Sosyoloji \ 2-15
Cenker Korhan Demir “Bu kitap, eski bir hikâyenin yeni yüzünü okuyucularına sunuyor. Hikâye gerçekten eski; çünkü benzer sorunları ve baş etme yollarını Romalı generallerden, Kızılderililerle uğraşan uzun bıçaklı Hafif Süvari Alayı mensubu subaylara, Kuzey Afrika'da görevli Fransız komutan/valilerden, Zulu savaşlarındaki "centilmen" İngiliz subaylarına ya da Şeyh Şamil'e karşı harekât yürüten Rus generallerine kadar birçok kişiden dinleyebilirsiniz.
Özellikle 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında önce Afganistan, Irak ve bugün Suriye ya da Libya'da yaşanan olaylar alanın çalışanlarının eski defterleri yeniden karıştırmalarına neden oldu. Dünyadaki tüm ordular, askeri entelektüeller, konu ile ilgili siyasi liderler yeniden ayaklanma ve ayaklanmaya karşı koyma konularını okumaya, araştırmaya başladılar. Bu noktada bilginin önemi bir kez daha ortaya çıktı. Bu bağlamda Cenker Korhan DEMİR'in bu kitabı, okuyucuları için ufuk açıcı bir eser olacaktır.”
Doç. Dr. Nihat Ali ÖZCAN
Orkhan Valiyev Modern Batı siyasal düşüncesinde, sanayileşme; ticaretin artması ve iletişim olanaklarının bir çıktısı olarak doğmuştur. Oysa öteki toplumlarda milliyetçilikten ziyade onu doğuran millî hareketlerden bahsetmenin daha doğru olacağı ifade edilebilir. Zira ulusların kitlesel doğum asrı olan on dokuzuncu yüzyılda sömürge altında olan halkların milletleşme süreci milliyetçilikten ziyade millî hareketlerle açıklanabilir. Millî hareketler sürecinde aydınların daha etkili olduğu söylenebilir. Bu bağlamda entelijensiya, Azerbaycan'ın uluslaşma sürecinde etkili bir millî hareket yaratmıştır. Azerbaycan ulus inşa sürecini açıklamak için yazdıkları metinlerle millî hareket sürecine belirgin katkısı olmuş Mirza Fatali Ahundzade, Ali Bey Hüseyinzade ve Mehmet Emin Resulzade belirlenmiştir. Bu çalışma, Azerbaycan'ı cumhuriyete götüren süreci millî hareket bağlamında değerlendiriyor.
Sabahattin Nal Son yıllarda, özellikle 90'lı yılların ortalarından bu yana, dünyanın birçok bölgesinde azınlıklara ilişkin sorunlar yaşanmaktadır. Buna bağlı olarak da bu sorunlar, uluslararası örgütler meşgul etmektedir. Aynı sorunun, Türkiye özelinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne gelen davalar ve Avrupa birliği il ilişkiler bağlamında gündeme geldiği görülmektedir.
Sabri Kaya Savaşlar, yoksulluk, aile içi sorunlar, anne babanın biri ya da ikisinin yokluğu, ihmal ya da istismar gibi pek çok nedenlere bağlı olarak aile bakımından mahrum kalan ve korumaya ihtiyaç duyan çocuk ve gençler, toplumsal uyumda ve sosyal ilişkiler geliştirmede önemli zorluk çeken bir grubu oluşturur. Korunma ve bakıma muhtaç olan bu çocuk ve gençler devlete ait çocuk yuvaları, yetiştirme yurtları, sevgi evleri ya da çocuk siteleri şeklinde örgütlenmiş yatılı bakım kurumlarında bakım, koruma ve gözetim altına alınır. Bakım kurumlarında kalan çocuk ve gençlerin sosyalleşmesi (toplumsallaşması) aile yokluğundan dolayı ilk olarak bakım altında bulunduğu kurumlar içinde başlar ve toplumsal rollerini bu yapı içinde öğrenirler.
Birçok araştırmada sosyal faktörlerin yanı sıra spor ve boş zamanları değerlendirme etkinliklerinin çocuk ve gençlerin kişilik gelişiminin ve sosyalleşmesinin belirleyici etkilerinin olduğu vurgulanmaktadır. Özellikle korunma ve bakım altındaki çocuk ve gençlerin kişilik gelişimi ve sosyalleşmesinde bu etkinin daha da belirleyici olduğu açık ve net bir şekilde yapılan bu araştırmada ortaya çıkmıştır. Bu kitabın alanda bu konuya değinen kapsamlı ilk çalışma olarak alana katkı vermesi, bakım kurumlarındaki sosyal çalışmacılara, eğitimcilere, yöneticilere, spor ve rekreasyon liderlerine kaynak oluşturması temel amacını taşımaktadır.

Alpaslan ÖZERDEM Adalet olmadan barış, bağışlama olmadan da adalet olamıyorsa barış da ancak istendiği taktirde sağlanabilmektedir. Birilerinin savaşı başlattığı gibi birilerinin de barışı başlatması gerekmektedir. Macar atasözünün de dediği gibi barışın boş koltuğuna şeytan oturur.
Barış inşası sadece tekrar çatışmaya dönmeyi önlemek amacıyla barışın sağlamlaştırılması ve sürdürülebilir hale getirebilecek çalışmaların yapılması mıdır? Barış inşası çalışmalarının gerçek içeriği, hangi amaç ve çıkarlar için uygulanacağı ve daha da önemlisi kimin barışına öncelik verileceği konusu gözetilmemeli midir? Oysa barış inşası, barış yapmak ve barışı korumak gibi konsept ve uygulamaların yanında aslında bizlere çok daha ileriye dönük ve kapsayıcı bir çerçeve sunmaktadır.
Elinizde bulundurduğunuz bu çalışma, barış inşası kapsamında kullanılan kavramlardan yola çıkarak barış inşası analizi, çatışma sonrası inşa gibi kavramlar üzerine yoğunlaşmakta ve barış inşasının güvenlik ve siyasal yeniden inşa, sosyo-ekonomik yeniden inşa, savaş-sonrası adalet ve uzlaşı boyutlarını değerlendirerek literatürde çok önemli bir boşluğu kapatmaktadır. Türkiye için önemli bir konuyu akıcı bir dil ile okuyucularımızla buluşturduğumuz bu çalışma, sadece barış üzerine çalışanlar için değil, aynı zamanda Uluslararası İlişkiler'e yönelik çalışma veya öğrenim yapan her kişinin kütüphanesinde bulundurması gereken bir kitaptır.
İngiltere'de Coventry Üniversitesi'nin Barış ve Uzlaşma Çalışmaları Merkezi'nin Direktörlüğünü yürüten ve aynı zamanda İngiltere merkezli Stratejik Araştırma ve Analiz Merkezi (Centre for Strategic Research and Analysis) CESRAN'ın Başkanlığını da yapan Prof. Dr. Alpaslan Özerdem, 20 yılı geçen bir sürede Afganistan, Bosna-Hersek, El Salvador, Kosova, Lübnan, Liberya, Filipinler, Sierra Leone, Sri Lanka, Nijerya ve Türkiye gibi silahlı çatışmadan etkilenmiş ülkelerde çok sayıda araştırma ve uzmanlık projeleri üzerinde çalıştı. Uzmanlık alanı; barış inşası, insani yardım müdahale politikaları, afet yönetimi, güvenlik sektör reformu, eski militanların topluma kazandırılması, savaş sonrası barış ve devletin inşası olan Özerdem ayrıca dünyanın değişik yerlerinde bulunan çatışma bölgelerinde ulusal ve uluslararası kuruluşlar için de bilirkişi olarak aktif rol aldı.
Asiye Gün Güneş Gülal, Fulya Akgül Durakçay, İbrahim Saylan, Müge Aknur, Nagihan Söylemez, Önder Canveren, Sevgi Çilingir, Sinem Abka Popülizm, dünyanın geri kalanında olduğu gibi Avrupa'da da önemli bir siyasi güç hâline gelmiştir. Siyasi yelpazenin hem sağ hem de sol kanadında etkisini gösteren popülist dalga pek çok radikal sağ partinin de tanımlayıcı özelliklerinden biri konumundadır. Popülizm ile yerliciliği ve otoriterliği birleştiren popülist radikal sağ partilerin Avrupa'nın pek çok ülkesinde son yıllarda yükselişte olması, demokrasinin ve Avrupa Birliği'nin geleceği açısından ciddi endişelere yol açmaktadır. Batı Avrupa'daki popülist radikal sağ partileri mercek altına alan bu eserde söz konusu partilerin yükseliş nedenleri sorgulanmakta, söylemleri ve mevcut siyasal sistem üzerindeki etkileri incelenmektedir.
Eserin ilk bölümünde, popülist radikal sağa yönelik literatürdeki temel tartışmalar ele alınırken, aynı zamanda örnek olay incelemeleri için ortak bir analiz çerçevesi de sunulmaktadır. Bu şekilde, Batı Avrupa'nın farklı ülkelerinde faaliyet gösteren sekiz popülist radikal sağ partinin bütünlüklü bir şekilde ele alınması hedeflenmiştir. Buna göre her yazar incelediği partinin tarihsel geçmişini, yükseliş nedenlerini, söylemini, seçim performanslarını, Avrupa düzeyindeki etkinliklerini ve son olarak siyasal sistem üzerindeki yarattığı etkileri ayrıntılı şekilde analiz etmektedir. Sonuç bölümünde ise örnek olay incelemelerinin sağladığı ampirik veriler ışığında Batı Avrupa'daki popülist radikal sağ partilere ilişkin genel bir değerlendirme yapılmıştır. Örnek olay incelemelerinde yöntem olarak niteliksel içerik analizi tercih edilmiştir ve bunun için parti programları, seçim manifestoları, lider konuşmaları, basın açıklamaları ve sosyal medya paylaşımlarından yararlanılmıştır.
Bu çalışmada yer alan örnek olay incelemeleri ve yazarları sırasıyla şöyledir: AfD (Almanya), Nagihan Söylemez; FPÖ (Avusturya), Önder Canveren; UKIP (Birleşik Krallık), Sevgi Çilingir; DF (Danimarka), Müge Aknur; RN (Fransa), Fulya Akgül Durakçay; PVV (Hollanda), Sinem Abka; SD (İsveç), A. Gün Güneş Gülal; Lega (İtalya), İbrahim Saylan.
Batı Avrupa'daki başlıca popülist radikal sağ partileri inceleyen bu eserin; Avrupa siyasetinin günümüzdeki dinamiklerini ve karşı karşıya olduğu başlıca sorunları anlama çabalarına ve özelde Avrupa çalışmaları ile karşılaştırmalı siyaset alanlarındaki Türkçe literatüre katkı sağlaması amaçlanmıştır.
Bryan S. Turner Beden ve Toplum şimdi her zamankinden daha iyi... Turner, felsefi ve teolojik özlemleriyle organik ve kültürel köprüler kuruyor: sonuç, bedenlerle –erotikten açlık çeken bedenlere, çalışandan arzulayan bedenlere– harmanlanan bir toplumun etkili bir analizi.
Anthony Elliott, Flinders University
Bryan Turner, kendimiz ve bedenlerimiz hakkında düşünme şeklimizde devrim yarattı. Bu baskı... daha fazla entelektüel büyüme ve gelişme göstermektedir; yenilikçi fikirler zaten klasik bir anlayışı haber vermektedir. İnsan bedeni hayatımızın en bariz materyalidir; bu kitap, yirmi birinci yüzyılda bedenin anlamları hakkındaki bilgimizi derinleştirmemize olanak sağlamakta ve kendimiz için sunduğumuz ve kendimiz için inşa ettiğimiz olasılıkların (hem olumsuz hem de olumlu) eksiksiz ve özgürleştirici bir açıklamasını sunmaktadır.
Mary Evans, London School of Economics
Bu, beden sosyolojisini meşru bir araştırma alanı olarak yeniden açtığını iddia edebilecek bir kitabın tamamen revize edilmiş bir sürümüdür. Her bölümü revize edilmiş ve güncellenmiş olan, konunun tüm yönleri için eşsiz bir rehberlik sağlayan bu kitapta, alandaki son değişiklikleri ve Turner’ın kırılganlığın merkeziliği üzerindeki gelişimini yansıtan yeni materyaller bulacaksınız.
Kendinden emin ve yenilikçi olan bu kitap, alanın önde gelen yazarlarından birinin beden sosyolojisi üzerine en yetkili çalışma bildirisini sunmaktadır.
İkinci basım için övgü:
“Bu kitap, bedenin ve bedensel deneyimin sağladığı açıklamaların yeniden değerlendirilmesine ve eleştirel olarak karşılaştırılmasına yardımcı olacak şekilde yazılmış sosyal ve sosyolojik düşünceyi teşvik edici bir genel bakış sunuyor... Bu da değerli ve düşündürücü bir kitap olmasını sağlıyor.” –Medical Sociology News
“Analizi zorlayıcı olmaya devam ediyor... Kitap ilginç, iyi yazılmış ve güncel” –Health
Adem Sağır, Alev Erkilet, Köksal Alver, Lütfi Sunar, Özgür Arun, Seran Demiral, Uğur Zeynep Güven Beğeniler günümüz insanı için sosyal yaşamın merkezi bir konusuna dönüşmüştür. Müzikten yemeğe, giyimden tatile, konuşma biçiminden mekâna kadar beğenilerle ilgili meseleler gittikçe daha fazla öne çıkıyor. Dolayısıyla bireysel ile sosyalin kesişiminde yer alan beğeniler toplumsal değişimi anlamak bakımından her zamankinden daha fazla değer içeriyor. Elinizdeki kitap İLEM İhtisas Toplum Çalışma Grubu’nun 2016 Bahar döneminde gerçekleştirdiği seminer dizisinden derlenen altı yazıdan oluşuyor. Yazılar ağırlıklı olarak gündelik hayatta yaşanan toplumsal değişimi beğeniler üzerinden tartışıyor. Ülkemizde yeni yeni gündeme gelen beğeni sosyolojisi alanına temel bir katkı olacak bu eserin yeni tartışmaların zemini olması amaçlanmaktadır.
Çağrı Erhan ABD, Türkiye’nin müttefiki. Bazılarına göre iki ülke arasında stratejik ittifak ilişkisi bulunuyor. Bunu stratejik ortaklık olarak adlandıranlar da var. Her ne hikmetse, Türkiye yakın tarihte en derin dış politika ve güvenlik sorunlarını bu stratejik müttefikiyle yaşamış. Bu sorunların çoğunu biliyoruz. Bazıları ise tarihin tozlu raflarında kalmış. Haşhaş Sorunu Türk-Amerikan ilişkilerinde bir döneme damgasını vurmuş ama sonradan unutulmuş konulardan biri. Beyaz Savaş, ABD’nin iç siyasi hesaplarının Türkiye ile ilişkileri nasıl zehirlediğini bütün yönleriyle gözler önüne seriyor. Anadolu’da binlerce yıldır tarımı yapılan haşhaşın Türkiye ile ABD arasında neden ve nasıl bir kriz konusuna dönüştüğünü okurken, Osmanlı’nın son yüzyılından, Atatürk döneminden ve 1970li yıllardan kesitlerle karşılaşacaksınız. ABD’nin Türkiye’ye yaklaşımında geçmişten bugüne pek de değişen bir şey olmadığını gördüğünüzde ise şaşıracaksınız.
Adem Öğüt 21. yüzyılda enformasyon ve yönetim teknolojilerinin insan kaynakları, organizasyon yapıları, yönetim sistemlerine yönelik dönüştürücü etkileri akademik ve pratik platformlarda tartışmaların ön sıralarında yer alıyor. Enformasyon teknolojilerinde yaşanan çarpıcı gelişmelerle birlikte, zihinsel etkinliklerin artık işletmelerde üst yönetimin tekelinden çıktığını ve aksine organizasyon çapında yaygınlaştırıldığını görüyoruz.
Kitapta bilgi yönetimi, küresel sistemde örgüt yapıları, yönetim modelleri, bilgi kalitesi, bilgi ekonomisi, hizmet kalitesi gibi yaygın başlıkların yanı sıra son yıllarda iş dünyasının ana gündem maddeleri arasında yer alan e-ticaret, veri madenciliği, inovasyon yönetimi, entelektüel sermaye, bilişimci girişimcilik, teknoloji yönetimi ve sanal yapılar konularına da derinlemesine yer verilmektedir.
Kitabın; yöneticilere, yönetici adayları olan öğrencilere ve akademisyenlere verinin bilgiye, bilginin yoruma, yorumun karara ve kararın eyleme dönüştürülmesi serüveninde faydalı olması umulmaktadır.
Muhittin Adıgüzel Küreselleşen dünyada bir ülkenin kalkınma ve refah düzeyi, iç dinamikler kadar dış dinamiklerce de belirlenen bir olgudur. Günümüzde, Bilgi Ekonomisi ve Küreselleşme eksenlerinde şekillenen dünya ekonomisi ve küresel rekabet ortamı içerisinde, Türkiye'nin; kalkınma ve refah hedeflerini gerçekleştirebilmesinin, sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmesinin ve başta cari açık ve işsizlik olmak üzere önemli kronik yapısal sorunlarını çözebilmesinin gerek ve zorunlu koşulu, küresel rekabet gücüne sahip bir ekonomi olmasıdır. Bu düşünce bağlamında, konunun bir proje bütünlüğü içinde çeşitli boyutları ile incelenip irdelendiği beş yıllık çalışmamızın sonuçları bu kitabımızı da kapsayan;
1. Ekonomik, Kültürel ve Politik KÜRESELLEŞME ve SONUÇLARI
2. Bilgi Toplumu ve Küreselleşme Bağlamında KÜRESEL REKABET ORTAMI
3. ULUSLARARASI REKABET GÜCÜ Belirleyici Faktörler ve Ölçülmesi, Türkiye Bağlamında Bir Değerlendirme
4. TEKNOLOJİNİN KÜRESELLEŞMESİ
5. KÜRESEL REKABET GÜCÜ Türkiye için Sistematik ve Eklektik Bir Yaklaşım
6. TÜRKİYE EKONOMİSİ VE STRATEJİK DÖNÜŞÜMÜ
kitaplarımız ile ortaya konularak Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren ve belirleyecek önemli konularda katkıda bulunulması amaçlanmıştır.
Veli Denizhan Kalkan Varlıkları ve eylemleriyle yaşamımızı kuşatmış bulunan günümüz organizasyonları, rekabet ortamında hayatta kalabilmek ve etkilerini sürdürebilmek için bilgi üretmek zorundadırlar. Örgüt içinde ve dışında gerçekleşen karmaşık etkileşimler sonucunda açığa çıkan örgütsel bilgi, kuruluşlarda yeniliğe kaynaklık edebilmekte ve zaman zaman örgüt için âdeta bir can simidi işlevi görebilmektedir. Bu çalışmada örgütlerde bilginin nasıl üretildiği, yeni örgütsel bilginin nasıl yaratıldığı üzerinde durulmaktadır. Bilgi üretimi işletmecilik, kamu yönetimi, strateji, örgüt bilimi, teknoloji ve yenilik yönetimi gibi birçok alanın ilgi sahası içinde yer almaktadır. Bilgi üretiminin daha iyi kavranması; örgütlerin, örgütlerdeki insan davranışının, yönetim süreçlerinin, çalışma ilişkilerinin, kısacası çağdaş yaşamın pek çok boyutunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Mehmet Münip Babur Düşünce kuruluşları dünyada bir asrı, Türkiye'de yarım asrı geride bırakmışlardır. Batı'da özellikle ABD'de çok etkili kuruluşlar hâline gelmişlerdir. Küreselleşme süreciyle birlikte Küre üzerinde yayılmış ve sayıları ciddi şekilde artmıştır. Bu kuruluşların, Türkiye'de 2000'li yıllardan itibaren etkileri, görünümleri ve sayıları dikkate değer oranda artmıştır.
Böylesine önemli bir konuyu ele alan bu çalışma, sosyal bilim alanlarının farklı disiplinlerinde çalışan bilim insanlarını, toplumun okuryazar (literati) kesimini ve daha genel olarak tüm toplumu okuyucu kitlesi olarak hedeflemiştir.
Bu çalışma, Türkiye'de düşünce kuruluşları üzerine yapılan en kapsamlı ve alanında öncü doktora çalışmalarından birinin kitaplaştırılmış hâlidir. Kitap çalışması, alandaki güncel gelişmeler kapsamında en son verilerle güncellenmiştir. Bu hâliyle gerek işin uzmanlarına gerekse konuya ilgi duyan genel okura, kapsamlı bir literatür çalışması ve saha görüşmeleriyle desteklenmiş zengin bir içerik sağlamaktadır.
Çalışmada, öncelikle genel itibarıyla düşünce kuruluşlarının tanımları, tarihsel süreçleri ve tipolojileri ele alınmıştır. Ardından Türkiye'de düşünce kuruluşlarının karşılaştıkları sorunlar ele alınmış ve paydaşlarla ilişkilerine değinilmiştir. Ayrıca dünyada ve Türkiye'de bu kuruluşların genel görünümüne ilişkin güncel verilerle desteklenen bir resim ortaya konulmuştur. Daha sonra farklı bağlamlar üzerinden bilgi, iktidar ve politika alanının inşasında üstlendikleri rol ve işlevlerine ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. Nihayet çalışma, kapsamlı bir sonuç ve değerlendirmeyle sona erdirilmiştir.
Ali Çayköylü, Aslı Güller Çelik, Aslıhan Gürbüz, Ayşe Canatan, Ayten Er, Burcu Pınar Bulut, Burçin Çolak, Bülent Şam, Dursun Ayan, Ece Bekaroğlu, Emrah Emiral, Esra Zıvralı Yarar, F. Eray Dökü, Görkem Karakaş Uğurlu, Güven Mengü, Hatice Demirbaş, İ. Hamit Hancı, İlhan Tomanbay, Melek Pala Akdoğan, Metin Özarslan, Mustafa Yakar, Necati Sümer, Neslihan Gürbüz, Nesrin Karaca, Nurten Gökalp, Nurullah Ulutaş, Rüya Kılıç, Selçuk Kırlı, Selma Elyıldırım, Sertaç Ak, Sezer Oduncuoğlu, Songül Demir, Şenkal Kileci, Uğur Ersoy, Vesile Şentürk Cankorur, Yücel Dener, Zeynep Tezel Bir insanın ölümüyle kalmıyor intihar, bir halk sağlığı sorunu olarak da kabul ediliyor; çok boyutlu ve sadece intihar edenin yakınlarını değil toplumun ruh sağlığı başta olmak üzere pek çok şeyi etkiliyor. İntiharın farklı boyutları var, bir iki mesleğin işi değil; psikolog, psikiyatrist veya sosyologların ilgi alanını aşmış durumda. Adli tıp uzmanları, hukukçular, edebiyatçılar, tarihçiler ve farklı sosyal bilimcileri de ilgilendiriyor; onlar da bir dizi araştırma ile anlamaya, anlatmaya gayret ediyor.
Bu kitap aracılığı ile aslında önlenebilir bir olgu olan intiharı anlamak ve ona müdahale etmek isteyenlerin çalışmalarını bir araya getirmeye çalıştık. Sınırlı olsa da konuyu geniş bir yelpazede ortaya koymak için çok emek sarf edildi.
Kitapta; Tıp Bilimleri ve İntihar - Beşerî Bilimler ve İntihar - Hukuk ve İntihar - Tarih Aynasında İntihar - Dil, Edebiyat ve Sanatta İntihar - İntihar ve Gündelik Hayat - Sosyal Hizmetler ve İntihar - Türkiye’de İntihar olarak sekiz ana başlıkta toplanan çalışmalar bulunuyor. Bu çalışmalar toplumsal olarak tabu sayılan intihar literatürüne katkı sağlayabildiğince amacına ulaşmış sayılacak.
Mehmet Emin Erişirgil Mehmet Emen Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı: Ziya Gökalp isimli eseri, objektif ilmî değerlendirmelerin yanı sıra Erişirgil’in kişisel gözlemlerini de yansıtan önemli kitaplarından biridir. Prof. Dr. Aykut Kazancıgil ve Prof. Dr. Cem Alpar’ın yayına hazırladığı bu eser Ziya Gökalp’e ilişkin ön önemli kitaplardan biridir: “Dilde yeni cereyan açmak kâfi değildi. Her alanda “yeni bir hayat” lazımdı. Sultan Hamit zamanında ve meşrutiyetin ilk yıllarında (yeni hayat) sözünün sihirli bir manası vardı. Aydınların gözünde bu söz, başlı başına bir ufuk açardı. Sultan Hamit devrinin bilgili geçinen gençlerine göre Yeni Hayat, Türkiye dışında yaşamaktan ibarettir. Çünkü Türkiye’de yeni bir hayat doğamazdı; ve bunu ümit etmek de boşunaydı. Fakat onların beklemedikleri ve ummadıkları bir zamanda Meşrutiyet ilan edilince bu defa Yeni Hayat’ın doğduğunu sandılar. Fakat bu ümit çok sürmedi. Yıllarca susturulan basın, serbest oluverince eli kalem tutanlar çıldırmışa döndüler, Meşrutiyet ilan edildiği zaman, “Cemiyet-i Mukaddese “ye nasıl minnet ve şükranlarını arz edeceklerini bilemeyen İstanbul basını, daha iki ay geçmeden İttihat ve Terakki’nin “rical-i gaybma” sövüp saymaya başladılar. Müslüman olmayan azınlıklar da ortalığın karışıklığından faydalanarak milli emellerinin gerçekleşmesi için çalıştıkları her hareketlerinden belliydi. İşin garibi şuydu ki, Sultan Hamit’in şu veya bu sebeple sürdüğü insanların bir kısmı umdukları işlere geçirilemeyince “Mağdurin-i Siyasiye” (yani, Siyasal Haksızlığa Uğrayanlar) diye bir cemiyet kurdular. Kendilerini sürgünden kurtaran Cemiyetin ileri gelenlerine atıp tutmakta elebaşlığı yapmakla övünüyorlardı.”
İsmail Sarp Aykurt Propaganda ve ideoloji, gündelik yaşamda “tehlikeli” olarak kategorize edilen ve ön yargılarla yaklaşılan iki fenomen olarak öne çıkartılır. Ancak aslında, kavramlar üzerinde bu “tehlikelilik” algısını yaratan, iktidar ilişkileri olduğu kadar buna yaslanan baskın sınıfsal söylemler ve tarihsel deneyimlerdir.
Bu çalışma; propaganda ve ideoloji arasındaki diyalektik ilişkiyi savaş düzleminde ele alıp kavramın “kirlendiği”, tahribat ve tortu ürettiği düşünülen kritik dönemlerden olan 1939-1945 momentini yani İkinci Dünya Savaşı'nı merkezine almaktadır.
Yine çalışma, ideolojilerin çatışma alanı hâline gelen ve teamüller dışı bir siyasi karmaşa hâlinin de eşlik ettiği İkinci Savaş'a değinmekle birlikte psikolojik savaş unsurları, algı yönetimi ile farklı propaganda ilke ve tarzlarının toplumların düşünüşlerini şekillendirdiği bir altüst oluş dönemini “afişler üzerinden” görerek dönemin günümüzle olan tarihsel ilişkisini düşünmeyi önermektedir.
Araştırma, İkinci Savaş'ı önceleyen dönemi de inceleyerek propagandanın savaş konjonktüründe ideolojilerle birlikte kapsamlı bir güce dönüştüğü tespit etmekte ve dönemin günümüze önemli bir birikim ve tarihsel miras devrettiğinin yadsınamaz olduğu sonucuna ulaşmaktadır.
Son tahlilde kitap, bir referans çalışma olma iddiası taşıdığı kadar savaşta kamplaşan ülke ve güç odaklarının siyasal propagandaları ve afişlerinin karşılaştırmalı analizinin güncel bir önem taşıdığının altını çizerken buna, toplumlara “kötücül” olarak zerk edilen tarihsel kavramların güncel kullanımlarına ilişkin bir sorgulamanın da eşlik etmesi gerektiği konusunda ısrar etmektedir.
Ali Yıldırım, Gürkan Gündüz, Haluk Erdem, Hasan Boztoprak, Kemal Eroğluer, Kenan Orçanlı, Levent Özdemir, Mehmet Aslantaş, Mustafa Bekmezci, Mustafa Polat, Necmettin Çelik, Ramazan Aslan, Rıza Bayrak, Ufuk Türen, Ümit Ercan, Volkan Ergül, Yunus Gökmen Dünya tarihinde birçok dönüm noktası olmasına rağmen bazı olayların yerküre üzerinde yaşayan topluluklar ve halklar üzerindeki etkileri diğerlerine göre daha fazla olmuştur. COVID-19 pandemisi, bunlardan biri ve en yenisi olarak sadece insanları öldürmekle ve ülkelerin sağlık sistemlerini felç etmekle kalmamış, tüm dünya toplumlarını etkisi altına alarak hayatı toptan tehdit eden derin bir kriz yaratmıştır. Öngörülemeyen bu derin krize çözüm getirmek maksadıyla tüm dünya toplumları, bireyden ulus-ötesi teşkillere kadar her seviyede mevcut krizin olası etkilerinin ve çözüm için alınacak önlemlerin neler olabileceği konusu üzerine yoğunlaşmıştır. Post-modern dönemde insanlığın karşılaştığı bu en büyük krizde alınacak tedbirler ve krize verilecek cevap, yeni dönemin dünya normlarına da ışık tutacaktır.
Büyük çaplı krizlere verilecek cevapların, tekil bakış açısıyla ele alınması hâlinde, çok boyutlu etkileri olan problemler dizisinin çözümünde yeterli olmayacağı bilinmektedir. Bu nedenle pandemi krizinin başlangıcından itibaren disiplinler arası bir yaklaşımla problemin ne olduğunun tespiti ve nasıl çözülebileceği konusunda bireysel, kurumsal, toplumsal ve küresel arayışlar devam etmektedir. Bu arayışa Türkiye özelinde akademik destek sağlamak üzere daha sürecin başında bir araya gelen alanında uzman akademisyenler tarafından başlatılan COVID-19 pandemisi sonrasında ekonomi, yönetim ve toplumun analizi çalışmasının sonucunca bu kitap ortaya çıkmıştır. COVID-19 pandemisini disiplinlerarası bakış açısıyla ele alan ilk çalışmalardan biri olarak bu eser konuya ilgi duyan kişilerden iş hayatındaki profesyonel çalışanlara, akademik alanda çalışanlardan lisans ve lisansüstü öğrencilere, şirket yöneticilerinden sağlık alanı çalışanlarına kadar toplumda konu ile ilgilenen tüm kişiler için geniş bir bakış açısı sağlamaktadır.
İrfan ÇAĞLAR Değişim çağının en önemli eylemlerinden biri, değişimi doğru okuyabilmektir. Bunu yapabilen kişi, örgüt ya da toplumlar; bir taraftan ciddi anlamda kendilerini yenileme olanağını elde ederlerken, diğer taraftan da rakiplerine karşı rekabet avantajı sağlamaktadırlar. Değişimi okumanın bir adım ötesi ise onun yönetimidir. Hayatta her şey yönetilebilir. Dinamikleri farklı (asimetrik) işleyen değişim olgusu dâhil. Burada önemli olan; doğru yerde, doğru zamanda, doğru şeylerin yapılmasıdır. Doğru şeylerin yapılması, değişimin doğru algılanmasına bağlıdır. Bu da ilgili taraflarda güçlü değişim algısı oluşturmakla mümkün olabilir.
Değişim algısı uzun erimli bir süreçtir. Bir günde oluşmadığı gibi, bir günde de değişmez. Aynı zamanda uzun süreli enformasyon çabaları ile oluşturulabilecek bir sonucu ifade eder. Çünkü değişimi taraflar kayıtsız şartsız ve hemen kabul etmezler. Alışkanlıklar, statükoculuk ve değişimi hayatın özgürlüğüne yönelik tehdit olarak kabul etme gibi hususlar, bu algının oluşumunu zorlaştırır. Böylece bu ve benzer sebeplerden dolayı değişime karşı direnç noktaları oluşur. Yukarıda da ifade edildiği üzere, değişim algısının oluşumu ve yönetimi sürecinin beklenen sonuçları üretmesi, ilgili sürecin etkin yönetimine ve doğru değişim algısına bağlıdır. Etkin değişim algısının üzerine inşa edilecek bir değişim yönetimi sürecinin, yanlış yapılmaması durumunda başarılı olma ihtimali artacaktır.
“Değişim ve Değişim Yönetimi” kitabı dikkatli bir şekilde okunursa kitabın değişimi yönetmenin ipuçlarını verdiği anlaşılacaktır. Kitabın konsepti; öncelikle temel kavramların açıklanması ve okuyucunun hafızasında detaylı değişim olgusunun oluşturulması, daha sonra çevresel etkiler bazında değişim-çevre ilişkisinin ele alınması ve farklı boyutlar (modernleşme değişim ilişkisi, postmodern ölçekte değişimin incelenmesi ve makro düzeyde değişim algısının ortaya konmaya çalışılması vb.) çerçevesinde değişimin yorumlanması üzerine inşa edilmiştir. Kitaptaki temel amaç; olumlu anlamda değişim algısı oluşturmak ve değişimin lehinde bir farkındalık meydana getirmektir. Ümit ederiz ki bu, gerçeklik kazanır.
Vahap Özpolat Türkiye'de farklı kimlikler ve kültürler arasında karşıtlıklara ve birbirine yabancılaşmaya neden olan tedavüldeki olumsuz algı ve ön yargıların, toplumun bir arada yaşama kültürüne, ülkenin birlik ve bütünlüğüne verdiği/vereceği zararın boyutları dikkate alındığında, farklı kimlikler ve kültürlere mensup bireyler veya gruplar olarak, birbirimizi tanımamızın, anlamamızın, empatiyle yaklaşmamızın ne kadar da acil bir ihtiyaç olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Bu bağlamda empati kurması ve kurulması gereken kesimlerden biri de Güneydoğu Anadolu gençleridir.
Sosyal ve psikolojik bir varlık olarak insan, genellikle durduğu yeri, verdiği kararı veya yaptığı tercihi tanımlanma biçimine ve yakıştırıldığı yere göre belirleme eğilimi gösterir. Bu durum, Güneydoğu Anadolu gençlerinin de ekseriyeti için geçerli olup onlara karşı özenli olmayı gerektirmektedir. Zira, onlarla ilgili yapılan tanımlama ve yakıştırmalar, onları kerhen de olsa yapılan tanıma uygun davranmaya, yakıştırıldığı yerde olmaya zorlayabilir. Oysa toplum olarak en acil ihtiyacımız, ülkedeki bütün renkleri, kültürleri ve kimlikleri kapsayacak bir kolektif bilince sahip olmaktır. Bu bilinç, bir diğerini tanımlamayı değil, tanımayı; yargılamayı değil, anlamayı; dışlamayı değil kapsamayı gerektirir. Bilinmelidir ki; ülkede herhangi bir kesimle yerleşik algılar ve ön yargılar üzerinden kurulan; dışlama, tanımlama ve yargılama içeren her türlü ilişkiden en çok zarar gören olgu, toplumun birlikte yaşama kültürü arzu ve iradesi olacaktır.
Birlikte yaşama kültürü bağlamında Türkiye için çözüm: Farklı kültür ve kimliklerin özgürce yaşamasına ve gelişmesine imkân verecek, ama aynı zamanda, çeşitliliğin muhtemel ayrıştırıcı etkilerinden toplumu korumak için farklılıklarla barışık, esnek ve kolektif bir üst kültürde uzlaşmaktır. Çoğulcu, geniş tabanlı olması gereken bu kültürün temel referansları, bünyesindeki kültürlerin kesişme noktaları; millî ve manevi değerlerimiz, insan hakları, demokrasi kültürü, vatandaşlık hakları ve görevleri ile ortak insani ve evrensel değerler olmalıdır.
Leonard J. SWIDLER, Reuven FIRESTONE, Mehmet ESGİN , Kenan ÇETİNKAYA Birlikte yaşama kültürü ve diyalog, huzurlu bir toplumun oluşmasında hayati rol oynayan olgulardır. Asırlar boyunca kendi geleneğimizde ve kültürümüzde yaşattığımız bu değerleri, yirmi birinci yüzyılda yeni okumalarla tekrar hatırlamalıyız. Bunu yaparken de birlikte yaşamanın genel esaslarından birisi olarak karşıdakini de dinlemeli ve onun da birlikte yaşama ilişkin neler düşündüğünü anlamaya çalışmalıyız.
Bu kitabı, işte bu açıdan düşünebilirsiniz. Beş farklı geçmişe sahip akademisyenin, birlikte yaşama ve diyaloğa dair kıymetli makalelerini bir araya getirdik. Katolik, Anglikan, Yahudi ve Müslüman bakış açılarıyla birlikte yaşama, önyargılar ve diyalog meselelerini ele alan elinizdeki kitap, Türkiye'deki diyalog ve birlikte yaşama kültürüne entelektüel düzeyde katkı yapmayı amaçlıyor.
Ferzan Durul, Gözde Aynur Mirza, Özgür Dirim Özkan, Melin Levent, Mehmet Gürlek, Uğur Zeynep Güven, M. Tolga Uslu, Süleyman Şanlı, Sanem Kulak Gökçe, Abdurrahman Yılmaz, Ebrar Akıncı, Mehtap Demir, Erdem İlgi Akter Yüz yılı aşkın zamandır “insan”ı bütüncül olarak ele alma iddiasında bulunan antropoloji, yeni bir sosyal bilim dalı olarak tarihteki yerini almış; zaman içinde kültürel olguların değişmesiyle kendisi de dönüşüme uğramış, alt disiplinlere ayrılmıştır.
Bizi Şekillendiren Kültür – Sosyal ve Kültürel Antropolojiye Giriş kitabı da bu sosyal bilim alanını tanıtıcı bir metin olarak okuyucuya sunuyor.
Antropolojinin ortaya çıktığı koşullardan başlayarak diğer sosyal bilimlerle etkileşimini izleyen bu kitapta; kuramsal yaklaşımlar kadar antropolojinin; saha deneyimleri, araştırma yöntemleri, dil, iktisat, cinsiyet, aile, siyaset, hukuk, din ve sanat alanlarını değerlendirmesi de tartışılıyor.
Aynı kalan ve/veya başkalaşan herşey kültürün alanına giriyorsa insana dair ortaklıklar ve farklılıklar da kültürel antropolojinin çalışma alanına giriyor demektir. Bu kitap; "bizi şekillendiren kültür"ü, "kültürü şekillendiren biz"i dahil ederek tartışıyor ve iki yönlü bir antropoloji çerçevesi çiziyor.
Sait Vesek Suriyeli göçü Türkiye'de siyasi, toplumsal ve akademik tartışmaların önemli bir parçası hâline gelmiştir. Bu konunun önümüzdeki yıllarda da önemini koruyacağı aşikârdır. Zira Türkiye, dünyada en fazla Suriyeli mülteciyi barındıran ve bu göç sürecinden en çok etkilenen ülkelerden biridir. Bu kitap, Suriyelilerin hem iç savaş sırasındaki hem de Türkiye'deki mültecilik deneyimlerine odaklanmaktadır. Bu doğrultuda kitap; Suriyelilerin iç savaş sırasında Türkiye'ye gelmeden önce yaşadıklarını, Türkiye'ye geliş süreçlerini, bu araştırmaya temel teşkil eden saha çalışmasının yapıldığı Gaziantep ve İzmir'i neden tercih ettiklerini, iş gücü piyasasında ne ölçüde ve ne şekilde yer edindiklerini ne tür fırsat ve zorluklarla karşılaştıklarını, zorunlu göç mağduru olarak kentlerin zorlu yaşam koşullarında tutunma sürecinde ne gibi stratejiler geliştirdiklerini ele almıştır. Bunun yanı sıra Türkiye'de kalmak, Batı ülkelerine gitmek veya Suriye'ye dönmek isteyenlerin bu eğilimlerinin ardında ne gibi faktörlerin olduğu bu kitabın üzerinde önemle durduğu başlıklardandır. Kitabın Türkiye'de göç konusundaki tartışmalara katkı sunması dileğiyle…
Bülent Şen Birbirini severek evlenen, birlikte yaşlanmayı hayal eden ve çocuk sahibi olduktan sonra istenmeyen birçok yaşantı sonrası kendi aralarındaki sorunları çözemeyip, belki de aile danışmanlığı hizmeti aldıktan sonra boşanmaya karar veren çiftlerin; boşanmanın olumsuz süreçlerini yaşarken, mahkeme ortamında şartların daha da zorlaştırıldığı durumlarda birbirlerine ve çocuklarına daha fazla zarar vermemeleri, boşanmanın her iki taraf içinde daha adil koşullarla, daha kısa zamanda, daha ekonomik olabileceği, boşanma sonrası her iki tarafın ve ailelerinin dost olarak kalabileceği, çocukların her iki ebeveyni de düzenli olarak görebilecekleri ve destek alabilecekleri, tarafsız bir üçüncü kişinin gözetiminde ortak kararlar alarak boşanma sürecini tamamlamalarının hem çiftlere ve çocuklara hem de topluma olumlu anlamda katkı sağlayabileceği düşünülmektedir.
Kitapta, hem yurt içi hem de yurt dışı literatür ve uygulamalar tarafsız bir gözle okurlara sunulmaya çalışılmış ve boşanma arabuluculuğu hakkında çalışmalar yapacak, araştırmacılara; akademisyenlere; hukuk, sosyal hizmet, psikoloji, psikolojik danışmanlık, sosyoloji, çocuk gelişim, okul öncesi eğitim, aile ve tüketici bilimleri öğrenci ve uygulamacılarına; aile danışmanlarına; aile mahkemesi hakim ve uzmanlarına; Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyelerine; bu konuda kanun çalışmaları yapacak uzmanlara; ilgili kurum ve kuruluşların yöneticilerine ve boşanma arabuluculuğu konusunu merak eden okuyuculara ve anlaşmalı olarak boşanmak isteyen çiftlere temel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
Kitabın sonunda; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından çıkarılan Yönerge esaslarında 450 saat eğitim alıp Aile Danışmanlığı sertifikasına sahip Aile Danışmanları ve Arabuluculuk Kanunu kapsamında arabuluculuk eğitimi almış Hukukçuların birlikte çalışarak diğer ülkelere de örnek olabilecek, Boşanma Arabuluculuğu konusunda disiplinlerarası ve bütüncül çalışmalara imza atmaları arzusu dile getirilmiştir.
Behçet Kaldık, Fethi Nas, Habibe Temizsu, Hıdır Apak, Kamil Şahin, Mehmet Anık, Melih Sever, Oktay Tatlıcıoğlu, Rıdvan Şimşek, Rukiye Şimşek, Selda Adiloğlu Tarihsel olarak uzun bir geçmişe sahip olan göç olgusu, günümüzde farklı alanlarda etkisini daha çok hissettirmektedir. Son yıllarda gerek bölgesel gerekse de küresel ölçekte yaşanan birtakım sorun ve gelişmelerle birlikte uluslararası göçlerde niceliksel bir artış yaşanmıştır. Bu durum, küresel boyutta bir etki yaratarak yeni tartışmalara yol açmıştır. Elinizdeki kitap, farklı pencerelerden uluslararası göçü incelemekte, mevcut tartışmalara kavramsal ve kuramsal bağlamda katkı sağlamaktadır.
Genel olarak uluslararası göçler neticesinde toplumsal uyum, kimlik, ekonomi, istihdam ve eğitim gibi pek çok alanda çeşitli sorunlar yaşanmaktadır. Yaşanan bu sorunlar, aynı zamanda ev sahibi toplumu da farklı boyutlarda etkilemektedir. Devletler ise bu sorunların çözümü için birtakım sosyal politikalar üretmekte, bu kapsamda asimilasyon, entegrasyon ve çokkültürcülük gibi farklı uygulamalar söz konusu olabilmektedir. Ayrıca göçlerin insan hakları boyutu da önem taşımaktadır. Mevcut kitapta tüm bu konular ele alınarak tartışılmaktadır.
Kitapta; küresel çaptaki uluslararası göçlerin niteliği ve etkisi farklı boyutlarıyla tartışılmakta, bu tür göçlerin bölgesel etkileri bağlamında Türkiye örneği ayrıca ele alınmaktadır. Uluslararası göçler çerçevesinde Anadolu topraklarına yüzyıllarca çeşitli göçler yapılmıştır. Bilakis Türkiye, son zamanlarda bahse konu göçlerden önemli derecede etkilenmiştir. Bu durum ise Türkiye'nin göç politikalarını belirleyerek yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Tüm bu tartışmaların incelendiği mevcut kitap, uluslararası göçlere yönelik geniş bir perspektif sunarak ufuk açıcı bir tartışma alanı sunmaktadır.


Alptekin Keskin Neden Türkçe pop değil de K-Pop veya neden Kore? Doktor, mühendis, öğretmen, öğrenci, din görevlisi gibi her meslek grubundan ve her yaştan hayranı bulunan K-Pop'u çekici kılan unsurlar nelerdir? Bu kitap, dünyada ve Türkiye'de gençler arasında hızla yaygınlaşan K-Pop hayranlığını temel alan bir araştırmaya dayanmaktadır. Araştırmada K-Pop hayranlığı, BTS grubu ve hayran grubu olan ARMY üzerinden ele alınmıştır. K-Pop hayranlarının demografik özellikleri nelerdir? K-Pop hayranlarının aile hayat tarzları nasıldır? BTS'in gençlerin hayatındaki yeri nedir? Hayran olmanın anlamı nedir? Hayran olmanın bireysel ve toplumsal sonuçları nelerdir? Hayranların Kore kültürüne ve ürünlerine ilgisi nedir? Bunlar ve bunlar gibi soruların cevapları kitapta ortaya konmuştur. Ayrıca kitapta araştırma bulguları ile dünyanın diğer bölgelerindeki ARMY hayran grubu üyeleri ile ilgili yapılan araştırma sonuçları karşılaştırılmıştır. Böylelikle çalışma kapsamında Türkiye'de Z kuşağı gençliği olarak tabir edilen gençlik içerisinde önemli bir yönelimi gösteren K-Pop hayranlığı bireysel, toplumsal ve kültürel düzlemde sebep ve sonuçlarıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan çalışmada Güney Kore'nin yaratıcı endüstrilere olan teşvik politikaları ile Kore Dalgası'nın tüm dünyada yayılımının, ülkemizde karar vericiler için ekonomi politik açıdan dikkatle takip edilmesi gerektiği işaret edilmektedir.
Abdullah Metin, B. Mert Demir, Erdem Ayçiçek, Fatih Kocaoğlu, Fatih Şahin, Fatma Gül Gedikkaya, İbrahim İrdem, Kenan Polat, M. İlker Haktankaçmaz, Merve Suna Özel Özcan, Metin Özkaral, Nail Öztaş, Ömer Gündüz, Selman S. Kesgin, Süleyman Sıdal, Tuğçe Gür Türkdoğan, Turgay Altun, Vildan Armağan, Yalçın Murgul, Yıldırım İbişoğlu Bürokrasi, sanılanın aksine, çok yaygın bir olgudur; bir örgütlenme, iş yapış biçimidir ve yeryüzünde bürokratik olarak örgütlenmemiş bir devlet örneği yoktur. Devletler dışında, özellikle Sanayi Devrimi sonrası büyüyen ve özellikle kitle üretimi yapan fabrikaların, hizmet örgütlerinin, finansal kuruluşların, üniversitelerin neredeyse tamamı az ya da çok bürokratik örgütlenme biçimini ve işleyişini uygulamış ve günümüzde uygulamaya da devam etmektedir.
Bürokrasi gibi hakkında pek çok şey yazılmış ve yapılmış bir konuda literatürü derleyen ve eldeki klasik malzemeyi işleyerek üzerine az da olsa bir şeyler ekleyen kaynak bulmak oldukça zordur. Bürokrasi hakkında pek çok şeyi tespit ve tasnif ederek okurlarına derli toplu bir başvuru eseri takdim etmek ve alandaki boşluğu doldurmak bu kitabın ortaya çıkış amacıdır.
Kamu yönetimi, siyaset bilimi, kamu politikası ve örgüt ve yönetim alanı başta olmak üzere pek çok disiplinin ilgi alanına giren bürokrasinin çok farklı tanımları ve açıklamaları yapılmıştır. Farklı tarih dönemlerinin özellikleri, yazarların benimsedikleri değer ve ideoloji setleri, tanımların ve açıklamaların üzerine inşa edildikleri varsayımları ve dolayısıyla tanımları ve açıklamaları kökten etkileyebilmektedir. Bu durum elinizdeki kitabın neredeyse her bir bölümünde görülebilmektedir: Bürokrasi kimi bakış açılarında en üstün ve en etkin bir örgütlenme, yönetim ve üretim biçimiyken, diğerlerinde hantallığın, israfın beceriksizliğin sebebi olarak görülmektedir; yine bazılarında kamu hizmetlerinde eşitlik ve adaleti ve hatta kalkınmayı sağlamanın kestirme ve başarılı yolu olarak görülürken, diğer bazılarında egemen sınıfların toplumu sömürme aracı olarak takdim edilmektedir. Kitap, bu farklılıklara birincil kaynaklardan hareketle eşit muamele etmeyi gözeten bir başvuru kaynağı olma niyetiyle yazılmıştır.
Abdullah Yavuz Akıncı, Amine Aydın, Barış Kılıç, Deniz Say Şahin, Emel Taşçı Duran, Esin Çetinkaya Uslusoy, Fatih Kars, Fatma Başalan İz, Gizem Helvacı, Gizem Tan Eren, Gülin Özdamar Ünal, Gülüşan Özgün Başıbüyük, Hatice Oğuz Özgür, Işıl Kalaycı, İbrahim Eroğlu, Kübra Yılmaz, Mehmet Atilla Güler, Metin Özkul, Meyrem Tuna Uysal, Mustafa Berk Armağan, Nilüfer Korkmaz Yaylagül, Özge Kutlu, Özgür Rıza Kayğusuz, Sercan Özbek Yazıcı, Sevinç Sütlü, Sıddıka Ersoy, Sinan Topuz, Tahir Keskin, Zeliha Başkurt, Zeynep Altunay, Zümre Özdemir Güler Doğum gününüzde pastanızda bulunan yüz bir mumu üfleyecek kadar yaşam sürenizin uzun olmasını ister misiniz? Bu süre içerisinde yaşamınızın başarılı, üretken, keyifli ve anlamlı olmasını ister misiniz? Bu soruların yanıtı aslında herkes için benzer olmaktadır. Çünkü her birey, yaşamını uzun, başarılı, sağlıklı, üretken ve mutlu geçirme potansiyeline sahip olduğu gibi yaşam deneyimleri yoluyla elde ettiği yetenek kazanımlarıyla da bunları gerçekleştirebilmektedir. Genetik özellikler bireylerin yaşlanma sürecini farklı derecelerde etkilese de sağlık ve çevre koşulları, yaşam tarzı, psikolojik, sosyal ve ekonomik koşullarla ilgili yapılan değişikler sağlığın korunmasına, hastalıkların önlenmesine ve yaşam kalitesinin yükselmesine destek olmakta ve yaşlanma sürecinde bireyin ne kadar “başarılı” olabileceğini belirlemektedir. Bu durum, her bireyin sağlıklı, başarılı ve doyum sağlayıcı hayat sürme potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Başarılı yaşlanma konusu; yaşlılık süreciyle ilgili mevcut koşulların betimlenmesini, sorunların tespitini ve olası uygun politikaların disiplinler arası bir boyutta tartışılmasını gerektirmektedir.
Bu kitap; başarılı yaşlanma olgusuna yönelik tartışmalara, multidisipliner bir anlayıştan hareketle ve konuyla ilgili sorunsallıkları odak konusu yaparak katkıda bulunulabileceği motivasyonuyla bir araya gelmiş gerontoloji, sosyoloji, sosyal hizmet, tıp, hemşirelik, fizik tedavi rehabilitasyon ve spor bilimleri disiplinlerinde yer alan ve alanlarında uzman olan meslektaşlarımızın çabalarıyla oluşturulmuştur.
Her birey sağlıklı, başarılı ve doyum sağlayacağı bir hayat sürme yeteneğine sahiptir. Asıl önemli bunu gerçeğe dönüştürmek için gereken çabanın gösterilmesidir.
İshak Aydemir Bu kitap; uluslararası ve ulusal düzeydeki güncel hasta hakları, sorumlulukları ve sağlık personelinin hakları konusundaki yasal düzenleme ve uygulamaları bize göstermeye çalışmaktadır. Bu kapsamda hak kavramı, insan hakları ve sınıflaması, hasta hakları ve tarihsel gelişimi, uluslararası ve ulusal düzeydeki yasal düzenleme ve uygulamalar, ülkemizdeki hasta hakları düzenleme ve uygulamaları, hasta hakları istatistikleri ve hasta hakları çalışmalarının yarattığı pozitif etkiler gibi konular bu kitapta ele alınmıştır.
Bu kitabın temel yazılış amacı; kamu ve özel sağlık alanında çalışan sağlık personelini, hasta ve yakınlarını, ilgili sivil toplum kuruluşları ve en genelde toplumu hasta hakları konusunda bilgilendirmek, bu konuda farkındalık oluşturmak; sağlık personelinin hasta ve yakınlarına yönelik sundukları hizmetlerde hasta haklarını gözeterek davranmaya yönelik onları yönlendirmek ve farkındalık yaratmaktır. Bu kitabın, hasta hakları konusundaki farkındalığı artıracağı, insan hakları ve değeri konusunda gerekli hassasiyetin oluşmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Mehmet Salih Ökten Cemaat Modernliği kitabı; cemaatlerin modern bireyler için ne anlam ifade ettiklerine, modernliği nasıl deneyimlediklerine, kendilerine göre nasıl yorumladıklarına, modernliğe nasıl direnç gösterdiklerine ve modern zamanlarda nasıl bir dönüşüme uğradıklarına kısacası “cemaat modernliği”nin kavramsallaştırılmasına yönelik bir çabadır. Bu çabanın modernliklerin kırılganlıkları, sürekli olarak değişebilirlikleri ve ayrıca bazı modernliklerin doğasında bulunan “yıkıcı” ve “şiddet” içerikli güçlerinden dolayı cemaatlere sürekli olarak iyimser bir bakış geliştirilmesine yol açmadığını belirtmek gerekir.
“Cemaat modernliği”nin kavramsallaştırılması denemesi için örneklem olarak modernliğin en çok deneyimlendiği ve iç gerilimlerin en yoğun yaşandığı mekânlar olan kentlerdeki farklı yaş, meslek ve eğitim gruplarından seçilen Nur Cemaati mensuplarının zihniyet yapı haritaları, kendilerini ve çevresini algılama biçimleri, eylemlerinin, duygu ve düşüncelerinin ne tür referans kaynaklarına dayandırdıkları ve gündelik yaşam pratiklerinde modernlikle nasıl bir uyum, direnç ve değişim sergiledikleri sahaya inilerek ve içeriden bir bakış açısıyla anlaşılmaya çalışılmıştır.
Sosyoloji disiplininde/literatüründe din, toplum, siyaset ve modernlik ilişkisi daha çok seküler bir perspektiften hareketle ele alınmaktadır. “Cemaat modernliği” kavramsallaştırmasını yapmaya çalışmak bir nevi sosyoloji disiplininin/literatürünün bu seküler perspektifine eleştirel bir tavır takınıldığının da göstergesidir. Bu kitap; Türkiye'de din, toplum, siyaset ve modernlik ilişkisini hem teorik tartışmalar çerçevesinde irdelemekte hem de saha çalışmasından ele edilen veriler ışığında “cemaat modernliği” kavramını çok yönlü olarak açıklamaya çalışmaktadır. Cemaatlerin modernlik deneyimlerinin sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal boyutlarının neler olduğu akademik bir ilgiyi hak etmektedir.
Bu çalışmanın; cemaatlerin modernlikle birlikte değişen karakterini diğer bir deyişle “cemaat modernliği”ni anlamaya yönelik yapılacak araştırmalar için bir bilgi kaynağı sunacağı, akademik ilgiyi artıracağı ve literatüre bir katkı sağlayacağı öngörülmektedir.
Ali Birbiçer, Ali Fidan, Ferhat Arık, Halil Çakır, İlbey Dölek, Kemaleddin Taş, Mehmet Ali Kirman, Ozaj Suliman, Yalçın Çetin "Okumak, iki ruh arasında âşıkane bir mülakattır. Sanırım ben bu hayata bu mülakata hazırlanmak için gelmişim." diyen Cemil Meriç'e göre düşünmek, okumak, tenkit etmek ve bu suretle kitaplarla ve kitapların oluşturduğu dünyada bir ömür geçirmek hayatının ana gayesini oluşturmuştur. Kitaplar, limandır Meriç için; o limana binlerce yazarı, onlarca düşünürü konuk eder. Evi de öğrenme-öğrenci konukevi gibidir. Bir fikir insanıdır Meriç, tıpkı Meriç Nehri'nin suları taşıdığı gibi o da fikirleri taşır ömrü boyunca. Gözlerin görmeye yetmediğini, görmek için okumak, düşünmek de gerektiğini hep haykırır. Bu fikir haykırışları bazen dünyanın tüm kayalıklarında yankılanır, bazen kimilerinde ve kimi yerlerde fikir yapraklarını bile kımıldatmaz. Fakat Cemil Meriç; fikirleriyle, yazılarıyla, düşünceleri ile zihnimizde yani aramızda yaşamaya devam etmektedir. İşte Cemil Meriç'in otuz beşinci ölüm yıldönümü anısına hazırlanmış olan bu eserle de başta Meriç'in daha da anlaşılmasına, okunmasına ve biraz da Meriç'çe düşünmenin, eleştirmenin, kamus, ümran, irfan ve dünya meselelerine Meriç'in hakikat arayışındaki yöntemlerle bakabilmenin yolunun açılacağı umudunu taşımaktayız.
Özlem Çapan Özeren 2017’de, Amerikalı oyuncu ve aktivist olan Milano’nun başlattığı #MeToo ifşa hareketi kapsamında cinsiyetçi geçmişiyle bilinen havacılık endüstrisi çalışanlarının da yer aldığı araştırmalarda üç hostesten ikisinin cinsel tacize maruz kaldığı ortaya çıktı. Buna göre havacılıkta cinsel taciz, “Kahve, çay ya da ben.” gibi şakaların ima ettiği anlayışın ortadan kaldırılması ile mümkün.
Ancak önemli bir sorun var, o da cinsiyetçi reklamlar!
Havacılıkta kullanılan reklamların çoğu, hostesler üzerinden satışı arttırmaya yönelik stratejilerin bir ürünü gibi görünüyor. Reklamlar, kültürün taşıyıcısı ve üretiminin en işlevsel propaganda aracı olarak kullanılıyor.
“O hâlde, bir yerden başlamalı!” dedim ve bir kadın, havacılık emekçisi ve bir iletişim bilimleri araştırmacısı olarak tüm dünya kadınlarının cinsel taciz mücadelesine katkıda bulunmak üzere çıktığım bu yolda, havacılıkta cinsel tacize ilişkin yaptığım araştırmanın sonuçlarını bu kitapta siz okuyucularımla paylaşmayı hedefledim.
İyi okumalar dilerim.
Arzu Evecen, Yeliz Kendir - Gök Bu kitapta, giysilerdeki aleni ve dolaylı cinsiyet kodlarının değişik dönemlerdeki ilk kullanımlarına yönelik anlatısal tutumdan beslenilmiş ve Batı toplumlarını referanslayan örneklere başvurularak bu kodların okunmasına daha güçlü bir anlam kazandırılmasına kaynaklık edilmiştir. Giysiler ve kimi tamamlayıcılarının cinsiyetlendirilmesi, toplumsal davranış içinde konumlandırılan sosyal rollerle ilintilidir ve çoğu kültürde roller, cinsiyetçi giyimi imleyen bir gösterge olarak belirmiştir. Bu sözlerden hareketle burada, cinsiyet ve toplumsal cinsiyetin geçmişe dönük incelemesi yapılarak seçilen başlıklarda sunulan giysi ve tamamlayıcılarının cinsiyet koduna ulaşmalarındaki düşünsel ve davranışsal edimler açıklanmıştır.
Annamaria Csiszer, Emine Akçadağ Alagöz, Emre Gündoğdu, Hakkı Göker Önen , Hayriye Asena Demirer, Idlir Lika, Keisuke Wakizaka, R.A. Yunus TURAN, Viktoriia Demydova, Yavuz Çilliler The idea of writing this book originated from the need to provide an up-to-date textbook for students of “Comparative Modernisation”. Nevertheless, it is designed to be of use to general readers with an interest in the subject by offering a compact history of the modernisation of various political systems. It informs readers about the modernisation histories of Türkiye, France, Russia, China, Iran, Japan and Hungary.
As Rustow pointed out, an initiative to understand modernisation with a single analytical framework in each political unit is impossible. A common framework would not neatly fit cases in different geographies and societies. Research on the Middle East may stress the influence of the Ottomans, Islam and the Eastern Question while research about Africa may involve the process of decolonisation, African socialism and blackness.
Concordantly, each book chapter about the modernisation of a political unit in this study comprises both the chronological advances in this unit in light of its unique historical conditions and a comparison of them with the intellectual, economic, social and political developments in the West in order to identify similarities and differences.
Ali Meydan, Çetin Doğru, Emine Öztürk, Erkan Göksu, Gökay Durmuş, Hacer Kumandaş, Hadi Sofuoğlu, Kurtuluş Kayalı, Levent Yılmaz, Mehmet Cem Şahin, Mehmet Refik Korkusuz, Murat Özcan, Nilgün Türkileri, Sena Berfin Tunç, Seyfullah Palalı, Şengül Doğan, Timuçin Yalçınkaya, Tuğçe Şener, Yener Bektaş Dünya genelinde sosyal bilimlerin pek çok disiplininin doğuşu ve gelişimine ilişkin ilgili literatür incelendiğinde 19. yüzyılın bir başlangıç noktası olarak seçildiği dikkatleri çekmektedir. Bu yüzyılın insanlık tarihi içinde bir kırılma noktası olarak bilhassa Batı dünyasında öne çıkmasının sebebi üretim biçimlerindeki dönüşümlerin doğurduğu yeni sosyoekonomik ve kültürel süreçlerdeki yaşanan farklılaşmalardır. Aydınlanma düşüncesi, Fransız İhtilali ve Sanayi İnkılabı gibi sosyal hareketlerin 19. yüzyıl Batı toplumunda şekillendirdiği yeni yapılar, ilişkiler, kurumlar ve zihniyetler aynı zamanda bir daha eskiye (gelenekselliğe) dönüşün pek mümkün olmadığı rasyonelleşme, pozitivizm ve liberalizm gibi felsefi, toplumsal, politik ve ekonomik boyutları olan dünya görüşlerini, sosyal hayatın içine yerleştirmiştir. Modernleşme süreci olarak ifade edilen bu yeni dönemde modern toplumun ortaya koyduğu pek çok olguyu farklı bağlamlarda ele alan, inceleyen çeşitli sosyal bilim disiplinleri gelişmiştir. Bu dönemde sosyal bilimlerin yöntemi ve dolayısıyla bilgiye ulaşma araçları tıpkı doğa bilimlerinin yöntemi gibi deneysel ve olgusal olarak düşünülmüştür. Bu doğrultuda erken dönem sosyal bilim tarihine bakıldığında sosyal olay ve olguların tıpkı doğal bir nesne imiş gibi ele alındığını, yani yöntemsel ve terminolojik açıdan doğa bilimleri ile sosyal bilimler ya da insan bilimleri arasında herhangi bir farklılaşmaya ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Bu durum sosyal bilimlerin başlangıçta son derece spekülatif bir düzlemde kalmasına, abartılı genellemeler ve tartışmalı içerikler ihtiva eden bir görünüme sahip olmasına sebep olmuştur. Zaman içeresinde görece daha özgün bir forma kavuşan sosyal bilimler bilhassa Batı'da 20. yüzyılda bağımsız bilim dalları olarak şekillenmeye başlamışlar, metodolojik ve terminolojik açıdan farklı bir aşamaya kavuşmuşlardır. Modern Batı toplumu kendi özgün tarihsel ve toplumsal koşulları içerisinde ortaya çıkan bağlamlarda ürettiği sosyal bilimsel kavramların, Batı dışı toplumlarda anlaşılma biçimleri, daima bir tartışma konusu olmuştur. Bu noktada sosyal bilimlerin ülkemizdeki gelişim serüveni, mevcut durum ve ileriye dönük olası senaryolar biz sosyal bilimciler açısından daima üzerinde kafa yorulan meseleler olarak gündemdeki ilk sıradaki yerini muhafaza etmektedir.
Deniz Say Sahin When it comes to health, it is inevitable to discuss not only biological facts but also a sociological relationship or behavior, a social group, and a social organization. Health, which remains the most important and valuable aspect of human life, is a sociological issue regarding obtaining, protecting, and maintaining it. As in many fields of social sciences, there are many different conceptual and contextual views on health sociology. This book opens a window for the current situation of the issues that have been discussed and changed rapidly within sociology of health. In this context, this work titled 'Current Discussions in Sociology of Health' is consist of articles about the areas and subject of health sociology, the change of physician-patient relations over time, the effects of demographic transformation on health policies, the concept of health literacy and the effects of technology in the field of health, the scope of rights and health worker-patient and hospital relations in the context of sociology of health.
Sağlık söz konusu olduğunda sadece biyolojik olgulardan değil, sosyolojik anlamda bir ilişki ve davranış, sosyal bir grup ve toplumsal bir kurumdan bahsetmek kaçınılmazdır. İnsan hayatının en önemli ve değerli yönünü oluşturan sağlık elde edilmesi, korunması ve sürdürülmesi bakımından sosyolojik bir konudur. Sosyal bilimlerin birçok alanında olduğu gibi sağlık sosyolojisi konusunda da kavramsal ve içerik olarak birbirinden farklı birçok görüş bulunmaktadır. Kitapta, sağlık sosyolojisi bağlamında çok tartışılan ve hızla değişime uğrayıp farklılaşan konuların günümüzdeki durumu ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda “Sağlık Sosyolojisinde Güncel Tartışmalar” isimli bu çalışma sağlık sosyolojisinin alanları ve konusu, hekim-hasta ilişkilerinin zaman içerisindeki değişimi, demografik dönüşümün sağlık politikalarına etkileri, sağlık okuryazarlığı kavramı ve teknolojinin sağlık alanındaki etkileri, sağlık sosyolojisi bağlamında haklar ile sağlık çalışanı-hasta ve hastane ilişkilerinin kapsamını inceleyen makalelerden oluşmaktadır.
Abdullah Aydın, Ahmet Furkan Özyakar, Buket Ökten Sipahioğlu, Cenay Babaoğlu, Ekrem Yaşar Akçay, Esra Banu Sipahi, Faruk Karaarslan, Faruk Temel, Fatih Türedi, Fikret Çelik, Hakan Candan, Hasan Hüseyin Akkaş, Hayati Ünlü, Hikmet Salahaddin Gezici, Kamil Şahin, Kemal Gökçay, Levent Yiğittepe, M Sümeyye Özbayrak, M. Cemal Şahinoğlu, Mustafa Burak Çelebi, Mustafa Kocaoğlu, Nur Zeynep Balaban, Onur Önürmen, Ömer Fuad Kahraman, Önder Aytaç Afşar, Önder Kutlu, Sefa Usta, Selçuk Kahraman, Selim Hilmi Özkan, Sema Müge Özdemiray, Tevfik Orkun Develi, Tuğba Altun, Vasfiye Çelik, Yasin Taşpınar, Yiğit Anıl Güzelipek, Yunus Şahbaz, Yusuf Sayın Uzun soluklu müşterek bir çabanın ürünü olan Çağdaş Siyasal Akımlar kitabı, Türkçe literatürde yer edinmiş birkaç çeviri eser hariç olmak üzere konuları kapsamında ve yazar portföyüyle alanında ilk olma özelliği taşıyor. Türkiye’nin çeşitli üniversitelerinden farklı bilim dallarına mensup akademisyenleri buluşturan bu interdisipliner çalışma, ilk, orta ve son dönem siyasal ideoloji ve düşünceleri cem etmesi yönünden ayrı bir değer taşıyor. Kitabı alanında seçkin bir yere oturtan en temel nitelikse uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi, sosyoloji, kamu yönetimi ve iletişim gibi bilim disiplinlerini buluşturan bir çalışma olmasıdır. Bu yanıyla da anılan alanlarda eğitim gören veya uzmanlaşmak isteyen ya da ders anlatımlarında kaynak kitap olarak istifade etmek isteyenler için bir başucu kaynağı olma iddiası taşıyor. Liberalizmden sosyalizme, muhafazakarlıktan faşizme, kapitalizmden sosyal demokrasiye kadar alanın çok temel tartışmalarını yeni ve güncel perspektiflerle ele alan kitap; İslamcılık, sekülerizm, çevrecilik, Arap milliyetçiliği gibi literatürün pek de değinmediği konuları ayrıntılı olarak işlemiş olup modern döneme ait askeri vesayet, Hindu milliyetçiliği, göç, dijitalleşme ve kamu yönetiminde dijital dönüşüm gibi son derece önemli ve yeni konulara muhtevi olması yönünden de son derece dikkat çekicidir. Son olarak insanlığın içinden geçtiği salgın döneminde küresel siyasetle birlikte pandemi konusunu işlemiş olması da çalışmanın güncelliğini kanıtlayan özellikler arasında yer almaktadır. Bilim dünyasına hayırlı olması dileğiyle…
Ahmet Nohutçu, Alaeddin Yalçınkaya, Bilgen Sütçüoğlu, Burcu Taşkın, Can Uyar, Ceren Ece Göcen, Dilek Canyurt, Ebru İlter Akarçay, Fatih Bayram, Hakkı Hakan Erkiner, Indira Phutkaradze, M. Tahir Kılavuz, Mehmet Dalar, Meral Balcı, Merve Hazer Yiğit Uyar, Sezgi Durgun Özkan, Zeynep Bostan Modern toplumlarda, kökleri çok eskilere kadar gidebilen farklı siyasal rejimler var olmakla birlikte “Bir siyasal sitem nasıl işlemektedir?”, “Bir siyasal rejimin oluşmasındaki etkenler nelerdir?”, “En doğru yönetim biçimi nedir?”, “Meşru gücü kim kullanacak?”, “Kaynaklar nasıl dağıtılacak?”, “Siyasal rejim ne olursa olsun üç temel işlev olan; yasama, yürütme ve yargı nasıl düzenlenecek?” gibi konu ile ilgili temel sorular, hâlen cevaplanmaya çalışılmaktadır. Bütün bu soruların yanında insanların “en ideal yönetim” arayışları devam etmekte, siyasetin düzenleme biçimi de sürekli değişmektedir.
Çağdaş Siyasal Sistemler kitabında yukarıdaki sorulara teorik bir çerçeve üzerinden cevap aranmaktadır. Modern toplumlardaki siyasal yönetim biçimleri, siyasal sistemlerdeki iktidar dağılımının yanı sıra hükümet sistemleri ile devlet şekilleri, örnek devletler ve hükümetler üzerinden ele alınmaktadır. Bu kapsamda; parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi, günümüzde çokça tartışılan otoriter ve totaliter sistemler, sultancı rejimler, üniter devlet, federal devlet ve konfederasyon modelleri, oydaşmacı ve müzakereci demokrasi modelleri İngiltere, ABD, Fransa, Almanya, Belçika, Lübnan, Irak ve Türkiye gibi ülkeler üzerinden incelenmiştir. Modern siyasal rejimlerin öğrenilebilmesi açısından faydalı olması için kurgulanan kitaptaki bölümler, alt başlıklarla zenginleştirilmiş ve bölüm sonuna tartışma soruları eklenmiştir.
Siyaset biliminde uzman isimlerin yazdığı bölümlerden oluşan Çağdaş Siyasal Sistemler kitabı, Türkçe literatüre önemli katkılar sunarken araştırmacılar ve öğrenciler için önemli bir kaynak olacaktır.
Burak Gümüş, Büşra işgüzar, Gökhan Tuncel, Hasan Buran, İsmail Ermağan, Melek Busem Öztekin, Mustafa Karaman, Oğuzhan Göktolga, Sami Zariç, Süleyman Ekici, Yahya Gençay Siyasal sistemlerin biçimsel çerçevesi, ilgili ülkenin anayasası ve yasalarınca belirlendiğinden, siyasal rejimin genel özellikleri ve işleyişi konusunda belirli ölçüde fikir sahibi olunabilmektedir. Ancak bir ülkenin anayasa ve bazı temel yasaları yanında o ülkenin tarihi, coğrafi, sosyal, kültürel ve ekonomik özelliklerine, siyasal partilerine, parti sistemine, seçim sistemine, baskı ve çıkar gruplarına da bakmak, siyasal sistemin o ülkedeki işleyişi konusunda daha doğru, daha tutarlı analiz yapabilme düzeyimizi daha da arttırabilecektir.
Bu çalışma; birbiriyle belirli ölçüde bağlantılı, belirli ölçüde bağımsız iki ciltten oluşturulmuştur. Bu ilk ciltte; devlet, devlet kuramları, devletin unsurları, demokrasi, yasama, yürütme, yargı, seçim, seçim sistemleri, baskı ve çıkar grupları ile parti sistemleri kuramsal açıdan ele alınmaktadır. Daha sonra siyasal rejimler ve alt türevlerine uygun düşecek ülke uygulamalarına yer verilmektedir. Güçler birliğine dayalı sistemlerden Meclis Hükümeti Sistemi’ne kısmi örnek olarak İsviçre uygulamasına yer verilmektedir. Güçler ayrılığına dayalı siyasal sistemlerden parlamenter sistemlerin Meşruti Monarşili Parlamenter Sistem örneği olarak İngiltere, İsveç ve Suudi Arabistan ülke uygulamalarına ve Cumhuriyetli Parlamenter Sistem örneği olarak Almanya, İtalya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ülke uygulamasına yer verilmektedir.
İkinci ciltte ise güçler ayrılığına dayalı sistemlerden yarıbaşkanlık sistemlerinin beş alt türevi ile ilgili 10, başkanlık sistemlerinin alt türevleri ile ilgili 4 farklı Başkanlık Sistemi’ne ve Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yer verilecektir.
Okuyucuya yararlı olması dileğiyle...
Albayrak, Ayça Beyoğlu, Büşra İşgüzar, Cantürk Caner, Elif Göksu, Emel Poyraz, Hasan Buran, Leyla Kahraman, Mehmet Durgut, Melek Sayın, Okan Akpınar, Osman Ağır, Senem Demirkıran Siyasal sistemlerin biçimsel çerçevesi, ilgili ülkenin anayasası ve yasalarınca belirlendiğinden siyasal rejimin genel özellikleri ve işleyişi konusunda belirli ölçüde fikir sahibi olunabilmektedir. Ancak bir ülkenin anayasa ve bazı temel yasaları yanında o ülkenin tarihi, coğrafi, sosyal, kültürel ve ekonomik özelliklerine, siyasal partilerine, parti sistemine, seçim sistemine, baskı ve çıkar gruplarına da bakmak, siyasal sistemin o ülkedeki işleyişi konusunda daha doğru, daha tutarlı analiz yapabilme düzeyimizi daha da arttırabilecektir.
Bu çalışma; birbiriyle belirli ölçüde bağlantılı, belirli ölçüde bağımsız iki ciltten oluşturulmuştur. İlk ciltte; devlet, devlet kuramları, devletin unsurları, demokrasi, yasama, yürütme, yargı, seçim, seçim sistemleri, baskı ve çıkar grupları ile parti sistemleri kuramsal açıdan ele alınmaktadır. Daha sonra siyasal rejimler ve alt türevlerine uygun düşecek ülke uygulamalarına yer verilmektedir. Güçler birliğine dayalı sistemlerden Meclis Hükümeti Sistemi’ne kısmi örnek olarak İsviçre uygulamasına yer verilmektedir. Güçler ayrılığına dayalı siyasal sistemlerden parlamenter sistemlerin Meşruti Monarşili Parlamenter Sistem örneği olarak İngiltere, İsveç ve Suudi Arabistan ülke uygulamalarına ve Cumhuriyetli Parlamenter Sistem örneği olarak Almanya, İtalya ve Güney Afrika Cumhuriyeti ülke uygulamasına yer verilmektedir.
Bu ikinci ciltte ise güçler ayrılığına dayalı sistemlerden yarıbaşkanlık sistemlerinin beş alt türevi ile ilgili 10, başkanlık sistemlerinin alt türevleri ile ilgili 4 farklı Başkanlık Sistemi’ne ve Türkiye'deki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne yer verilmektedir.
Okuyucuya yararlı olması dileğiyle...
Akın Marşap Geleceğin “global strateşim sistemi”, çağdaş stratejik gelişim trendleri ve yaratıcı bir vizyon rehberliğinde iyice özümsenerek canlandırılabilir. Global strateji atlasında, profesyonel stratejistlerin yüksek kalite standartlarında strateji tasarımı, üst düzey yaratıcılık ve yenilikçilik ister.
“Global dünya mirasını” korurken küresel yönetişim sistemlerine gereksinim ne düzeydedir? İnternetle başlayan global değişim sürecinde küresel ölçekte rekabette yüksek bir avantaj nasıl elde edilebilir? Uzak geleceğin ihtiyaçlarını karşılayacak çağdaş yönetişim stratejisi içeren, “cesur stratejik girişimler” nasıl yapılabilir?
Yaklaşan yeni stratejik bilgiler ve taktikler kazanmaya yardımcı olacak bu kitap rekabet gücü yüksek olan bir dünyada ihtiyaç duyulan yarışımcı gücü etkin kullanıma yardımcı olacaktır. Çağdaş iş stratejisi belirsizliği aşan, fırsat ve olanakları etkin/etkili bir formda yönetim kompozisyonu içeren, “yeni nesil yetkin stratejistler” ister. Bu kitabın içeriği, stratejiyi global ağ etkileşimleriyle birleştirerek geleceğin yönetimini öğrenenlere yepyeni ufuklar açıyor.
Asiye Ayben Çelik, Aysun Kapucugil İkiz, Bengü Sevil Oflaç, Canan Muter Şengül, Duygu Seçkin Halaç, Evrim Mayatürk Akyol, H. Şebnem Seçer, Hatice Özkoç, K. Övgü Çakmak Otluoğlu, Nazlı Ayşe Ayyıldız Ünnü, Olca Sürgevil Dalkılıç, Pelin Tuaç Çalışan anne olmak ne demek? Anne olmak ve annelik sorumluluklarını yerine getirmek, çalışan olmak ve çalışma yaşamının gerekliliklerini karşılamak… Bu iki kimlik boyutu birbirinden ayrı mı düşünülmeli, yoksa bütünleştirilebilir mi? Kimdir çalışan anneler? Nasıl çalışıyorlar? Nasıl annelik yapıyorlar? Nelere ihtiyaç duyuyorlar? Annelikleriyle çalışma yaşamını nasıl bütünleştiriyorlar, bir kimlik olarak anneliklerinden ve/veya çalışan rollerinden hangisine sahip çıkıyorlar? Çalışma yaşamında ayrımcılığa uğruyor mu anneler? İşletmelerde, kurumlarda çalışan anneler için destek mekanizmaları var mı? İnsan kaynakları politikaları aracılığıyla çalışan annelere neler sunulabilir, onların karşılaştıkları zorluklara nasıl destek olunabilir? Çalışan annelerin sahip oldukları yasal haklar neler? Türkiye ve dünya istatistikleri, çalışan annelerle ilgili hangi çarpıcı gerçekleri sunuyor ve hangi gerçekler rakamlara dökülmüyor? Yönetim bilimleri alanı kadınları ve/veya anneleri dikkate alıyor mu, yoksa onlarsız bir bilim mi inşa ediyor? Annelikleriyle birlikte, çalışma yaşamında yer almaktan vazgeçen anneler, potansiyellerini yeni girişimler kurma yolunda nasıl kullanıyor? Peki anneler yaratıcılık potansiyellerini hangi alanlarda, nasıl ve ne şekilde kullanıyor? Yeni nesillerin yaratıcılıklarına nasıl katkı veriyor?
Annelik aslında, inşa edilen bir olgu mu? Anneliğin doğasına ve gerektirdiklerine ilişkin sorgulamalar ve annelerden beklentiler sürekli değişirken ortaya çıkan annelik endüstrisi, sunduğu birçok ürün ve hizmet ile aslında anneleri bir kısır döngü içerisinde bırakıyor olabilir mi? Anneler bu kısır döngüyü kendilerini ifade ederek aşabilirler mi? Mükemmel anne var mı? Annelik savaşları da ne? Blogların dünyasında annelik nasıl bir hâle bürünüyor? Anneler kendilerini ifade edecekleri platformlarda annelikleriyle, toplumun anneliklerine ilişkin dayatmalarıyla, tüketim alışkanlıklarıyla, politik koşullarla ilgili seslerini nasıl duyuruyorlar? Annelerin mücadelesi kimlerle? Anneler çalışma yaşamında mobbinge uğruyor mu? Annelik ve hamileliğe en kutsal gözle baktığını iddia eden insanlar, çalışma yaşamı söz konusu olduğunda farklı kılıklara mı bürünüyorlar? Anneler kendi öykülerinde neler anlatıyor? Annelik ve çalışan anne kavramlarına ne gibi anlamlar atfediyorlar? Anneler özel ve çalışma yaşamlarında nelere ihtiyaç duyuyorlar? Kurumlarda ne gibi uygulamalar görmek istiyorlar? Peki neler farklı
olabilir? ...
…ve biz daha iyiye ulaşmak için neleri değiştirebiliriz?
Tüm bu sorular bizi bu kitapta buluşturdu. Değiştirmeye önce farkındalık yaratarak başlayabileceğimize inandık. Kitabın her sayfasında, bu sorulara bilimsel veri ve bilgiler ışığında anlayan, sorgulayan, açıklayan ve bazen de eleştiren tarzlarla cevaplar bulmaya çalıştık.
Kendisine benzer soruları ve daha fazlasını soran ve sorduklarına
yanıt arayan tüm okuyuculara faydalı olması dileklerimizle…
Nevzat GÜLDİKEN Emek ve iş kavramlarının ilk defa tarih sahnesine çıkmasıyla günümüze kadar olan süre boyunca, bu kavramlara yönelik farklı düşünceler geliştirilmiştir. İlkel dönemlerde çalışma kavramının karşılığı, hayatı minimum düzeyde idame ettirmeye yetecek kadar iş yapma olarak belirlenirken, modern zamanlarda bu karşılık artık yeterli olmamaktadır. İnsanoğlunun üretimi keşfetmesi ve bu keşifle birlikte ücret kavramının da ortaya çıkmasıyla, çalışmaya karşı olan tutum da değişmiştir.
Çalışma ve çalıştırılma kavramlarına sosyolojik bir pencereden bakmaya çalışılan bu kitapta, bu kavramlara ilişkin çeşitli sosyologların görüşleri ve toplumların yaşayış tarzları, değer ve yargılarına göre kavramların nasıl şekillendiği okuyucuya iletilmeye çalışılmıştır.
Kenan ÖREN Elinizdeki bu eser, çalışma sosyolojisinin doğuşunu, gelişim sürecini, özelliklerini, çalışanların (iş görenlerin) iş içi ve iş dışı ilişkilerini, bu ilişkilerden doğan etkileşimleri, emek hareketinin (iş gücü göçünün) getirdiği sınıf farklılığını, gruplaşma, tabakalaşma gibi modernleşme ve küreselleşme süreciyle ortaya çıkan olguları ve bu olguların sonuçlandırdığı yabancılaşma, yalnızlaşma, dışlanma, ötekileştirme gibi sendromları, bu sendromların sosyo-psikolojik etkilerini ve sonuçlarını ortaya koyan bir çalışmadır.

Takım çalışmasının iyi bir özelliği, her zaman başkalarının da sizin tarafınızda yer almasıdır (Sosyal Sermaye).
Margaret Carty

Dünyanın en güç işi, bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir.
Mevlânâ
Tim STRANGLEMAN - Tracey WARREN - Routledge Çalışma meselesi, sosyal bilimlerin birçok alanının bir kesişme noktasını oluşturmaktadır. İktisattan, işletme yönetimine, kamu yönetiminden siyaset bilimine, insan kaynakları yönetiminden sosyal politikaya ve psikolojiye ve elbette sosyolojiye kadar birçok alan şu ya da bu şekilde, merkezi veya tali bir mesele olarak çalışma temasını içerir. Ancak öte yandan ironik bir biçimde hem sosyal bilimler içinde hem de yaşamın içinde bu denli merkezi bir tema olan çalışma genellikle kendi başına detaylı bir biçimde incelenen ve ilgi toplayan bir alan olamamıştır. Dolayısıyla bu konuyu çalışmak isteyenler için de derli toplu bir okuma metnine erişmek oldukça zordur. Bu zorluk özellikle Türkçe okuyucu için çok daha barizdir.
Çalışma sosyolojisi alanında Türkçede temel okuma metinlerinin sayısı neredeyse yok denecek kadar azdır. Bundan dolayı bu alanın hem öğrencileri hem de öğreticilerinin karşı karşıya bulundukları temel meselelerin başında derli toplu bir okuma metninin eksikliğidir. Bu kitap, bu alandaki eksikliği girmeye yönelik çabanın bir parçası olarak kabul edilebilir. Tim Strangleman ve Tracey Warren'in kitapları hem çok zengin bir referans tabanı sunmakta, hem bu literatürün genellikle ihmal ettiği örneğin ev işleri ve işsizlik gibi bazı konuları içermekte hem de başka bir çalışma sosyolojisi kitabında bulunması çok zor olan çalışmanın temsilleri gibi konuları içermesi ile son derece zengin bir muhteva sunmaktadır. Öte yandan kitap, bütün bölümleri aynı sistematik mantık örüntüsü ile sunarak okuyucuya konuları takip etmede kolaylık sağlamaktadır. Kitap bu özellikleriyle çalışma sosyolojisi okumak isteyen lisans ve lisansüstü düzeyindeki öğrenciler için yeni ufuklar vadediyor.
Joseph P. FOLG ER, Marshall Scott POOL E, Randall K. STUTMAN Çatışma konusundaki çalışmaları güncelleyerek ve bugüne kadar yapılanları harmanlayarak sunan bu kitap, ayrıca uygulamaya giriş kitabı olarak da pratik bilgiler vermektedir. Elinizdeki kitabın yalnızca iletişim uzmanları için değil herkesin yararlanacağı bir kaynak olduğu görülmektedir. Belki de kitabın en genel ve temel mesajı; çatışma yaşanmasının kaçınılacak bir şey olmaması, üstelik problemlerin üstünün örtülmesinin sakıncalı olması, çatışmanın da bir çözüme doğru ilerlemek için gerekliliğidir. Yapıcı bir biçimde yönetildiği takdirde belki de çözülemeyecek bir sorun bile olmayacaktır. Bu mesajın bizim kültürümüz bakımından çarpıcı olması söz konusudur ama üzerinde düşünerek değerlendirmekte de yarar vardır. Bizler acaba hiçbir çatışma olmasın diye mi büyütüldük? Hiç çatışmadan yaşayabiliyor muyuz? Bu mümkün mü? Çatışıyorsak neden adını açıkça koyarak, oturup bunu birlikte çözmeye yönelmeyelim?
Tuğçe Ertem Eray Çatışmanın hem ortaya çıkışında hem de yönetimi ve çözümünde iletişimin önemi ve oynadığı rol, iletişim bilimlerinin de kavramı ele almasına neden olmaktadır. İletişim içerisinde bulunan hemen hemen herkesin çatışma süreci içerisinde bulunması söz konusu olabilmekte ve çatışmaların kaçınılmazlığı, yönetimini de zorunlu kılmaktadır. Çalışmada çatışma kavramından yola çıkılarak uluslararası literatürde çatışma ve halkla ilişkiler ilişkisine verilen önemin ulusal literatürde kendisine yer bulamaması ve Türkiye'de çatışmaların çözümünde halkla ilişkilerin önemine yeterince değinilmemesi sorunsalından hareket edilmektedir. Bu çerçevede, çatışma süreç modellerinden etkilenen kuramlardan bahsedilerek halkla ilişkiler alanında çatışmaların çözümüne yönelik çalışmalara yer verilmektedir. İlişki ve iletişim yönetimi bakışıyla kitapta, çatışma süreç modelleri içerisinde literatürde en fazla yer bulan Ortak Yönelim Teorisi, Oyun Teorisi, Olumsallık Teorisi ve Müzakere Yaklaşımları ile Karma Motifli Modellere değinilmektedir.
Kemal GÖRMEZ Bir bilgenin “Tabiatın insanoğlundan intikamı” diye tanımladığı ekolojik sorunlar, bugün insanoğlunun karşılaştığı temel sorunlar arasındadır.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren insanlığı tehdit eden sorunlardan biri hâline gelen çevre sorunları, kökü çok eskilere uzanmasına rağmen, genelde Sanayi Devrimi’nin sonucunda hissedilir hâle gelmiştir. O zamandan bu yana da sürekli artarak büyük boyutlara ulaşmıştır. Son yıllarda geliştirilen tedbirlere rağmen henüz pek çok insan gelecekten ümitli değildir. Önceleri sadece kirlenme olarak algılanan ve gün geçtikçe toplumsal hayatın bütün alanlarını kapsayan bu sorun üzerinde tartışma ve araştırmalar gittikçe yoğunlaşmaktadır.
Bu kitap, esas olarak öğrencilerin ekoloji ve çevre sorunları ile ilgili kaynak ihtiyacını karşılamak amacıyla yazılmıştır.
Mücahit Navruz, Ali Şahin Terörizmle mücadele yalnızca askeri ve istihbari metodlara indirgenemeyecek kadar kapsamlı bir konudur. Kentsel terör gibi mekan, aktör, hedef ve mücadele yöntemlerinin bulanıklaştığı bir alanda ise çevresel tasarım, askeri ve istihbari metodları tamamlayan/kolaylaştıran bir araç halini almaktadır. Yakın geçmişte Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli kentsel terör dalgasını teşkil eden ‘hendek çatışmaları’ sürecini, Diyarbakır Suriçi örneğindeki yansımalarından hareketle ele alınan bu çalışma, kentsel terörle mücadelede çevresel tasarımın önemini vurgulaması açısından özgün bir niteliktedir.
Adem Sağır, Erdener Gülenç İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde en çok konuşulan konular arasında yer alan laboratuvar çalışmaları, bilim insanının laboratuvardaki “egzotik” dünyasına yeniden odaklanılmasına ve bilim-toplum ilişkisinin yeniden gündeme getirilmesine neden oldu. Tüm dünyada ortaya çıkan ve artan aşı tartışmaları ile laboratuvarın kendisinin bir nesne olarak toplumsal alanda farklı örüntüler açığa çıkarması, öznenin ötesine uzanan bir anlam arayışını da kaçınılmaz kıldı. Aktör ağ teorisi, salgınlar çağında ortaya çıkan toplumsal davranışları ve tutumları açıklamak için kullanışlı durmaktadır. Çünkü artık Ulrich Beck'in risk toplumu yaklaşımı, bugünün dünyasını açıklamak için yeterli değildir. Beck'in, Baudrillard'ın, Foucault'nun ve Bauman'ın mirasının öldüğü bir çağa adım attık. Bugünü açıklamak ve geleceği konumlandırmak için daha fazlasına ihtiyacımız var görünüyor.
Pandeminin başlangıcı, ortası ve sonu varsa her üç evrenin de ortak noktası bilime, doktorlara ve siyasetçilere güvensizliğin aşı tereddütünü besleyen bir damar olmasıdır. Bu ortaklık; çiplerle dünyayı ele geçirmeye çalışan devletlerin varlığına, ilaç şirketlerinin üzerinden zenginlerin daha zengin olacağı bir sürecin yaratıldığına iman eder vaziyette inanan tipolojileri karşımıza çıkardı. Bu noktalar bize, pandeminin sonrasını konuşmak için "aşı tereddütü" kavramının oldukça kullanışlı olduğunu göstermektedir. Çünkü dünyanın düz bir tepsi olduğuna ya da öküzün boynuzları üzerinde durduğuna inanan eski zaman dünya görüşüyle, aşılara yerleştirilmiş çiplerle dünyayı ele geçirmek isteyen güçlerin varlığına inanan şimdiki zamanın dünya görüşü aynı paydada birleşiyor.