü, günümüz dünyasında insanı kuşatan en önemli ilişki ağlarının başında gelen ekonomi bağlamında ele almaktadır. Bu bakımdan eserin ilk bölümünde ahlâkın birlikte yaşam tecrübesindeki rolü, hukuk ve dinle ilişkisi, iş hayatına dair konularda ortaya çıkan farklılaşmaların gerekçeleri ele alınmakta, ikinci bölümde ise ekonomik hayatın yürütülmesinde ahlâkın rolü tartışılmakla, son olarak üçüncü bölümde de ekonominin piyasalaşması ve küreselleşmesinin ahlâk üzerindeki etkilerine değinilmektedir.
Ömer Türker Klasik dünyada üretilmiş insan tasavvurlarının modern dönemdeki dönüşümünün en önemli sonuçlarından biri, insanın kendisine ilişkin beklenti ve umutlarını değiştirmesidir. Bu durum pek çok alanda olduğu gibi ahlâk alanında hem soru hiyerarşisini etkilemiş hem de yeni bir takım soruların sorulmasını gerektirmiştir. Bu bağlamda bilhassa son yarım yüzyılda insanın ahlâklı olmasının gerekçesi sorgulanır hâle gelmiş ve bir kısım akımlar, ahlâkı tamamen vicdanî bir durum olarak değerlendirmeye başlamıştır.
Ahlâk tamamıyla bireyin vicdanıyla alakalı bir olgu olarak anlaşıldığı sürece bireyler arasındaki ilişki veya ahlâkın dışa bakan yönü, ahlâktan ziyade siyasetin bir sorunu olarak ele alınmak durumundadır. Bu takdirde ahlâksızlık kapsamında değerlendirilecek durumlar, hukukun alanına girdiği sürece bir müeyyideden bahsedilebilir. Fakat bu sonuç, esas itibariyle belirli bir insan ve toplum tasavvurunun uzantısı veya kaçınılmaz neticesi olduğundan farklı insan ve toplum tasavvurları açısından ele alınmayı gerektirir. Elinizdeki kitapta ahlâk ve müeyyide ilişkisini sorgulamak amacıyla 2015 yılı içerisinde İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi içerisinde gerçekleştirilen “Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinde yapılan konferansların metinlerini bulacaksınız.
Tahsin Görgün, İhsan Fazlıoğlu, Hakan Poyraz, Cafer Sadık Yaran, Zeynep Direk, Hümeyra Özturan, Ömer Türker, Ahmet Ayhan Çitil Günlük hayattaki birçok eylemimizde ahlaki karar verme anlarıyla karşı karşıya kalırız. Böyle durumlar ahlakı insan açısından kolaylıkla anlaşılır ve konuşulabilir hale getirir. Bunun daha ötesinde yapılacak olan şey, ahlaki eylemin altında yatan anlamın ve ilkenin araştırılmasıdır. Söz konusu eylem ise ancak ahlakı, felsefi olarak soruşturan bir çabanın sonucunda ortaya çıkabilir. Ahlaki tercihlerin kaynağını oluşturan ilkeleri, iyinin doğasını, değerlerin anlamını sorgulamak ise ahlakın temeline dair yapılacak bir felsefi soruşturmayı zorunlu kılar. İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesindeki "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi" içerisinde gerçekleştirilen "Ahlakın Temeli Üzerine Konuşmalar" dizisi de böyle bir amaca yönelik olarak ortaya çıktı. Bu kitapta "Ahlakın temeli nedir?" sorusuna cevap aramaya
çalışılmıştır.

Mustafa Şengün İnsanlar, ahlaki düşünce ve yargıları toplumsallaşma süreci içinde kazanırlar. Bilim ve teknolojideki gelişmelerin yanı sıra, kitle iletişiminin daha etkin ve yaygın hâle gelmesi hem insanları ve toplumları değiştiriyor hem de çözülmesi gereken yeni ahlaki sorunlar ortaya çıkarıyor. Bu nedenle, zaman içinde insanların ahlaki düşünce ve yargıları da değişiyor. Değişimi takip edebilmek, ortaya çıkan yeni sorunları çözebilmek ve yeni toplumsal şartlara uyum sağlayabilmek, ahlak alanındaki araştırmaların devamlılığını gerektirmektedir. Dolayısıyla bu kitapta, ahlaki düşünce ve yargı gelişim süreci ve bu süreci etkileyen faktörler incelenmiştir. “Ahlaki Düşünce ve Yargı” adlı eser, içeriğinde yer alan etik, ahlak eğitimi ve değerler eğitimi konuları itibariyle ortaöğretim ve üniversite öğrencilerine, araştırmacılara, akademisyenlere, öğretmenlere ve ahlak eğitimi ile ilgilenen herkese hitap etmektedir.
Syed Nawab Haider Naqvi Ahlâkın temellerine hem seküler hem dinsel açıdan odaklanan Naqvi, kendi içsel mantık ve toplumsal zorunluluk parametreleri dâhilinde tüm ahlâki sistemlerin, diğerlerinin insan refahını maksimize etmek adına salık verdikleri şeyden kazanç sağlamaya çalıştığını göstermektir. Bu kapsamda çalışmada, laikliğin ahlâki manzaralarını ve üç büyük dinî geleneği; Yahudiliği, Hristiyanlığı ve İslam'ı incelemektedir. Tüm insani problemler gibi ekonomik sorunların da yalnızca varlığı arzulanan ahlâki vasıflar münasebetiyle adilane bir şekilde çözülebileceğini belirten Naqvi, dinî geleneğin özellikle İslâmî olanın hem bireysel ahlâk hem de kamu düzeni için uygun bir çerçeve sağladığını güçlü bir şekilde göstermektedir. İslam'ın ahlâki ideallerinin seferber edilip adil ve dinamik bir kamu politikası hâline getirilmesi durumunda özellikle adaletin sağlanması ve fakirliğin azaltılması konusunda bir iddia ortaya koyabilecektir. Bu bağlamda ise kitap, genel olarak din, ahlâk ve ekonomi arasındaki aktif bir etkileşime ve özellikle (idealize edilmiş) bir İslam iktisadına olan ihtiyacı vurgulamaktadır.
Süleyman Taşkın Bu çalışmada; ahlak felsefesinin kurucusu sayılan ve sadece Antikçağ'ın değil tüm zamanların en büyük filozoflarından birisi olarak kabul edilen Aristoteles ile kendisinden yaklaşık iki bin yıl sonra yaşamış, Osmanlı'nın yetiştirdiği önemli ilim adamı ve filozoflardan Kınalızâde Ali Çelebi'nin ahlak anlayışları, farklı din ve kültürlerden de olsa insanların ortak değerler etrafında erdemli bir hayat yaşayabilmelerinin imkânı bağlamında ele alınmaktadır.
Hem teorik hem de pratik yönüyle söz konusu popülaritesini bugün de koruyan ahlak, yaşadığı bunalımdan kurtulma yolunda günümüz insanının eksikliğini hissettiği en temel değerlerin başında gelmektedir. Bu bağlamda insanların birbirlerinden uzaklaştığı, yalnızlaştığı bu zaman diliminde onlara, insanın sosyal bir varlık olduğu, ancak ötekisiyle var ve mutlu olabileceği ve mutluluğun ancak paylaştıkça artacağının hatırlatılması gerektiğine inanıyorum. Yine birbirini acımasızca katleden, birbirine zulmeden acımasız ruhlara, bu davranışların hayvani nefsin etkileri olduğu, insana yakışanınsa aklıselime göre hareket etmeyi sağlayan insani nefse göre eylemde bulunmak olduğu, haksızlık edene adaletin, cimrilik edene cömertliğin ve her işte ölçülü olmanın asıl erdemler olduğu, hayatın dost ve insanlarla güzel, varsa kötü huy ve davranışların değişebilir olduğu hatırlatılmalıdır. Bu çalışma, ahlakın teorik yönüne dair bir takım değerlendirmeler içermesi, pratik yönüyle de insanın bireysel ve toplumsal manada ihtiyaç duyduğu temel değerlere vurgusu bağlamında önem kazanmaktadır.
Levent Bayraktar Bergson, Nobel Edebiyat Ödülü’ne lâyık görülmüş filozoflardan biridir. Yaşadığı çağda dersleri ve konferansları büyük bir hayran kitlesi tarafından merakla takip edilmiştir. Bunda, geniş bir kültüre ve kuvvetli bir hitabete sahip olmasının payı büyüktür. Bilimlere müracaat eden fakat bilimci ve pozitivist olmayan Bergson, düşünceyi fenomenlerle sınırlandırmadan, insan zihninin merak ettiği ve sorguladığı en yüksek meselelere kadar yönelir. Eserlerinde; sağlam bir muhakeme, tahlil ve tenkit neticesinde verili olanı aşan bir teklif sunar. Matematik, fizik, biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve hatta teoloji alanları üzerine oturttuğu felsefesi; bilimlerle bütünleşebilen bir metafiziğin mümkün ve meşru olabileceğinin örneği gibidir. Bu bakımdan Bergson’u okumak ve incelemek felsefeyi, felsefenin sınırlarını genişleten bir filozoftan öğrenmek anlamına da gelir.
Bu kitapta, ruh ile beden ilişkisinden hareketle Bergson felsefesinin, felsefe tarihindeki yeri ve konumu irdelenmektedir. Böylece eser bir yandan Bergson metafiziğiyle, bir yandan ruh-beden ilişkisiyle ve diğer yandan da pek çok felsefi ekolle karşılaşma imkânı sunmaktadır. Bu bağlamda materyalizm, pozitivizm, natüralizm, entelektüalizm, kritisizm, paralelizm, finalizm, mekanizm, evolüsyonizm gibi akımlar gündeme gelmekte ve incelenmektedir.
Nesibe Kantar Bilişim felsefesi ve etiği, felsefenin yeni bir alanıdır. 20. yüzyıl sonu, 21. yüzyıl başlarından itibaren sibernetik bilimi ve bilişim mühendisliği alanında yaşanan gelişmeler, internetle birlikte bilgisayarları yaşamımıza daha fazla dâhil etmiştir. Bilişim devrimi, değerler de dâhil resmî ve gündelik yaşantımızı büyük ölçekte değiştirmektedir. Bilişim teknolojilerinin etkisinde gerçekleşen bu değişim ve dönüşümden felsefe de payını almaktadır. Bilişim çağının temel meselelerini anlayabilmek için ontoloji, epistemoloji, aksiyoloji bağlamlarında zekâ, bilinç, zihin, bilgi (information / bilişim), gerçeklik gibi konu ve kavramları yeniden düşünmek bir gereklilik hâline gelmiştir.
Amerikalı filozof Terrell Ward Bynum, bilişim dünyasının değiştirici ve dönüştürücü dijital doğası karşısında teknolojinin imkânlarından faydalanırken insan doğasının ve doğal olanın korunmasına da vurgu yapan bir bilişim etiği teorisi teklif etmektedir. Bilişim felsefesi bağlamında bir bilişim etiği teorisi olarak Gelişim Etiği Teorisi (Flourishing Ethics Theory), etiğin sınırlarının, insanın özne olarak etik rolünün muhafaza edilmesi kaydı ile yapay zekâ, robot, siborglar da dâhil olmak üzere bilişim dünyasının tüm argümanlarını içine alarak genişletilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu kitap, 21. yüzyılın yeni felsefesi olan bilişim felsefesi ve etiği alanında Bynum’un teklif ettiği Flourishing Ethics / Gelişim Etiği Teorisinin felsefi, bilimsel ve teknolojik zeminine ışık tutmaktadır.
Melek Yıldız Güneş OsmanlI'nın son döneminde yenileşme hareketinin üniversite ayağı olarak tesis edilen eğitim kurumu Darülfünun, dönemsel kırılmanın etkisiyle eğitsel anlamda yapılan yenilikler ve dönüşümler adına pek çok şeyin göstergesidir. Bu anlamda Darülfünun’da okutulan ahlâk dersleri de dönemin dönüşüm ve kırılma taşıyan karakterinden kendi payına düşeni almıştır. Kitapta, ahlâk derslerini okutan hocalar, ders programları ve derste okutulan eserler birbirinin ayrılmaz parçası olan bir bütünlük içerisinde araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bu unsurların takibi o dönemde ahlâk eğitimine üniversite ölçeğinde verilen önemi, hocaların eğitimsel arka planını ve taşıdıkları fikrî etkileri ayrıca vücuda getirdikleri ahlâk çalışmalarıyla savundukları ahlâk anlayışını göstermektedir.
Bu kitap; Darülfünun’da yapılan yenilik ve düzenlemelerin ahlâk derslerinin varlığını nasıl etkilediğini ortaya koyarak ne sıklıkla müfredatta yer alabildiği, ahlâk derslerini okutan hocaların kimler olduğu, hangi eğitim ve fikrî temayüle sahip olduğu, bu hocaların ahlâk ile ilgili vücuda getirdiği eserlerinin neler olduğu, hangi etkileri taşıdığı, ahlâk dersleri üzerinde gözlenen değişim ve dönüşümün Darülfünun geneline teşmil edilip edilemeyeceği gibi sorulara cevap arayan bir araştırma olması yanı sıra Darülfünun’da süreç içerisinde ortaya çıkan ahlâk anlayışı dönüşümünü gözler önüne sermektedir.
Emel Koç, Nurten Gökalp, Ceyhun Akın Cengiz, Umut Ayhan, Recep Batu Günör, Fikret Yılmaz, Mustafa Yıldırım İnsan, varoluşunu değerler aracılığıyla gerçekleştirir. Fakat değerlerin kim tarafından ve ne şekilde oluşturulduğu, özgürce kabul edilip edilmediği açık değildir. Görülmektedir ki genellikle siyasi, iktisadi, toplumsal ve kültürel yapılar belli bir düzeni ve değerler manzumesini insanlara dayatır. Yaşamın koşuşturmasında kişiler; neye, neden ve nasıl yöneldiklerinin bilincinde olmadan davranırlar. Bu kalıplar içinde sıkışmışlıklarını ancak sınır durumlarla karşılaştıklarında fark eder; böylece kendisini ve varlığı anlama, anlamlandırma çabası için uğraş vermeye başlarlar. Bütün eylemleri kabulleri doğrultusunda hayat bulan insan, varoluşunu gerçekleştirebilmek için kalıpların dışına çıkabilmeli, kendisini özgür seçimleri doğrultusunda yeniden şekillendirmelidir. Bahsedilen amaç, değerlerin ne olduğu ya da olması gerektiğine dair bir sorgulamanın yapılmasıyla gerçekleşebilir. Felsefe, değerler alanıyla ilgili filozofların ortaya koydukları zengin bir külliyata sahip olması nedeniyle önemli bir kaynaktır. Dolayısıyla felsefe insanlar için rehberlik görevi üstlenebilir. Bu kitapta; insanların yaşamının her anında etkisini hissedebileceği değerlerden bağlanma ve sadakat, aşk, dostluk, merhamet, hoşgörü, arzu ve özgecilik başlıkları seçilmiş; incelenen her kavramın analizi yapılmış ve belli başlı filozofların görüşleri eleştirel bir şekilde izah edilmiştir.
Ali Köse İnsan edimlerinin tüm kurguları, tüm icatları, tüm yenilikleri din dışı alandan geliyor. Din bu yeniliklere, olsa olsa şeklen eklemlenebiliyor. Resim, din dışının üretimi; din ancak eline verilen resmi boyayabiliyor. Din eğer bugüne kadar güçlü, dirençli olmayı başardıysa bunu; kültüre nüfuz etme, kültürel semboller, söylemler oluşturma kabiliyetine borçludur. Ama artık dinin elinde bu güç yok gibi. Geleneksel dinî söylem, nüfuz kaybı yaşıyor. Sosyokültürel desteği olmayan, sembollerini diri tutamayan dinlerin varlıklarını devam ettirme kabiliyeti azalıyor. Her nesil bir öncekine göre dinî kültüre bir kat daha yabancılaşıyor; entelektüel, sosyal ve duygusal anlamda biraz daha uzaklaşıyor. 21. yüzyılda dinin geleceğini belirleyecek temel nokta; kültürü ne kadar etkilediğiyle, geleneksel sembolleri ne kadar canlı tutabildiğiyle doğru orantılı olacak. “Gelenek sadece külleri savurmak değil, ateşi canlı tutmaktır”. Ateşi canlı tutmak da öyle görünüyor ki zamanın ruhunu yakalayabilmekle, dinin tarihsel formlarını yenide yaşatabilmenin yollarını bulmakla mümkün. Aksi takdirde din, post tarihsel bir görüntü sergileyen 21. yüzyıla yabancılaşma ve marjinalleşme kaderini yaşamaktan kurtulamayacak.
Nurten Gökalp İnsan hayatının önemli bir kısmını oluşturan ahlâk ve onun temelleri hakkındaki felsefi düşünüş insanlık tarihi kadar eskidir. Felsefedeki ahlâk teorileri insan ilişkilerinin düzenlenmesinde etkili olan ahlâkı değişik açılardan değerlendirmektedir. İnsanların birbirlerinin davranışlarına yönelik olarak oluşturduğu ahlâk yargıları ahlâk ilkelerinin uygulanması ve yaygınlaşmasındaki en etkili araç olmaktadır. Ahlâk yargılarının sahip olduğu duygusal etkiyi çözümlemeye çalışan bir eğilim olan duygucu etik teorisi üzerine odaklanan bu kitapta duygu-ahlâk ve dil ilişkisi ele alınmaktadır. Duygusal bir varlık olan insanın ahlâki yaşantısına da yansıyan bu özelliğini felsefi bir gözle değerlendirmeye çalışan bu yaklaşımı derinlemesine incelemeye yönelik olarak kaleme alınan bu kitap ile ülkemizdeki felsefe çalışmalarına bir katkı sağlamak amacı güdülmektedir.
A. Banu Hulur, Adem Levent, Ahmet Coşkun, Ali Osman Gundoğan, Celal Turer, Derda Kucukalp, Fulya Bayraktar, Gulfem Sezen Balcıkanlı, H. Haluk Erdem, Hakan Poyraz, Hasan Under, Huseyin Gazi Topdemir, İbrahim Sezgul, Kemal Bakır, Lokman Cilingir, Metin Yasa, Muhammed Esat Altıntaş, Neyyire Yasemin Yalım, Nurhayat Calışkan Akcetin Bu çalışma, felsefenin temel disiplinlerinden biri olan etik konusunda hem bir giriş kitabı hem de onun hayatın bütün alanlarına nasıl uygulanacağı hakkında yol gösterici ve bilinçlendirici bir eserdir. Etik, sadece kuramsal bir felsefe disiplini olmanın ötesinde insan varlığını eylemleri üzerinden anlamaya ve tanımaya yöneldiğimizde karşımıza çıkan bir değer ve bilinç alanıdır. İnsanın anlamlı bütün yapıp etmeleri, değerler ve etikle ilişkili olarak düşünülmelidir. Bunun gerçekleştirilemediği durumlarda büyük insanlık bunalımları doğmakta ve insanlığı tehdit etmektedir. Bu süreç, güncel etik problemlerini bütünlüklü bir bakış açısıyla irdelemeyi zorunlu kılmaktadır.
Etik ve Etik Sorunlar; en temel insani durum olarak etiği merkeze alarak; eğitim, siyaset, çevre, iktisat, bilim, tıp, spor, medya, halkla ilişkiler, dil, estetik, biyoetik, küreselleşme ve popülizm gibi alanlarda karşılaşılan güncel etik sorunlara anlamlı bir yaklaşım gerçekleştirmek için ihtiyaç duyulan kavramsal ve kuramsal temele işaret etmektedir.
Alanlarında uzman felsefeci ve düşünürlerin yer aldığı bu çalışma, ülkemizdeki felsefi ve etik birikimi gözler önüne serdiği gibi, dünya sorunlarına da ülkemizden felsefi bir teklif sunmaktadır.
Burcu Güdücü, Cüneyt Levent, Emine Demir, Ethem Levent, Mehmet Akif Demir, Semra Köse Etik, özellikle de pratik etik, bireylerin; kendileriyle ve başka insanlarla ilişkilerinde, olay ve olgularla başa çıkma süreçlerinde, herhangi bir durumda veya konuda eylemde bulunurken karşılaştıkları değer ve normlara ilişkin sorunlara ışık tutma girişimidir. Dünyada; siyasal, teknolojik, bilimsel gelişmelerin yarattığı gereksinmelerden dolayı etik, son yıllarda özellikle önem kazanmış ve felsefenin en çok uğraşılan alanlarından biri hâline gelmiştir.
Bu kitap, üç bölümden oluşmaktadır. İlk beş bölümde etiğin anlamı, tarihsel serüveni, felsefi temelleri yer almaktadır. Altıncı ve on üçüncü bölümler tek tek farklı meslek etiklerini konu edinmektedir. Her meslek, her uğraş, farklı etik soru ve sorunları beraberinde getirmektedir. Kitapta farklı meslek dallarının günümüzde karşılaştıkları etik sorunlarla başa çıkma yolları tartışılmıştır. Son bölümde ise sosyal sorumluluk kavramı konu edilmiş, ülkemizde ve dünyadaki başat sosyal sorumluluk projelerinden örneklere yer verilmiştir.
Kenan Gürsoy Etik ve tasavvuf, bugüne kadar yan yana getirmeye ya da birlikte düşünmeye alışık olmadığımız iki kavram. Prof. Dr. Kenan Gürsoy'la yapılan bu sohbetler, “Etik Şahsiyet” çerçevesinde bu iki kavramı bir arada düşünmeye başlamamızı sağlamakta, insanın kemâle doğru yürüyüşünün etik zeminde nasıl gerçekleşebileceğini göstermektedir. Burada tasavvufun başta insanın kendisi olmak üzere bir toplum, bir medeniyet ve bir insanlık tahayyülü ortaya koyarken de etik zemine dayandığına dikkat çekilmektedir.
Etik ve Tasavvuf; yalnızca felsefeye ve tasavvufa ilgi duyanları değil, kendini inşa etmek isteyen ve kemâle doğru yol alma gayreti duyan, insan olmanın sorumluluğunu ve değerini hisseden herkesi kendisine davet eden sohbetlerden oluşmaktadır.
Ayman Shihadeh Kelâm, mantık, metafizik, usûl, tefsir, tıp gibi alanlarda devasa ve dakik eserler ortaya koyan Fahreddîn er-Râzî’nin, ahlâk üzerine yazmış olsaydı diğer alanlarındaki eserlerinde olduğu gibi kendisinden sonraki geleneği dönüştürmesi beklenirdi. Fakat Râzî, amelî ahlâka dair bir eser kaleme almış olsa da, teorik ahlâka dair bir eser vermemiştir. Elinizdeki kitap, bu eksikliği kısmen telafi edebilecek şekilde Râzî’nin ahlâka dair düşüncelerini ve entelektüel dönüşümlerini metinlerden adım adım izleyerek ortaya koymaya çalışmaktadır. Bunun için de yazıldığı tarihe kadar yapılan çalışmalar arasında, birçoğu da yazma olmak üzere en geniş Râzî eserleri seçkisi kullanılmıştır.
Elinizdeki kitap bir yandan İslâm ahlâk düşüncesi alanındaki bir boşluğu doldururken diğer yandan Fahreddîn er-Râzî’nin ahlâk düşüncesine yönelik çalışmaların eksiklerini gidermede de önemli bir unsur teşkil etmektedir.
Habip TÜRKER 20. yüzyılın ilk yarısında fenomenolojik gelenek bağlamındaki değer tartışması temelde estetiğin bir bilim olmasıyla ilgilidir. Erken dönem fenomenolojik değer tartışmasında Moritz Geiger, Roman Ingarden ve Nicolai Hartmann önemli bir yer tutar. Bu çalışma Geiger ve Hartmann'ın estetik değer tartışmasına odaklanmaktadır.
Husserl, Lipps, Kant ve Hegel bu tartışmada esaslı roller oynamaktadır. Gerek Geiger, gerekse Hartmann için estetik, değerlere ve değer ilişkilerine dair bir araştırmadır. Ancak her iki filozofun eğilimi ve estetik değeri temellendirme biçimi temelden farklıdır. Varoluşsal eğilimler sergileyen Geiger estetik değeri varoluşsal olarak temellendirirken, felsefi sisteminde varlık bilimin merkezî bir yer tuttuğu Hartmann estetik değeri varlıkbilimsel olarak temellendirmektedir.
Güzelliğin gerçek (real) bir şey değil, bir görünüş olduğu noktasında hemfikir olan iki filozofun da idealizmden kaçınma çabası hemen fark edilmektedir. Hem Geiger, hem Hartmann için estetik değer, duyguların nesnel karşılıkları olsa da Hartmann bunu daha da sistemleştirmekte ve değerleri değer duygusu üzerinden sınıflandırmakta, temellendirmektedir. Onun bizdeki değer duygusunu temel alarak yaptığı bu ayrım, ona göre, estetik değer konusunun en uygun ve en zor kısmını oluşturur.
Estetik değeri sırf görünüş değeri olarak tanımlamanın doğru ve tutarlı olamayacağını savunan Habip Türker'in bu eseri, Türkçede Hartman estetiği ile ilgili çalışmalardan farklı olarak, söz konusu filozofun estetiğine, Hegel lehine, daha analitik ve eleştirel yaklaşmaktadır.
Ali Taşkın Bu eser, Hume Araştırmaları Edinburgh Üniversitesi felsefe bölümünde yapılan beş doktora tezinden yola çıkarak Hume’un en çok konuşulan felsefi öğretilerini tanıtmayı hedeflemiştir. Hume, bilgi kuramı ile ünlenmiş olmasına karşın ahlak, siyaset, din ve hukuk felsefelerinde de önemli görüşleri olan bir filozoftur. Bu eserde, bilgi kuramı hariç anılan temel öğretilerine yer verilmiştir. Dinin özüne ve akıldaki temeline ilişkin akıl yürütmelerin yer aldığı, doğal ve rasyonel teoloji bağlamında yapılan din felsefesi, Hume’un öncüsü olduğu iddia edilen pozitivizm özellikle de mantıkçı pozitivizmle ilgisi, eserde dikkat çekici bir biçimde analiz edilmektedir. Felsefenin her zaman öncelikli konusu olan etik teorileri arasında önemli bir yere sahip olduğu bilinen Hume’un, ahlakın neliği, kaynağı, güdüsü, duygudaşlık gibi ahlak felsefesi konularında ortaya koyduğu görüşler çok yönlü olarak değerlendirilmiştir. Yine eserde, irade özgürlüğü sorunu, irade eylem ilişkileri ve bunların psikolojik bağlantıları açısından irdelenmektedir. Aristoteles’ten itibaren çok tartışılan adalet, mülkiyet, karşılıklı yarar ilkesi, sözleşme gibi hukuk ve siyaset felsefesi konuları da bu eserde geniş yer tutmaktadır.
Cahid Şenel, Eşref Altaş, Hacı Bayram Başer, Harun Kuşlu, Hümeyra Özturan, İdris Cevahir, İzzet Gülaçar, Müstakim Arıcı, Osman Demir Ahlak, İslam düşüncesi içerisinde pratik felsefeden çeşitli dini ilimlere varıncaya kadar geniş yelpazede tartışılagelen bir alandır. Bu itibarla ahlak; felsefi ilimlerden biri olarak kabul edilirken aynı zamanda hadis, kelam, fıkıh, tasavvuf gibi dini ilimlerde de farklı veçheleriyle tartışılmaktadır. Birden çok disiplinin kesişim noktasında yer alan ahlakın, tüm boyutlarıyla incelenip ortaya konulabilmesi için bu ilimlerin kendi iç dinamikleri bakımından ele alınması gerekmektedir. Böyle bir çaba İslam düşüncesi içerisinde yer alan ahlakın bütün boyutlarıyla anlaşılması için elzem görünmektedir.
Bu ihtiyaca binaen İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ve İlim Kültür Eğitim Derneği (İLKE) bünyesinde yürütülen "İslam Ahlak Düşüncesi Projesi” kapsamında Mart 2013-Mart 201A tarihleri arasında İslam Ahlak Literatürünün Temel Hususiyetleri" başlıklı yuvarlak masa toplantıları gerçekleştirilmiş ve ahlak alanına dair literatür kendi hususiyetleri bağlamında tartışılmıştır. Elinizdeki bu kitap, söz konusu toplantılarda gerçekleştirilmiş sunumların makalelerinden oluşmaktadır.

Hümeyra ÖZTURAN, Mustakim ARICI, İdris CEVAHİR, Eşref ALTAŞ, Hacı Bayram BAŞER, Harun KUŞLU, Osman DEMİR, Cahid ŞENEL Ahlâk, İslam düşüncesi içerisinde pratik felsefeden çeşitli dinî ilimlere varıncaya kadar geniş yelpazede tartışılagelen bir alandır. Bu itibarla ahlâk; felsefî ilimlerden biri olarak kabul edilirken aynı zamanda hadis, kelâm, fıkıh, tasavvuf gibi dinî ilimlerde de farklı vecheleriyle tartışılmaktadır. Birden çok disiplinin kesişim noktasında yer alan ahlâkın, tüm boyutlarıyla incelenip ortaya konulabilmesi için bu ilimlerin kendi iç dinamikleri bakımından ele alınması gerekmektedir. Böyle bir çaba İslam düşüncesi içerisinde yer alan ahlâkın bütün boyutlarıyla anlaşılması için elzem görünmektedir.
Bu ihtiyaca binaen İlmi Etüdler Derneği (İLEM) ve İLKE İlim Kültür Eğitim Derneği bünyesinde yürütülen “İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi” kapsamında Mart 2013-Mart 2014 tarihleri arasında İslam Ahlâk Literatürünün Temel Hususiyetleri” başlıklı yuvarlak masa toplantıları gerçekleştirilmiş ve ahlâk alanına dair literatür kendi hususiyetleri bağlamında tartışılmıştır. Elinizdeki bu kitap, sözkonusu toplantılarda gerçekleştirilmiş sunumların makalelerinden oluşmaktadır.
Elife Kılıç Enformasyon ve teknolojinin hâkim olduğu günümüzde, bilginin elde edilmesi hızlı ve bilgiye erişim de oldukça kolay olmaktadır. Fakat enformasyon çağının getirdiği bu kadar çok malumat ve bilgi içinde doğru, güvenilir, sağlam ve kesin bilgileri nasıl ayırt edeceğimiz, önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Doğruluk nedir? Doğru bilgi nedir? Doğru bilgiyi yanlış bilgiden ayıran özellikler nelerdir? Yanlış yapmamızın sebepleri nelerdir? Bu türden soruların cevabını bulmak, bizi daha güvenilir ve sağlam bilgilere götürecektir. Düşüncelerimizi temellendirirken hangi doğruluk ölçütlerine başvuracağımız ne sadece felsefe ve bilim ne de diğer araştırma alanları değil genel olarak tüm insanların haklı gerekçelendirmeler yapması için şarttır. Bu araştırma, doğruluğun bilgi felsefesindeki kullanımı, ne olduğu, nasıl gerçekleştiği türünden soruların bilgi felsefesi özelinde ve John Locke merkezde olmak üzere izini sürmektedir
Aykut Küçükparmak Zaman, insan varoluşunun temel kategorilerinden biri olup, en az insanın kendisi kadar gizemlidir. Kâinat tabiri caiz ise gözünü onda açmış ve onda kapatacaktır. Genelde varlığın ve özelde insan varoluşunun temel ilkesi olmasının yanı sıra hakkında ileri sürülen bir sürü felsefe, inanç ve teorilere rağmen "zaman nedir?" sorusunda çok fazla mesafe kaydettiğimiz söylenemez.
Zaman felsefesi Türkiye'de yeni yeni gelişen bir alan olup, bu alanda alınacak hayli yol vardır. Elinizdeki eser; Kant'ın zaman anlayışını, 1770 yılında yazmış olduğu doktora tezini ve "Saf Aklın Eleştirisi" eserini temel alarak, oldukça özgün biçimde ve hiçbir şeyi dışarda bırakmadan tahlil etmektedir.
Adem Yılmaz Bernhard'dan Marcuse ve Heidegger'e, Demirkubuz ve Salman Rushdie'den Deleuze'e, Adorno'dan Gasset ve Zizek'e uzanan kuramsal bir yolculuğun tanığı olan Karanlığın Aristokrasisi, hatasızlık ve haklılık gibi ağır iddialardan uzak, okuru düşünsel bir keşfe çağırıyor. İlk bölümünde, Deleuze ve Adorno'yu birlikte okuyan bu çalışma, ikinci bölümünde; edebiyat, felsefe ve siyasal kuram birlikteliğini içinde bulunduğumuz dijital çağa yönelik düşünsel bir sorgulamaya dönüştürüyor. Kitap, kimi yönleriyle bir giriş kitabı özelliği gösterebildiği gibi siyasal kuramı tembelliğinden kurtarmaya yönelik katkı niteliği taşıyor.

“Benim burada yapmak istediğim, öncelikle düşünsel öz güvenin, düşünür ya da düşünce bekçiliğiyle uzaktan yakından bir alakası olmadığını göstermektir. Karanlığın Aristokrasisi, bezdirici ezberlerin ya da okumaya sınır çeken yaklaşımların hükmünde, insanı düşünceden, felsefeden ve entelektüel uğraştan soğutan, iktidarını dayattığı yetersizlik duygusundan alan ikliminde nefes alınabileceğine dair düşünsel bir tanıklıktır”.
Hasan G. Bahçekapılı “Dünyadaki kötülüklerin varlığı, geleneksel teizmdeki Tanrı inancı için bir problem oluşturur mu?”
2000 yıldan fazla zamandır çok çeşitli geleneklerden gelen düşünürleri meşgul eden bu çetrefilli soruya bu kitap, en güncel tartışmalardan hareketle cevap vermeye çalışıyor. Kötülük probleminin tarihsel gelişimini, mantıksal ve delilci kötülük argümanlarını özetledikten sonra kitap, geleneksel ve modern teist çözüm önerilerini ele alıyor:
Özgür iradenin varlığı veya manevi gelişim potansiyeli, kötülüklerin varlığını meşru hâle getirir mi?
Etrafımızda gördüğümüz kötülüklerin gerekçesi konusunda şüpheci tavır takınıp Tanrı'nın hikmetinin, insanın kısıtlı zihni tarafından sorgulanamayacağı sonucuna mı varmalıyız?
Özel olarak İslami gelenek içinde kötülük problemini çözmemizi sağlayacak kaynaklar bulabilir miyiz?
Kitap, tüm bu önerilerin yetersiz kaldığını iddia ederken karşı cevap olarak modern "kötü tanrı" argümanını ele alıyor. Buna ek olarak ilahi adaleti tehdit eden ilahi gizlilik ve benzeri argümanlar, kötülük problemini daha da çözümsüz hâle getiriyor. Kötülük probleminin çözümsüzlüğü, evrenin bizim acılarımıza ve isyanımıza kayıtsız olduğu ihtimali ise bizi daha üst düzey bir probleme, anlam problemine taşıyor. Anlam problemi, herkesin problemi olduğuna göre kötülük karşısında kimsenin rahat olmaması, anlamlı hayat konusunda herkesin kafa yormaya devam etmesi gerekiyor.
Semra Çinemre Lawrence Kohlberg (1927-1987), kendisini Sokrat, Aristo, Platon, Kant, Mill, Dewey, Rawls ve Habermas'tan itibaren gelen Batı felsefesinin bilimsel vârisi olarak görmektedir. Kohlberg'in ahlak gelişim teorisi; bu geleneksel felsefi birikimden beslenen, aynı zamanda çağdaş görüşlerle zenginleşen güçlü bir temele dayanmaktadır. Felsefe, psikoloji, sosyoloji, antropoloji ve eğitim başta olmak üzere birçok alanı sentezleyen Kohlberg'in teorisinin gücü ve orijinalitesi de buradan kaynaklanmaktadır. Ancak Kohlberg'in ortaya koyduğu teorinin, istisnasız kabul görmediği, bizzat çağdaşları tarafından kendisine meydan okuyan ciddi eleştirilerle karşı karşıya kaldığı da bilinmektedir. Kohlberg, bir taraftan bu eleştirileri dikkate alarak teorisini revize ederken öte yandan eğitim alanında yaptığı çalışmalarla da ahlak eğitiminin çağdaş rönesansında en seçkin isimlerden biri olmuştur. Bu kitapta, ahlaka ilişkin çalışmaları ülkemizde çoğunlukla teorinin altı basamaklı yapısına indirgenen Kohlberg; hayatı, ahlak anlayışı, ahlak gelişim teorisi ve temelleri, ahlak gelişim teorisine yöneltilen eleştiriler, ahlak eğitimine ilişkin görüşleri ve uygulamaları gibi konular çerçevesinde bütüncül bir şekilde ele alınmıştır. Kohlberg'in ahlak çalışmalarına temel ve eleştirel bir bakış sunan bu kitabın, özellikle ahlak gelişimi ve eğitimi konularında yapılacak çalışmalara zemin sunması beklenmektedir.
Melek Yıldız Güneş Aliye Güler 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Emrullah Kılıç Elinizdeki kitap, ahlakın temel meseleleri ve tarihsel süreçlerini ele almaktan ziyade geleneksel dünyada tek bir anlama sahip ve kendi başına var olan iyiyi ifade eden "metafiziksel iyi"nin yerini, yeni durumlar karşısında farklı insanların farklı bir iyiyi anlamasına izin veren "değer"e bırakmasına mevcut fenomenleri ve gerilimleriyle birlikte odaklanmaktadır. Geleneksel dönemde değişmez ve ebedi olarak kabul edilen ontolojik hakikat anlayışının modern dönemle birlikte epistemolojik alana kayması, ahlaki hayatı derinden etkilemiştir. Bu çerçevede İlkçağlardan itibaren tezahür eden ve "metafiziksel iyi" olarak nitelendirilen normatif ahlak anlayışı, modern dönemle birlikte özellikle Batı dünyasında özgürlük, insan doğası, öz çıkar, ilgi ve yönelim gibi saiklerle birden çok iyiyi ifade eden "değer”e dönüşmüştür. Ahlakın ağırlık merkezini değiştiren değer ile söz konusu alan, nesnellik ve zorunluluk alanı olmaktan çıkarak olumsallık ve öznellik alanı olarak inşa edilmiştir. Sabit ve nesnel gerçeklik alanı yerine, öznenin nesnenin potansiyeline yönelimi ile tanımlanan değerler, gerçeklik ya da hakikat alanından geçerlilik alanına geçişi de beraberinde getirmiştir. Normatif yapıların gücünün zayıflamasıyla özne, kutsal ya da metafiziksel bir hakikat yerine kendi yönelimleri ve tercihleri doğrultusunda değerli gördüğü hususlara yönelmiştir. Ahlaki hayatın bizim dışımızda bir ölçü ve metafiziksel konu olmaktan çıkmasıyla yerini insanın içsel mutluluğu ve kişiler arası karşılıklı mutabakata bırakmasına karşın neyin değerli olup olmadığını belirlemede henüz özneler arası bir ontolojinin oluşmaması da bireysel ve toplumsal anlamda önemli sonuçlar doğurmuştur.
Ahu Tunçel, Asiye Yıldırım, Başak Bahtiyar, Dilek Arlı Çil, Güncel Önkal, Gürkan Doğan, Hülya Şimga, Kuntay Arcan, Meral Bozdemir, Psikolog Mine İlhan, Tuğba Sevinç Mutluluk, her zaman insan için çok önemli bir duygu olmuştur. Günümüzde bu duygu bir arzu, neredeyse bir ihtiyaç ya da yaşamın amacı olarak ele alınmaktadır. Mutluluktan sıkça bahsedilmesine rağmen bu duygunun ne olduğuna, insan için önemine ve değerine ilişkin kavrayışın açıklaştırılması amacıyla yetkin ve kapsamlı bir inceleme ihtiyacı hâlâ devam etmektedir. Bu kitapta, mutluluk kavramını psikoloji ve felsefe penceresinden ele alan çok yönlü bir inceleme yapılması planlanmıştır. Böylece hem kavramsal olarak hem de günlük hayattaki pratiklerde, bireysel ve toplumsal düzeyde mutluluğun tanımına, belirleyicilerine ve deneyimlenmesine dair merak uyandırıcı, sorgulayıcı ve bilgilendirici bir okuma imkânı yaratılması amaçlanmaktadır. Bu eserin, hem konuya ilgi duyan kişilerin mutluluğu anlama biçimlerine yönelik ezber bozan ve mutlulukla ilişkilerini yeniden düşünme imkânı sağlayan bir çalışma olması hem de farklı disiplinlerden araştırmacıların güncel tartışmalara ulaşabileceği ve gelecek çalışmalar için fikir alabileceği bir kaynak niteliği taşıması hedeflenmektedir.
Necdet Yıldız Bu kitap, yazarın 2013 yılında yazdığı Nietzsche on the Relation between Language and Philosophy adlı yüksek lisans tezinin genişletilmiş ve revize edilmiş bir çevirisidir. Yapıtın ilk bölümünde, Nietzsche'nin temel kavramlarından giriş seviyesinde ve açıklayıcı bir biçimde bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu kitap tam veya kısmi olarak kullanılabilecek bir ders kitabı olarak düşünülebilir ancak bu şekilde kullanılmaya oldukça müsait olsa da bu kitabın özünde bir ders kitabı olduğunu söylemek yanlış olur. Çünkü sonraki bölümlerdeki tartışma; Nietzsche'nin yaşam, dil, felsefe ve bu üçünün birbirleriyle olan ilişkileri üzerine düşünceleri hakkında detaylı bir akademik tartışmadır. Dahası, bu kitap; Nietzsche'nin Türkçe literatürde birkaç istisna haricinde neredeyse hiç üzerinde durulmayan ama popülarite konusunda ne kadar fakirse ilham konusunda o kadar zengin olan “Müzik ve Söz Üzerine (Alm. Über Musik und Wort)” adını taşıyan yazısı üzerine kapsamlı bir incelemeyi de içermektedir.
Aysel Alagöz, Bahadır Söylemez, Ceren Özturk Karakaplan, Eda Çoban Kapuoglu, Fatih Sultan Mehmet Özturk, Ferhat Agırman, Hasret Kökten, Hazarcan İdil Tufantoz, Hulya Yaldır, İmren Cerit Helva, Karani Kagan Badem, Milay Kökturk, Nusret Erdi Elmacı, Zöhre Yücekaya Cumhuriyet, Türk tarihinde, geleneksel otoritenin, tarihten beri sürüp gelen siyasi yapının değişimi açısından bir kırılma noktası, bir eşiktir. Aradan geçen yüz yıllık zaman diliminde, Türk Milleti, “olduğundan daha iyi duruma” gelmiş, tükenen imparatorlukla birlikte içine düştüğü var olma kaygısını aşmış ve var olma kavgasını kazanmıştır. Dolayısıyla bugünün kuşakları, bu tarihsel olayı, Cumhuriyet’i anmakla yükümlüdür; bu değişimi gerçekleştiren Atatürk'e, çalışma arkadaşlarına ve o dönemin kadrolarına şükran borçludur. Bu, Pamukkale Üniversitesi Felsefe Bölümü için bir kategorik imperatiftir.
Pamukkale'de Felsefe başlıklı bu kitapta, epistemoloji, bilim felsefesi ve değerler felsefesindeki kimi problemleri konu edinen makalelere yer verilmektedir. On üç makaleden oluşan çalışmada; dijital teknolojinin doğası, Hans Reichenbach ve Aydın Sayılı'nın bilim anlayışları tartışıldığı gibi Descartes'ın cogito ve açık-seçik algılar hakkındaki anlayışı da incelenmektedir. Ayrıca bir taraftan düşünce deneylerinin epistemik statüsü irdelenirken diğer taraftan hem Türkiye'de bilim tarihi çalışmalarının geldiği nokta hem de insan, toplum ve eğitimi konu edinen felsefi meseleler üzerinde durulmaktadır.
Faruk Taşçı "Sözüm, burada bitiyor. Allah'a hamd ü senalar olsun. Bütün emelim, niyazım ve duam, Cenab-ı Hakk'ın bu kuluna hüsn-i hatime nasip etmesi ve rızâ-yı İlâhisine nail eylemesidir. İnşallah. Amin." şeklinde hatırat kitabını tamamlayan Sabahaddin Zaim'i daha yakından tanımak için elinizdeki kitap öz bir çerçeve sunuyor. Kitap, önce güzel ahlak, sonra güzel ahlak ile donanmış faydalı ilim, en sonunda da faydalı ilmini ihlas ile salih amel derecesine taşıyan birini merak edenler için ufuk açıcı mahiyette.
Önder BİLGİN İnsanın sosyal ve bireysel sorunlarına çözüm arayışı sadece günümüzün meselesi değildir. Fakat günümüz insanı, neredeyse çözüm önerilerini de görmekte zorlanır hâle gelmiştir. Bu eser; bu önerilerden birini okuyucuyla buluşturmak niyeti ile hazırlanmıştır.
“İnsan”ın problemlerinin “insan”la çözülebileceğine işaret eden bir düşünürün, “Yeni Dünyanın” verimli filozoflarından biri olan Josiah Royce'un, samimi ve pazarlıksız olarak ortaya koyduğu çözüm önerilerinin irdelendiği bu eser, Royce'un ahlâk anlayışının temeli olan sadakat felsefesi üzerine yapılmış bir çalışmadır.
Ahlâkî bir prensip olarak sadakat, şahıslar arasındaki her türlü ilişkide, karşı tarafta güven uyandıran davranışlar ve bu davranışlara kesin bir “bağlılık” içermektedir. Royce, sadakati diğer ahlâkî özelliklerin sistematize edilebileceği merkezî bir ahlâk ilkesi olarak öne sürer. Çünkü o, sadakati bütün ahlâkî kuralların tamamlanması olarak görür. Ona göre ahlâk dünyası doğrudan sadakatin mantığı üzerine kurabilir. Adalet, hayırseverlik, çalışkanlık, bilgelik vb. bütün erdemler, ancak sadakatle tanımlanabilir. Ve sadakat yalnızca bireysel değil, toplumsal bir ilkedir.
Sema Eroğlu Özek Seneca’ya göre felsefe hayata karşı bizi hazırlarken, aynı zamanda bizi ölüme de hazırlamaktadır. Yaşamın içindeki ölüm bütün canlıların yazgısıdır. Felsefeyle kendimizi hayata hazırlarsak ne yazgımız olan ölümden korkarız ne de yaşamı yadsırız.
Ayşe Zişan Furat, İbrahim Özcoşar, M. Nesim Doru, Mehmet Alıcı, Melahat Boran, Murat Köse, Musa Öztürk, Sümeyye Akça, Vehbi Bayhan, Zafer Çelik Kitapta, sosyal bilimler alanında ’araştırma esnasında’ ve ‘yayın sürecinde’ yaygın olarak karşılaşılan etik sorunlar ele alınmaktadır. Çalışmanın içeriği, başta sosyal bilimler olmak üzere tüm disiplinlerde etik kurallara uygun biçimde bilimsel bilgi üretmek isteyen araştırmacılara kılavuzluk edebilecek nitelikte tasarlanmıştır.
Dokuz bölümden oluşan kitapta; Bilimsel Araştırma ve Bilim Etiği, Bilimsel Araştırmalarda Mahremiyet, Gizlilik ve Etik, Arşiv Araştırmalarında Etik, İnternet ve Veritabanı Araştırmalarında Etik, Akademik Okur-Yazarlık, Bilimde Etik Dışı Davranış Türleri, Yayın Etiğinin Temel İlkeleri, Fikrî Mülkiyet Hakları ve Korsan Yayıncılık ve Yayın Etiğiyle İlgili Yasal Mevzuat gibi konular alanın uzmanları tarafından etik perspektifinden okuyucunun istifadesine sunulmaktadır.
Kitapta, sosyal bilimlerde araştırma yöntemleri ve teknikleri kitaplarında pek değinilmeyen editörlük, hakemlik, yazarlık hakları, telif hakları, korsan yayıncılık vb. konular da derinlemesine ele alınmaktadır. Kısacası kitap, hem ele aldığı konular hem de bunları tartışma düzeyi itibarıyla bu alanda önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Kübra Bilgin Tiryaki 1281 (1864) senesinde kisve-i tab‘a bürünmüş olan bu eser, 14. yüzyılda Abdurrahmân b. Ahmed b. Abdülgaffâr el-Îcî (v. 756/1355) tarafından yazılan Ahlâk-ı ‘Adudiyye isimli risalenin bir tercüme-şerhidir. Eserin telif edilmesi Müellif Mehmed Emîn İstanbulî’nin insanların ahlâkî bir düşüş yaşadığını müşahede etmesi üzerine o güne kadar Türkçeye tercüme edilmemiş olan Ahlâk-ı ‘Adudiyye’yi tercüme etme fikrinin kendisinde hâsıl olması neticesinde olmuştur. Dört makaleden müteşekkil olan eserin ilk bölümü, ahlâkın teorik bahislerinin ele alındığı “Nazarî Ahlâk” başlığını taşımaktadır. İkinci makalede “Fazîletlerin Korunması ve Kazanılması” başlığı ile ahlâkın pratik meselelerine yer verilmiştir. Eserde, “Ev İdaresi” başlığını taşıyan üçüncü bölüm ile “Şehir Yönetimi” unvanlı dördüncü bölümün yer almasıyla ahlâkın bütün meseleleri ele alınmış; böylece okuyucuya kuşatıcı bilgiler sunulmuştur.
Mervenur Yılmaz İslam Ahlak Düşüncesi'nin önemli eserlerinden birisi olan, Îcî’nin Ahlâki’l-‘Adudiyye adlı ahlâk risalesi kısa olmakla birlikte, oldukça etkili olmuş ve üzerine toplamda dokuz şerh yazılmıştır. Son dönemde yapılan tasniflere göre felsefi ahlâk çizgisinde yer alan Îcî’nin eserine yazılan şerhler, bu çizginin devamlılığını göstermesi açısından önemlidir.
Bu şerhlerden birisi de, Îcî’nin öğrencisi olan Kirmânî’nin şerhidir. Kirmânî’nin şerhini diğer şerhler arasında önemli yapan husus, şerhin bizzat Îcî’nin öğrencisi tarafından yazılmış olması ve aynı zamanda ilk şerh olmasıdır. Şerhin Îcî ölmeden önce tamamlanmış olması da, şerhi önemli kılmaktadır. Kirmânî şerhinin kendisinden sonra yapılan şerhlere şekil ve tartışılan konular bakımından kaynaklık yaptığı görülmektedir. Bu kitapta yer alan Kîrmânî şerhinin tahkik ve tercümesiyle, ahlâk literatürüne katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
Mizrap Polat Sosyal bir varlık olan insanın eylemi, diğer bir varlığa doğrudan veya dolaylı olarak dokunduğu için ahlaki bir nitelenmeye müstahaktır. Bu vecihle ahlak, sosyal bir olgudur. Ahlakın fikrî arka planını oluşturan ve insana birlikte yaşam bağlamında yol gösteren değerler ise içtimai yaşamın bir nevi şuurunu inşa eder.
Günümüz meta yönelimli hayat tarzında faziletin, diğer bir ifadeyle değerlerin arka plana itildiğine, sıklıkla suistimale uğratıldığına, sabiteleri az olan, eyyamcı, hazcı ve faydacı bir ilişki ve iletişim biçiminin giderek daha fazla kendini hissettirdiğine şahit olunmaktadır. Bu anlamda değerler ve onlardan doğan müspet eylem biçimi olan ahlakilik; sosyal yaşamın insanileşmesi, gücü elinde bulunduranların zalim olmaması ve insan onuruna uygun yaşam tanzimi açısından daha da önem kazanmaktadır.
Değerler sadece ferdî davranışlara yön veren düşünceler olmayıp aynı zamanda kamu vicdanının oluşmasında ve kanunların tesisinde etkili olan şiarlar bütünüdür. Bu yönleriyle onlar, toplumun birlikte yaşama imkânının fikrî ve manevi temelini de oluşturur.